Karanlık Lise 2 – Bölüm 28


“Hadi ama gençler! Kimse söz almayacak mı? Biliyorum, aklınız bugün çıkışta gideceğiniz gezide ama otobüsün hareket etmesine daha üç saat var.”

Evrim Hoca haklıydı. Hepimiz geziyi düşünüyorduk. Ya da en azından ben düşünüyordum.

Demir’e bakıp gülümsedim.

“Güneş?”

Evrim Hoca’nın sesini duyduğum anda, Demir’e odaklanmış bakışlarımı hemen edebiyat öğretmenimize çevirdim. Evrim Hoca uzun sarı saçlarını geriye attı. Bana bakıyordu.

“Efendim hocam?”

Evrim Hoca “Gülümsediğine göre aklına bir iki mısra gelmiş olmalı. Neden bizimle paylaşmıyorsun?” diyerek, o anda bir şiir yazmamı istedi. Dersin başında bir şiir yazmamızı istemişti ve sadece beş dakika vermişti. Tabii ki ben hemen bir şey yaratamamıştım.

“Ben daha önce yazmış olduğum bir şeyi okusam olur mu?” diye sorduğumda, Evrim Hoca gülümsedi ve “Tabii ki olur. Şiir yazıyor musun?” dedi.

Çantamdan her zaman yanımda taşıdığım mavi kapaklı A5 boyutundaki çizgili defterimi çıkardım. Bu benim karalama defterim gibi bir şeydi. Bazı sayfalarında çizdiğim -daha doğrusu becerip çizemediğim- resimler, sevdiğim şarkıların sözleri, aklıma gelen bazı düşünceler vardı. Bazen de günlük olarak kullanıyordum.

“Şiir değil, şarkı sözü yazıyorum aslında. Ama beste yapamıyorum,” dedim.

Evrim Hoca “Tamam. Dinliyoruz,” dedi ve öğretmen masasına oturdu.

“Hocam İngilizce olması sorun yaratır mı?” diye sorduğumda, Evrim Hoca “Aslında edebiyat dersindeyiz ama madem kimseden ses çıkmıyor, sorun olmaz. Başlayabilirsin,” dedi ve tüm sınıf bana döndü.

En arka köşede oturunca, hepsinin beni izlediğini fark edebilmiştim. Birazdan, daha önce hiç yüksek sesle kendi kendime bile okumadığım, kimseye göstermediğim sözleri sınıfa okuyacaktım.

Yazdıklarımla gurur duyuyordum ve okurken çekinmeyecektim.

” I can hold my breath, I can bite my tongue.

I can stay awake for days if that’s what you want, be your number one.

I can fake a smile. I can force a laugh.

I can dance and play the part if that’s what you ask, give you all I am.

I can do it.

But I’m only human and I bleed when I fall down.

I’m only human and I bleed when I fall down. I’m only human and I crash and I break down.

Your words in my head, knives in my heart, you build me up then I fall apart.

‘Cause I’m only human.”*

Okumayı bitirdiğimde kimseden tepki gelmemişti. Bir tek Demir’in, yanımda otururken kendi defterine bir şeyler karalarkenki kaleminin sesini duyuyordum.

“Şimdilik sadece bu kadarını yazabildim,” deyip oturdum. Sıranın üstünde duran siyah kalemimi arasına koyup, defteri kapattım. Evrim Hoca “Yeteneklisin Güneş. Sakın o defteri kaybetme,” dedi ve gülümsedi.

Esma’ya baktığımda tırnaklarına bakıyordu ve dudaklarını birbirine bastırmıştı. Burak artık Alperen’le beraber, cam kenarındaki tarafta oturuyordu. Yine Esma’ya bakıyordu. Burak’ın Esma’ya olan bakışını izlerken Evrim Hoca “Evet, Demir Bey. Güneş kendi yazdığı sözleri okurken sürekli bir şeyler not alıyordun. Bir anda ilham mı geldi yoksa?” diye sordu, Demir hâlâ önündeki deftere bir şeyler karalıyordu. Ne yazdığını anlamak için baktığımda düzensiz şekilde duran bir sürü nokta çizdiğini gördüm.

“Demir?”

Demir önündeki kâğıda ve çizdiklerine o kadar odaklanmıştı ki Evrim Hoca’nın ona seslendiğini hâlâ duymamıştı.

“Demir,” diye fısıldayıp onu dürttüğümde bana baktı, ardından da Evrim Hoca’yı gördü.

“Bu dönem ilk sınav notun geçen senelere göre iyi. Hiç beklemiyordum,” dediğinde, Demir “Ben de,” diyerek cevap verdi.

Evrim Hoca, Demir’in verdiği cevabı duymuş olmasına rağmen “Efendim?” diyerek tekrar etmesini istedi. Asla hafife alınacak bir hoca değildi.

Demir doğruldu ve “Şiir yazmadım,” dedi.

Evrim Hoca ayağa kalktı ve yavaş yavaş bize doğru gelmeye başladı. Bu sırada sınıftaki her bir öğrenciyle göz teması kuruyordu.

“Gençler, şiir yazmak için düşünmenize gerek yoktur. Zaten o duygu içinizde vardır. Tek yapmanız gereken o duyguyu sizde uyandıran şeyleri, kavramları, olayları, kişileri anlatmaktır,” dedi ve ardından Demir’e baktı.

“Şimdi aklına ilk gelen şeyi defterine yaz,” dedi.

Demir “Hocam zilin çalmasına iki dakika kırk altı saniye kaldı. Bence çok zorlamalayalım,” derken, Evrim Hoca, Demir’in sözünü kesti ve “Demir, yaz. Hemen. Düşünme. Aklına ilk gelen şey. En çok ihtiyacın olan şey,” dedi.

Demir aynı defterde yeni bir sayfa açtı ve bir kelime yazdı. Göz ucuyla yazdığı şeyi okudum.

Gelecek.

Demir “Şimdi yazdığım kelimeyi okumam mı gerekiyor?” diye sorduğunda, Evrim Hoca “Hayır. Devam et. Sana en çok ilham veren şey… Piyano çaldığını biliyorum. Basketbol oynadığını da biliyorum. Bunlardan daha yaratıcı bir şey olsun,” dedi.

Demir anlamayan gözlerle bir Evrim Hoca’ya bir de bana bakıyordu.

Hoca “Hadi! Üç saniyen var,” dediğinde, Demir kâğıda başka bir şey daha yazdı.

Güneş.

Evrim Hoca yakınımızda duruyordu fakat Demir’in yazdıklarına bakmamıştı. Geri geri yürümeye başladığında hala Demir’le konuşuyordu.

“Şimdi başka bir alana geç. Kaybettiğin bir şeyi düşün,” dediğinde, Demir hiç düşünmeden deftere aklındaki kelimeyi yazdı.

İnsanlar.

Evrim Hoca “Son bir şey daha yazıp bitirelim. Zaten kaç dakikamız kaldı?” diye sorduğunda, Alperen “Son bir dakika kaldı,” dedi hemen.

Demir “Şimdi ne yapmam gerekiyor?” diye sordu.

Evrim Hoca “Şimdi asıl en önemli kısımdasın. Şiir yazmak zorunda değilsin. Sadece bu yazdıklarınla bağlantılı bir şey yaratmaya çalış. Hepsini özetlesin. Hızlı düşün,” dedi.

Demir defterine baktı. Yazdığı üç kelimeyi onunla birlikte defalarca okudum. En sonunda Demir “İnsanlar tanıdım, yıldızlar gibiydi. Hepsi gökteydi, hepsi parlıyordu. Ama ben Güneş’i seçtim. Bir Güneş için, bin yıldızdan vazgeçtim,”* dedi.

Zil çaldı. Herkes Demir’in az önce söylediği söz karşısında şaşkına dönmüştü. Bir tek benim kalbim tepki veriyordu sanki. Daha hızlı atarak…

Sessizliği bozan kişi Evrim Hoca oldu. “İşte bu kadar! Derse katılımını sevdim Demir. Biraz geç oldu ama olsun. Devamını bekliyorum,” dedi çantasını toplarken. Ardından sınıftan çıktı.

Demir defterini aldı, ayağa kalktı ve beni kolumdan tutup sınıftan çekmeye başladı.

“Benimle gel,” dedi.

Sınıf kapısına doğru ilerlemeye başladığımızda beni durdurdu ve “Mavi defterini de al,” dedi.

Hızlıca tekrar sıraya döndüm ve defterimi aldığım gibi sınıfın kapısına gittim. Demir çoktan sınıftan çıkmıştı ve merdivenlerin başında duruyordu.

Nereye, niçin gittiğimizi anlamadan sadece onu takip ediyordum.

Müzik sınıfının önüne geldiğimizde “Bence kilitli,” dedim. Demir kapıyı açmayı denedi. Kilitli olduğunu görünce “Lanet olsun,” dedi ve hemen pantolonunun cebini karıştırmaya başladı. Gri bir anahtar çıkardığında şaşırmamam gerektiğini düşündüm.

O Demir Erkan’dı. Tabii ki her kilitli yerin anahtarı onda olacaktı.

“Çabuk ol! Unutmamam gerekiyor!” dedi ve beni kolumdan çekip müzik sınıfına soktu. Arkamdan kapıyı kapattı ve hızla piyanonun başına gitti. Siyah piyanoyu açtı ve daha oturmadan tuşlara basmaya başladı.

Tek tek uyumlu olmayan notalara basıyordu. Hiç karışmadan onu izliyordum. Bir arayış içindeydi. Endişeli görünüyordu. Tek elinde tuttuğu defteri kapalı şekilde piyanonun üstüne koydu ve ardından piyanonun yanındaki koltuğa oturarak iki elini de tuşların üstüne koydu. Parmaklarını tuşların üstünde gezdiriyordu fakat çok az defa basıyordu. Yaklaşık bir dakika sonra defterini açtı ve ben şarkı sözlerimi okurken çizdiği şeylere bakmaya başladı. Ben birbirine giren karmaşık karalamalar görürken onun içinse bu defter şu anda hayatından önemliydi.

“Tamam,” dedi ve ardından bana bakmadan “Kalem verir misin?”

Defterimi açıp siyah kalemimi aldım ve Demir’e verdim. Demir defterindeki o karmaşanın içine birkaç şey daha çizdi. Onun yanına oturdum.

“Bitti,” dedi ve derin bir nefes alıp verdi. Gökyüzünden bile daha güzel olan mavi gözleriyle bana baktı.

Yapmış olamazdı, değil mi?

“Demir, sen iki dakikada şarkıma…” derken sözümü kesti ve “Dinle,” dedi.

Piyanoyu çalmaya başladığında inanamadım. Gerçekten dakikalar içinde bunu çıkarmış olamazdı.

“Demir, sen harikasın,” dediğimde “Şşş. Kampa sakla,” deyip göz kırptı. Beni susturdu ve çalmaya devam etti.

Ortaya çıkan melodi tek kelimeyle harikaydı ve şarkımın temasına uygundu. Hüzünlü, bir o kadar da güçlüydü. Demir’in yarattığı bu melodi denizinin içinde kaybolurken bana “Başla,” demesiyle kendime geldim.

Bu daha girişin melodisiyse… şarkının geri kalanı ne kadar muhteşem olabilirdi?

“Ama, ama şarkım daha bitmedi. Yarısını yazdım ve ben hiç…” demeye çalıştığım anda, Demir kucağımda açık duran deftere baktı ve şarkıya başladı.

“I can hold my breath,” dedi ve bana baktı. Şarkıya katılmamı istediğini söyleyen gözlerle bana baktı.

Tamamen doğaçlama yaparak şarkıya yazmış olduğum sözlerle devam ederken, Demir piyanoya odaklandı ve çalarken sadece beni dinledi. Söylemedi.

Şarkıyı söylerken nasıl oldu bilmiyordum ama bir anda ben de şarkıya katkı sağladım ve çok güzel oldu. Her şeyiyle.

Sözlerin yazdığım kadarını söyledikten sonra durdum. Demir bana baktı ve “Devam et,” dedi. Bir yandan da çalmaya devam ediyordu. Gözlerimi kapattım ve Demir’in bestesi bana ilham kaynağı oldu. Hiç aklıma gelmemiş olan, fakat sonrasında “bunlar benim nasıl aklıma gelmemiş de devamına yazmamışım” dediğim sözleri söyledim ve şarkıyı tamamladık.

Şarkı bittiğinde gözlerimi hâlâ açmamıştım.

Açmak istemiyordum.

Yanağımdan süzülen bir damla gözyaşının ne için olduğunu biliyordum. Şarkı inanılmaz derecede duyguluydu, onun üstümde etkisi vardı fakat sadece o da değildi.

Bu anı hayatımda bir daha kaç kere yaşayabilecektim?

Bir saniye daha uzun sürmesi için ne yapabilirdim? Neden ısrarla sanki gözümü açarsam kaybolacakmış, bir rüya olduğu yüzüme vurulacakmış gibi hissediyordum?

“Güneş,”

Demir’in elini belimde hissettiğim anda dudaklarım aralandı. Ona döndüm ve gözlerimi açtım.

Birbirimize bakıyorduk ve çok yakındık.

“Sözler iyi değil mi, aptalca veya saçma değil, değil mi?” diye sorduğumda, Demir belimdeki koluyla beni kendine çekti, diğer kolunu da havaya kaldırıp bana gösterdi.

“Sen şaka mı yapıyorsun? Tüylerim diken diken oldu,” dedi. Ardından yanağıma dokundu. Gözyaşının indiğini hissettiğim yolda parmağını gezdirdi.

“… Ama sadece sözler de değil. Senin sesin… Çok güzel,” dedi. Tam ona, yaptığı bestenin ne kadar muhteşem olduğundan bahsedecekken, o önce davrandı ve bana “Neden üniversite için bir sanat okulu düşünmüyorsun?” diye sordu.

Harika bir soruydu.

“Okullar hakkında konuşurken buna dikkat ettiğini düşünmemiştim,” dediğimde, bana “Güneş ben her ne kadar söylenenler hakkında pek yorum yapmasam da seni dinliyorum. Her şeyini dinliyorum, sadece gerekli olmadığı sürece bir konu üstünde çok fazla durmak bana anlamsız geliyor,” dedi.

Tam o sırada kapı açıldı ve öpüşen bir çift, müzik sınıfına daldı. Uzun siyah saçları gördüğüm anda Helin’i ve ardından da Doğukan’ı tanıdım. Demir’e baktım. Demir de bana baktı ve güldü.

Helin’le Doğukan’ın bizim varlığımızdan haberi yoktu. Demir bir anda piyanonun kalın ses veren tuşlarına basınca Helin, Doğukan’ı ittiği gibi çığlık attı.

Demir’le birlikte gülmeye başladığımızda Doğukan Demir’e baktı ve “Ayıp olmuyor mu?” diye gülerek seslendi.

Helin, benim güldüğümü göünce şaşkınlığını bırakıp gülümsemeye başladı ve ardından Doğukan’a dönüp “Yerimizi çalmışlar,” dedi.

Doğukan’la beraber piyanonun ve bizim yanımıza geldiler. Helin’le yine göz göze geldiğimiz ilk anda durduk. Helin “Ama sen buradaysan?” der demez, ben de “Esma yalnız mı?” diye sordum ve ardından hemen ayağa kalktım.

Doğukan bana dönüp “Ya onlar Burak’la neden ayrıldılar gerçekten?” diye sordu.

“Esma, Burak’tan sıkıldığını söyledi,” diyerek cevap verdim.

Demir piyanoyu kapatıp defterini eline aldığında “Tabii sıkılır, bunlar on yıldır çıkmıyor mu?” diye sordu.

Helin “On yıl değil de…” derken, benim Demir’e attığım bakışları yakaladı ve ardından Doğukan’a “Büyük kavga çıkacak,” diye fısıldadı.

Üçü de beni izlerken ben hâlâ Demir’e bakıyordum. “Demek on yıl çıkınca insanlar sıkılır, öyle mi Demir Bey?” diyerek şakasına da olsa kız tribi atmaya başladığımda, Demir “Ya sen ne demek istediğimi anladın işte,” dedi.

“Yoo hiç de anlamadım. Siz anladınız mı?” diye Helinlere sordum. İkisi de hayır anlamında gülerek başlarını sallıyorlardı.

Demir “İşte bu yüzden şu ana kadar hiç sevgili olayına girmedim,” dedi ve ardından bana yaklaştı.

“Otobüste yanıma oturmak istediğin zaman görüşürüz sarışın,” dedi ve ardından müzik sınıfından çıktı. 

error: Bu içerik koruma altındadır.