Karanlık Lise 2 – Bölüm 13


Pazartesi günü okula gitmek için evden çıkıp Helin’in arabasına bindiğimde ikimizin de suratı düşüktü.

Helin “Neden okul var ki?” diye sordu.

“Eğitim için.”

Verdiğim cevaptan sonra arabayı sağa çekip bana vurmaya başladı.

Bir yandan gülerken bir yandan da ona durmasını söylüyordum. En son o da gülerek bana vurmayı bıraktığında tekrar yola koyulduk.

Helin “Hak ettin,” dediğinde “Özür dilerim. İlk gün psikolojisi…” diyerek kendimi savundum.

Okulun otoparkına girdiğimiz anda ilk yaptığım şey Demir’in her zaman arabasını veya motorunu park ettiği yere bakmaktı.

Helin’e “Demir’in arabası yok, Doğukan’ınki….” diye soracakken bana “Hayır, o da gelmemiş,” dedi.

Arabayı park ettiğimizde Helin arka koltuktan çantasını aldı ve kucağına koydu. Ben de inmek için hazırlandım.

“Yeni bir okul yılına hazır mısınız Helin Hanım?” diye sorduğumda “Yaa yaa, ne demezsin,” dedi ve arabadan çıktı. Okulun başlama saatine yaklaşık on dakika vardı ve neredeyse herkes gelmişti.

Okul kalabalık görünüyordu. Çeteden birkaç kişiyi de gözüme kestirmiştim, ama ne Demir’den, ne Doğukan’dan,- ne Cansu’dan, ne de Cenk’ten bir iz vardı.

Normal bir okulun ilk gününün nasıl olduğunu bilirsiniz. Birbirine sarılan arkadaşlar, yazın tanıştığı yakışıklı çocuğu anlatan kızlar, uzattığı saçını göstermek için bugüne kadar bekleyen erkekler… İşte bunların hiçbiri Atagül Lisesi’nde yoktu. Herkes zorla sırada duruyordu ve bir düzen yoktu. Herkes aynen bıraktığımız haliyle aynıydı.

Helin’e “Hey, şu çaylaklara bak,” deyip yeni gelenleri gösterince bana güldü ve “Ben hangi cehenneme düştüm” diye düşündüklerinden yüzde yüz eminim,” dedi.

“Bensiz yeni çocukları mı kesiyorsunuz?”

Esma’nın sesini duyduğumuzda arkamızı dönüp gülümsedik. Burak da hemen “Günaydın,” diyerek konuşmamıza katıldı.

Daha konuşma fırsatı bulamadan müdür eline mikrofonu alınca Burak “… Günaydın tabii de, Çağatay Abi yine başlıyor konuşmaya. Neyse, herkes maksimum beş dakika durur,” dedi.

Her ne kadar ona “Abi” demek hâlâ garip geliyor olsa da okulda bunu garipseyen tek benmiş gibi görünüyordum. Gözlerimi kürsüden çekip etrafıma baktığımda, insanların bana bakıyor olduklarını gördüm. Kimi kızlar süzerek ve birbirlerine bir şeyler anlatarak bakıyorlardı, kimi erkeklerse onlarla göz göze geldiğimde hemen gözlerini kaçırıyorlardı.

Çağatay Abi “Gençler yine buradayız. Biliyorum, istemiyorsunuz. Emin olun, ben de istemiyorum…” diyerek söze başladığında, Helin “Ben bizim sınıfın yanına gidiyorum, sonra görüşürüz,” dedi ve beni Esma, Burak ve diğer bizim sınıftakilerle bıraktı. Demir hâlâ yoktu.

“Geçen dönem mezun ettiğimiz öğrenci sayısı yine iyiydi, öbür yıllara bakacak olursak tabii… Yalan yok, rezaletiz…” diye Çağatay Abi konuşmasına devam ederken, Esma “Bu adamın neyi var?” diye sordu. Burak “Kafası iyidir yine. Haline baksana,” diyerek cevapladı ve güldü.

“… Zamanla öğrenirsiniz. Başkalarına çok bulaşmayın yeter. İyi dersler,” dedi ve konuşmasını bitirdi.

Bahçedeki sıranın sonlarına doğru durduğumuzdan, biz yeni sınıfımıza girene kadar arka sıralar hep kapılmıştı. Bir tek geçen sene Demir’le oturduğum sıra gibi en arka, en köşe boştu. Hemen oraya gidip oturduğumda Esma ve Burak da yanıma geldiler. Yine bir önümdeki sırada oturmak istiyorlardı ama doluydu.

Esma “Yaa,” dediğinde “Keşke daha önce gelseydik,” dedim. Önümde oturan, geçen seneden adının Utku olduğunu bildiğim bir çocuk bana dönüp “Buraya oturmalarını mı istiyorsun?” diye sordu.

Garipseyerek “Evet?” diye yanıt verdiğimde, çocuk çantasını eline aldığı gibi ayağa kalktı. Esma sevinerek Burak’la beraber hemen oturduğunda Utku’ya “Ne yani, izin mi veriyorsun?” diye sordum.

“Demir’in sevgilisisin. Açıkçası şu şehirde sorunumun olmasını isteyeceğim en son kişi odur.”

Burak arkasını dönüp “Sonunda korkutucu sevgilin bir işe yaradı,” dediğinde, Esma ona dirseğini geçirdi.

“Ne konuştuk biz? Deniyoruz, Güneş’e söz verdik,” dedi.

Burak “Sen ve Helin söz verdiniz. Ben Demir’e karşı iyi olacağım hakkında hiçbir söz vermedim,” dedi.

O sırada bir öğretmen içeri girdi ve kapıyı kapattı. Herkesin ayağa kalkması için yaklaşık beş dakika geçmesi gerekti. Öğretmen yoklama aldı; “Demir Erkan?” diye sorduğunda sınıftaki bütün kafalar bana doğru çevrildi.

“Nerede olduğunu bilmiyorum,” dediğimde herkes yavaşça tekrar önüne döndü.

Demir’siz geçen bir günün sonunda okul bittiğinde Esma, Helin ve Burak’la beraber dağıtılan kitapları dolaplarımıza koyuyorduk. Kitapları dolaplarımıza yerleştirme işlemi bittiğinde otoparkta buluştuk.

Çantamdan telefonumu çıkarıp Demir’i üçüncü defa ararken, Helin yanıma gelip “Açmıyor değil mi?! Kafayı yemek üzereyim! Tüm gün boyunca Doğukan’ı aradım ama hiç açmadı! Bodrum’dayken bana okulda görüşürüz demişti ama gelmedi,” dedi.

“Aynen! Ben de Demir’i defalarca aradım, birkaç kez mesaj gönderdim ama hiçbirine geri dönmedi,” dedim ve otoparktaki banklardan birine oturdum. Helin de yanıma oturdu. “Bodrum’dayken pek endişeli görünmüyordum ama bugün okula gelmemiş olmaları beni de korkuttu,” diye itiraf ettim.

Esma yanımıza gelip “Burak servise kaydımızı yapıyor şu an, buraya gelirken Masal’la karşılaştım. Giydiği şeyi görmeniz gerekirdi…” derken ayağa kalktım ve “Evet! Belki de Masal’a sormalıyız, o bizimkilerin nerede olduklarını biliyor olabilir,” dedim.

Helin “Valla Masal kaşarıyla konuşacaksan bensiz yapmak zorundasın güzelim. O salağın değil suratını görmek, yanından bile geçmek istemiyorum. Tabii Doğukan gelince, onun o güzel gözlerine soka soka önünde el ele yürümek konusu güzel olabilir ama…” diye konuşurken çoktan ben otoparkın girişine doğru yürümeye başlamıştım. Tam çıkıştan dönerken Masal’a çarptım.

“Dikkat et sarı, saçımı bozacaksın.”

“Merhaba. Demir ve Doğukan’ın nerede olduklarını acaba…” diye sözüme başlamıştım ki, işaret parmağını benim dudaklarıma götürdü, susmamı sağladı

“Hayır,” deyip otoparka yürümeye başladığında ona yetişip “Nasıl hayır? Peki Cenk falan nerede? Sizin çeteden herhangi biri?” diye sordum. Durma zahmeti bile göstermeden “Cenk ailesiyle beraber yurtdışına taşındı,” dedi.

Bugün okulda onu görmediğimiz ve tüm yaz da onun güzel hapishane hikâyelerini duymadığımız için Masal’ın bu söylediği mantıklı geldi.

“Peki Cansu?” diye sordum.

“Birazdan buraya gelir, geç kalmasının iyi bir nedeni var.”

Bizimkilerin yanına döndüm. Helin’e “Cevap alamadım ama Cenk yurtdışına taşınmış biliyor muydunuz?” diye sorduğumda Burak “Evet, ben bugün bizim çocuklardan duydum,” dedi.

Helin “Eee Cansu neredeymiş peki? Ona soralım,” diye önerdi.

Esma, otoparkın girişine doğru bakıyordu. Gözlerini ayırmadan “Sanırım Cansu’yu buldum,” dediğinde hepimiz o tarafa baktık.

Cansu, siyah dar kot pantolonu ve bordo deri ceketiyle, dalgalı uzun, kahverengi saçlarıyla güzel ve çekici görünüyordu. Her zamanki gibiydi kısacası. Etrafımızdakilerin de ona baktıklarını düşünürken asıl baktıkları kişinin sadece Cansu olmadığını anladım. Yanında uzun boylu, sarışın, yapılı, daha önce bu okulda veya bir yerde hiç görmediğim bir erkekle yürüyordu.

Helin “Yeni sevgili mi yapmış?” diye sorduğunda, Esma “Hem de nasıl sevgili…” dedi. Ardından Burak’a baktı ve onu yanağından öptü. “Kimse bir Burak olamaz. Biz servise gidiyoruz. Hadi görüşürüz!” dedi ve Burak da vedalaştıktan sonra gözden kayboldular.

Helin “Taş, değil mi? Sanırım bizimkilere büyük bir rakip çıktı. Adı Ateş. Bizim sınıfta, bu sene başka okuldan gelmiş,” dedi.

“Neden gelmiş?” diye sorduğumda “Sormadım, sürekli Cansu’yla. Açıkçası sormaya kalksam neler olur tahmin bile edemiyorum. Cansu’nun bizi pek sevdiğini…” derken Cansu bize doğru el salladı.

Ben Helin’e “Bize mi bakıyor?” diye sorduğumda Helin arkasına baktı, “Arkada kimse yok,” dedi ve Cansu’ya doğru zorla gülümsedi. Bize el salladığını kesin olarak anladığımda ben de el salladım.

Helin “Buraya mı geliyor?” dediğinde, Cansu çoktan bize yaklaşmıştı. Adının Ateş olduğunu öğrendiğim çocuk, otoparkta arabaların arasına doğru ilerlerken, Cansu bizimle konuşmaya başladı.

“Selam.”

Helin ona cevap vermeyince konuşma görevini ben üstlendim ve “Selam,” dedim.

Cansu “Tatiliniz nasıldı?” diye sorduğunda bir an Helin’le birbirimize baktık ve ardından tekrar Cansu’ya döndük. Cansu “Alt tarafı tatilinizi sordum. Merak etmeyin size komplo falan kurmayacağım. Bu tatil bana da çok iyi geldi, güvenebilirsiniz,” dedi ve gülümsedi.

Cansu’ya “Demir’le Doğukan’ın nereye kaybolduklarını biliyor musun?” diye sordum.

Cansu “Onlar bize nerede olduklarını söylemezler, Demir bize nerede olacağımızı veya olmayacağımızı söyler. Genelde böyledir, yani kısacası bilmiyorum,” diyerek cevap verdi.

Helin “Offff!” dediğinde Cansu “Bir sorun mu var, ne oldu?” diye sordu.

“İşte onu öğrenmeye çalışıyoruz.”

Cansu “Hmm… Ben bizimkilere bir sorarım. Eğer öğrenirsem sana yazarım, olur mu Güneş?” diye sorduğunda, Cansu’nun bu yeni iyi hali karşısındaki şaşkınlığımı gizleyemedim.

“Evet, sağ ol. Teşekkürler.”

Cansu’nun arabası olduğunu bildiğim kırmızı araba bize yaklaştığında camı açıldı ve Ateş’i gördüm.

Cansu’ya “Arkadaşların da mı geliyor? Yalnız oluruz sanmıştım,” deyip gülümsediğinde, Cansu’nun kızardığını gördüm.

Cansu utanmış mıydı? Bu yakışıklı çocuğa âşık mı olmuştu? Bizim Cansu, mutlu muydu?

Helin “Yok, bizim gitmemiz gereken çok önemli bir yer var,” diyerek bizi kurtardı.

Cansu arabaya yaklaştı ve Ateş’i dudaklarından öptü. Ardından “Tanıştırayım; Güneş ve Helin… bu da Ateş,” dedi sanki on yıl üstünde çalıştığı sanat eserini tanıtırmış gibi.

Ateş, Helin’i göstererek “Aynı sınıftayız galiba,” dediğinde Helin hafifçe başını salladı.

Cansu “Neyse kızlar, sonra görüşürüz,” dedi ve arabaya atladığı gibi otoparktan çıktılar.

Helin “Az önce Cansu bizi sevgilisiyle mi tanıştırdı?” diye sordu.

“Az önce Cansu bizimle kibarca mı konuştu?” dediğimde, Helin “Bu yıl gerçekten değişik olacak,” diyerek düşüncelerimi dile dökmüş oldu.

Arabaya binip okuldan çıktığımızda, Helin bana “Sence Ateş’i çeteye alırlar mı?” diye sordu.

“Asıl sana sormalı, sen çetedekileri benden daha uzun zamandır tanıyorsun,” dediğimde, Helin “Ama sen de başındaki elemanla çıkıyorsun?” diyerek lafı yapıştırdı.

“Evet, sorma. Bugün yeterince hatırlattılar.”

“Ne demeye çalışıyorsun?” dedi.

“Yok yani kimse bana laf attığından falan değil, sadece… İnsanlar bana baktılar. Normal bir bakış değildi, biraz garipti. İlgi odağı olmayı sahnede olmadığım sürece sevmem, alışkın da değilim. Şimdi Demir’le çıktığım için bana böyle bakıyorlar. Bunun farkındayım ama fazla farklı geldi.”

Helin ciddi bir şekilde “Kızlar sana sanki en sevdikleri eyeliner’ın üretimini durdurmuşsun gibi bakıyorlardı değil mi? Küçümseyici ve tiksinerek?” diye sorduğunda elimde olmadan gülümsedim ve “Evet! Tam da öyle bakıyorlar,” diyerek onu onayladım.

“Bana da aynısı oldu. Doğukan’ın duvara adımızı yazdığı gün başladı. Hâlâ da devam ediyor, kıskanıyorlar ve boş konuşuyorlar ama bana hava hoş,” deyip güneş gözlüklerini taktı.

Telefonumu tekrar elime aldım ve mesaj kutusunu açtım. Cevap yoktu.

Gönderilen: Demir

Demir sana son kez yazıyorum. Elinde olunca bana cevap vereceğini biliyorum. Neredesin?

“Hangisini düşünsem bilemiyorum. Bu sene üniversite sınavına gireceğimizi mi? Böyle kötü bir okulda nasıl başarılı olabileceğimizi mi? Doğukan’la olan geleceğimizi mi? Cansu ve Masal’ın bu sene başımıza neler açacaklarını mı, yoksa Demir’le Doğukan’ın başına çoktan açılmış olan şeyleri mi?” dedi Helin.

“Sanırım bu sorular uzun zamandır aklındaydı.”

“Evet, canımı sıkıyorlar.”

“Diğerleri hakkında bir şey söyleyemem ama Cansu’nun kendi güzel meseleleri varmış gibi görünüyor,” dediğimde Ateş’i kastettiğimi anlamıştı.

“O çocuğu hangi barda buldu acaba?”

“Neden öyle diyorsun, belki gerçekten iyi biridir? Hem.. açıkçası Cansu’nun o kadar da kötü biri olduğunu artık düşünmüyorum,” dediğimde, gözlerini yoldan bir saniyeliğine ayırdı ve bana şaşırmış şekilde baktı, ardından tekrar yola döndü.

“O kız sadece sana saçma bir dejavu ve okulumuza hoş geldin hediyesi yaşatmak için senin dolabına sınav sorularını koydu. Ardından seni başrolden uzak tutabilmek için müzikal seçmelerine katıldı ki… gerçekten komikti,” dedi Helin ve beni güldürmeyi başardı.

“… Cansu Ankara’ya giderken otobüste senin üstüne milkshake döktü ve molada seni unutup yola devam etmemize neden oldu,” dediğinde “Evet ama bu sayede Demir’le…” şeklinde cevap verecektim ki, Helin “Evet! Evet! Romantik öpüşmeniz! Tüm okul gördü vesaire vesaire… Ama unutma, bunların dışında daha pek çok şey var ve sen de bunları iyi biliyorsun,” dedi.

“Bu okulda sorunsuz tek bir insan yok. Aslında şöyle bir bakarsan her insanın mutlaka en az bir sorunu vardır. Hiç kimse yaşadığı iyi şeylerle dolu değildir ki. Sadece kötü olanları atlatmak için hepimiz farklı yollara başvururuz ve…” derken, Helin tekrar sözümü kesip “Evet Güneş onları atlatmak için kesinlikle diğer insanların hayatlarını mahvetmeye çalışırız. Çok haklısın. Bravo,” dedi.

“Özellikle Cenk olayı bittikten sonra onun iyi biri olabileceğini düşündüm. O, bebeğini kaybetti. İlla ki üstünde bir etki bırakmış olmalı.”

“Bak orada haklı olabilirsin.”

“Ateş kim ve nereden geliyor bilmiyoruz ama on beş dakika önce Cansu’yla yaptığımız konuşmadan yola çıkarak, onu daha iyi birine dönüştürdüğünü söyleyebilirim,” dedim.

Evimin sokağına girmeden hemen önce, Helin’e “Bekle! Diğer sokaktan gir. Kafeye gideceğim,” dedim.

Kafenin önünde durduğumuzda bana “Az önce Cansu’yu savunduğuna inanamıyorum,” dedi gülerek.

“Ben de inanamıyorum,” dedim.

“Gerçekten çok ama çok ilginç bir yıl olacak.”

“Lütfen olumlu açıdan ilginç olsun. Sevgilimin üstüne bıçakla saldıran psikopatlar istemiyorum.”

Camdan “Arda’ya selam söyle!” diye seslendikten sonra Helin’e gülümsedim ve kafeye doğru ilerledim. 


error: Bu içerik koruma altındadır.