“Adım Güneş Sedef ve beni eminim çok iyi tanıyorsunuz.”
Gökhan Erkan karşımdaki duruşunu değiştirdi ve şaşkın gözlerle önce eşine, sonra da Demir’e baktı. Demir’in arkası bana dönüktü, babasının karşısında duruyordu.
Demir’in annesi “Sedef,” deyip kocasına döndüğünde ise birazdan olacakları tahmin etmekte güçlük çekiyordum. Gökhan Erkan bana bakıp “İsim tanıdık gelmedi. Biriyle karıştırıyor olmalısın…” dediğinde, sırtımı dikleştirdim. Yüzümdeki ifadenin değiştiğinden emindim. Evden çıkıp gitmek için arkamı dönüp kapıya uzandığımda durdum ve aldığım kararı, geri adım atmayacağımı kendime hatırlattım. Yüzümü tekrar onlara döndüm. Konuştuğumda sesim normalden daha kısık bir şekilde çıkmıştı ama eğer aynı cümleyi yüksek sesle söyleseydim belki de bu etkiyi bırakmazdı.
“Öldürdüğünüz aileyi hatırlamıyor numarası yapacak kadar yüzsüz müsünüz?”
Demir’in babası cevap vermek üzere dudaklarını araladı ama tek bir kelime bile söyleyemedi. Aynı şekilde annesi de ne yapacağını şaşırmıştı. Babası boğazını temizledi. Konuşmak üzere olduğunu anlamıştım.
“İftira atmadan önce elinde iyi kanıtlar olmalı Güneş,” dediğinde “Ne kanıtından bahsediyorsunuz?” diye, hem ona hem de Demir’in annesine bağırdım. “… Size kazanın olduğu geceyi hatırlatmam mı gerekiyor? Tarih mi söyleyeyim? O geceden itibaren her gün içinde yaşadığım cehennemi mi anlatıyım?! Ne yapmalıyım?.” derken Gökhan Erkan “Bana karşı sesinizi yükseltmemelisiniz küçük hanım,” diye karşılık verdi. İşte o anda tüm öfkemi, nefretimi dökmem gerektiğini hissettim.
Bir Gökhan Erkan’a bir de karısına bakarken ikisine de bağırmaya başladım: “Sadece adınız çıkmasın diye oğlunuza laf yetiştirirken yaptığınız kaza sonucu üç kişi ölüyor! Annem, babam ve kardeşim! Ve siz, sanki hiçbir şey olmamış gibi bana sesimi yükseltmemem gerektiğini söylüyorsunuz? Ailemi kaybettim ve Demir beni kurtarmasaydı ben de ölecektim…” derken gözlerimin dolmaması için dua ediyordum.
Babası Demir’e yaklaşıp “Demir bu ne demek?” diye sorduğunda, Demir yanıt vermedi. Ardından Gökhan Erkan, sesini daha da sertleştirip, “Demir bana cevap ver! Onu kazadan mı kurtardın?” dediğinde Demir bir kez bana baktı ve ardından tekrar babasına dönüp “Evet,” dedi.
Gökhan Erkan “Lanet olsun! Ailemize verdiğin onca zarar, yaptığın kaza yetmiyormuş gibi bir de bu kızın hayatta kalmasını sağlıyor, hem de onu eve getiriyorsun! Lanet olsun!” diye bağırdı.
Demir “Aile mi? Ne ailesinden bahsediyorsun sen?” derken, onun konuşmasını kesip Gökhan Erkan’a “Senin yaptığın kaza! Sen yaptın! Her şeyi sen yaptın! Annemi, babamı ve kardeşimi sen öldürdün! Üstüne de sırf adın kirlenmesin diye her şeyi kendi oğlunun üstüne yıktın! Sahip olduğun hiçbir şeyi hak etmiyorsun! Siz,” derken, bir ona bir de Demir’in annesine bakıyordum. “… siz hiçbir şeyi hak etmiyorsunuz. Bugüne kadar tam olarak ne yapmam gerektiğine karar verememiştim ama artık biliyorum. Bakalım enişteme gerçekte kazayı kimin yaptığını anlattığımda ne diyecek?”
Gökhan Erkan bana yaklaşıp beni kolumdan sertçe tuttu.
“Polislere gidip ötmeyeceksin. Beni anladın mı?”
“Bırak kolumu!” diye bağırdım.
Demir’in babası kolumu tutmaya devam ederken “Eniştenin bilmediğini mi sanıyorsun? Onlara bu kadar zaman boyunca ağızlarını kapalı tutmaları için kim para ödedi sence?” diye sorduğunda, eniştemle halamın tüm gerçekleri aylardır bildiklerini hatırladım. Ama onlar kazayı yapanın Demir olduğunu sanıyorlardı ve “Demir’in kimliğinin gizli tutulması için” bazı polis ve avukatların para aldığını biliyorlardı. Para alanlardan biri de eniştemdi. Durumları o zaman o kadar kötüydü ki, böyle bir şey için Demir’in babasının verdiği parayı kabul etmişlerdi.
Ben tatilden döndüğümde halamla enişteme gerçekleri, yani kazayı yapanın Demir olmadığını, babası olduğunu anlattığımda onlar çoktan biliyorlardı. Gökhan Erkan haklıydı. Bunu çoktan biliyorlardı ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Şu an içinde bulunduğum adrenalin yüzünden, bu tamamen aklımdan çıkmıştı.
Dilan Erkan “Gökhan… Güneş’i bırak…” derken, Gökhan Erkan kolumu biraz daha sıktı. Cevap veremediğimi görünce kendine gelmişti artık. Bana “İstediğin paraysa alabilirsin. Gidip ortalıkta konuşma yeter,” dediğinde, Demir, babasıyla benim arama girip onun kolumu bırakmasını sağladı.
Gökhan Erkan’a “Siz.. nasıl bir insansınız?” dediğimde, gözlerimde dolan yaşlar görüşümü bozmaya başlamıştı.
Demir’in annesi “Demir,” deyip kapıyı gösterdiğinde, Demir beni tuttu ve kapıya doğru yönlendirdi. Bana “Hadi buradan gidelim,” dediğinde, babası “Demir, sen kal,” dedi.
Demir bana döndü, kapıyı açtı. Cebinden arabasının anahtarlarını çıkardı ve bana uzattı. “Beni arabada bekle,” dedi ve kapıdan çıktım. Kapı kapandığı zaman babasının sesi o kadar yüksekti ki kapı bile engel olamamıştı.
Babası Demir’e “Sen ne halt yediğini sanıyorsun?” diye bağırdı.
Kapının hemen önünde yere çöktüm ve merdivenlere oturdum. Onları dinlememek elimde değildi. İçeri girip Gökhan Erkan’a ne kadar pislik bir herif olduğunu tekrar söylemek istiyordum, karısına da böyle bir adama neden hiç cevap vermediğinin hesabını sormak istiyordum. Ama gözlerim doluyken bunu yapamazdım. İçeriden gelen sesleri duymak için çaba sarf etmeme gerek yoktu.
“Sedeflerin kızıyla ne yaptığını sanıyorsun? Amacın gönül eğlendirmekse sokağa çık! Barlara git! Paran da var! Dünyada onca kız varken başımıza en çok iş açabilecek kızla ne bok yediğini sanıyorsun sen?”
Demir’in verdiği cevaplar daha kısık bir seste, normal şekilde olduğundan hiç duyamadım. Ama babası ona bağırdığı zaman kelime kelime duyabiliyordum.
“Yine ne yaptın, sürekli senin arkanı mı toplamak zorundayız? Kaç tane işle uğraştığımızın farkında değil misin?” dediğinde, bu sefer Demir’in verdiği yanıtı da duyabilmiştim.
“Sen mi benim arkamı topluyorsun, yoksa ben mi senin? Aldığın oteli batmaktan kurtardım! Madem o kadar paran var,” derken ses biraz alçaldı, ardından tekrar yükseldi. Artık kavgayı parça parça duyuyordum. “… bıktım! İşlediğin her bir suçu benim üstüme yükleyemezsin! Benim adımı kullanarak açtığın hesaplar, akladığın paralar, kaza…” derken birden Gökhan’ın sesi Demir’inkini bastırmaya başladı.
“Her şeyi bildiğini sanıyorsun ama bilmediğin çok şey var! İlk olarak o kızdan kurtulacaksın! Konuşmaması için ne yapman gerektiğine sen karar ver. Eğer üstesinden gelemeyeceksen ben halledeceğim…”
Demir “Sen bu işe karışma! Kızın hayatını mahvedebileceğin kadar ettin! Gidip bir yerlerde konuşsa ne fark eder artık? Sen yine paranla, konumunla halledersin nasılsa, öyle değil mi Her zamanki gibi! Ya da suçu oğluna atarsın!” derken, bir kırılma sesi duydum ve ardından sessizlik oldu.
Kırılma sesiyle yerimden sıçradığımda iki üç merdiven aşağı inip kapıdan biraz daha uzaklaştım. Saniyeler geçiyordu ama hâlâ içeriden ses gelmiyordu. O anda Gökhan veya Dilan Erkan’a olan nefretim gitmişti, sadece Demir’e odaklanmıştım. Ona bir şey olmamıştır diyerek kendimi avutuyordum ama meraktan ve endişeden içim içimi yiyordu.
Sonunda kapı açıldı ve Demir dışarı çıktı. Kapıyı kapatmadan hızla bana doğru, merdivenlere geldi, tam yanımdan geçerken “Sana arabada beklemeni söylemiştim,” dedi ve ardından arabaya yürümeye başladı. Ben de arkasından onu takip ediyordum. Arabaya bindiğimizde yüzüne baktım. Kırılmış mıydı, üzgün müydü, kızgın mıydı? Hiç belli etmiyordu. Normal görünüyordu. Az önce ben evden çıktıktan sonra, ailesiyle oldukça sert geçen bir tartışma yaşamıştı, fakat şu an yüzündeki ifadede bundan tek bir iz bile yoktu. Aynıydı. Her zamanki Demir gibiydi.
Arabayı çalıştırdığında, biraz hava almak için camımı açtım. Camdan dışarı bakarken evin kapısında Demir’in annesini gördüm. Bize bakıyordu. “Demir,” deyip elimle kapıyı gösterdiğimde, Demir de annesini gördü ve ardından elini kaldırdı. Endişeli olan anne, Demir’in el kaldırdığını görünce selam verdi ve ardından kapıyı kapattı. Demir de sonra gaza bastı.
Birkaç dakika sonra Demir’e “İyi misin?” diye sorduğumda, şaşırarak bana baktı ve ardından tekrar yola döndü. “Bazen beni ölümüne şaşırtıyorsun Güneş,” dediğinde tebessüm ederek “Ne yaptım şimdi?” diye sordum.
Demir cevap vermeyip başını salladığında ısrar edip “Hadi söyle. Bilmek istiyorum. Seni şaşırtmak, biraz nadir bir şey,” dediğimde, bana “Az önce sevgilinin ailesiyle tanıştın, üstelik bu aile senin kendi aileni kaybetmene neden olan, üstüne de bunu kapatan insanlar. Onlara karşı geldin. Babamın ne kadar güçlü biri olduğunu biliyordun ve onu ilk defa görmene rağmen kendini savundun. Sadece kendini de değil üstelik, beni de savundun.” Sesinden asıl neden etkilendiğini şimdi söyleyeceğini anladım.
“… ve tüm bunlara rağmen, şimdi sen bana iyi olup olmadığımı sordun,” diyerek konuşmasını bitirdi.
Demir’in ne demeye çalıştığını anlamıştım. Ama yine de ona “Ben çıktıktan sonra içeride babanın sana söylediklerini duydum.. Bu yüzden nasılsın diye sormak istedim,” derken sözümü kesti. “… Kendin henüz anlamadıysan bile az önce yaptığın fazlasıyla cesur ve ağır bir şeydi. Kazaya neden olan asıl kişiyle, babamla yüzleştin. Asıl benim sana nasıl olduğunu sormam gerekir.”
Koltukta iyice arkama yaslandım ve biraz aşağı kaydım. En rahat açıda durduktan sonra dışarıyı izlemeye başladım. “Bilmiyorum,” diye cevapladım.
Evime vardığımızda onu yukarı davet ettim. “Gelmesem daha iyi olur,” dediğinde “Bir akşam da bara gidip çeteyle buluşmasan bir şey kaybetmezsin. İşin falan da varsa zaten bir haftadır o işlerle yeterince uğraştığını düşünüyorum,” diye onu ikna ettim. Asansörle yukarı çıktık ve tam bizim dairenin kapısının önünde, ben kapıyı çalmadan önce Demir beni durdurdu. “Biraz nostalji yapsak fena olmaz,” deyip beni kendine çekti, o gün buraya gelip Cansu’nun anlattıklarının yalan olduğunu açıkladığı geceyi düşünerek öpüşüne karşılık verdim.
Asansörün bizim kattan uzaklaştığını bildiren sesi duyduğumuzda birbirimizden ayrıldık. Kaç dakikadır öpüşüyorduk bilmiyordum ama en son sırtımın duvara yaslandığını hissetmiştim. Kapıyı çaldım. Halamın açacağını biliyordum. Demir’e dönüp “Ev pek beklediğin gibi olmayabilir, yani ne biliyim mesela televizyon küçük, odam çok da büyük sayılmaz,” diye saçmalamaya başladım. Demir “Hiçbir şey söylemene gerek yok Güneş, çok güzel bir aile evine sahip olduğun için şanslısın. Televizyonun ne kadar büyük olduğunun zerre önemi yok,” dedi ve kapı açıldı.
Halam, Demir’i görünce bir anda şaşırdı ve gözleri büyüdü fakat ardından kocaman gülümsemesini takınmakta gecikmedi. “Hoş geldiniz. Güneş, keşke arkadaşını getireceğini önceden söyleseydin, bir şeyler hazırlardım,” dedi. Eve girdik ve “Yok hâlâ biz yemek yedik zaten,” dedim. Demir de “Zaten artık ne kadar iştah kaldıysa…” diye mırıldandığında, dirseğimi hafifçe ona geçirdim.
Odama girdiğimizde yatağımın üstüne oturdum ve “Ne aileli bir gündü ama!” dedim. Ardından Demir’in odamı incelemesini izledim.
Bana verdiği, aslında annesine ait olan tokayı çalışma masamın üstünde gördüğünde “Bunu takıyor musun?” diye sordu. “Fazlasıyla sık,” dediğimde yanıma oturdu ve odama bakmaya devam etti.
“Odana bakan biri, hakkında pek çok şey öğrenebilir,” dediğinde “Senin odana bakan biri de hakkında hiçbir şeyi öğrenemez. Cidden, ne bir poster ne bir fotoğraf, hiçbir şey yok,” diye karşılık verdim.
“Evet. Asıl amacım da buydu zaten. Mesela biri şuraya bakınca,” derken, duvarımı tamamen kaplayan posterlerimi gösterdi “… çok fazla dizi izlediğini, özellikle de şu mavi telefon kulübesi olanı sevdiğini, hatta masandaki maketinden ve okulda kullandığın defterlerin kapaklarından, en çok onun manyağı olduğunu anlayabilir,” dediğinde “Dizinin adı Doctor Who. Hiç izlememiş olmana inanamıyorum,” dedim.
“Dizi izlemek için vaktim yok.”
Gece olduğunda Demir’e bizde kalabileceğini söyledim.
“Eve gitmek zorunda değilsin, burada kalabilirsin. Eve gitmek istediğini de düşünmüyorum,” diye teklif ettiğimde, Demir “Açıkçası eniştenin beni vurmasını istemiyorum,” dedi, salona doğru ilerledi. Ona “Bugün gelmeyecek. Görevde,” deyip hemen halamın yanına gittim ve Demir’in bizde kalması için izin istedim. Başta hayır dese de ardından eniştemle konuşacağını söyledi.
Çok vakit geçmeden geri geldi. Bu kadar hızlı onay çıkmasını beklemiyordum. “Tamam, kalabilirsin Demir. Ama aynı zamanda kocam sana evde bir silah olduğunu ve benim de yerini bildiğimi iletmemi istedi. Yani, umarım mesaj alınmıştır,” dedi ve tekrar minik kuzenimin yanına döndü.
Halam, Demir’e oturma odasındaki çekyatı hazırlarken, Demir’in yanına gidip “İstiyorsan otelde de kalabilirsin. Benimle kalmanı istediğim için söyledim yani eğer istemiyorsan zorunda değilsin,” dedim.
“Güneş, emin ol. Yanında kalmak istemeseydim iki saat önce seni buraya bırakırdım ve ardından başka yere giderdim,” diye bana cevap verdi.
En son yatmadan önce ona “Halam on beş dakikada uyur,” diye fısıldadım.
Demir gece yanıma gelip yattığında istemeden gülümsüyordum. “En son ne zaman beraber uyuduk?” diye sordu. “Sadece iki kere uyuduk. Çok sık yaptığımız bir şey değil,” dedim ve ona arkamı döndüm. Arkamdan sarılıp beni kendine çekti. “Ama daha sık yapmamız gereken bir şey,” boynumdan öptü.
Oldukça ağır geçen günün sonunda, Demir yanımdaydı ve onun kolları arasındaydım. Belki de benim için burada kalmıştı, babasıyla olan kavgamdan sonra kendimi iyi hissetmemi sağlamak için. Ama bence kendisi için kalmak istemişti. Ben ne kadar kırıldıysam, belki o da o kadar kırılmıştı. Kendi babasından öyle hakaretleri duymak, Demir bile olsanız ağır gelirdi. Herkes Demir olmak istiyordu fakat Demir olmak… Herhalde çok zor olurdu.