Karanlık Lise 2 – Bölüm 30


Burak’ın sesiyle uyandım.

“Hayır ama hepsini bir anda nasıl yürütebilir?”

Helin “Bilmiyorum ama belki de tek bir kişi değildir,” dedi.

Ateş “Bir çete gibi mi yani?” dediğinde, Savaş kardeşine cevap verdi. “Evet. Üç-dört kişi birleşmiş olabilirler. Böyle büyük bir işi organize etmek büyük uğraş gerektirir.”

Hâlâ gözlerimi açmamıştım. Sadece söylenenleri dinliyordum.

“Ne olursa olsun. Sadece polise bırakamayız. Biz de düşünmeliyiz. Kimsenin Güneş’e dokunmasına izin vermeyeceğim,” diyen Demir’in sesini duyduğumda, gözlerimi açtım. Bana sarılan kollar onun kollarıydı.

Pozisyonumu bozmadan ellerimi onun ellerinin üstüne koydum ve tuttum. Demir de bana karşılık verdi.

“Üşümüşsün,” dedi. Söylediğine aldırmadan “Rüya gördüm,” dedim. İçimdeki mutluluğu anlayabilmesini diledim. “Ne kadar zamandır rüya görmediğimi, böyle uyumadığımı bilemezsin,” dedim ve ben uyanmadan önce devam eden konuşmaya katılabilmek için onlara doğru döndüm.

Esma yine uyuyordu.

Helin “Günaydın güzellik. Yaklaşık yarım saatimiz falan kaldı. Yarım saat sonra, yanımdaki diğer uyuyan güzeli uyandıracağım; ardından kalacağımız kulübeye kadar bavullarımızı taşıyacak güçlü ve sıcak kollar aramaya çıkacağız,” dedi.

Helin’in bu söylediğine karşılık Doğukan’ın tepkisini görmek için baktığımda, Doğukan durdu ve sadece ardından “Akşam hatırlatırım,” dedi. Ardından bir zafer gülümsemesiyle arkasına yaslandı.

Helin önce kızardı, ardından Doğukan’a gülümsedi ve sonra bana döndü.

“Biz üçümüz mü kalacağız?” diye sorduğumda, Esma gözleri kapalı bir şekilde “Hayır. O isimleri yazdırmak sadece formaliteydi. Gece herkes odasını değiştirir. Nasılsa Atagül Lisesi’nin öğretmenleri gece karşılaşabilecekleri şeyleri görmek istemedikleri için akşam devriyesi yapmıyorlar,” dedi.

Helin, Esma’ya döndü ve “Sen ne zamandır uyanıksın?” diye sordu.

Esma gözlerini açtı ve bir ön koltuğa geçmiş olan Burak’a bakarak “Burak’ın buraya geldiğini gördüğümde uyumayı denedim ama bir yandan da konuşmayı dinlemem gerekiyordu,” dedi. Ardından “Hem senin burada ne işin var ki? Önde Alperen’le oturmuyor muydun?” diye sordu.

Burak “Esma, ikimiz arasında olanları bir kenara koy lütfen. Güneş benim de arkadaşım ve onun hayatı söz konusu,” dedi.

Burak’ın söyledikleri karşısında, Esma gözlerini devirdi ve ardından konuşma kaldığı yerden devam etti.

Savaş “Tamam. Şimdi her şeyi tek tek baştan konuşalım. İlk olarak hangisi öldürüldü?” diye sordu.

Demir eğer bu soruyu yanıtlarsa, konuşmanın beni rahatlatmak yerine canımı yakacağını bildiğim için “Sanırım tek tek incelemeye gerek yok. Bir sürü kız öldürüldü ve buradan konuşmaya devam edebiliriz,” dedim.

Demir bana baktı ve göz kırptı. Kulağıma eğilip “Kıskanma,” diye fısıldadı. Ardından tekrar konuşmaya katılıp “Gökhan Erkan öldürüldü,” dedi.

Burak “Babana neden “baba” demiyorsun?” diye sorduğunda, Demir “Uzun hikâye. Evet, sonrasında…” diyerek konuşmayı devam ettirmeye çalıştı ve Doğukan, onun sözünü kesti. “Sonrasında biz rehin alındık ve Güneş neredeyse ölüyordu,” dedi.

Esma “O gün hakkındaki detayları anlatsanıza. Polise anlatmadığınız ama bize söyleyebileceğiniz şeyler oldu mu? Yardımcı olabilir,” dedi.

Burak “Arda’yı arayıp hoparlöre alabilirim?” diye önerdiğinde, ben tam “Evet!” derken, Demir ise “Hayır,” dedi. Demir’e dönüp baktım.

“Şu an ihtiyaç yok,” diye karşılık verdi.

Burak “Ama o da sizinle oradaydı ve hatta polislere haber veren de oydu,” derken, bu sefer söz kesen kişi Demir oldu.

“Şu an Arda’ya gerek yok,” dedi kesin ve sert vurgularla. Burak eğer bir cevap daha verirse olayın büyüyebileceğini anladığı anda telefonunu kaldırdı.

Cansu ortamda oluşan gerginliği almak için arkadan “Şöyle söyleyeyim, Güneş, Demir’le ilgili bizi aradı. Daha sonra Ateş’e sordu fakat Ateş de ben de Demir’le konuşmamıştık. Eğer bir şey duyarsak ona haber vereceğimizi söyledik ve konuşma bitti. Ardından tam olarak nereye gittin veya kimle konuştun bilmiyorum,” dedi bana bakarak.

Demir “Bana gelen telefonda o depoya gitmem gerektiğini ve babamın da orada olduğunu söylüyorlardı. Bunun üstüne Güneş’e eve gitmesini söyledim ve ardından depoya doğru yola çıktım,” dedi.

Savaş “Demir, abi sen cidden o gün aptalca davranmışsın. Polisi aramamanı anlarım ama ya biz? Bizi neden çağırmadın?” diye sorduğunda Demir “Ne yapacaktım Savaş? Senin sevgilinle takılırken telefonuna bakmadığını hepimiz biliyoruz. Artık ne kadar konsantre oluyorsan… Her ne boksa işte. O gün iyi düşünemedim belki de,” dedi ve arkasına yaslandı.

Demir, sanırım hayatında ilk defa bir konuda haksız olduğunu kabullenmişti. Aslında şu ana kadar bir konuda haksız çıktığı görülmemişti fakat bu konuda kendini bilmesi güzel bir şeydi.

Keşke etrafımızdakiler de Demir’in bu davranışı karşısındaki şaşkınlıklarını benim kadar iyi gizleyebilselerdi.

Birkaç saniyeliğine sessiz kalan ortam, Demir’i rahatsız edecekti. Bunu bildiğim için hemen konuya devam ettim.

“Depodayken beni Demir’in annesiyle bir odaya kilitlediler ve ardından Arda geldi. Bizi çıkardı,” dedim.

Demir “Evet, Güneş. Çıkardığı gibi gitmeliydin de. O sarışın, gözlüklü çocuk hayatında ilk defa bir şeyi doğru yapıyordu; onu da tam beceremedi,” dedi.

“Bunun Arda’yla alakası yok. Ben kendim geri döndüm.”

Demir “Güneş. Bak beni iyi dinle. Bana orada ne yaparlarsa yapsınlar, öldürseler bile… Geri dönmeyeceksin. Benim için geri dönmeyeceksin. Beni anladın mı? Arkana bile bakmayacaksın. O Arda denen herifin bunu sağlaması gerekirdi,” dediğinde, Burak “Demir, senin Arda ile alıp veremediğin ne?” diye sordu.

Doğukan arkadan “Burak, sen de onun avukatı gibi davranma. Arda ile kendileri halletsinler. Bize bir şey düşmez,” dedi.

Burak “Peki. Karışmıyorum,” diye karşılık verdi.

Ateş “Tamam, siz oradan çıktınız. Daha sonra oradaki adamlara ne oldu?” diye sorduğunda, Helin “Bizim bildiğimiz hikâye işte. Güneş söylemişti. Kaçabilenler kaçmış ama bir-iki tane yakalayabildikleri olmuş,” dedi ve devam etmem için bana baktı.

“Aynen öyle. Yakalayabildikleri adamlar paralı adamlarmış. Yani bir kişi veya işte sizin de başta söylediğiniz gibi kişiler tarafından tutulmuşlar,” dedim.

Esma merakla “Kimin tarafından tutulduklarını polis bir şekilde öğrenemedi mi yani?” diye sorduğunda, Demir “Hayır. Onlar da kim tarafından tutulduklarını bilmiyorlarmış. Sadece bir rumuz ve görev talimatları ile para akışı sağlanmış, o kadar,” diye cevap verdi.

Burak “Bu kadar olay yaşadınız ama elimizdekiler neredeyse sıfır! Hayret bir şey, üzülüyorum,” dedi.

Savaş “Demir, baban öldürüldüğünde duyulan ses kaydı meselesi neydi?” diye sorduğunda, ben yanıtlamak istedim. Demir’in babası ve o gördüğümüz sahneden kaçmak istediğini anlamam zor olmamıştı.

“Başta pek anlaşılmıyordu ses kaydı, fakat yakındayken duyabildiğim kelimeler “Bu burada bitmedi Erkan.” şeklindeydi,” dedim.

Doğukan “Zaten ara ara o tekrar ediliyordu. Başka bir şey denmedi,” dedi.

Cansu “Doğukan, peki senin bir tahminin var mı? Kim yapıyor olabilir? Tek tek kızları, hatta bizi avlayan kim olabilir ve bunu neden yapıyor?” diye sorduğunda, Helin “Ya sen neden her şeye atlıyorsun?” diye Cansu’ya çıkıştı. O sırada otobüs durdu ve Ayhan Hoca “Bavullarınızı alıp Esma’daki listeye göre kulübelerinize geçebilirsiniz,” diye mikrofonla anons yaptı.

Cansu “Ne demek her şeye atlıyorsun?” diye sorarken, tüm otobüs ayağa kalkıp toplanmaya başlamıştı. Demir kulağıma eğilip “Ben bavulları alıyorum,” dedi ve ardından otobüsten aşağı inmekte olan kalabalığa karıştı.

Helin “Basbayağı her bir boka atlıyorsun Cansu. Özellikle şu son yarım saatte, bir anda en yakın arkadaşımız haline geldin. Neyin kafasındasın?” dediğinde, Ateş, Cansu’nun koluna dokundu ve “Hadi gel, biz aşağı inelim,” dedi. Cansu, Ateş’in elini kendi üstünden yavaşça indirdi ve Helin’e “Bilmem farkında mısın ama sadece yardımcı olmaya çalışıyorum Helin,” dedi. Sesini sakin tutmaya çalıştığını, yani çabasını belli etmek istiyordu. Başarıyordu da.

Helin “Hayır hâlâ ilgi çekmek istiyorsun. Hayatın hep ilgi çekmek üzerine kurulu. Herkes duracak ve sen yürüyeceksin, herkes susacak ve sen konuşacaksın. Yalan mı?” dediğinde, otobüsün içinde çok az kişi kaldığını fark ettim. Demirlerin tayfasındakiler bile çoktan inmişlerdi. Bir tek bizden kalanlar ve okulun en popüler kızları olan Cansu ve Helin’in kavgasını izlemeye merak salan bir-iki kişi vardı.

Cansu “Helin, ben sadece yardım etmeye çalışıyorum. Hem Güneş’e hem de kendime…” dediğinde, Helin, ona bir adım yaklaştı.

“Niye seninle konuşuyorum ki ben? Ha? Neden? Herkesin hayatını boka çeviren ve bundan zevk alan sürtük sen değil misin? Geçen sene şu kıza yapmadığın kalmadı ya… Yapmadığın kalmadı! Ama o çıtını bile çıkarmadı.” derken beni gösteriyordu. “Güneş çıtını çıkarmadı ama sen ne yaptın? Müzikalde çıkacaktı, hemen repertuarı karşı okula sattın. Ankara’ya mı gidiyoruz, kızın üstüne bir şeyler döktün ve onu bırakıp gitmemizi sağladın,” derken Cansu sadece Helin’i dinliyordu, tıpkı bizim gibi.

“Bunları da geçtim. Bunlar yine ufak şeyler. Sen Güneş’in bu siktiğimin Atagül Lisesi’ne neden düştüğünü öğrendin ve aynı şekilde, dolabına sınav kâğıtlarını koyarak tekrar başını belaya sokmak istedin Cansu! Kaşarsın, herkesle yatıyorsun, hamileyken sadece onu elde etmek istediğin için bebeğin Demir’den olduğunu iddia ediyorsun ama bu kadar da fırsatçı olamazsın!” dediğinde, Cansu tek kelime etmeden Helin’in yanından, koridordan hızlıca geçti ve otobüsten indi. Ateş, Helin’e dönüp “Harika performanstı. Kutluyorum,” dedi ve Cansu’nun arkasından otobüsten indi.

Esma “Bu biraz ağır olmadı mı?” diye sorduğunda, Helin “Az bile! Abi, haksız mıyım? Bu kız değil miydi eski okulundaki her bir öğretmenle yatan? Öğrencilerle de değil, öğretmenlerle! Bize yaptıklarının karşısında bu dediklerim bir hiç,” derken, Helin’in sözünü kestim ve “Doğruluğunu bilmediğimiz şeyler hakkında yorum yapmayalım, hem de Ateş’in yanında,” dedim.

Doğukan “Ama gerçekten Cansu’nun hikâyesi böyle değil mi?” diye sorduğunda “Bilmiyorum,” dedim. “Olabilir de, olmayabilir de. Onu tanımıyoruz.”

Helin “Nasıl tanımıyoruz? Cansu’yu o kadar iyi tanıyorum, ki Esma’nın durumunu bir saat geçmeden tüm okul biliyor olacak,” dediği anda durdu.

Burak “Esma’nın durumu?” diye sorduğunda, Helin bana baktı.

Hiç düşünmeden Burak’a “Uykusuzluk. O yüzden sürekli uykulu geziyor şu sıralar,” dedim.

Savaş “O da bir şey mi? Bir keresinde birlikte olduğum bir kızın,” derken, Esma “Savaş! Duymak istemiyoruz,” dedi ve onu durdurdu. Savaş “Özür dilerim. Susuyorum,” diyerek cevap verdi ve ardından otobüsten indi. Burak da onu takip etti.

Otobüste bir tek biz kaldığımızda, Helin, Esma’ya baktı ve özür diledi. Esma ona sarıldı ve son anda kurtardığımızı söyledi. Helin, Cansu’nun etkisinden kurtulup sakinleştiğinde otobüsten indik.

Bu gezi epey hareketli olacaktı. Üstelik Demir’in doğum günü de yarındı.

error: Bu içerik koruma altındadır.