Cansu bana sarıldı.
Arda’yla olan kavgamın üzüntüsüne şimdi Cansu’dan gelen şok da katılmıştı.
“Şş, tamam, geçti. Üzülme. Barışırsınız. Birkaç gün geçsin aradan. İkiniz de sakinleşin, her şey yoluna girecektir.”
Soran gözlerle Ateş’e baktığımda, bana sadece dudaklarını oynatarak “Duyduk,” diye cevap verdi. Madem Cansu’ya ettiğim hakareti duymuşlardı, o zaman neden bizim tanıdığımız Cansu bana beni hayatımdan bezdirecek, belki daha da ağlatacak sözler söylemek, bana tokat atmak, saçımı çekmek yerine, sarılıyordu?
“Cansu?” diyerek onu kendimden ittim ve yüzüne baktım. Ağlamam geçmişti. Konuşmaya devam edebilirdim.
“Cansu, ne planların var bilmiyorum ama bu sen olamazsın, yani, ne bileyim böyle iyi biri değilsindir sen! Bak bunları yüzüne vurmak istemezdim ama sadece gerçekleri söylüyorum ve söylerken de olabildiğince kibar olmaya çalışıyorum,” dediğimde, Cansu yüz ifadesini aynı tutarak beni dinlemeye devam etti. Arda’ya olan sinirimi şimdi Cansu’ya hesap sorarak çıkarıyordum. “Bak. Geçen seneki davranışlarınla bu seneki seni karşılaştırıyorum ve affedersin ama söylediğimin tamamen arkasındayım,” deyip işaret parmağımın yanıyla gözyaşlarımı sildim.
Cansu hiç duruşunu bozmadan kollarını göğsünün hemen altında bağladı. Bana “Başka söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sorduğunda çoktan, “Hayatım yeterince zor Cansu. Nasıl planlar tasarlıyorsun aklında bilmiyorum ama bana ve arkadaşlarıma bulaşmasan iyi olur çünkü yeterince şey yaşadım ve dahasına hayatımda ihtiyacım yok,” diye bağırmıştım.
Cansu gayet sakin bir şekilde “Böyle düşündüğün için seni suçlayamam,” dedi, sakinleştim.
“Özür dilerim. Böyle patlamak istememiştim. Az önce belki de dünyanın sonu bile gelse yanımdan bir metre ayrılmayacağını düşündüğüm birini kaybettim ve özür dilerim Cansu,” deyip sokakta yürümeye başladım.
“Güneş bekle!”
Cansu bana yetişip önüme geçtiğinde “Kimse değiştiğime inanmıyor ve bunun asıl sorumlusunun ben olduğumu biliyorum. Bu yüzden üzülme. Arda’yla aranı düzeltmeye bak,” dedi ve ellerini yüzüme koyup “Ağlamayı da kes bakalım. Şu müzikale gelen çocukla nasıl barışabilirsiniz onu düşünelim.” Cansu’nun artık iyi biri olduğunu ciddi anlamda düşünmeye başlamıştım fakat kesin bir yargıya varmak için, bu konuyu daha sonra düşünmeye karar verdim. Şimdi gerçekten Cansu’nun söylediği şeye odaklanmalıydım.
“Bilmiyorum, biz hiç böyle olmamıştık. Yani nerede hata ettiğimi biliyorum ama düzeltmeye çalıştığımda öyle anlamlı şeyler söylüyor ki, ona hak vermekten başka bir şey yapamıyorum,” dedim. Cansu “Ateş, sen içeri girip bir şeyler sipariş et. Ben Güneş’i evine bırakıp hemen geleceğim,” diye Ateş’e seslendi. Ateş onaylayarak kafeye girdiğinde Cansu’ya itiraz etmek için dudaklarımı araladım. Benim konuşmama fırsat bile vermeyip “Tek kelime istemiyorum. Bu yağmurda zor yürürsün,” dedi.
Ve Cansu beni gerçekten de eve bıraktı.
En son inmeden önce “Helin veya Esma’yı aramamı ister misin? Kötü görünüyorsun,” demişti. Arda’nın yokluğunun beni bu kadar derinden etkileyeceğini hiç düşünmemiştim, çünkü asla böyle bir kavga edeceğimiz ihtimali olmamıştı. Kendimi gerçekten kötü hissediyordum. Onunla on beş dakika önce konuşana kadar bu kadar huzursuz değildim ama şu an içimde hiç de tanıdık olmayan bir boşluk hissediyordum. Cansu’ya iyi olduğumu söyledikten sonra kendimi eve attım ve doğruca banyoya girdim. Üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtulduktan sonra sıcak suyun altına girdim. Su normalde yıkandığım sudan daha sıcaktı ama yine de üşüyordum. Kollarımı kendime sardım ve bir süre kıpırdamadan durdum.
Arda’nın üzerimde böyle bir etki bırakabileceği aklıma gelmemişti.
Hâlâ bana arkadaştan öte olan böylesine önemli bir kişiyi kaybettiğime inanamıyordum. Hayatım boyunca beni en çok güldüren kişi o olmuştu. Bundan ötesi var mıydı? Şarkı söylemeye, onun gitar çalışını duyarak başlamıştım. Beni müzikle buluşturan kişi de o olmuştu. Başta çekinerek söylediğim şarkıları eğer bugün sahnede, yüzlerce kişi önünde söyleyebiliyorsam, onun sayesindeydi. Bana destek olmuştu. Sadece bu konuda da değil. Her konuda.
Mesele onun yerine Demir’i seçmem miydi o bile belli değildi ki! Aslında Arda’ya göre her şey apaçık ortadaydı fakat ben hâlâ anlamakta zorlanıyordum.
Akşam on bir gibi yatağa girdiğimde bedenim fazlasıyla ağırlaşmıştı. Uyuyamayıp sürekli döndüm durdum. Kızları arasam ne diyecektim ki? Burak’la Doğukan’a da derdimi anlatamazdım. Herkes Arda’nın haklı olduğunu düşünüyordu. İşte sorun da buradaydı.
Hep biz haklı veya haksız olurduk. O veya ben değil.
Saate en son baktığımda üç buçuktu. Ne yapacağıma sonunda karar vermiştim. Baş etmem gereken sorunlar listemde biraz yoğunlaştım ve acilen çözülmesi gerekenlere, Arda’yla olan ilişkimi ve Demir’in durumu koydum. Cansu, üniversite sınavları derken onlarla daha sonra uğraşacaktım. Ama önce bu ikisini halletmem gerekiyordu.
Arda ile ilgili olarak bugünkü denemem oldukça kötü geçmişti ve içimdeki boşluk gittikçe artıyordu. Hayatımda beni üzebileceğini düşündüğüm en son insan beni böyle bir ruh haline sokabilmişti ya. Aklım bir türlü almıyordu. Demir konusunu da yarın halledecektim. Onu düşündükçe kalbim yanmaya başlamıştı artık. Sırf onunla beraber olmuyorum diye yanımda, okulda olmadığı zamanlarda başka kızlarla beraber mi oluyordu? Bunun olasılığı her ne kadar inanmak istemesem de oldukça yüksekti ve delirmek üzereydim!
Eğer öyle bir şey varsa ve başka kızlarla görüşüyorsa, hangi noktada ayrılmalıydım? Ne yapmam gerekirdi? Sanırım kendime sormam gereken asıl soru buydu. Onun benimle kalmasını sağlayabilmek için kendimi değiştirir miydim?
Kendimi tanıyordum ve bir başkası için değişebilecek biri değildim. Her zaman kendim olmuştum. Ama şu an Demir’den bahsediyorduk ve onun gözlerine on saniye bakabilmek için ruhumu verebileceğimi biliyordum. Demir’le birlikte olur muydum? Evet, aslında bunu ilginç bir şekilde çok istiyordum ama şimdi değil. Hazır değildim, ama olabilmek isterdim. Bunun için ne Helin gibi bir özgüvenim, ne de Esma’nın sahip olduğu gibi bir güvencem vardı. Demir’le hayat gerçekten çok tutarsız, farklı, hareketli, tehlikeli ve bir o kadar da heyecan verici. Tüm bunları düşünürken uyuyakalmıştım. Sabah okula gidince, gözlerimin halinden Esma ve Helin anında gece uyuyamadığımı anlamışlardı. Burak da Arda’yla konuşmamın nasıl gittiğini merak ediyordu.
“Arda’yla konuşmadın mı?” diye sorduğumda, Burak “Bir kez aradım, sanırım antrenmandaydı. Sonra da aramadı,” diye cevap vermişti.
Sınıfa girdiğimizde Demir henüz okula gelmemişti. Yine nerede bu, diye düşünürken ilk dersin ortasında kapı vuruldu ve içeriye her zamanki gibi siyah kıyafetleri ve simsiyah saçlarının yanında beyaz teniyle dikkat çeken Demir girdi. Gözlerimiz buluştuğunda, yanıma gelip oturmuştu bile. Ders bittiğinde ayağa kalktı. Ona “Nereye gidiyorsun?” diye sorduğumda, bana takımla konuşması gerektiğini söyledi ve gitti. Hiçbir şey demedim ve tekrar yerime oturdum. Esma arkasını dönüp “Burak’la bahçeye çıkıyoruz, geliyor musun?” diye teklif etti, gözlerimi Esma’nın gri kazağındaki saçlardan alamadım. “Saçların ne kadar çok dökülüyor,” derken bir yandan da kazağından alabildiğim kadar teli almaya çalışıyordum. “Mevsimsel, çok da önemli bir şey değil,” diye cevap verdiğinde “Hayır, benimkiler de dökülür ara ara ama bu kadar da değil yani. Şampuanını değiştirmelisin bence,” dedim.
Burak “Konuyu değiştirmeye çalışma da Arda konusunda ne yapacaksın onu söyle Güneş,” dediğinde, benim kadar onun da bunu nasıl çözeceğimi merak ettiğini anladım. Esma “Kız zaten çökmek üzere, sen hâlâ üstüne gidiyorsun!” dediğinde ayağa kalkmışlardı.
Esma’ya “Teşekkür ederim. Bugün de endişelenmem gereken apayrı bir konu daha beni bekliyor…” deyip, başımı duvara yasladım. Esma “Ha, evet, o konu. Ne hissediyorsun?” diye sordu.
Derin bir nefes alıp verdikten sonra “Siz bahçeye çıkmıyor muydunuz? Teneffüsünüzü yiyorum şu an,” dedim.
Esma bana “Sonra konuşacağız” bakışlarını attıktan sonra, Burak’la beraber sınıftan çıktılar.
Sıranın üstüne kollarımı koyduktan sonra, başımı da onların üstüne koyup rahat bir pozisyon yakalamaya çalıştım. Sarhoş olduktan bir gün sonra “Başım çatlıyor” derler ya Sanırım onun gibi bir şey yaşıyordum. Hem başım ölesiye ağrıyordu, hem uykusuzluktan ve önceki gece ağladığım dakikalardan dolayı gözlerim yanıyordu, hem de Arda ve Demir konuları aklımdan çıkmıyordu.
“Güneş,” Helin’in sesini duyduğumda başımı kaldırdım. Helin, Esma, Burak, Ateş ve Cansu başımdalardı. “Sadece beş dakika uyuyakalmışım, neden…” derken esniyordum, elimle ağzımı kapattıktan sonra esnemem geçince “… neden hepiniz toplandınız?” diye sordum.
“Güneş öğle teneffüsü oldu.”
Burak’ın söylediğini duyunca şaşırdım ve ardından sınıftaki tahtanın hemen üstünde duran saate baktım. Üç ders boyunca uyumuş muydum? Başımı yana çevirip Helin’e bakmayı denediğimde, boynumda hissettiğim acı sanırım az önceki düşüncemde haklı olduğumu bana kanıtlıyordu. Esma’ya, “Neden beni uyandırmadınız?” diye kızdığımda bana, “Hiçbir hoca bir şey demedi, sanırım Demir geometrici ve kimyacıyla, seni uyandırmamaları için konuştu, bilmiyorum. Zor bir gece geçirdiğini bildiğimiz için uyandırmak istemedik ama şimdi de öğlen teneffüsü oldu,” dedi. Helin “Asıl anlamadığımız, bunların neden burada olduğu,” derken, hiç çekinmeden Ateş ve Cansu’ya bakıyordu.
Cansu “Dün akşam Güneş’i eve ben bıraktım. Arabadan inerken çok kötüydü. Şimdi nasıl olduğunu öğrenmek için Ateş’le gelmiştik ama uyuyordun geçen teneffüs,” dediğinde, Ateş de “Cansu ısrarla tekrar seni görmek istediğini söyleyince de yine geldik,” diyerek, neden orada olduklarını açıklamış oldu.
Helin, Cansu’ya “Ne yani onu bir gece evine bıraktın diye hemen nasıl olduğunu mu merak ettin? Cansu lütfen bu numaraları başkasına–” demeye başladığı anda onun sözünü kestim ve “Helin! Dün akşam Cansu ve Ateş bana yardım ettiler. Kötü bir niyetleri yoktu,” diyerek ona boşuna atar yapmaması gerektiğini anlatmış oldum, en azından anlatabilmiş olmayı denerdim.
Helin “Ne yani, gerçekten onun iyi olabileceğine mi inanıyorsun? Güneş! Sana kaç örnek vermem gerekiyor? Bu kız geçen seneni mahvetti!” diyerek, bana çıkıştı. Cansu “Sanırım başka zaman gelsem iyi olacak,” diye fısıldadıktan sonra sınıftan çıktı. Onun arkasından gitmek için ayağa kalktığımda, Ateş “Sen otur. Ben giderim,” dedi. Ardından tekrar yerime oturdum ve Helin’e döndüm.
“Tam emin değilim henüz ama bence değişmeye çalışıyor. Kız bebeğini kaybetti. Bu kolay bir şey değil, Cansu için bile. Bence kaybettiği bebeği, Cenk’le yaşanan olaylar ve Ateş onu gerçekten değiştirmiş olabilir. Sadece bir şans verelim diyorum,” dedim.
Helin “Sen istiyorsan ver, ama ben o kızın da Masal’ın da suratına bile bakmak istemiyorum,” dedi.
“Demir nerede?” diye sorduğumda Burak, “Sonunda cevabını bildiğim bir soru; bahçede Doğukan’la sigara içiyorlar,” dedi.
Helin “Evet, teneffüs bitmeden bir tane ben de içsem fena olmaz. Yaklaşık dört gündür falan sigara içmedim,” dedi ve ayağa kalktı. Sınıfın kapısına doğru yürümeye başladığında, bana “Demir’in yanına geliyor musun?” diye sordu.
“O kadar merdiven için fazla yaşlıyım. Sen git,” dedim ve tekrar başımı duvara yasladım.
Bu bahanenin arkasına neler yatırıyordu acaba?
Teneffüs bitip, Demir sınıfa girdiğinde doğruca yanıma oturdu. Sigaranın kokusu onun o harika kokusunu gölgeliyordu. Bundan nefret ediyordum.
“Beni neden uyandırmadın?” diye sorduğumda “Yorgun görünüyordun,” dedi. Ardından öğretmen sınıfa girdi.
Okulun çıkışına kadar, Demir’le bir daha hiç konuşmadık. Yanımda oturuyor olmasına rağmen derslerde olabildiğince uzak kalıyordu bana. Normalde konuşup sohbet edebilirdik ama genelde ben konuları açıyor olurdum. Bugün ben de konuşmayınca hiç iletişim kurmamış olmuştuk.
Onunla konuşmak istiyordum tabii ki ama onun başkalarıyla yatıyor olma düşüncesi aklımdaki tüm kelimeleri boğuyordu, hiçbir şey söyleyemiyordum. Ona başka bir şey söylemeye kalksam, bir anda ağzımdan o sorunun çıkacağını hissediyordum. Bu yüzden kendimi güvenceye almak istedim ve sorumu, sorularımı çıkışa sakladım.
Son ders de bittiğinde, Esma ve Burak’la vedalaştım. Esma “Akşam mutlaka beni arıyorsun,” dedikten sonra ancak gitmeme izin verdi. Helin zaten çıkışta Demir’le ‘malum konuyu’ konuşmak için gideceğimi biliyordu, bu yüzden ona tekrar onunla gelmeyeceğimi haber vermek zorunda kalmamıştım.
Demir’le arabaya bindik, emniyet kemerimi taktım ve ardından, ellerimi iki bacağımın arasına koyarak ısıtmaya çalıştım. Sanki beynimde beni üzen düşünceler çoğaldıkça vücudumdaki enerjiyi tüketiyorlardı Demir bir şeyler söyledi, ilk defa onunlayken onun söylediği bir şeyi anlamadığımı fark ettim. “Efendim?” diye sorduğumda “Gittiğimiz yeri sormayacak mısın demiştim. Normalde hep sorardın,” dedi.
“Hiç fark etmemişim,” diye cevap verdiğimde, kendime kızıp camdan dışarıyı izlemeye devam ettim.
Yola çıkalı kaç dakika olmuştu bilmiyordum ama arabanın içi sürekli sessizdi. Bana hâlâ neden böyle olduğumu sormuyordu. Yukarıdaki aynayı açtığımda yüzüme baktım. Gözlerimin kızarıklığı geçmeye başlamıştı. Daha yeni yeni! Harika. Bunun aksine, beyaz olan tenim, sanki gözlerimin altındaki mor kısımları belirginleştirmek için daha da bir beyazlaşmıştı. Bugün tamamen saçmaydım. Bir an önce eve gitmek istiyordum.
Ama önce yapmam gereken bir şey vardı.
Aynayı kapattıktan sonra Demir’e döndüm ve “Dün okuldan öğlen çıktın, nereye gittin?” diye sordum.
“Bir anlaşma yaptığımızı sanıyordum Bayan Steele,” diye yanıt verdiğinde “Fifty Shades Of Grey referansının tam sırasıydı. Her neyse, soruma cevap ver lütfen Demir,” diyerek ısrar ettim.
Demir sesindeki ciddiliği bırakıp normal sohbet havasına geçtiğini belli ederek, bana “Birileri gerçekten okumuş sanırım. Hayır okumadım ama konuyu genel olarak duydum. Filmi çıkınca gideriz, ne dersin?” diye sorarken, tepkimi merak ettiği için bana baktı. Beklediği kızaran yanakları göremeyince tekrar önüne döndü. Açıkçası tepki verecek enerjim bile yoktu.
“Demir, bir cevap bekliyorum,” dediğimde, bana “Tamam,ben de beni şaşırtmanı bekliyorum Güneş. Bakalım nasıl bir şey yapacaksın veya söyleyeceksin?” diyerek karşılık verdi. Hâlâ bunun bir oyun olduğunu sanıyordu. Benim için bu olayın oyun olmakla uzaktan yakından alakası yoktu. Beni böylesine tüketen bir şey asla oyun olamazdı. “Demir lütfen, bana cevap vermeni istiyorum. Doğruyu söyle,” dedikten sonra, son kelimeyi söylerken sesimin biraz daha kısık çıkmış olduğunu fark ettim. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve Demir’den gelecek cevabı bekledim.
“Bak normalde böyle bir şeyi, ne bileyim, gereksiz görebilirsin ama…” derken onun sözünü kestim ve “Demir bana açıkça söylemeni istiyorum, başkalarıyla yatıyor musun yatmıyor musun?” diye sonunda söylediğimde gözlerim dolmuştu bile. Demir sorumu duyduğu anda otoyolda arabayı sağa çekti ve durdurdu.
Hep imkânsızı mı severiz hayatta?
Ulaşamayacağımız, neden her zaman daha çekici?
Mutlu olmak istediğini söylese de, insanoğlu trajik bir şekilde hep acıya yönelir. İmkânsız olduğunu bile bile sevmek, acıyla karışık haz duygusuyla gelir bizlere. Bu bir gerçek ama ben hayatım boyunca hep acıdan uzak durmaya çalıştım.
Tüm dengemi değiştiren bu adamın hissetmemi sağladığı duygular ile nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Bir yandan o duyguların her zaman benimle kalmasını istiyordum. Öbür yandan gelecekte işler kötü gidince beni düşüreceği yıkımdan korkuyordum.
Hem bağlanmak hem de kaçmak istediğiniz şey nasıl aynı olabilirdi? Bunun cevabı “aşk” adı altında yüzyıllardır tartışılıyor olabilirdi ama benim için tek ve net bir cevap vardı:
Demir.
Bağırarak “… Tüm gün boyunca okulda uykusuzluktan ve mutsuzluktan süründüm ve sekiz saat boyunca yanımda oturdun! Halimi gördün fakat tek kelime bile etmedin! Neyim olduğunu sormadın, hiçbir şey yapmadın! Şu an aklımda bir ton soru var ve en azından bunun cevabını istiyorum senden. Lütfen ama lütfen bana doğruyu söyle Demir,” dediğimde rahatlamaya başladığımı fark ettim.
“Tamam. Sanırım beni şaşırtmayı başardın,” deyince, bunun hâlâ oyun olduğunu düşündüğü için tekrar konuşma yapmam gerektiğini anladım. “Sana yetmiyorum değil mi? Bak Demir, benden ne istediğinin farkındayım ve inan bana ben de çok istiyorum. Sadece biraz daha zamana ihtiyacım var o kadar. Ama eğer sen birlikte olduğumuz bu zaman içerisinde benim eksikliğimi başkalarıyla dolduruyorsan da yapabileceğim bir şey yok. Kararlarıma saygı duymuyorsan neden bir ilişki içinde olalım?” derken, dolan gözlerim görüşümü bozuyordu. Hayal gücüm mükemmel bir hızda çalışıp asla gerçek olmasını istemediğim şeyler gösterirken konuşmaya devam ediyordum.
“… En azından gerçeği, bunu bilmeye hakkım var benim Demir. Sakın aklıma böyle şeyler geliyor, sana güvenmiyorum diye bana suç atmaya kalkışma! Daha dün nereye gittiğini bile benden gizlerken, bana bunları düşündüğüm için kızamazsın.”
Demir mavi gözlerini bana dikmiş, söylediklerimi dinliyor ve beni izliyordu. Aklımda böyle iğrenç düşünceler varken bile, bana bu kadar çekici gelmesinin nedeni neydi? Bunu nasıl başarabiliyordu?
“Dün okuldan kaçtım çünkü piyano dersim vardı,” dediğinde şaşırma sırası bendeydi.
“Piyano mu?” diye sorduğumda, bana “Ekstra öğrenmem gereken birkaç şey vardı. Babamdan öğretmesini isteyemezdim, sonuçta onunla aynı ortamda bulunmamaya dikkat ettiğimi biliyorsun,” dedi.
Anlam veremeyerek “Neden bunu benden sakladın?” diye sordum.
“Güneş asıl sen bana neden….” derken biraz durdu ve ardından camdan dışarıya baktı. Derin bir nefes alıp verdi. “… anladım,” diyerek cümlesini tamamladı.
“Neyin olduğunu sormadım çünkü dün akşam nerede olduğunu biliyordum. Arda’yla olan kavgandan haberim vardı ve üzüntünün tamamen ondan kaynaklandığını düşünüyordum. Bu yüzden sana hiçbir şey demedim. Fakat bana sorduğun soru aklıma bile gelmemişti,” dedi.
Hiçbir şey söylemeyince bana “Hâlâ bir cevap bekliyorsun, değil mi?” diye sordu.
Dudaklarımı daha da sıkı birbirine bastırıp başımı evet anlamında salladım. Kendimi alacağım cevaba hazırlıyordum.
Bana döndü ve gözlerime baktı.
“Bak Güneş. Ben yalan söyleyen bir insan değilim çünkü yalan söylemeye gereksinim duymam. Sana da aynı dürüstlüğü göstereceğim çünkü senin de dediğin gibi, hak ediyorsun,” dedi.
Neden ölmeme dakikalar kalmış gibi hissediyordum?
“… Eğer ilişkimizin başlangıcını senin Cenk’le sinemaya gittiğin gün olarak kabul edersek ben denedim. Yani başka kızlarla olmayı denedim. Sadece Cansu’dan da bahsetmiyorum. Bu kadar zamandır tabii ki denedim. Ama olmadı Güneş. Her seferinde orada, yakınımda olmasan bile beni vazgeçirmeyi başardın. Olay hep düşüncelerimde kaldı. Nasıl yapıyordun bilmiyorum ama yazın ayrı kaldığımız zamanda bile yapamadım,” dediğinde dudaklarımı serbest bıraktım.
Denemiş olmasından dolayı duyduğum kıskançlığı boşverdim ve olumlu yanına baktım, yapmamıştı. Başka bir kızla beraber olmamıştı.
“Şimdi rahatladın mı?” diye sorduğunda “Evet. Fazlasıyla hem de,” dedim ve tekrar derin bir nefes alıp verdim. Düşüncelerinde bile yer etmiş olması kötüydü ama buna laf edebilecek pozisyonda değildim. Henüz yeni bir dinamikti tatmaya başladığımız. Pek çok uçurumdan dönmüştük, dönüyorduk. Neyin onun için ne olduğunu yeni yeni tanıyordum, o da beni tanıyordu.
“Arda hakkında bana söylemek istediğin bir şey var mı peki?” diye sorduğunda, Demir’i ilk defa bu kadar anlayışlı görüyordum.
“Ben senin daha dün nerede olduğunu bile bilemezken, sen dün akşam benim nerede olduğumu nasıl bilebiliyorsun?” dedim.
“Sanırım başka bir anlaşma doğuyor,” deyip sırttığında, arabayı tekrar harekete geçirmişti.
“Yok. Şimdilik bu kadar anlaşma yeter de artar bana. Belki başka zaman,” dedim ve rahatlamanın verdiği etkiyle radyoyu açtım.