Karanlık Lise 2 – Bölüm 25


Gece yarısı, telefonumun yatağı titretmesiyle uyandım. En son Esma ve Helin’le konuştuktan sonra uyuyakalmış olmalıydım. Yastığımın altından telefonumu elime aldım ve kırılmış olan ekrana baktım. Telefon çalışıyordu ama yine de ekranının tamir edilmesi gerekiyordu.

Saat 04.36’ydı ve arayan Demir’di.

“İyi misin?” diyerek telefonu açtığımda bana, “Üçüncü kez aradığımda açtın,” diyerek karşılık verdi. “Bazılarımız zor bir gün geçirdi,” dedim, söylediğim şeyin ne kadar aptalca olduğunu anlamam bir saniyemi aldı. “Yani, öyle demek istemedim, özür dilerim,” yatakta doğruldum.

Demir “Önemli değil. Kapıyı aç,” dediğinde şaşırdım.

“Kapı mı?” dediğimde, sesimi kontrol altında tutmam gerektiğini kendime hatırlattım. Eniştem beni eve bıraktıktan sonra karakola geri gitmişti, ona bu gece uyku yoktu fakat halam ve kuzenim benimle burada uyuyorlardı.

“Evet. Kapı. Çabuk ol.”

Telefonu kulağımda tutmaya devam ederken yataktan kalktım ve odamdan çıktım. Salondan geçip kapıya ulaştığımda yavaşça kilitleri açmaya başladım.

“Demir, aklından ne geçiyor bilmiyorum ama,” diye fısıldarken, kapıyı açtım ve onu karşımda görmemle tam anlamıyla uyanmış oldum.

Onu görmeyeli yaklaşık beş saat olmuştu. Altında gri bir eşofman, üstünde siyah, kapüşonlu bir hırka vardı. Hırkasının fermuarını açtı, kapüşonunu indirdi ve içeri girdi.

Tek kelime etmeden salondan geçip odama doğru ilerlemeye başladığında, kapıyı kapattım ve tekrar kilitledim. Onun arkasından odama girdiğimde hırkasını çıkarıyordu.

Şaşırmıştım ve onu izliyordum.

“Yatmayacak mısın?”

Ben uzun kollu, kalın pijamalarımla dururken onun üşüyüp üşümediğini merak ediyordum. Odamın kapısını kapattım.Yanına, yatağa oturdum.

“Gözün çok acıyor olmalı,” dediğimde, bana “Aynaya bakmadım. Morarmış mı?” diye sordu.

“Evet, fazlasıyla. Eve gider gitmez keşke buz koysaydın,” dedim.

“Söyleyene bak,” deyip sol elimi tuttuğunda, kolumu kendine doğru çekti ve bileğime baktı. Yaraların üstüne dokunduğunda yüzümü buruşturdum.

“O adamı öldüreceğim,” dedi ve elimi yavaşça yatağın üstüne bıraktı. Ardından başının altındaki yastığı daha çok rahat edebileceği bir konuma getirdi ve kollarını başının altında birleştirdi. Tavanımda duran fosforlu yıldızlara bakıyordu.

“Bunları sen mi yaptın?” diye sorduğunda “Hayır, aslında geçen sene doğum günümde Arda,” diye cümleme başladım ve Demir’in Arda’nın adını duyduğunda gerildiğini hissettim. “Şaşırmadım,” dedi.

Hayatımda geçirdiğim en zor günlerden birini yaşamıştım ve benden daha da kötü bir gün geçiren biri varsa, o da Demir’di. Babasının cesedinin önünde yaşadıkları yetmezmiş gibi, bir de ölümden dönmüştü. Hepimiz bu gece hayatımızı kaybedebilirdik. Arda olmasaydı herhalde oradan sağ kurtulamazdık.

Arda. Ne kadar aptaldım ben. Onunla aramı bir an önce düzeltmem gerekiyordu. Ama şimdi değil, şu anda değil. Şu an Demir’in yanında olmalıydım.

Konuyu değiştirmek için “Annen nerede?” diye sorduğumda “Güvenli ev mi, korumalı ev mi, bilmiyorum her ne boksa onda işte. Olanları duyunca teyzem, annemin ailesinden kalan tek kişi yanımıza geldi ve onunla kalabileceğini söyledi,” dedi.

Demir benimle konuşurken, gözlerini tavandaki gezegen ve yıldızlardan çekmiyordu. Onun ruh halini tahmin edebiliyordum. Yanına uzandım ve başımla elimi göğsüne koydum. Üzerinde bir tişört olmasına rağmen, kalp atışlarını çok yakın ve net bir şekilde takip edebiliyordum.

Birkaç dakika durduktan sonra bir kolunu indirip bana sardı. Yukarıya doğru hareket edip, bana tek koluyla tam olarak sarılmasına izin verdim. Yukarı baktım ve o, yıldızları izlemeye devam ederken ben de ona katıldım.

“İyi misin?” diye sorduğumda cevap vermedi. Başımı kaldırıp ona baktım ve “Benimle konuşabilirsin. Bunu biliyorsun,” dedim.

Bana baktı ve durdu. Derin bir nefes alıp verdikten sonra “Yorgunum Güneş. Ailemin pisliğini toplamaktan bıktım artık,” dedi.

“Baban hakkında konuşmak ister misin?” diye sordum, bana “Öldürüldü,” diyerek cevap verdi. Yine o normal, seviyeli ve sert sesiyle konuşmuştu. Duygularını gizlemek istediğinde kullandığı yöntemi kullanıyordu.

“Demir, biliyorum, ondan nefret ediyordun, sana hep kötü davrandı ve yapmadığı şey kalmadı. Ama yine de o senin babandı.”

“Bilmediğimi mi sanıyorsun Güneş?” dedi. Ses tonunun yüksekliği karşısında ayağa kalktım ve sessiz olması için ona adeta yalvardım. Eğer kapı kapalı olmasaydı içeridekiler kesin uyanırdı.

“Özür dilerim. Korkmaya başladım Güneş. Kendimi bildim bileli sürekli tehdit altındaydım fakat hiç bu kadar ileri gitmemişti. Sen Bodrum’dayken burada olanlar da-” derken bir anda durdu ve ağzından neredeyse olanları kaçıracağını anladı.

“Söyle,” dediğimde “Hayır,” dedi. “Demir lütfen, neler olduğunu bilmiyorum ama belki bununla bir bağlantısı vardır ve her şey çözülür,” dedim ama yararı yoktu, “Hayır Güneş. Söylemeyeceğim,” dedi.

“Demir, neden bana ne olduğunu söylemiyorsun?” diye sordum.

“Nasılsa sabah olunca öğreneceksin. Eğer anlatırsam bu gece uyuyamayacağını çok iyi biliyorum. Buraya gelirken asıl amacım da oydu. Hadi uyuyalım,” dedi ve uzandı.

“Uyumak mı?” diye sordum. Demir’in gecenin bu saatinde bana gelmesindeki amacının konuşmak ve rahatlamak olduğunu sanmıştım.

“Evet Güneş. Uyumak. O lanet evde uyuyamadım. Şimdi susarsan, sabah ifade verirken senin ayakta uyumanı izlemek zorunda kalmam,” dedi ve yanına yatmamı izledi.

Üstüme yorganı çektim ve ardından Demir’e doğru döndüğümde onun da bana dönük olduğunu gördüm.

“Arkanı dön,” dediği anda, yatağın öbür tarafına doğru yöneldim. Sağ koluyla beni, karnımla göğsümün tam ortasında kalan yerden çekti ve kendisine yasladı. Saçlarımı boynumdan çekti ve yukarıya yöneltti. Sonra bana daha fazla yaklaştı ve boynumu bir kez öptü.

“İyi geceler,” dedi.

Bir insan olarak yaşadığımız her şey bizi etkiler ve değiştirirdi. Bu gece yaşadıklarımız da aynı etkiyi üzerimizde bırakmıştı. Demir’in göremeyeceğini bildiğim için gülümsememi engellemedim.

“İyi geceler,” dedim ve hayatımda bulunduğum en rahat pozisyonun bu olduğuna karar verdim. Kansızlıktan dolayı sürekli üşüdüğüm için kalın ve yumuşak yorganım, yastığım, rahat pijamalarım ve hemen yanımda yatan, beni ne olursa olsun koruyacak olan tehlikeli ve böylesine bir gecede bile normal davranabilen Demir’im vardı. Yanımdaydı, beni sarmıştı ve kendine çekmişti. Boynumda nefesini hissedebiliyordum. Onun varlığını tam anlamıyla hissedebiliyordum ve uyumak hiç bu kadar güvenli gelmemişti bana. Onunla uyumak, hayatımda sahip olduğum, olabileceğim en güzel şeylerin listesine, rahat ilk beşten girerdi.

Birinin yanında gözlerinizi kolay kolay kapatamazsınız. Hele de Demir gibi dışarıda onun kötülüğünü isteyen pek çok insan bulundukça. Her geçen gün bana bunu hatırlatmaktan vazgeçmiyordu üstelik. Onun gibi biri için hayat ne kadar zor olmalı diye düşünüyordum sürekli.

Tamam, benim de hayatım zordu. Ama kendi hayatım için yapabileceğim şeyleri elimden geldiğince yapıyordum zaten. Artık asıl istediğim onun, sevdiğim adamın hayatını olabildiğince rahatlatmaktı. Onun tekrar insanlara, en azından bana güvenmesini sağlamaktı.

Onun yanındayken onun beni mutlu ettiği, güvende hissettirdiği kadar, ben de onun mutlu olmasını ve bana güvenmesini istiyordum.

“İyi geceler.”

Sabah olduğundan emin bile değildim. Öksürük sesiyle gözlerimi açtığımda, halamı ve Helin’i odamın kapısında dikilirlerken gördüm. Halamdan çıkan öksürük seslerinin aslında birini uyarmak için çıkarlar sahte sesten farkı olmadığını anlamam çok uzun sürmedi.

Karnımın üstünde geceden beri durmaktan olan kol, yavaş yavaş beni sarmayı bıraktığında, yanımda hâlâ Demir’in olduğunu fark ettim. O da yeni uyanıyordu.

Halam ciddi bir sesle “Günaydınlar,” dediğinde bana bakıyordu. “Güneş, bundan ne zaman bahsetmeyi düşünüyordun?” diye sorduğunda, tam ona cevap verecekken Demir yataktan kalktı ve “Gece dört gibi ben geldim ve Güneş’ten kapıyı açmasını rica ettim,” dedi. Yerden hırkasını aldı ve giydi. Masamın üstünde duran telefonuna doğru ilerledi.

Helin “Bugün okula falan gitmiyorsun. Nasıl olduğunu görmek için geldim,” dedi ve yanıma, yatağa oturdu.

“Dün gece sizinle mesajlaşırken uyuyakalmış olmalıyım. Telefonum buralarda bir yerde,” derken, bir yandan da yatağın içinde telefonumu arıyordum. Yastığı kaldırdığım anda telefon yatağın kenarından yere düştü ve zaten çatlak olan ekranı tamamen parçalandı.

“İşte bunun olmasını bekliyordum,” dedim ve ayağa kalktım. Helin “Esma da gelecekti ama dün gece seninle aynı saatlerde o da bir anda kayboldu. Burak’la birliktelerdi,” dedi ve pis pis sırıtmaya başladı. Ardından dirseğiyle beni dürttü ve ben de sırıtmaya başladım.

Demir “Saat sekiz olmuş. Karakola gitmemiz gerekiyor. Geçe kalmadan çıkalım,” dedi. Tam karşısında dikildi ve onun geçmesine izin vermedi.

Halam “Sihirli sözcük…” diye mırıldandığında, Demir anlamadığını belli ederek bana dönüp “Ne?” diye sordu.

“Geçmek için lütfen demen gerekiyor,” dedim ve Helin’le beraber bu anı kaçırmamak için onları dikkatlice izlemeye başladık. Demir, halama baktı ve “Geçebilir miyim? Lütfen?” dedi. Halam kenara geçti ve Demir banyonun olduğu tarafa yöneldi.

Halam “Gördün mü Güneş? Çok da zor değil. Hemen alıştırman gerekir erkek milletini. Yoksa tepene çıkarlar,” dedi.

Helin “Bilmiyoruz artık Esma nereye ne yaptı ama,” deyip gülmeye başladı. Helin’e “Şşş!” dedim, ben de güldüm. Dünden sonra bu kadar çabuk gülebileceğimi düşünmüyordum.

Halam “Güneş, bunu her seferinde tekrar söylemek zorunda kalıyorum, bil ki söylemek istemezdim ama sorumlu bir veli olarak sanırım söylemem gerekiyor. Bu…” dedi ve Demir’in az önce gözden kaybolduğu koridoru göstererek onu ima etti “… bu konuyu sonra konuşacağız,” Ardından salona gitti.

Helin bana dönüp “Berbat görünüyorsun,” dediğinde zorla gülümseyerek “Sağ ol,” dedim ve dolabıma yöneldim.

“Güneş! Ellerin!” dediğinde bileklerime baktım. Hâlâ mosmor bir şekilde göze batıyorlardı. Sanırım o kelepçelerden kurtulmak için fazla uğraşmamam gerekirdi. Ne yapabilirdim? Yine olsa, yine aynı şekilde çabalardım. “Uzun hikâye ama özet olarak Demir’le ilgili sorunlarını, aşırı büyük bir boyuta taşımış olan psikopat bir grubun elindeydim ve sanırım hâlâ tek parça olduğuma şükretmeliyim,” dedim kıyafetlerimi karıştırırken. Ardından ” Karakola ifade vermeye giderken ne giyilir?” diye sordum.

Helin ayağa kalktı ve beni omuzlarımdan tutup oturttu. “Tecrübe konuşuyor, sen rahatına bak. Ben senin daha az berbat görünmeni sağlayacağım,” dedi ve dolabımı karıştırma işini devraldı.

Helin okula gitti, biz de Demir’le karakola gittik. Eniştemin arkadaşlarından birkaçını tanıyordum. Bizi görür görmez hemen bir odaya aldılar. Dün gece görmüş olduğum polis memuru gelip “Şu an Arda Bey ile görüşülüyor. Birazdan sırayla sizin de ifadenizi alacağız,” dedi ve odadan ayrıldı.

Demir bana “Su istiyor musun?” diye sordu. “Sen otur, ben getiririm,” dedim ve kalkıp odanın köşesine yürüdüm. Kendim için ılık, Demir için soğuk su koyup, oturduğumuz mavi koltuklara geri döndüm. Plastik bardağı elinde tutarken zorlanıyordu. Elleri titriyordu. Diğer elini sımsıkı tutuyordu ve bacağının üstüne koymuştu. Kendi bardağımı kenara koyup, iki elimi de onun yumruk yapıp sıktığı elinin üstüne koydum. Bana baktı. Mavi ve tam o anda pek çok şeyi açık eden gözleriyle bana baktı.

“Demir, benimle paylaşmadığın şey nedir?” diye sorduğumda, bardağındaki suyu bitirdi ve kenara koydu. O da iki eliyle benim ellerimi tuttu ve bu sefer daha soğuk olan eller benimkiler değildi.

“Güneş, ifade vermeden önce bilmen gereken bir şey var; Bodrum’dan Doğukan’la beraber hemen ayrılmamızın nedeni. Bak, bunu sana daha önce de bunu söyleyebilirdim ama söylemedim. Şimdi söyleyince beni anlayacağını biliyorum. Lütfen sakin ol ve bunu iyi düşün. Bizi iyi düşün…”

“Demir,”

Yeri izliyordu.

“Bana bakar mısın?” diye fısıldadım.

Gözlerini koridorun o köşesinden ayırmıyordu.

“Yüzüme bakar mısın?”

Ellerimi bıraktı ve bana daha da fazla yaklaştı.

“Geçen dönem okul bittiğinden beri, belirsiz aralıkla bizim yaşlarımızda kızlar öldürülüyor. Tek tek… Ve hepsinin sadece tek bir bağlantısı var,” sesini olabildiğince alçak tutuyordu.

“Öldürüldüler mi?” diye fısıldadığımda “Evet Güneş, öldürüldüler. Başta bizi ilgilendirmediğini sandık fakat artık dün gece babamı öldüren, bizi kaçıran ve neredeyse seni kaybetmeme neden olan kişilerin yaptığını düşünüyorum,” dedi.

Söyledikleri karşısında şaşırmıştım. Demir, Bodrum’dan Doğukan’la beraber giderken ve yaklaşık iki hafta ortadan kaybolurken nerede ne yaptıkları hakkında kafamda binlerce senaryo kurmuştum fakat hiçbiri buna benzemiyordu.

Demir benim tepkimi merak edercesine bana bakmaya devam ediyordu. En sonunda kafamdaki en net soruyu ona sordum:

“Tek bir bağlantıları var dedin,” diye sorarken, vereceği cevaptan korkuyordum.

“Hepsi benim şu ana kadar birlikte olduğum veya yanımda görülen kızlar,” dediğinde, bir an odada yeterince hava olmadığını düşündüm.

“Siktir.”

Koltukta arkama yaslandım. Hâlâ Demir’e bakmaya devam ediyordum ama ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Gözlerim yanmaya başladığında tekrar Demir’e yaklaştım ve “Bu kızların öldürülme sıraları neye göre?” diye sordum. “Hepsini araştırdık. Yaklaşık iki yıl öncesinden itibaren bugüne kadar olan tek tek, hepsi, şu ana kadar on dört kız öldürüldü,” derken, bir anda sözünü kesti ve durması gerektiğini anladı. Söyleyecekken kendini durdurduğu şeyi ikimiz de çok iyi biliyorduk.

Ve sıra yavaş yavaş bana da geliyordu.

“Demir Erkan.”

O kadın polis memuru odanın kapısında görüldüğünde, Demir ayağa kalktı ve odadan çıkmadan önce bana yaklaştı. Biraz eğildi ve benim boyuma geldi. Hâlâ oturduğum yerden kalkamamıştım.

“Güneş, bunu iyi düşünmeni istiyorum. Bizi, bunları, her şeyi… Tehlike her zaman vardı ama hiç bu kadar yakında değildi. Dün gece başımıza gelenler yeterince kanıtlamıyor mu bunu? Daha neler olabileceğini, ne kadar zarar görebileceğini tahmin edemiyor musun?” dediği anda gözlerimi ondan ayıramıyordum. Dediği her kelimede haklıydı.

“… Eğer bunu bitirmek ve beni tamamen hayatından çıkarmak istersen seni anlarım ve kesinlikle karşı çıkmam. Çünkü sonuna kadar haklısın. Seni asla hak etmediğin kadar belaya bulaştırdım ve bunların hepsinden uzaklaşmak istemen en doğal şey olur. Ama bil ki kararın ne olursa olsun bir akşam okuldan, gideceğin üniversiteden, arkadaşından evine dönerken sokağın başında duran arabada ben olacağım. Beni göremeyebilirsin, ama ben hep oralarda olacağım ve bulaştırdığım pisliklerin sana asla dokunmayacağından emin olacağım,” derken Demir’in gözleri kıpkırmızıydı.

“Bizi iyi düşün ve karar ver. Özür dilerim. Her şey için. Seni bulaştırdığım her türlü bela için. Daha iyisini hak ediyorsun,” dedi ve doğruldu. Odadan çıktı.

Boş odada tek başıma kaldığımda derin bir nefes alıp verdim ve ellerimi başımın yanına koyup dirseklerimle dizlerime dayandım. Gözlerimi kapattım.

Hayır.

Hayır, bunu kabul etmiyordum.

Ondan daha iyisini hak ettiğimi kabul etmiyordum.

Demir benim hayatımda sahip olduğum, daha da olabileceğim Arda’dan sonra en sağlam kişiydi, aramızdaki de şu ana kadar yaşadığım en mükemmel şeydi ve hiçbir şeye bunu değişmezdim. Hayatımda yeterince çok şey kaybetmiştim. Bazıları hakkında yapabileceğim şeyler vardıysa da bazılarında hiç olmamıştı.

Bu konuda ise sonuna kadar çabalayacaktım.

Demir hemen unutabileceğim ya da silebileceğim biri değildi. Eğer ondan vazgeçebilseydim, yazın ondan, ailemin katili olduğunu düşünürken uzaklaşırdım. O yanlış anlaşılmaya inanmışken bile aklımdan çıkaramamışken, şimdi hayatımı yeniden anlamlı hale getiren bu aşktan nasıl vazgeçebilirdim?

O mavi gözleri bir kez gördükten sonra ikinci kez görememekten korkmuştum ben. Daha nasıl açıklayabilirdim?

Gözlerim doldu.

Dün ölümden dönmüştüm, rehin alınmıştım, ilk defa başımda bir silahın ağırlığını hissetmiştim ve en çok değer verdiğim dostlarımla sevgilimin, gözlerimin önünde zarar görmesini izlemiştim. Az önce Demir bana her birlikte görüldüğü kızın tek tek öldürüldüğünü söylemişti ve sıra yavaş yavaş Cansu’ya, sonra da bana gelecekti. Bunu da öğrenmiştim. Ama ben, bunlar yüzünden değil de Demir için ağlıyordum.

Gerçekten aptaldım.

“Sen fena âşıksın.”

Hayatımdaki en net sesin sahibi olan kişiyi tanıdığımda, başımı kaldırıp kapıya baktım. Arda odanın kapısına yaslanmış, kollarını kucağında birleştirmiş bir şekilde bana bakıyordu.

Burnumu çektim ve ellerimle gözlerimin altını sildim. “Yedek ama nefret ettiğin gözlüğünü takmışsın,” dediğimde, yaslandığı yerden ayrıldı ve karşımdaki mavi koltuğa oturdu.

“Fark ettiğine şaşırdım.”

“Nasıl fark etmem? Baban, sen ve ben, sana gözlük almaya gittiğimizde iki gözlük beğenmen gerekiyordu fakat sen ısrarla–” derken, Arda sözümü tamamlayıp “Hiçbirini beğenmiyordum,” dedi.

Arkama yaslandım. Birkaç dakika sessizce oturduk.

“O gözlükler, neden hiçbirini beğenmediğimi biliyor musun?” diye sorduğunda başımı kaldırıp bu mesafeden bile fark edilen yeşil gözlerine baktım.

“Çünkü hiçbiri hakkında yorum yapmadın,” dedi ve gülümseyerek başını öne eğdi. Yere bakmaya başladı.

Güldüm. “Tamam, işte bu tam olarak bir saçmalıktı,” dediğimde, Arda da gülmeye başladı ve “Evet kesinlikle attım,” dedi.

Birbirimize baktık.

“Seni özledim.”

“Seni özledim civciv.”

İkimiz de aynı anda bunu söylediğimizde tekrar gülümsedim fakat gülümsemem birkaç saniyeden uzun sürmedi. Aramızın uzun zamandır kötü olduğunu hatırlayınca tekrar yüzüm düştü.

“Güneş, yine zırlama lütfen, tamam yeter artık, her gün ağlıyorsun. Sıkıldım,” dedi. Beni bu halimde bile güldürebilmeyi başarabiliyordu. Ayağa kalktım ve onun yanındaki koltuğa oturdum. Ardından ona sarıldım. O da bana sarıldı. Açık kumral renkli saçları ve omzuna başımı dayadım ve bu tanıdık, güvenli yerde gözlerimi kapattım. “Özür dilerim,” dediğimde beni itti ve “Anlatıyorsun,” dedi.

“Yazın kafam gerçekten yerinde değildi ve ben Demir hakkında,” derken sözümü kesti. “Hayır, onu değil. Şimdi ne olduğunu,” dedi ve arkasına yaslandı. Ardından kollarını kucağında birleştirdi. Gülümseyerek “Sırf yeni yaptığın kaslar görünsün diye böyle duruyorsun değil mi?” diye sorduğumda kahkaha attı ve “Bunu anlayan tek kişi sensin,” dedi. “Konuyu değiştirme. Anlat.”

Arda her zaman anlayışlı, komik, sempatik ve cana yakındı. Sürekli bir şeylere yardım etmek için oradaydı ve sizi dinlerdi. Yaptığı en iyi şey sizi dinlemekti ve her zaman sorununuz hakkında elinden geldiğince mantıklı çözümler üretirdi. Sizi mutlu etmeye çalışırdı.

Bunları yaparken o da hep gülümsedi ve içtendi. Herkes onun hiçbir sorunu olmadığını, hep mutlu olduğunu, kendi olmayan sorunlarıyla uğraşamayacağı için başkalarına yardım ettiğini düşünürdü. Ama aslında böyle değildi. Hiç kimse mükemmel değildir. Onun da kendi içinde sorunları vardı ve küçüklüğümüzden beri de hep olmuştu. Beraber üstesinden gelmeyi denemiştik hep. Kimseye anlatmazdı fakat bana anlatırdı. İşte o kendi sorunlarını çok kişiyle paylaşmadığı, ben hariç hep kendi kendine çözüm aradığı için, insanlar hep onu o imajla görmüşlerdi. Bizim dostluğumuzu kıskananlar olduysa kıskanmakta haklıydılar çünkü gerçekten çok sağlamdık. Son birkaç aya kadar…

“Arda, seni kaybetmek istemiyorum, lütfen eskisi gibi olalım. Biz hiç böyle değildik ve” derken tekrar sözümü kesti, “Anlat,” dedi.

Gözlerimi ondan kaçırıp duvara baktığımda bana “İlla bad boy’luk taslamak mı gerekiyor sizin ilginizi çekebilmek için Güneş Hanım? Tamam o zaman,” dedi ve sesini daha da kalınlaştırarak, Demir’in taklidini yapmaya başladı. “Güneş, eğer bana olanları anlatmazsan bir daha seni motoruma bindirmeyeceğim!” dedi, yaptığı taklidin ne kadar berbat olduğunu anlatan bir bakış gönderdim.

“Şimdi beni dinle ama anlatırken gülümseyeceğimi hiç sanmıyorum,” diyerek konuşmaya başladım.

“Neden polisin bundan haberi yok?” diye bana, tabii daha çok Demir’e kızarken odanın kapısında yine o polis memuru belirdi.

“Güneş Sedef. Enişteniz de orada bulunacak,” dedi ve ardından yanına gelen bir başka polis memurunun ona getirdiği dosyayı eline aldı. Onlar konuşurlarken bir yandan da Arda bana, “Ee ne yapacaksın peki? Yani, Demir konusunda?” diye sorduğunda ona baktım.

“İşte ben tam onu düşünüyordum ki sen geldin,” dedim.

“Zor bir karar olmasa gerek,” deyip gözlerini benden kaçırdığında, ona “Ne demek istiyorsun?” diye sordum.

“Zor bir karar değil diyorum, tüm o şartlara rağmen tüm o söylediklerime rağmen onu sevmeye, ona güvenmeye devam ettin. Haklıydın, haksızdın kavgasında değilim şu an. Orayı çoktan geçtik. Söylemeye çalıştığım şey, Demir konusu artık gayet açık bence…” dedi ve tekrar bana baktı.

Her şeyi tekrar düşündüm. Kapıdaki polis memuru hâlâ yanındaki adamla ellerinde tuttukları kâğıtlar hakkında konuşuyordu. Koltukta arkama yaslandım ve onları izlemeye başladım.

Demir; ona hissettiğim tüm farklı duyguların yanında ölümüme de sebep olabilirdi, ki bu artık gayet netti. Ondan uzaklaşırsam daha güvende olacağım konusu, belki biraz doğruydu belki biraz yanlıştı. Tüm bunları düşünürken Arda elini omzuma koydu, “Ne yapacağını biliyorsun sen. Her zaman bildin,” dedi ve anlayışlı, tanıdık, hafif gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Kapıdaki kadın memurun bana baktığını gördüğümde, ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerlemeye başladım.

Tam kapıdan çıkacaktım ki durdum, arkamı döndüm ve Arda’ya baktım.

“Onu kaybetmeyeceğim,” dedim ve odadan çıktım. 

error: Bu içerik koruma altındadır.