Arda “Önce hanginiz mi? Önce hanginiz, dedi di mi?” diye Doğukan’a sorarken, Doğukan “Evet kardeşim, aynen öyle dedi. Şimdi çenemizi kapatsak mı?” diyerek ona baktı.
Önümüzde duran maskeli adam beni saçımdan tuttuğu gibi yukarıya doğru çekti ve bağırarak ayağa kalkmak zorunda kaldım. Arda ve Demir aynı anda ayağa fırladıklarında, kenardan gelen altı adam üçünü de tuttu ve yerde sabit durmalarını sağladı.
Silahlı ve maskeli olan adama beni bırakması için bağırırken, “Sanırım Erkan ailesinin dostları çok fazla,” dedi ve güldü adam.
Demir “İşin benimle değil mi? Ha? İşiniz benimle değil mi? Babamla değil mi? O zaman kızı bırak. Bu üçü gitsin, sonra sorununuz neyse birlikte çözelim!” dediğinde, adam beni kenarda duran diğer bir adamın üstüne doğru itti ve o ittiği kişi de beni tutup, Demir’in babasının yukarıda asılı olduğu ipin altındaki sandalyeye oturttu. Kollarımı ve bacaklarımı sandalyeye bağladı. Bileklerimde ipleri sıkarken, zaten yara olmuş olan yerlerin yine acımaya başladığını hissettim.
Gökhan Erkan’ın cesedini gördükçe, birazdan başıma gelecekler beynimi kaplıyordu ve kalp atışlarım kat kat hızlanıyordu. Korkuyordum. Hem de çok. Konuşamıyordum. Tek yapabildiğim, kalbimin hızına ayak uydurmak için daha hızlı nefes alıp vermekti.
Adam bana yaklaştı ve yanıma geçip silahı başımın üstüne dayadı.
“Bakalım Demir Bey bundan nasıl bir ders çıkaracak?” diye sorduktan sonra, adam silahın güvenliğini ayarladı.
Arda “Güneş’i bırak!” diye bağırdıktan sonra, hızlı bir şekilde onu omuzlarından tutup yerde sabit durmasını sağlayan iki adamdan kurtuldu ve birine yumruk attı. Ardından diğerinin burnunu kafasıyla kırdı. Demir de hareketlendi fakat o sırada kenarda duran diğer adamlar Arda’ya ulaşıp onu karın boşluğuna vurarak durdurdular. Demir’in başındaki iki adamdan biri Demir’in gözüne yumruk attı. Doğukan iki kişiden de aynı anda tekme yedi.
Şu hayatta en çok değer verdiğim iki kişinin ve en yakın arkadaşlarımdan olan Doğukan’ın karşımda yere yığılmalarını izlerken, bir yandan ağlıyor, bir yandan da başımdaki silahın gittikçe bana daha fazla baskı uyguladığını hissediyordum.
Tekrar sessizlik sağlandığında koridordan bizim bulunduğumuz açıklığa doğru maskeli bir başka adam koştu. “Polisler sokağın başındalar!” dediği anda, kenarda duran tüm adamların depodan çıkmaya başladıklarını gördüm.
Hepsi kaçmaya başlamışlardı fakat başımdaki o sert ve acı veren silahın ağırlığı hâlâ gitmiyordu.
“Polis! Hepiniz durun! Deponun etrafı sarılı!” Bu cümleleri duydukça rahatlamaya başlamıştım.
En son Arda, Demir ve Doğukan’ı tutan maskeli adamlar da kaçmaya başladıklarında, Demir anında bana yöneldi. O tam başımdaki silahlı adama yaklaşınca, Doğukan “Demir dur!” diye bağırdı. Demir adama vuracakken Arda “Demir bekle! Silah hâlâ onda!” diye bağırdı ve Demir’i tuttu.
Doğukan adama yaklaşıp “Silahı bırak! Polisler geldi. Buraya girmeleri an meselesi,” dedi.
Demir o sırada “İstediğin ne? Babamdan istediğin neydi? Para mı? İş mi? Ne istiyorsun? Söyle!” diye bağırmaya başladı.
Maskeli adam silahı indirdi. Tam derin bir nefes alacakken bu sefer daha sert bir şekilde kafama dayadı ve tetiği çekecekken silahın patlama sesi duyuldu.
Gözlerimi sımsıkı kapattım. Nefesimi tuttum.
Saniyeler sonra gözlerimi açtım ve başımdaki silah baskısının artık ortadan kalktığını hissettim. Sağıma baktım, maskeli adam yere düşmüştü ve tam da silahı tuttuğu kolu kanıyordu. Adam silahını yere attı ve kolunu tutmaya başladı.
Kafamı çevirip koridora baktığımda, adama ateş eden kişinin eniştem olduğunu gördüm.
“Güneş!” deyip bana doğru hızla yürümeye başladığında, bir yandan da koridorun gerisine “Biz iyiyiz! Birini yakaladım!” diye bağırıyordu. Ardından gözleri, tavandan aşağıya doğru asılı olan Gökhan Erkan cesedine takıldı.
Kurtulmuştuk. Eniştem beni, bizi son saniyede ölmekten kurtarmıştı. Arda hemen sandalyenin arkasına geçip ellerimi çözmeye başladı. Doğukan da bacağımdaki ipleri çözerken, Demir, maskeli adamın elinden düşen silaha tekme atıp adamdan uzaklaşmasını sağladı. Ardından adamı boğazından tuttuğu gibi yere sabitledi. Maskesini çıkardı.
Hepimiz tanıdık biri çıkmasını mı bekliyorduk bilmiyordum ama yerde yatan adam genç, uzun boylu ve yapılı bir askeri andırıyordu. Yüzü hiç mi hiç tanıdık değildi. Eniştem bana sarıldı ve beni ayağa kaldırdı. Hâlâ şok yaşıyordum ve hâlâ ağlamayı kesmemiştim. Enişteme sarıldım ve “Teşekkürler. Teşekkürler. Teşekkürler,” diye, sadece onun duyabileceği şekilde fısıldadım. Bana sıkıca sarıldı ve ardından beni bırakıp hemen Demir’le bizi rehine alan adamın yanına gitti.
Eniştem, Demir’in omzunu tuttu ve bunu yaparak ondan uzaklaşması gerektiğini belirtti. Eniştem adamın ellerini kelepçelerken yabancı adam kolundaki kurşundan dolayı acıyla kıvrandı. Demir arkasını dönüp bize baktığında, gözleri doğruca benimle buluştu. Bana geldi ve ben de ona doğru atıldım. Başımı göğsüne yasladım, o beni sardı ve kendine çekti. Ağlamaya devam ediyordum. Beni başımdan öptü ve tek bir şey söyledi:
“Dediğimi yapıp evine gitmeliydin.”
Kesinlikle öyle yapmalıydım, evet ama yine aynı şey olsa yine gitmezdim. İyi ki onu takip etmiştim. Üç dakika önce kafama silah dayalı olmasından bahsetmiyorum, eğer ben onu takip etmeseydim şu an, aynen babası gibi hayatını kaybetmiş olabilirdi. Başımı kaldırdım ve odayı bir sürü polisin doldurduğunu gördüm. Gökhan Erkan’ın cesedini indirmeye başlamışlardı.
Babası gibi Demir’i de öldürebilirlerdi. Gerçek bir kez daha beni vurmuştu.
Eniştem bana birazdan yanıma geleceğini söyledi ve ardından Demir’e, beni dışarı çıkarmasını söyledi.
Koridordan geçerken buradan son kez geçiyor olmamın mutluluğunu yaşamaya çalıştım fakat kalbimin hızı hâlâ normale dönmemişti ve kesinlikle şoktaydım. Dışarı çıktığımızda ağlamayı artık kesmiştim. Dışarıda birkaç polis arabası vardı ve siren sesleriyle beraber bir ambulans da sokağa girmişti.
Doğukan, Demir’in annesiyle beraber bir polis arabasının yanında duruyordu. Arda ise deponun hemen kapısında duran bir polise olanları anlatıyordu. Demir’in yüz ifadesini gördüğüm anda elini tutmak istedim. Babasından ne kadar nefret etse de onu orada öyle görmek korkunçtu. Benim için bile o kadar kötü ve korkunçtu ki onun hislerini tahmin bile edemiyordum. Çekiniyordum çünkü nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum, fakat buz gibi soğuk elimi elinde hissettiği anda tuttu.
Dilan Erkan, oğlunu gördüğü anda “Demir!” diye bağırdı. Onun elini bıraktım ve annesinin yanına gitmesine izin verdim. Arkamı döndüm ve Arda’ya baktım. Polisle olan konuşmasını bitirmiş,bana bakıyordu. Onun yanına doğru yürümeye başlayacaktım ki eniştem, arkasında üç polis ve kolundan kanlar akan adamla dışarı çıktı.
Eniştem yanıma geldi ve bana tekrar sarıldı. “Toplamda kaç kişilerdi?” diye sorduğunda, durdum ve gözümün önüne depo odasını getirdim. Tam cevap verecekken eniştem “… Eğer kendini iyi hissetmiyorsan sonra cevap verebilirsin. Nasılsa ayrıntılı bir sorgulama alacağız sizden,” dedi.
“Hayır, hayır. Sanırım en az on beş kişilerdi. Yirmi bile olabilir. Hepsinde maske vardı ve koridorlar çok ileriye açılıyor ve bir sürü depo odası var. Belki içeride birileri daha olabilir,” dedim.
“Merak etme. Tüm depoya baktık. Odaların tamamı boş,” dedi ve ekibinin yanına döndü. Ben de Arda’yla konuşmak için oraya yöneldiğimde Arda’nın Doğukan’la konuşmasının son cümlesini duydum.
“Çocuk neredeyse kızın ölümüne sebep olacaktı. Onu ben durdurdum ama ilk teşekkürü alan yine o oldu,” derken onu duyduğumu anladı Arda ve cümlesini yarıda kesti.
Doğukan “İkinizi yalnız bırakayım. Bu arada Güneş, iyisin değil mi?” diye sordu.
“Daha iyiyim,” dedim ve Demirle annesinin yanına gitmesini izledim.
Arda bana döndü, ben de ona baktım. Bana “Güneş, bileklerin…” dedi ve elimi eline alıp bakmaya başladı. Elimi tutunca hissettiğim sıcaklık tanıdıktı. Özlemiştim.
Ellerime ben de baktım. Bileklerimin ikisi de morarmıştı ve bazı yerlerde yara açılıp kanamıştı. Daha doğrusu… kanatmıştım. “Kelepçelerden kurtulmaya çalışırken oldu,” dedim ve ellerimi aşağı indirdim.
Az önce Doğukan’la konuşurken duyduklarımla, ettiğimiz kavgada bana söylediklerini düşünüp ona “Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” diye sordum.
“Evet Güneş,” dedi ve gözlüğünü çıkarıp, tişörtünün bir kenarıyla camlarını silmeye başladı. İlkokuldayken ne zaman öğretmen onu tahtaya kaldırsa, ona bir soru sorsa hep bunu yapıyordu. Aynı şekilde ne zaman babası Semih Amca ona bir şey için kızsa bunu yapıyordu. En azından eskiden yapıyordu. Uzun bir zamandır, belki de liseye başladığımızdan beri bunu yaptığını görmemiştim. Aramızdaki sorunu gerçekten ciddi bir problem olarak gördüğünü anlamıştım.
“Bak, ben,”
“Bak, ben,”
İkimiz de aynı anda aynı şeyi söyleyince, Arda tekrar yeşil gözlerini görmeme izin verdi. O sırada yeni bir ekip daha depoya vardı ve içeri rahat girebilmeleri için kapının yanından çekildik. Arda “Şimdi sırası değil. Sonra konuşuruz ama şunu bil ki, söylediğim hiçbir şeyden pişman değilim,” dedi ve eniştemin yanına gitti. Ondan, eve gitmek için izin aldığını tahmin ettim ve arabasına bindiği anda tahminimin doğru olduğunu anladım.
Birkaç dakika sonra eniştem konuştuğu ekibin yanından ayrıldı ve yanıma geldi. Ceketini çıkarıp bana giydirdi. Ardından Demir ve annesinin olduğu yere doğru ilerledik.
Demir “Hepsini yakalayabildiniz mi?” diye sorduğunda, eniştem “Hayır. Yalnızca iki kişiyi yakalayabildik. Biri çoktan karakol yolunda, diğeri ise işte o silahlı olan şu an ambulansa bindiriliyor,” dedi. Ben “Ama çok kişi vardı. Hepsi kaçmış olamaz ki,” derken, eniştem “Depodaki koridorlardan birinde tünel olduğunu fark ettik, hepsinin oradan kaçtığını düşünüyoruz. Birkaç adam gönderdik fakat pek sonuç alabileceğimizi sanmıyorum. En azından bu akşam…” diye açıklama yaptı.
Dilan Erkan “Lütfen, lütfen kocamı öldüren, bize bunları yapan adamları bulun,” derken ağlamaya başladı. İçgüdüsel olarak mıydı bilmiyorum ama elimi onun omzuna koydum. Dilan Erkan ona destek olduğumu fark ettiğinde bana sarıldı ve kulağıma “Umarım iyisindir,” diye fısıldadı. Telefonumu verdi. Arda’nın sesini duyunca hemen deponun içine girmiştim ve telefonum… Tabii ya, yere düşmüştü. Demir’in annesi alıp eniştemi aramış olmalıydı. Ekranın sağ tarafı çatlamıştı.
Eniştem, Demir’e “Bu gece evinizde kalmamalısınız. Size güvenli ev ayarlanmasını sağlayabilirim isterseniz?” diye teklif ettiğinde, Dilan Erkan “Biz hallederiz. Çok teşekkür ederiz,” dedi kendini toplayarak.
Demir, annesine arabaya binmesini söyledi. Dilan Erkan tanıdık, siyah arabaya binmeden önce bana gülümsedi ve ardından görüş alanımdan çıktı. Demir “Cenaze için ne yapmam gerekiyor?” diye sorduğunda, neden annesini arabaya gönderdiğini anladım. Demir düşüncesiz ve bencil biri gibi görünüyordu fakat bence insanları anlıyor ve onların ne zaman neye ihtiyaçları olduğunu ya da olmadığını anlayabiliyordu. Sadece eğer gerekli görüyorsa bunu dile getiriyordu. Eniştem “Otopsi işleri, cenaze işleri, sorgulama… Hepsini yarın yapacağız. Şimdi anneni götür ve biraz uyumaya çalış. Yarın halledeceğiz,” arkasını döndü. Tam gidecekken tekrar Demir’e geldi ve “Seninle bizzat görüşmek istiyorum. En yakın zamanda,” diye ekledi. Konunun benimle ilgili olduğunu anlamamak imkansızdı.
Demir’le vedalaşma fırsatı bulduğumuzda, onun yüzünü incelemeye çalıştım. Yumruk atılan gözü şişmişti ve suratında birkaç yerde daha yara izleri vardı. Ama bunun ötesini görmeye çalıştım. Ne hissettiğini anlamaya çalıştım. Depodan çıktığımız anda daha rahat anlaşılıyordu. Fakat şimdi yine gizlemişti.
Korkmuştu. Korkmuş olduğunu ben iliklerimde hissetmiştim. Dehşete düşmüştü. Böyle bir şeyi beklemiyordu ve başına gelince yaşadığı şokla endişe duygusu birbirine karışmıştı. Olaya Doğukan dahil olunca belki biraz rahatlamış olabilirdi fakat beni gördüğü anda gözlerindeki acıyı en gerçek haliyle okumuştum.
Ona sarıldım. Kollarımı boynundan geçirip arkada birleştirdim ve ona sarıldım. Yaşıyorduk. İkimiz de. Arda da, Doğukan da. Demir’in annesi de. Eniştem de…
İyiydik ve daha iyi olacaktık.
Birkaç saniye öylece kaldıktan sonra beni itti ve “Gitmem gerekiyor,” dedi.
Onu anlayışla karşıladım. “Yarın sabah karakolda görüşürüz.”
Gitmeden önce bana yaklaştı.
“Bir daha eğer benim söylediğim şeyi yapmazsan, beni takip etme veya evine git dediğimde onun yerine kafanın dikine gidersen biter bu. Umarım anlamışsındır,” dedi ve birkaç adım geri geri yürüdükten sonra arkasını döndü, arabaya ilerledi. Kapıyı açıp binene kadar bana hiç bakmadı.
Onu kurtardığımı fark etmemiş miydi? Ben eğer onu takip etmeseydim şu anda kim bilir ne halde olurdu? Doğukan’ı da onu da bir daha bulamayabilirdik. Bu düşünceyle nasıl yaşardım ben? Helin nasıl yaşardı?
Gelmem belki de yanlıştı, eve gidince eniştemden bir ton laf işiteceğimden yüzde yüz emindim ve haklı olabilirdi. Ama yine aynı şey olsa, yine bileklerimin canımı bu kadar acıtacağını, bu kadar korkacağımı, cesetler göreceğimi, rehin alınacağımı bilsem… Demir’i kurtarmak pahasına yine de onun arkasından giderim. Delilikse delilik, aşksa aşk, aptallıksa aptallık. Umrumda değil.
Aynı şey benim başıma gelse o gelirdi. Bu yüzden ne olursa olsun ben de hep onun arkasında duracaktım. Hele de böyle zamanlarda.
Eniştem bana doğru gelirken, yanında bir dosya tutan bayan polis memurunu da getiriyordu. Bana “Sorgulamaya yarın seni de alacağız fakat şimdi bizimle paylaşmak istediğin bir şey var mı? Olaylar hakkında daha tazeyken anlatmak istediklerin?” diye sordu, derin bir nefes alıp verdim.
“Nerden başlayayım?”
Sizce bizimkiler gerçekten bu durumdan tam anlamıyla kurtuldu mu? Yorumlarınızı TikTok’ta bekliyorum <3