Karanlık Lise 2 – Bölüm 19


Esma, “Burak, Alperenlerle beraber yemekhanede. Onların yanına gidiyorum, geliyor musunuz?” diye sorduğunda aklım Demir’den başkasında değildi.

“Aslında, Helin! Doğukan da basketbol antrenmanında değil mi?” diye sordum. Helin “Evet?” dediğinde “Şaka maka Demir’le Doğukan’ı hiç basketbol oynarlarken görmedim. Çok merak ediyorum,” dedim.

Helin “Özel antrenman falan değil midir? Ya içeri almazlarsa?” dediğinde, Esma “Özeli mözeli yok! Saçmalamayın. Okulun tüm kızları onları izliyor sabahtan akşama kadar,” diye atladı.

Helin’le birbirimize baktığımızda Esma “Bilmiyor muydunuz?” diye sordu.

Helin “Güneş, teklifini kabul ediyorum. Esma, sonra görüşürüz!” dedi ve beni kolumdan tuttuğu gibi spor salonuna götürmeye başladı.

Salona girdiğimizde on kişi aralarında maç yapıyorlardı. Yedek köşesinde oturan on iki kişi daha saydım. Doğukan bir kenarda, Demir bir kenarda ayakta duruyorlardı ve oynayanları izliyorlardı. Demir’in üstünde siyah basketbol şortu ve aslında bol olan ama onun üzerindeyken yapılı olmasından dolayı normal duran siyah, kısa kollu tişört vardı. Ayakkabıları Nike’tı ve siyah-beyazdı.

Helin “Şuraya bak!” dediğinde, hemen başımı tribüne doğru çevirdim ve amaçları sadece bizimkileri kesmek olan kızları gördüm. “Geçen sene bu kadar fırsatçı var mıydı?” şaka gibiydi. Gün geçtikçe yenileri ürüyor gibiydi. Helin “Sanırım müzikalin başarısından sonra okulun nüfusu arttı, bu kadar kız gelmese de olurdu bence,” dedi. “Hadi gel, oturalım,” diye tribüne çıkmaya başladım. “Zaten iştahımı şu kızları görünce fazlasıyla kaybettim,” dedi.

“Güneş! Helin! Hey!”

Adımızla bize seslenen kişiyi görmek için tribünün en üst tarafındaki koltuklara baktığımda, Cansu ve Ateş’i gördüm. Cansu el sallıyordu.

Helin “Bu bizi mi çağırıyor? Yoksa bana mı öyle geldi?” diye sordu.

Cansu “Burada yer var! Yanımıza gelin!” dediğinde, Helin’e “Sanırım evet,” diye cevap verdim. Tribündeki kızların bize bakışlarını gördükten sonra tekrar Cansu’ya baktım.

Helin “Sence gidip oturmalı mıyız? Yani, ne bileyim mikrop falan bulaşmasın sonra,” dedi.

“Of Helin. Kıza bir şans daha versen ölür müsün sanki? Hem Ateş’le resmi olarak tanışmadın sen. İyi birine benziyor,” dedim. Onların yanına doğru çıkmaya başladım. Helin arkamdan gelirken “Kız, geçen sene senin hayatını cehenneme çevirmek dışında hiçbir şey yapmadı, ama ondan tiksinen benim. Aferin Güneş. Harikasın,” diye söylendi.

Cansu “Selam. Buralara uğramazdınız pek,” diye sorduğunda, onların tam önüne oturduk. Kızların hepsi sahadakilere daha da yakın olmak için en önlere dizilmekteydiler. Biz, en üst ve arka sırada, dört kişilik kıdemli tayfa gibiydik Atagül Lisesi için.

“Uğramazdık ama sanırım daha sık uğramalıyız. Yeselermiş bizimkileri. Oha! O kız az önce tahmin ettiğim şeyi mi söyledi?”

Cansu kahkaha attı. “Aynen öyle dedi,” dedi. Helin dirseğiyle beni dürtüp dudaklarını oynatarak “Şu. Kıza. İyi. Davranma!” dedi.

Aklıma Ateş’le konuşmadığımız geldi ve “Nasılsın Ateş? Sanırım Helin’le sadece bir kere konuşmuştunuz?” diye sordum.

Helin istemeye istemeye arkasını döndü ve gülümseyerek “Merhaba. Sen takıma girmeyi düşünmedin mi?” diyerek benim hatrıma bir sohbet konusu açtı.

Ateş “Düşünürdüm ama ben eskiden tenis oynuyordum ve geçirdiğim sakatlıktan dolayı sporu bırakmak zorunda kaldım,” diye karşılık verdi.

“Geçmiş olsun.”

Helin “Bir daha hiç spor yapamayacak mısın? Yoksa şimdilik mi bıraktın?” diye sordu.

Ateş “Maalesef hiç yapamayacağım,” diye cevap verdiğinde, Cansu dudaklarını bükerek “üzgün surat” yaptı ve ardından Ateş’e belinden sarıldı. Ateş gülümsedi ve kolunu kaldırıp onun daha rahat sarılmasını sağladı. Helin “Vaay, inanmıyorum! Basketi gördün mü?” diye sorduğunda, tribündeki kızların alkışladığını fark ettim. Ardından bir sessizlik oldu ve Demir’in sesini duydum. Savaş oyundaydı ve sanırım sayıyı o atmıştı. Demir “Savaş! İzin ver de yeni çocuklar oynasın!” dedi, Savaş anladığını belirtecek şekilde başını salladı ve ardından oyuna devam etti. Arkamı dönüp Ateş’e bakarak “Kardeşini izlemek için mi buradasınız?” diye sorarken, cümlemin sonuna doğru Cansu’ya da baktım. Ateş “Evet. Kusura bakma, “kardeşin” diye tanımlayınca anlık bir yadırgadım. Savaş’la aramızda bir yaş var. Neredeyse yaşıtız, o yüzden onu bir kardeşten çok arkadaş olarak görüyorum,” dedi.

Cansu “Yalan söylüyor. Asıl amacımız bambaşka,” diye cümlesine başladığında, aşağıdaki tribünlerde oturan bir kız “Demir! Sen de oyuna gir!” diye bağırdı. Hepimiz duyduk. Ardından Cansu sözüne devam etti ve gülerek “… tam da bunun için buradayız. Kızlar bazen delirecek düzeye geliyorlar! O kadar komikler ki! Al patlamış mısırı, buraya otur ve izle yani,” dedi.

Ateş “Evet ya. Doğukan’la Demir, yani sizinkiler kızların favorileri. Sanırım okulun da öyle. Her neyse işte. Antrenmanın başında onlar da oynuyorlardı, işte o zaman burada olmanız gerekirdi,” dedi. Cansu “Kesinlikle,” dedi ve kahkaha attı. “Kızın biri “Ye beni Demir!” diye bağırdı! Bunu söyledi ve seninki,” derken, bana bakıyordu. “… smaç bastığında kız, Demir’in ilgisini çekebilmek için tişörtünü çıkarttı. Yerinde olsam antrenman bitiminde sahaya atlar ve şu kızlara iyi bir ders verirdim,” dedi ve göz kırptı.

Helin “Sanki sen onun ilgisini çekebilmek için başka bir şey yaptın, fırsatçı!” diye kısık sesle konuştuğunda, gürültüden bu dediğini Cansu’nun duymadığına emindim ama ben duymuştum. Helin’e doğru yaklaşıp “Kız tam arkamızda oturuyor!” dedim, Helin “Bana ne!” diyerek yanıtladı her zamanki gibi. Cansu’ya bu kadar kurulmak için haklı sebepleri vardı, bir şey diyemedim. Doğukan düdük çalıp Demir’e zamanın bittiğini işaret ettiğinde, Demir oyunu durdurup yedektekileri de karşısına çağırdı. Demir’in sesini duyabilmek için tüm salon anında sessizliğe büründü. Kızların, tıpkı benim gibi Demir’in hangi harfi o harika dudaklarından çıkaracağını bekliyor olduklarını fark ettiğimde, o tanıdık kıskançlık duygusu içimde kabardı.

“Ben bunları öldürürüm ama,”

Helin “Al benden de o kadar. Masal bitti, bunlar başladı. Valla hiç acımam. Dalarım. Aynen bunun gibi,” ayağa kalkmıştı.

“Ne yapıyorsun?” diye sorduğumda, Helin “Baksana! Antrenman bitti. Demir yeni çocuklara takımda kalıp kalamayacaklarını söylüyor şu anda ve altı tanesi gidiyor. Onlar giremeyenler. Geriye kalanlarsa… Evet. Evet, onları bir sonraki atrenmana çağırdı ve bitti! İzle ve öğren güzelim,” dedi ve aşağı doğru büyük bir hızla inmeye başladı.

Cansu “Of, eğlence bitti,” dedi. Ateş de “Hadi bahçeye çıkalım,” diye ona destek oldu ve bana “Güneş bizimle gelmek ister misin?” diye sordular. Cansu’nun bu hali beni hâlâ şaşırtmaya devam ediyordu. “Yok, teşekkürler. Sanırım, aynen senin dediğin gibi. Şu kızlara bir ders vermeliyim,” dedim ve derin bir nefes alıp verdim. Cansu “Sadece bir tavsiye: Daha çok ruj sür. İşe yarıyor,” dedi, gülümsedi ve ardından Ateş’le tribünden çıktılar. Aşağı doğru inmeye başladım. Helin tribünün kenarından atlayıp sahaya inmişti ve Doğukan’ı çektiği gibi öpmeye başlamıştı.

Sanırım sahip olmak istediğim özgüven buydu ve Demir’i elimde tutmaya devam etmek istiyorsam eğer, aynı zamanda sahip olmam gereken de buydu. Ama ne yapabilirdim… bu öylece gelebilecek bir şey değildi. Ben bu kadar, nasıl desem, Helin kadar “yüksek sesli” biri değildim. Ama olabilmeyi dilerdim.

Sahada Doğukan ve Helin öpüşüyorlardı, Savaş çantasına ulaşmış, içinden telefonunu almıştı. Üç oyuncu su içiyordu. Bir de Demir vardı. Diğer herkes soyunma odasına gitmişti. Sanırım o giden çocukları izleyen kızlar ve “Doğukancı” olan kızlar gitmeye başlamışlardı. Helin’in planı işe yaramış gibi görünüyordu.

Fakat sanırım bir planı daha olması gereken bendim çünkü kızların çoğu hâlâ tribündelerdi ve Demir’e bakıyorlardı. Demir yerde duran kâğıtları aldı ve cebinden çıkardığı kalemle birkaç not aldı.

Demir hakkında yeni bir şey daha öğrenmiştim. Basketbolu sevdiğini biliyordum ama bu kadar ciddiye aldığını bilmiyordum. Hoşuma gitmişti. Beni görmesi için herhangi bir şekilde el sallamayı veya bağırmayı düşündüm ama kızlar hâlâ saçma sapan gürültü yapıyorlardı ve Demir tribüne bakmıyordu.

Demir tribüne bakmamıştı. Buraya geldiğimden beri bir kez bile dönüp onun adını bağıran, ona seslenen, onunla konuşmaya çalışan, onun ilgisini çekmeye çalışan bir kıza bile bakmamıştı. Benim geldiğimi bile görmemiş olabilirdi. Bu hareketini ne kadar takdir etmiş olsam da onun hep böyle olduğunu hatırladım. Yani benim yüzümden başka kızlara bakmamazlık etmiyordu. O zaten kızlara bakmazdı. Başından beri böyleydi. Onu tanıdığım ilk günden beri kimseyi etkileme gereği duymamıştı. Zaten ihtiyacı da yoktu. Kokusu… kokusu bile onun yerine bu işi yapabiliyordu. Her şeyiyle mükemmeldi. Tabii bu insanların onun hakkında bildiği şeydi. Benim bildiğim şeyse kimsenin mükemmel olmadığıydı. Dışarıdan her ne kadar harika görünürse görünsün, o kişi Demir Erkan bile olsa, içeride bir yerlerde mutlaka, küçük de olsa bir nokta oluyordu. Önemli olan o eksiklerini tamamlayacak insanla beraber olmaktı.

Helin’in salona atladığı yerin önünde durdum ve sonra öyle bir şey yapamayacağımı bildiğim için tribünün normal çıkışına gittim ve oradan sahaya girdim. Demir beni gördüğünde dudaklarını araladı, beni süzdü, ardından elindeki kâğıtlara tekrar baktı.

“Hiç gelip bana laf atmayacaksın diye düşünmeye başlamıştım…” dediğinde, şaşırıp ona “Bir kere bile arkana dönüp bakmamışken beni nasıl görebildin?” diye sordum.

“Ben seni hep görüyorum Güneş,” dediğinde, gülümsemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ardından ona asıl sormak istediğim şey aklıma geldi ve az önce bastırdığım gülümsememi artık bastırmama gerek kalmadı. Gitmişti.

Ellerimi havaya kaldırıp “Üzgünüm, oradan atlayamazdım,” dediğimde “İşte buna katılıyorum. Kesin ambulans çağırmak zorunda kalırdım. Hiç uğraşamazdım bir de senle,” dedi ve elindeki kâğıtları katladı, yerden aldığı siyah spor çantasına koydu.

Çantasını omzuna astığında ona yaklaşıp “Çıkışta konuşabilir miyiz?” diye sordum. “Bugün olmaz. Şimdi okuldan çıkacağım. İşim var. Ama yarın okulu kıralım dersen?” Evet demeyi çok isterdim ama ne işi olduğunu ölesiye merak ediyordum ve bana asla söylemeyeceğini de adım gibi iyi biliyordum. Bu yüzden ona biraz kırılmıştım, hem de hâlâ bir haftalığına kayıplara karıştığı için sinirliydim. Bu sırada spor salonunun çıkışına doğru yürüyorduk. “Normalde olur derdim ama bu sene sınava gireceğimiz için sınava bir ay kala başlaması gereken korku bende şimdiden başladı bile,” diye uydurdum.

Demir “Yarın görüşürüz o zaman,” deyip soyunma odasının kapısına doğru gitmeye başladı.

Ne yapıyordum ben? Onu aklımca cezalandırmaya falan mı çalışıyordum? Bunu yaptıkça ya benden uzaklaşmaya başlarsa? Hatta ya çoktan başladıysa ve bugün kızlarla konuşurken aklıma gelen şeyler gerçekten yaşanıyorsa?

O tam arkasını dönüp soyunma odasının kapısına uzandığında “Demir,” dedim ve onun durmasını sağladım.

En azından bugün nereye kaybolacağını sorabilirdim, değil mi? Şu işe bak, sevgilimin nereye gideceğini öğrenmek için bile cesaret toplamam gerekiyor.

Bana, soran gözlerle baktığında “Bugün nereye gideceksin? Yani işin ne?” diye sordum.

Yüzünde sinirlenmişten çok şaşırmış ve memnun olmuş bir bakış vardı. Bana yaklaştı ve “Yarın çıkışta buluştuğumuzda beni bir şekilde şaşırtacağına söz ver, ben de söyleyeyim,” dedi.

Demir Erkan’ı şaşırtmak… Sanırım bu sadece benim yapabildiğim bir şeydi. Ne zaman dudakları aralansa, mavi gözleriyle bana tanıdığım o ifadeyle baksa, ya verdiğim cevapla ya da yaptığım bir şeyle onu etkilediğimi anlayabiliyordum ve bu bana zevk veriyordu. En şaşırtılamayanı şaşırtmanın verdiği zevk…

“Sanırım birileri sürpriz istiyor. Şimdi bir tane ile başlasam olur mu?” diye sordum.

Yarın akşam konuşacağımız konudan sonra onun, ben onunla beraber olmazken başka kızlarla beraber olup olmadığını öğrenecektim. Cevap ne olursa olsun, ona bir kez sarılmadan önce bunu duymak istemiyordum. Demir’in önceden nasıl biri olduğunu biliyordum ve aynen kızların da dediği gibi, böyle bir şeyin olma ihtimali oldukça yüksekti. Ondan şüphe etmek beni çok üzüyordu. İçimi yiyordu, ama şüphe etmemek elde değildi. İhtiyaçları vardı anlaşılan ve onları düzenli bir şekilde karşılayabiliyordu. Bana kadar.

“… Derken?” diye sorduğunda “Sana sarılabilir miyim?” dedim.

İşte! Ağzımdan çıkmıştı işte. Pişman da değildim. Demir’in tepkisini görmek için yüzüne bakmak istemedim. Onun için ne kadar çocukça, saçma bir şey olduğunu tahmin edebiliyordum ve bana aşağılayan gözlerle baktığını görmek istemiyordum. Soluma baktım. Spor salonu çoktan boşaltılmıştı. Kızlar doğruca bahçeye çıkan kapıdan çıkmış olmalılardı. Bu kapı soyunma odalarına gidiyordu.

“Gel buraya sarışın,” deyip bir koluyla beni omuzlarımın hizasından kavrayarak kendine çekti ve ona sarılmamı sağladı. Kollarımı onun beline sardığımda tişörtündeki ter izi umrumda değildi. Bence kokusu bile hâlâ aynı muhteşemlikteydi.

Gözlerimi sımsıkı kapattım ve bu anı aklıma ve kalbime kazıdım. Yarın alacağım cevap hakkında en ufak bir fikrim olmamasına rağmen.

Demir beni başımdan öptü ve saçlarımı kokladı. Düşüncelerimi durduran iki şey buydu. Hayatımda o andaki gibi hissettiğim tek bir an vardı, o da Demir’le sahilde ilk kez öpüştüğümdeydi. İşte o his var ya… Tüm dünya gereksiz gelmeli gözünüze. Sanki bir tek siz renklisiniz bu siyah beyaz filmde. O yaşadığınız anın gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu bildiğiniz için “film” olduğunu düşünüyorsunuz, ama işin gerçeği o anda onunla oradayken ne izleyici sizi ilgilendiriyor, ne de geçmişiniz. Unutturmalı. Zaman kavramını unutturmalı size o an. Eğer bunları yaşar ve hissederseniz benim şu an Demir’le ne hissettiğimi anlayabilirsiniz.

“Güneş. Üstümü değiştirmem gerek,” dediğinde ondan ayrıldım ve kollarımdaki hafifliği hissettim. Onu ne kadar sıkı tutmuş olduğum hakkında bana mesaj veriyordu bu hafifleme. Beni belimden çekti ve öptü. Öpüşürken omzunda asılı olan çantayı yere attığı gibi öbür kolunu da bana sardı ve beni itti. Geriye gitmemi sağladığında yaklaştı ve beni duvara yasladı. Saçlarımın hepsini sağ tarafıma attı ve açıkta kalan boynumu öpmeye başladı.

Boynumu ve kulağımın tam altını öptüğünde, hızlanan nefesim yavaşlamadı. Demir boynumdan biraz daha aşağı, köprücük kemiğime doğru yaklaştığında aramızdaki boy farkından dolayı zorlandı. O cidden uzundu. Benden fazla uzun.

“Bu böyle olmayacak,” deyip beni kalçam ve belimden tutup havaya kaldırdı, duvara yasladı. Bacaklarımı ona doladım. Düşmemem için bir eliyle bacağımdan tutuyordu, diğer eliyle de kalçamdan. Ama asıl desteği, karnının altını bana olabildiğince yaslayarak sağlıyordu. Onu az da olsa hissettiğim zaman, elimle saçlarını kavradım ve biraz çektim. Bunu yaptığım anda dudaklarıma yapıştı ve daha hızlı öpmeye başladı. Hoşuna gitmişti. Kaldığı yerden boynumu öpmeye devam ettiğinde, yavaş yavaş bluzumun üstünde kalan köprücük kemiğime indi. Dudakları her tenime değdiğinde aldığım nefeslerin yetmediğini düşündüm. Beni ölesiye heyecanlandırıyordu ve bana yabancı olan ne kadar his varsa yaşatıyordu. Öpücükleri sol göğsüme yaklaştığında “Güneş,” diye fısıldadı. Gözlerimi açıp mavi gözlerine kilitlendiğimde “Kalbin fazla hızlı,” diye fısıldadı ve beni indirdi.

Nefesimi eski haline getirmeye çalışırken, Demir’e “Yarın çıkışta konuşacağız. Öptüm! Aa, dur. Zaten yaptım az önce,” dedim gülümseyerek ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Şaşırtılmak mı istiyorsunuz Demir Bey? Az önce konuşabileceğim en cool şekilde konuştum.

Ona son bir şey söylemek için arkamı döndüğümde tahmin ettiğim gibi beni izliyor olduğunu gördüm.

“Bir de… Soyunma odasında giyinirken bol şans,” dedim. Demir hafifçe gülümserken çantasını yerden aldığı gibi karnıyla bacaklarının arasında tuttu.

Arkamı döndüm ve spor salonundan çıktım. Bahçede esen rüzgâr yüzüme çarptığında, rüyadan uyanıp gerçek hayata döndüğümü hatırladım. Zilin sesini duyduğumda aklıma bu teneffüs öğlen yemeği yemeyi unuttuğum geldi. “Demir’i yemişsin işte daha ne?” diye bağıran kalbimi göz ardı ettim ve bu sefer gerçekliğe ciddi bir dönüş yaptım. Yarın çıkışta Demir’e sorumu soracaktım.

Bunu bilmem gerekiyordu. Bana böylesine duygular yaşatan birinin beni aldatıp aldatmadığını bilmem gerekiyordu. Sanırım cevaptan korktuğum için şu ana kadar sormaktan hep kaçmıştım. 


error: Bu içerik koruma altındadır.