Karanlık Lise 2 – Bölüm 27


Üç hafta sonra

Demir’in babasının öldürüldüğü, başımın tam üstüne dayalı olan silahın ağırlığıyla titrerken değer verdiğim insanlara zarar verilmesini izlemek zorunda kaldığım gecenin üzerinden artık toparlanabilmek için yeterli zaman geçmişti.

İki hafta önce Gökhan Erkan’ın cenaze töreni düzenlendi, ardından da onun adına bir yemek verildi. Demir’in annesi hepimizi orada görmek istediğini söyledi, hatta Arda’yı bile davet etti fakat giden bir tek ben oldum. Aslında ben de ailemin ölümünü gizleyip kendi öz oğlunun üstüne yıkan bir adamın anma yemeğine gitmek istemezdim fakat Demir’i oradayken, hiç de giymeye alışık olmadığı takım elbisenin içindeyken, az da olsa rahatlatabileceğimi düşündüğüm için gitmek zorunda kaldım.

Dilan Erkan bana çok iyi davranıyordu. O gün Demir’in babası ve onunla, evlerinde yüzleştiğimde olduğu gibi nazikti. Aslında iyi biri olduğunu, sadece kocasının gölgesinin altında fazla kalmış olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

Dilan Erkan’ın kocası için düzenlediği yemekte, Demir de zor durdu. Aslında o da bir an önce kaçıp kurtulmak istiyordu ve her on dakikada bir kulağıma eğilip “Gidelim mi?” diye soruyordu, fakat babasının anlaşmalı olduğu iş adamları tek tek Demir’le konuşmaya geldiğinde, işin içinden çıkamayacağını o da anladı.

Babasının tüm mal varlığı, adı, mülkleri, daha bu sene aldığı otel zinciri, tonlarca iş, gizli kapaklı işler… Şimdi hepsi Demir’in üstüne kalmıştı ve tanıştığı her iş adamı, zaten var olan gerginliği daha da artmaya devam etmişti. Demir, ona kalsaydı çoktan o yemekten çıkmış, her zaman takıldıkları barda bir şeyler içiyor veya benimle olurdu, fakat bu yemeğin aslında annesinin kendini güçlü görmesi açısından önemini bildiği için olabildiğince katlanmaya çalıştı. Elinden geleni yapıp birkaç saat orada annesiyle ve aslında sadece babası öldüğü için sevinen akrabalarla ilgilendi. En azından ilgileniyor gibi yapmıştı fakat o da ben de çözmemiz gereken daha büyük problemler olduğunu biliyorduk. Ayrıca ikimiz de o ortamdan nefret ettiğimizi birbirimize itiraf etmiştik. Orada sıkılıyordum fakat en azından Demir’in yanındaydım ve bir sürü ünlü sanatçı görüyordum. Yemekte saatler sonra, Gökhan Erkan’ın rüşvetle elinde tuttuğu adamlardan biri daha gelip Demir’le konuşmaya başladığında, yüz ifadesinden artık sabrının doruklarına vardığımızı anladım ve “Demir! Geç kaldık. Toplantı saatine on dakika kaldı,” dedim, konuşmanın arasına girerek.

Demir bana gülümsememek için dudaklarını birbirine bastırdı ve ardından “Öyle mi?” deyip kolundaki gri saate baktı. Karşımızda duran adama onunla daha sonra konuşacağını söyledikten sonra annesinin yanına gittik.

Dilan Erkan uzun, siyah ve oldukça şık bir elbise giymişti. Saçı modern bir topuzla toplanmıştı, makyajı oldukça sadeydi. Gelen diğer ünlü kadınlardan daha mütevazı görünüyordu. Bizi görür görmez “Demir, daha ne kadar dayanabileceksin diye merak ediyordum açıkçası…” dedi.

“Eğer bir sorun çıkarsa beni veya Doğukan’ı arayabilirsin. Seninle babamın pis anlaşmaları hakkında konuşmak isteyen herhangi biri olursa hiç bulaşma. Ben hepsini halledeceğim,” diye karşılık verdi.

Dilan Erkan bana sarıldı ve “Geldiğin için çok teşekkür ederim.” dedi. Bana sarıldığında kendini garip hissetmemek için çaba gösterdim. “Umarım iyisinizdir,” derken, Demir “Ben arabada seni bekliyorum Güneş.” diye kulağıma fısıldadı. Ardından gözden kayboldu.

Dilan Erkan “Fark ettim de benimle “siz” diye konuşmaya devam ediyorsun Güneş. Bana Dilan diyebilirsin. Bunu sana ikinci defa söylüyorum,” dediğinde, ben ne yaptığımı kendim biliyor muyum ki diye düşündüm.

“Özür dilerim. Fark etmemişim.”

“Belki de bir gün “anne” dersin, kim bilir,” dediği anda gözlerim büyüdü ve dudaklarım aralandı. Dilan Erkan bana bunu söyledikten sonra gülümsedi. Annemi öldüren adamın karısı ona anne dememi istiyordu. Hem, Demir ile evlenebilir miydim? İster istemez ben de hafifçe gülümsediğimde, bir anda kendimi durdurdum. Olayın trajedik yanı sinirlerime dokunuyordu. Bu kadına asla adapte olamıyordum.

Düşüncelerimi bastırmaya çalışsam da devam ediyordu kafamdaki ses, tekrar ve tekrar: Gökhan Erkan gibi birinin yaptıklarına göz yuman, ailemin ölümünde ses çıkarmayıp hepsinin oğlunun üstüne kalmasına göz yuman kadına, ben “anne” mi diyecektim yani?

Yüz ifademden düşüncelerimin olumlu olmadığını anlayınca hemen “Özür dilerim Güneş… Hemen ileri gittiysem beni affet. Demir’le ne kadar ciddi olduğunuzu gerçekten bilmiyorum fakat şu ana kadar onu bir kızla bu kadar uzun süre yan yana…” demeye başladığında, onun sözünü kestim ve “Konu bizim Demir’le olan ciddiyetimiz değil. O konu gerçekten…” derken, gözlerimi biraz sonra Demir’in yanına gitmek için çıkacağım kapıya sabitledim. “… gerçekten apayrı bir konu,” dedim.

Ne olduğunu anlamadığım bir anda, Dilan Erkan bana “Umarım hiçbir zaman sevdiğin adamın kötülüklerine şahit olmak zorunda kalmazsın Güneş. Umarım başına hiçbir zaman böyle şeyler gelmez,” gözleri dolmuştu. “… Çünkü aşk, istemediğin şeylerde çeneni zorla kapalı tutturandır ve eğer tutmazsan onu, aileni elinde tutamayacağını bilirsin,” derken, elini ağzına götürdü ve gözlerini kapattı. Ağlamaya başladı.

Görüştükleri tek akrabaları olan Demir’in teyzesi bir anda karşımda belirdi ve Dilan Erkan’a sarıldı. Bana bakıp “Ona ne söyledin?” diye bağırdı.

“Efendim?”

Demir’in teyzesi Dilan Erkan’a “Sana demiştim böyle alt tabakadan insanları buraya getirmeyelim diye! Rezil etti bizi! Tamam, ağlama, gel hemen makyajını düzeltelim,” deyip Demir’in annesini çekiştirmeye başladı. Dilan Erkan’ın kardeşinin bana bağırması üzerine, davetteki herkes sustu. Sessizlik oluştu. Herkes bana bakıyordu.

İnsanların aptal bakışlarına maruz kalmak zorunda değildim. Sinirlenmiştim fakat kendimden beklemediğim kadar normal bir sesle, Demir’in teyzesine “Bir kadının kaybettiği kocasının anıldığı her yerde ağlaması normal karşılanır. Sizin “alt tabaka” diye adlandırdığınız isimler bile bunu anlayabiliyor. Ama ne yazık ki siz anlayamamışsınız,” dedikten sonra döndüm ve kapıdan çıktım. Dediklerimi oradaki herkesin duyduğundan emindim.

Dışarı çıktıktan sonra tam adımımı atacaktım ki biriyle çarpıştım. Elli yaşlarında, beyaz saçlı, uzun ve ince fizikli, bakımlı adam, içkisinden birkaç damlayı elbiseme damlatmıştı.

“Çok affedersiniz, özür dilerim,” dediği zaman, elbiseme baktım ve önemli olmadığını söyledim. Adam “Çok üzgünüm ama bir şekilde daha sonra telafi ederim hanımefendi. Şimdi gerçekten acelem var. İyi akşamlar,” dedikten sonra kapıdan içeri girdi. Ünlü bir sanatçıydı fakat ne adını, ne de hangi alanla uğraştığını hatırlayabiliyordum. Çok takılmadım. Buradaki herkes bir garipti. Demir’in neden ailesinden uzak durmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Biraz yürüdükten sonra önümde duran, Demir’in siyah, spor arabasına bindim. Kemerimi taktım. Aklım Demir’in teyzesindeydi.

“Zengin züppeler,” dediğim anda Demir de benimle aynı anda “Zengin piçler,” demişti.

Şaşırarak ona baktığım anda o da bana baktı ve gülümsedi. Normalde Arda’yla yaşamaya alışmış olduğum bu olayı Demir’le yaşamıştım. Nedense kendimi ona bir anda daha yakın hissettim ve bu his, teyzesine olan kızgınlığımı alıp götürdü.

“Öğreniyorsun, ama kelime seçimin biraz nazik kaldı,” dedi. Kravatını gevşetmişti bile.

“Anlaşabildiğimiz konular gittikçe artmaya başladı Demir Bey,” dediğimde, bana “Evet, ben de bundan korkuyordum,” diye karşılık verdi ve kravatını biraz daha gevşetmek istedi. Bir yandan da araba kullanıyor olduğu için daha fazla uğraşmadı ve siyah kravatı boynundan komple çıkardı. Ne demek istemişti?

“Ortak noktalarımızın olmasından mı korkuyorsun?” diye sorduğumda ise cevap vermeden önce biraz durdu. Bana her duyduğumda farklı ve özel gelen ses tonuyla “Ben sen olmak istemiyorum, seninle olmak istiyorum,” dedi. Onun bu söylediği karşısında vücudumun her bir yerinde titreme hissettim.

Beklemediğim anlarda, Demir’den beklemediğim cevaplar alıyordum ve bunları kolay kolay duyamayacağımı bildiğim için anın tadını çıkarmaya bakıyordum. Ona baktım. “Tabii seninleyken seni ne kadar mutlu edebilirim bilemem,” diyerek konuşmasını bitirdiğinde ise hiç düşünmeden ona geçen hafta, başımıza ne gelirse gelsin asla ondan vazgeçmeyeceğimi anladığım zamanki düşüncelerimi söyledim.

“Demir, ben seninle mutlu olmak istemiyorum. Sadece seninle olmak istiyorum. Mutlu olmasak da olur, benimle ol yeter,” dedim.

Geçen sene el ele tutuşmak konusunda çekinen Demir, sol elini direksiyonun üstünde tutmaya devam ederken sağ elini bacağımın üstüne koydu ve tutmam için açtı. Hiç düşünmeden tuttum. Elleri buz gibiydi. Normalde hep sıcak olan, kışın bile sadece siyah deri ceketiyle dışarıya çıkan Demir, şu son bir haftadır buz gibiydi.

Demir gibi biri bile üşüyebilirdi. Kendini kötü hissedebilirdi. Kaybedebilirdi. Tüm o korkulan kişiliğinin yanında o da bir insandı ve her insan gibi duyguları vardı. Güçlü biri olduğu gibi hissettikleri de güçlüydü. Hayatı boyunca, duygularını olması gereken düzene sokacak, destekleyecek ve duygularına aynen onun hissettiği gibi güçlü bir şekilde karşılık verebilecek birine ihtiyaç duymuştu. Kimse onu benim gördüğüm şekilde görmediği için, Demir şu an olduğu haline; karmaşık, kaba ve duygusuz gibi görünen birine dönüştürmüştü kendini.

Ama artık saklanmaya ihtiyacı yoktu.

Benim de saklanmaya ihtiyacım yoktu. Hele hele ondan kaçmak mı? Kaçacağım son kişiydi o.

“Demir,” dediğimde, bana “Evet?” diyerek karşılık verdi. Şimdi soracağım şey için ne kadar uzun zamandır beklediğimi hatırlamıyordum. Aslında illa ona haber vermek zorunda değildim ki. Ben de ona sürpriz yapabilirdim.

“Kampa geliyorsun değil mi?” diye sordum. Bunu soracağımı tahmin etmemişti.

“İki hafta sonra Uludağ’daki kampa mı?”

“Evet. Esma’nın düzenlediği,” dedim.

“Bilmem. Siz hepiniz gidiyor musunuz?” diye sorduğunda, Demir’i gelmesi için ikna etmek zorunda olduğumu aklıma kazıdım.

“Evet. Hem, aslında senin doğum gününe denk geliyor ve açıkçası hediyeni alabilmek için benimle gelmek zorundasın.”

“Bak sen. Sakın parti marti yapma. Pasta sevmem. Öyle yapmacık partilerden nefret ederim. Kimseye haber falan da verme. Ayrıca ben istediğim zaman istediğim hediyeyi istediğim yerde alabilirim,” derken, yolda arabayı kenara çekti ve durdurduktan sonra bana döndü.

“Hatta, doğum günü hediyemi hemen şimdi almayı talep ediyorum,” dedi.

Tamam, bunu beklemiyordum. Gözüken oydu ki ben oynuyorsam, o da oynuyordu.

“Üzgünüm ama kampta vereceğim. Yani hediyeni. Yani doğum günü hediyeni kampta alacaksın,” deyip kendime kızdım. Bundan daha aptalca konuşabilir miydim acaba?

Demir durdu. Biraz düşündü. Bu sırada gözlerini birkaç saniyeliğine gözlerimden ayırdı ve beni süzdü. Ardından havalı bir şekilde önüne döndü ve arabayı çalıştırdı.

“İyi. Geliyorum,” dedi.

Gülümsedim.

“Her zaman bu kadar kolay olmayacak Güneş Hanım. Normalde kolay kolay ikna olmam ama cidden kafa dağıtmaya ihtiyacım var,” dedi.

“O kadar iş insanıyla sen ilgilenmeyeceksin herhalde?” diye sorduğumda, aklıma yemekteki onlarca takım elbiseli adamlar geldi. Demir cevap vermeden önce sıkıntısını belli edecek şekilde “Off!” dedi. Ardından “Her biriyle tanışmam gerekiyor. Her. Bir. Siktiğimin. Adamıyla,” diyerek cümlesini tamamladı.

Sıkıntısı yine yüzüne yansırken, ona “İstiyorsan yardımcı olabilirim?” diyerek teklifimi sundum.

Bana “Aile avukatı, bilmem ne, zaten hepsiyle toplantım var yarın ve başımda bana yardım ettikleri için maaş alan adamlar olacak. Bu yüzden senin yardımlarını günün başka saatlerinde almayı planlıyorum. Mesela şu sıralar gibi.” dediğinde gülümsedim.

İşin özü şu ki, okulla gittiğimiz kampta, orada kaldığımız gecelerden birinde, sonunda Demir’le birlikte olmaya karar vermiştim ve sadece iki hafta kalmıştı.

Bir an önce bu kararımı kızlarla konuşmak istiyordum. Esma kendisiyle Burak’ı hatırlamaktan çok aklını dağıtırdı ve beni hazırlamak gibi bir görev edinirdi kendine. İşte bu yüzden mutlu olurdu. Ona söylemekten çekinmeyecektim.

Helin’in de “Sonunda. Demir’de bir sorun olduğunu düşünmeye başlayacaktım,” deyip alkışlayacağı an gözümün önünde canlanmıştı bile.

Demir “Ve meşgul demişken. Babamın tüm işleri -ki işleri derken hem normal işleri hem de illegal olan işlerinden bahsediyorum- bana kalmış oldu. Ayrıca şu seri katil olayı yüzünden neredeyse her gün bir araştırma ekibi ile beraberim. Bu yüzden pek görüşemeyebiliriz,” dediğinde, bunun doğru olduğundan emindim.

“Haklısın,” dedim ve başımı koltuğa yaslayıp camdan dışarıyı izlemeye başladım.

“Seni bu işlerden olabildiğince uzak tutmaya çalışıyorum Güneş. Anlıyorsun, değil mi?” diye sorduğunda, hemen “Evet, evet. Biliyorum Demir ve bu sefer inatçılığımla burnumu sokmayacağım.” dedim.

Tabii geçen seferki gibi mecbur kalmazsam. İşte o zaman hiçbir engel beni durduramazdı.

“Okula zar zor gelebileceksin, benim dershanem var, yokken de kafede çalışıyorum. Seni ne zaman görebileceğim? Asıl, eniştem bu olaylardan sonra beni ev hapsine alırsa nasıl görüşeceğiz?” diye sordum.

Dişlerini görebileceğim bir şekilde gülümsediğinde beni de gülümsetmiş oldu. “Ne? Ne oldu şimdi?” derken, elimde olmadan en tatlı sesimi kullandığımı fark ettim. Demir’in gülüşü ve üzerimde bıraktığı etkiler hakkında şarkı yazabilirdim.

Demir “Yok bir şey. Sadece o lanet olası kampta bu iki haftalık ayrılığın acısını senden iyice çıkaracağım aklıma geldi, o kadar,” dedi.

Demir yine tutkulu imalarıyla benim yanaklarımı kızartmayı başarabilmişti fakat yine her zamanki gibi bir şeyler bekliyor olacaktı. Oysa ben ilk defa daha fazlasını yapmak isteyecektim. Şaşıracaktı, fakat en önemlisi onu rahatlatacak ve mutlu edecek olmamdı. Ben de mutlu olacaktım.

Demir’le geçirdiğim bu güzel akşamın sonunda, gece eniştemin beni uyandırmasıyla uyandım.

“İki kız daha,” dedi.

Anlamam için yeterliydi.

Haber hepimize ulaştı ve sabah erkenden Arda’yla beraber karakola gittik. Demir çoktan oradaydı ve her öldürülen kızla beraber daha çok sinirleniyor ve bu sinirini dışarıya boşaltamıyordu. Fazla enerjisini spor salonunda boşaltmaya çalışıyordu. Fakat ben tabii ki biliyordum, enerjisinin bir kısmını bunlardan sorumlu olan kişi veya kişileri bulacağı güne saklıyordu.

Cansu ve Ateş de karakola çağrılmıştı. Demir o sabah tek bir şey söyledi:

“Normalde daha fazla zamanımız vardı fakat bu sabah aynı anda iki kişinin ölü bulunması…”

Gerisini hepimiz biliyorduk. Zaman daralıyordu ve bunu en güçlü hisseden de bendim. Ne zaman bir hayal kurmaya başlasam, bir şeylerin iyiye doğru gidebileceği umudunu barındırsam, işte o zaman hayat bana erken davrandığımı söylüyordu.

Ateş, Demir’e “Sırada kimin olabileceğine dair en ufak bir fikrin var mı?” diye sorduğunda, Demir, Cansu’ya baktı. “Emin değilim ama sanırım şimdiki hedef sensin,” dedi.

Cansu “Siktir,” deyip iki adım gerilediğinde, Ateş onu durdurdu ve tek koluyla kendine çekip sardı. Cansu yüzünü Ateş’in göğsüne gizledi.

Eniştem “Her türlü korumayı sağlamalıyız,” dediğinde, Ateş, Cansu’ya “Her bir dakika seninle olacağım,” diye fısıldamaya devam ediyordu. Polisler Cansu’yu farklı bir departmana yönlendirdiğinde, eniştem benimle konuşmaya başladı. Demir bir yanımda duruyordu, Arda ise bizden birkaç adım ötedeki duvara yaslanmış, bizi dinliyordu.

“Güneş bu demek olmuyor ki sen güvendesin. Aynı şekilde sen de okula gitmeyeceksin. Şu dakikadan itibaren evden çıkmayacaksın. Hatta daha yüksek korumalı eve taşınmanız için işlemleri öğleden sonra başlatacaklar,” derken onu durdurdum.

“Okula gitmemem konusunda haklısın. Gerçekten tehlikeli fakat üniversite sınavı ne olacak? Aralık ayındayız ve aslında o kadar az zaman kaldı ki!” dedim. Amacım kendimi savunmak falan değildi. Eniştemin güvenliğim konusunda haklı olduğunu ve sadece iyiliğimi düşündüğünü biliyordum fakat üniversite geleceğim demekti ve iyi bir üniversiteyi kazanamazsam hayatım boyunca halamla enişteme yük olmak dışında başka bir şey yapamayacaktım.

Dakikalarca sessiz kalıp konuşulanları dinleyen Arda, bana “Güneş, senin yaşaman mı daha önemli yoksa üniversite sınavı mı?” diye sordu.

Evet hayatta kalmam tabii ki daha önemliydi ama onlara yük olduğum konusunu evlerine taşındığım günden beri düşünüyordum. Aynı şekilde Arda ve babası Semih Amca’ya da kafede dolanarak yük oluyordum. Belki de elemana ihtiyaçları yoktu.

“Arda anlamıyorsun, benim söylemeye çalıştığım…” derken, Arda sözümü kesti ve “Güneş, şu an sen kafanda kendi kendini yiyorsun. Neler düşündüğünden adım gibi eminim ve öyle bir şey yok. Hadi bu sene de olmadı, öbür sene sınava girersin. Evde eğitim alırsın veya ne bileyim Güneş, başka bir şey yaparsın! Söz dinle,” dedi.

Arda’yla çoğu kez tartışma konumuz olmuştu bu yük olma meselesi. Bu yüzden beni, daha konuşmadan anlaması normaldi.

Arda’ya tekrar cevap verecektim ki, Demir’e döndü ve “Belki de mafya babamız bu kadar çok kızla yatmasaymış veya yatarken de liste tutsaymış daha kesin bilgiler olurdu elimizde!” diye bağırdı, Demir bacağının yanında duran sağ yumruğunu sıktı.

Eniştem “Hey! Hey. Arda sakin ol. Ne yeri ne de zamanı,” deyip Arda’yı birkaç adım geriye doğru çektiğinde, Demir “Sorun değil. On yedi yaşındaki birinden böyle önemli konuları anlamasını beklemiyordum zaten,” dedi gayet normal bir sesle.

Arda, Demir’e sinirlendi, fakat sesini kontrol altına alarak “On sekiz,” dedi. Sonra benimle konuştu. “Aptal düşüncelerle kendi hayatını, üniversite sınavından daha önemli görme,” dedi ve göz kırptı. Demir’e bakmadan arkasını dönüp karakoldan çıktı. Demir “Bu çocuk her kelimesiyle sinirimi bozuyor,” diye itiraf ettiğinde, aslında bunu uzun zamandır bildiğimi fark ettim. Eniştem “Arda iyi çocuktur. Çocukluğundan beri tanırım Güneş’ten. Neyse, onu bırakın da halletmemiz gereken işler var,” dedi ve beni eve gönderdikten sonra Demir’le karakolda kaldı.

Esma ve Helin’le artık yeterince konuşamıyordum. Okula gidebilseydim onlarla konuşabilir, Esma’nın yanında olabilirdim fakat ev hapsimle beraber bu imkânım ortadan kalkmıştı. En azından Helin her akşam bana rapor veriyordu.

“Konuşmuyorlar bile abi. Burak, Esma’nın yanına gidiyor, Esma ondan kaçıyor. Zil çalar çalmaz sizin sınıfa damlıyorum hemen. Bir bakıyorum Esma yok. Başka bir teneffüs Esma var Burak yok… Garip ya,”

“Helin, bunlara o gece ne oldu?” diye sordum.

Helin “Bir bilsem! Acaba Burak yatmak istemedi Esma ona mı bozuk atıyor? Ama imkânsız ki…” diye cevap verdi.

“Esma güzel ve çok tatlı bir kız. Zaten asırlardır beraberler ve kız aylardır, belki de yıllardır o günü beklemiş… Burak niye son dakikada sorun çıkarsın ki?” Hâlâ anlayamıyordum.

Helin “Güneş,” dediğinde “Söyle,” dedim.

“Burak’ın bir rahatsızlığı olmasın?” Düşünüp ipucu bulmaya çalıştım ama yakalayamadım.

“Bu sessizliğin iyi değil. Ben çok ciddiyim!” diyerek ısrar ediyordu hâlâ.

“Alakası yok bence.”

“Ne bileyim.” Birkaç saniyelik sessizlikten sonra, Helin ciddi sesiyle “Tamam saçmaladım. Gerçek teorin nedir?” diye sordu.

“Ya gerçekten sıkılmışlarsa?” diye sordum.

Helin “Esma öyle dedi ama emin değilim. O kadar uzun bir ilişkim hiç olmadı. Doğukan ciddi anlamda sevgilim olan ilk kişi,” dedi.

“Onun yerinde olmadan anlayamayız. Ama dışarıdan elde ettiğimiz sonuç gerçekten de en kopmaz bağların da bir gün kopabildiği. Belki aralarında uzun zamandır devam eden bir anlaşmazlık vardır ve sonunda bitirmeye karar vermişlerdir?”

“Bence de. Bu mantıklı. Esma söylemiyor ama istediği zaman söyleyebileceğini biliyor. Sen günlerdir okulda yoksun, ben her gün Esma’yı sorguya çekiyorum. Artık durmalıyım sanırım. O kendisi istediği zaman söyler.”

Tam cevap verecektim ki Helin “Güneş! Kampa geliyorsun değil mi?” diye sordu.

“Ev hapsinden sonra biraz zor ama ne yapıp edip gelmem lazım çünkü sonunda Demir’le…” derken durdum ve dudağımı ısırdım. Kızlara daha söylememiştim.

Helin anında “Demir’le ne?” diye bağırdı. Telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım.

“Sanırım Esma’yı arayıp konuşmaya katmalıyım,” dedim.

Helin “Güneş! İnanamıyorum! Sonunda ‘güneş’ denince ilk aklıma gelen o Teletubbies’teki üstünde sarışın bebek olan güneş imajını aklımdan silebileceksin!” dedi.

“O nasıl bir… Neyse… Bekle Esma’yı da konuşmaya alıyorum,” dedim ve ardından Esma da aramıza katıldı.

“Selam,” dediği zaman, Helin hemen “GünDem ilişkisi sonunda canlanıyor! Dı dı dım dı dıdım!” diye kendi çapında şarkı söylemeye başladı.

Esma “Ne? Dur bir kere o GüMir. Her neyse. Ne oldu?” diye sordu.

Helin “Güneş, çabuk bir şeyler söyle yoksa tüm otel fantezilerimi sana uyarlayıp anlatacağım,” deyince Esma hemen anladı ve “Vaaay!” dedi.

“Evet, evet, ablanız da artık o kulvarda olacak,” dedim.

Esma “Yalnız biz Burak’la yatmadık, biliyorsun değil mi? Yani pek yardımcı olamayacağım,” dedi.

Helin “Bir dakika bir dakika. Asıl ablanız konuşuyor şimdi. Durun. Aklında nasıl planlar var?”

“Kamp. Haftaya. Demir ve ben. Kısa ve öz.”

“Kısa ve öz olan ne?” diyen halamın sesini duyduğum anda irkildim ve “Esma’nın sorduğu soru. Evet. Kesinlikle x ve y’yi taraf tarafa toplayacaksın,” dedim.

Esma anında anlayıp “Anlaşıldı kaptan. Sonra konuşuruz,” diyerek telefonu kapattı. Aynı şekilde Helin de sonradan ifademin alınacağını bildirdi.

Telefonumu kenara koydum ve halama baktım.

“Kıvırma,” dedi.

Hemen yüzüm düştü ve “Pof. Senden de bir şey kaçmıyor ama,” dedim. Gelip yanıma oturdu.

“Demir de kampa geliyor yani, peki sen gidebilecek misin?” diye sorduğunda, halama “Gitmek zorundayım. Bu benim üniversite sınavına girmeden önce yapabileceğim son aktivite ve ayrıca her yıl son sınıflar böyle bir geziye gidiyor. Esma’ya da destek olmam lazım. Gerçekten zor bir dönemden geçiyor,” dedim.

“Peki ya sen?” diye sorduğunda “Efendim?” diyerek karşılık verdim.

“Sen zor bir dönemden geçmiyor musun?”

Cevap veremedim.

“Rehin alındın. Serkan yetişemeseydi belki de seni kaybetmiş olacaktık. Tek tek kızlar öldürülüyor ve şu an içinde bulunduğun tehlikenin farkında değil misin?” diye sordu.

“Farkındayım. Aslında bir bakıma da o yüzden istiyorum bu geziyi. Yarın ne olacağım belli değil. Aldığım nefesi geri verebileceğimin bir garantisi yok ve olabildiğince arkadaşlarımla olmak istiyorum,”

Halam “Sadece arkadaşların mı?” diye sordu gülümseyerek.

“Ve Demir. Evet, Kabul ediyorum. Mutlu musun? Ölümle ilk burun buruna gelişim değil. Onsuz bir dakika bile geçirmek istemiyorum fakat ne yaparsam yapayım hep bir şey engel çıkıyor ve bu geziye de gidemezsem,” derken, halam sözümü kesti ve “Bizimle olmak istediğini söyleyeceğini sanmıştım,” dedi gülerek.

Kendimi ifşa etme konusunda bir dünya markasıydım.

“Geziye gitmek istediğini biliyorum fakat enişten seni hayatta göndermez,” dediğinde, hayallerimin bir kez daha suya düşmek üzere olduğunu fark ettim.

“Ama ben bir konuşursam ve sen bana az önce söylediğin cümleleri ona da söylersen belki bir korumayla seni gönderebilir,” dedi.

Koruma mı? Şaka mıydı bu? “Demir’le beraber kalacağız küçücük kulübede. Aramızda uyumayı arzular mıydınız?” diye mi soracaktım?

Akşam eniştemle konuştuk ve bir korumayla beni göndermeyi kabul etti. Aslında ona kalsa kendi bizzat gelirdi fakat gerçekten çok işi vardı ve bu yüzden başka birini başıma dikmek zorunda kalmıştı.

Bunu Demir’e mesajla söylediğimde bana verdiği yanıt şu oldu:

Cansu’yla Ateş bile geliyormuş. Savaş söyledi. Koruma işini de kafana takma. Ben halledeceğim.

Kısacası Demir’e güvendim ve kafama takmadan başımı yastığıma koydum. Tavanda karanlıkta parlayan yıldızları izledim. Kaç hayal kurmuştum burada ben?

Kaçı gerçekleşmişti?

Daha kaçı gerçekleşecekti?

Eskiden bunları sorun ederdim, düşünürdüm. Ama şimdiyse “Acaba bu soruları kendime bir daha sorabilecek kadar yaşayacak mıyım?’ düşüncesindeydim sadece.

Demir’le olan hayallerimin en belirsiz olanına ve en çok beklenenine sadece birkaç gece uzaklıktaydım. Yarın yola çıkacaktık, günler sonra okula gitmiş olacaktım, günler sonra Demir’i görmüş olacaktım ve yaklaşık beş-altı saatlik eğlenceli bir yolculuğumuz olacaktı.

Hayalini kurmak istiyordum. Yarın sabah uyanışımın, hazırlanışımın ve arkadaşlarımla, Demir’le otobüse binişimin hayalini kurmak istiyordum fakat yapamazdım. Şu an yapamazdım.

Demir’le ilk kez birlikte olmanın hayalini kurmak, kafamda tasarlamak istiyordum fakat yapamıyordum. Gözlerimin önünde, bana birkaç metre uzaklıkta olan tavanımdaki yıldızlar “Hayır,” diyorlardı. Beklentimi en düşük seviyede tutmalıydım. Artık bunu öğrenmiştim ben.

Bir şeyi ne kadar istersem o kadar gerçekleşmiyordu çünkü ve şimdi tüm bu olan olaylara, cinayetlere ve yaşadıklarımıza rağmen mutluydum. Olmamalıydım ama öyleydim. Her an öldürülme tehlikesiyle yaşamanın ne olduğunu bilmediğim için, şu an hissettiklerimin o olup olmadığına karar veremiyordum.

Cansu ne yapacaktı? Onun tek suçu Demir’i istemekti. Tıpkı benim istediğim gibi. Peki ya ondan sonra, ben ne yapacaktım?

Aklımda bir ton düşünceyle uykuya dalmayı bekledim ama olmadı.

Bu gece de uyuyamadım. 

error: Bu içerik koruma altındadır.