Karanlık Lise 2 – Bölüm 6


Arda ile arama olabildiğince mesafe koymaya çalışıyordum.

Demir’in o gece Bodrum’a geldiğinden beri bir hafta geçmişti ve Arda hâlâ en ufak bir şey bile söylememişti. Bana bunu nasıl yapardı? Üstelik okulun açılmasına tam iki hafta kalmıştı ve tatil bitmek üzereydi. Okulda yine onu görecektim. Demir’in Bodrum’a beni görmeye geldiği gün yüzüne çıkmayacak mıydı sanıyordu?

Ya o gece uyanıp onun geldiğini hiç görmemiş olsaydım?

“… Güneş! Sana diyorum.”

Emre’nin sesini duyduğumda ona baktım. “Pardon, dalmışım.”

“Bakalım Kayhan sana bu bir haftada ne kadar sörf yapmayı öğretti,” dediğinde, Kayhan “Daha doğrusu ne kadar sörf yapamamayı… Alınma Güneş ama ben elimden geleni yaptım,” dedi ve gülmeye başladı. Hafifçe dudaklarımı yukarı kıvırdım ve gülümsemeye çalıştım.

Bu bir haftada Bodrum ekibiyle (çoğunlukla Kayhan, Emre, Şevval) bayağı yakınlaşmıştım. Hemraz ve Damla da vardı ama o ikisi daha çok beraber takılıyorlardı. Arada Arda’yı onlarla görüyordum. Sanırım Damla, Kayhan’dan hoşlanıyordu ama bir türlü açılamıyordu. Ona göre, işin içine bir de ben girince işler iyice zorlaşmış olmalıydı.

Emre üzülerek “Hey, Helin’in erkek arkadaşı yine gelmiş,” dediğinde başımı kaldırıp sahilin öbür tarafına baktım. “Gidip merhaba desem iyi olacak. Sonra size yetişirim,” deyip Doğukan, Esma, Burak ve Helin’in yanına gittim. Arda da Hemraz’ların yanından dönüyordu. Sanırım o da Doğukan’ı yeni görmüştü.

“Hoş geldin. Ne ara geldin?” diye sorduğumda “Selam Güneş. Daha şimdi geldim. Beş dakika olmadı,” diye cevapladı. Sesinde bir burukluk vardı. O da bana karşı mahçuptu.

Arda bizim yanımıza ulaştığında “Hey. N’aber? Her hafta sonu İstanbul’dan buraya gelmek zor olmuyor mu?” diye sordu.

Doğukan kolunu Helin’in beline sardı ve onu kendine çekti.

“Sevgilimle zaman geçirmeye geliyorum,” dedi. Helin “Uuu, Doğukan’dan böyle romantik kelimeler her zaman duyamazsınız. Sanırım bu sefer gerçekten özlemişsin,” diyerek Doğukan’a sarıldı.

Esma atıldı. “Of saat altı olmuş, hemen eve gidip mangala başlamalıyım.”

 Burak “Hop hop, ben buradayken mangalı sen mi yapacaksın?” diye sordu. Esma “Beraber yaparız çok dert değil birtanem. Hadi, iş başına!” dedi ve çantasını eline aldı. Burak’ın elini tuttu ve onu sürüklemeye başladı.


Burak bize dönüp “Seviyoruz işte… Ne yapalım?” dedi ve bizi güldürdü.

Helin “Doğukan, gel sana sahilde yeni keşfettiğim yeri göstereyim. İki gün önce Güneş’le yürüyüş yaparken gördük ve harika bir manzarası var,” dediğinde, Arda “Tamam. Sanırım fazlalık oluyoruz biz. Ben gidiyorum,” dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

Doğukan’a “Yine hoş geldin” dedikten sonra, yürüyerek Arda’ya yetiştim.

“Arda…” diye seslendiğimde durdu ve bana yaklaştı. “… Biraz konuşalım mı?”

Demir’in geldiği geceden beri bir hafta geçmişti fakat Arda’dan hala bir ses çıkmamıştı. Bana o geceden bahsetmesini bekledim fakat o ise sanki bu olay hiç yaşanmamış gibi davranmaya devam ediyordu. Ben Arda’yı yıllardır tanıyordum ve benden bir şey sakladığı zamanlarda anında anlardım. Fakat bu sefer öyle de değildi. Bu sefer gerçekten yüzünden bile anlaşılmıyordu.

“Sonunda Güneş! Bir haftadır benimle toplamda belki on cümle konuşmuşsundur. Şüphelenmeye başlamıştım…” dediğinde hemen söze girip “Arda bana söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sordum. “Ne gibi?” dediğinde derin bir nefes alıp verdim, sakin kalmaya çalıştım.

“Herhangi bir şey… Bana anlatmak istediğin herhangi bir şey var mı Arda?” deyip ciddileştiğimde, Arda bana yaklaştı.

“Tamam! Tamam! Anlamışsın. Daha kendimi bile inandıramıyorken sen nasıl anladın?”

“Anlamak zor değildi. Gördüm Arda… Her şeyi gördüm,” dediğimde bana “Neden bu kadar sinirlisin? Yoksa kıskandın mı?” deyip gülümsedi.

Artık yetmişti.

“Böyle ciddi bir konuda nasıl bu kadar alaycı konuşabilirsin?!”

“Ya Güneş bir sakin ol. Tamam, Hemraz’dan çok hoşlanıyorum ama o da benden hoşlanıyor mu bilmiyorum. Değişik bir şey. Tatil bitmek üzere ve o ailesiyle beraber burada yaşıyor. Sonunda benimle konuştuğuna o kadar sevindim ki Güneş. Onun hakkında hissettiklerimi biriyle konuşmak istiyordum ama Burak hep Esma ve Helin’le birlikteydi ve buradaki hiç kimseyle seninle olduğum kadar yakın değilim,” diye anlatmaya başladığında sözünü kesip “Hemraz mı?” diye bağırdım.

“Evet. Çok güzel kız değil mi? Çizim yaptığını biliyor muydun? Bana birkaç resmini gösterdi ve güzel sanatlara gittiğini söyledi. Görmelisin, harikalar. Hele hele bir çiziminde iki tane melek var…” ne anlatıyordu bu? “Arda! Kapat çeneni! Bana neden söylemedin? Bana Demir’in geldiğini neden söylemedin?”

Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki, sahilde çevremizdekilerin hepsi bize dönüp bakmıştı ama o anda hiçbiri umrumda değildi.

“Güneş, sakin ol.”

“Sakin mi? Nasıl sakin olabilirim Arda? Bana yalan söyledin. Tüm bir hafta boyunca bana anlatmanı bekledim ama konusunu bile açmadın ya! Ona ihtiyacım olduğunu biliyorsun! Bana bunu nasıl söylemezsin?”

“İhtiyaç mı? Yok Güneş! Senin kimseye ihtiyacın yok. Sen hayatımda tanıdığım en güçlü kızsın ve yaşamak için kimseye muhtaç değilsin. O adam senin aileni öldüren kişi! Bir katile ne kadar ihtiyaç duyabilirsin?” diye cevap verdiğinde ona bir adım yaklaştım.

“Onu seviyorum,” dedim.

 “O lanet olası pis karanlık herifi herkesten ve her şeyden çok sevdiğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Biliyorum Güneş. Herkes biliyor. İşte bu yüzden ondan uzak durmalısın.”

“Bana ne yapıp yapmayacağımı söyleyemezsin!”

“Evet Güneş! Söyleyebilirim! Sen daha onun hakkında ne yapacağını, ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bile bilmezken ve üstelik okulun açılmasına da iki hafta kalmışken yapabileceğimin en iyisi bu! Elimden başka bir şey gelmiyor, tamam mı? Gelmiyor.”

Cümlesinin sonuna doğru sesi o kadar alçalmıştı ki son kelimesini fısıldayarak söylemişti.

“… Seni korumaya çalışıyorum. Hepimiz üç aydır bunun için çalışıyoruz. Esma, Burak, Helin ve ben… Elimden gelen bu, tamam mı? Keşke daha iyisini yapabilseydim ama yapamıyorum. Onun karşısında neyim ben? Bir dakikalığına ciddi şekilde düşün. Geçen gece hiçbir şeydi. Onun karşısına gerçekten çıksam sence ne olur Güneş? Kim kazanır ha? Söylesene?”

Arda artık bağırmıyordu. Sinirli de değildi. Üzgündü. Pes etmiş biriydi. Benimle savaşmayacaktı.

“… Seni korumaya çalışıyorum ama karşılığında aldığım şey bu. Evet Güneş bence de bir süreliğine konuşmasak iyi olur,” dedi ve Hemraz’la Damla’nın yanına gitti.

“Güneş, ne oldu?”

Kayhan’ın sesini duyduğumda, arkamda olduğunu anladım ve ona döndüm.

“Sanırım vermem gereken kararlar var,” dedim iç çekerek.

“Yardım edebilmek için–“

“Üzgünüm Kayhan ama hiçbir şey yapamazsın. Bu konuda olmaz. Kimse bana yardım edemez. Yardım etmeye çalışanlar da,” derken Arda’ya baktım. O da bana bakıyordu. Göz teması kurduğumuzda kafasını çevirip tekrar kızlarla olan konuşmasına döndü.

“Hadi, sana neyin iyi geleceğini biliyorum.”

Kayhan’a soran gözlerle baktığımda “… Yarın bizim Emre’nin doğum günü. Ekipten doğum günü yaza denk gelen bir tek o var…” diye anlatmaya başladığında onu durdurup “İyi de yaklaşık yirmi kişi falansınız, nasıl bir tek onunki denk gelebilir?” diye sordum.

Kayhan “Bir de Selen diye bir kızınki denk geliyor. O da bizim ekiple takılıyor ama çok da yakın değiliz. Bu yüzden Emre’nin doğum gününü her yaz geleneksel üç gecelik bir partiye dönüştürüyoruz,” dedi.

“Üç gece mi?” 

“Evet. İlginç, değil mi? Öncelikle yarın, yani ilk gün, onun evinde parti vereceğiz. Yaklaşık saat dokuz civarında başlar. Ertesi gün tüm gün boyunca aramızda sörf ve voleybol turnuvaları yaparız. Kaybeden bira ısmarlar…”

“Ne yani, o kadar turnuva yapacaksınız ve kaybeden sadece bira mı ısmarlıyor?” diye sorduğumda, Kayhan “Sadece bir bira değil… Hepimize ve bu üç gecelik partilerimize gelen herkese. Geçen yıllardan tecrübelerime göre en az 60 kişi oluyoruz.”

“Ne? 60 mı? Tüm Bodrum deseydin?”

“Sadece plajın bu yakasındaki gençler. Neyse, en son gün yani üçüncü günde de, gece tam 12’de kamp ateşini yakıyoruz ve geleneksel şişe çevirmecemizi oynuyoruz. Masum göründüğüne bakma. Hiç değildir. Oynarken anlayacaksın,” dedi ve gülümsedi.

“Kayhan, katılmak isterdim ama şu sıralar pek parti havamda olduğumu sanmıyorum,” deyip plajın çıkışına doğru yürümeye başladım. Yanıma geldi ve “Hadi ama Güneş, ne zaman öylesin ki zaten? Yazın başından beri hep böyleydin -tabii senin boş bir evin bahçesinde geçirdiğin iki ayı bilemem- ama hep öyleydin! Esma, Helin ve Burak’ı da çağır. Helin’in sevgilisi de yarın burada olursa gelir. Gözlüklü arkadaşını Hemraz çoktan çağırmış bile,” diye ısrar etti. “Bizimkilere soracağım ama bilmiyorum, pek gelmek istemiyorum,” dedim.

Emre “Kayhan! Hadi abicim ama tahtaları kaldırıyoruz!” diye seslendiğinde, Kayhan benden uzaklaşarak geri geri yürümeye başladı. “Yarın partide görüşürüz Güneş. Hediye almana gerek yok. Biz hallettik,” dedi ve arkasını dönüp Emre’lerin bulunduğu yere doğru koşmaya başladı.

Ben eve döndükten yarım saat sonra Arda geldi ve toplamda altı kişi olduk. Akşam yemeği için masaya oturduğumuzda, Doğukan bu bir hafta neler yaptığını Burak’a anlatıyordu. Arda, Esma ile yemek hakkında bir şeyler tartışırken Helin de bana Kayhan’la nasıl gittiğini sordu.

“Aklıma gelmişken, yarın akşam Emrelerin evinde parti varmış,” dediğimde herkes bana döndü.

Doğukan “Ooo, Bodrum partileri. Fena fikir olmayabilir. Davetli miyiz ki?” diye sordu.

Doğukan konuşurken onu izledim. Bana Demir’i andırıyordu. Giyim tarzından hareketlerine kadar ona benziyordu ya da ben artık kafayı yemek üzereydim. Her gördüğümü ya da bana onu çağrıştıran her şeyi Demir’e benzetiyordum. Üzgündüm.

Burak “Sanki davetli olup olmamak seni engelleyecekmiş gibi,” dediğinde güldüm.

Esma “Doğum günü falan mı var?” diye sordu.

“Emre’nin doğum günüymüş. Üç gece parti yapıyorlarmış ama yarınkine herkes davetliymiş,” dedim.

Helin “Eee hediye falan hemen nasıl bulacağız? Ne alalım Güneş, onu en iyi sen tanırsın aramızdan?”

“Valla şaşırtıcı olabilir ama onlarla samimiyim, evet fakat Kayhan dışında diğerlerini pek de iyi tanımıyorum. Hem Kayhan hediyeye gerek olmadığını söyledi.”

Arda “Sörf yapıyorlar. Yeni bir sörf tahtası alalım, ya da sörfle ilgili bir şey,” diye atladığında refleks olarak ona döndüm ama bir saat önceki konuşmamızı hatırladığım anda başımı çevirdim.

Burak “Esma, bana geçen hafta alışveriş merkezinde denettiği mayonun üstünde sörf yapan insan şeyleri vardı,” dediğinde, Esma “Evet! Üstünde sörf yapan sporcu deseni vardı! Harika bir hediye. Yarın gidip alırız biz. Hediye almamıza gerek yok demiş olabilirler ama ufak bir şey ve hepimiz adına veririz, olur biter,” dedi.

İçimdeki tüm meraka yenildim ve “Demir nasıl?” diye sordum.

Asıl merak ettiğim başka bir kızla birlikte olup olmadığıydı -ya da birden çok kızla- ama bunu hemen soramazdım.

Doğukan hariç masadaki herkes şaşkındı. Doğukan bu sorunun elbet bir noktada geleceğini bekliyor olmalıydı. “İdare ediyor,” diye cevapladığında, Arda ayağa kalktı, kendi tabağını ve bardağını eline aldıktan sonra “Afiyet olsun. Ben çıkıyorum,” dedi, gitti.

Burak “Bunun nesi var böyle?” diye sorduğunda, Demir’in geldiğinden diğerlerinin haberinin olmadığını hatırladım.

“Doğukan, Demir nasıl?” diye sorumu tekrar ettim.

Doğukan “İdare ettiğini söyledim,” diyerek cevabını tekrarladığında “Hayır, gerçekten sormaya çalıştığım şey; neler hissediyor?” dedim.

“Emin değil. Kendinden ve düşündüklerinden… Onu hiç bu kadar kararsız görmemiştim.”

Sanırım kendinden emin olmayan bir tek ben değildim. Ama, o emin olmalıydı, yani geçen hafta geldiğinde öyle görünüyordu. Niye bunu saklamak zorundaydım ki?

“Geçen hafta buraya geldiğinde gayet emin görünüyordu.”

Cümlemi bitirir bitirmez Esma öksürmeye başladı ve Helin ona bir bardak su uzattı. Öksürmesi bitince “Ne?” diye sordu.

Helin ve Burak da şaşkındı.

Burak “Ama ne ara? Onunla ne konuştun Güneş?” diye sorduğunda “Hiçbir şey! Sorun da orada zaten, hiçbir şey söyleyemedim! Onun karşısına bile çıkamadım. Gecenin bir vakti sesler duyup kalktım ve aşağı indiğimde Arda, Demir’le kapıda konuşuyordu. Demir’in çok uzatmadan gitmesini sağladı ama bana onun geldiğinden bir hafta boyunca hiç bahsetmedi. O gece ben de o kadar şaşırmıştım ki! Onu öylece gördüm ama hiçbir şey diyemedim. Hareket bile edemedim.”

Doğukan “Demek işim var deyip yok olduğunda buraya gelmişti. Bana tek kelime bile söylemedi. Ben de önemli olsaydı bana söylerdi diye düşünüp kurcalamamıştım,” dedi.

Helin “Güneş, aranızdakileri bir an önce çözmelisiniz. Okul açılacak ve üniversite sınavına gireceğiz. Okulda bizden başka hiç kimse o sınavları takmıyor belki ama biz birer gelecek istiyoruz, bunu biliyorsun ve Demir, başlı başına bir problemken sen hiçbir şeye odaklanamazsın,” dedi.

“Biliyorum… Ama şimdilik düşünmekten başka yapabileceğim bir şey yok. Okul açılana kadar bir yolunu bulacağım,” diye cevap verdim ve tabağımı kaldırdıktan sonra çatı katına çıktım. 

Ertesi sabah uyandığımda Arda’nın yatağı topluydu ve bavulu da yerinde değildi. Aşağı indiğimde Arda’nın çıkıyor olduğunu gördüm. Sadece Burak uyanıktı.

“Gidiyor musun?” 

Sorduğum soru karşısında Burak, Arda’yla yalnız konuşalım diye yukarı çıktı. Arda kapıyı kapattı ve bavulunu yere koydu. Benimle konuşmak istiyordu

“Kalamam Güneş. Ben tatil için veya arkadaşlarımla iyi vakit geçirmek için burada değilim. Senin için buradayım. Babamı kafede tek bıraktım ve İstanbul’dan bir gecede otobüse atlayıp buraya geldim. Kimin için olduğunu sanıyorsun?” diye konuşmaya başladığında cevap vermeden onun sözlerini bitirmesine izin verdim. “… Senin için Güneş. Yıllardır her gün olduğum gibi sana iyi bir arkadaş olmaya çalıştım ve ne yaptıysam tersine işledi. Onu sevdiğini biliyorum ama burada yapman gereken en doğru şey arkadaşlarının tavsiyelerine kulak vermekti. Senin iyiliğini istedim. Başka bir şey istememiştim,” dedi ve kapıyı açtı. Bavulunu tekrar eline almıştı. Doğukan arabanın içindeydi. Arda’yı otogara o bırakacaktı.

“Haklı olup olmadığın konusunda karar veremiyorum Arda. Daha kendim hakkında kararlar alamazken başkaları hakkında hiç düşünemiyorum. İyi değilim. Hem de hiç iyi değilim. Her geçen dakika sanki batan bir gemideyim ve…” derken sesim alçalmaya başlamıştı. Arda cümlemi yarıda kesti. 

“Beni çok kırdın Güneş. Belki daha sonra…” dedi ve Doğukan’ın arabasına bindi.

Araba uzaklaşıp yoldan kaybolunca evin kapısını kapattım, yatağa döndüm. 


error: Bu içerik koruma altındadır.