Karanlık Lise 2 – Bölüm 32


Kulübelerin oraya döndüğümüzde Cansu’yu bizimkine davet ettim. Helin’le tekrar laf yarışına girmektense ölmeyi tercih ettiğini söyledi.

Sanırım bizim peşimizde olan bir seri katil varken böyle bir şey söylememesi gerekiyordu ama ona karşılık vermedim.

“Ateş’le bir sorun mu var?” diye sorduğumda, bana “Demek sen kulübeden çıktığımı görüp yanıma geldin. Anladım. Hayır, yok. Aslında bu daha da garip. Şu ana kadarki tüm ilişkilerim çıkar amaçlıydı. Karşı taraf zevk alırdı, ben zevk alırdım ve bu kadardı. Ama bu nedense biraz daha farklı,” dedi.

Farkında olmadan onu bizimkine, on birinci kulübeye yönlendiriyordum. Cansu hem bana anlattıklarıyla kendini ilk defa birine açmıştı, değişik hissediyordu ve yanında birilerine ihtiyacı vardı. Hem de Helin’le barışıp bizimle vakit geçirmesini istiyordum.

“İyi anlamda farklı mı kötü anlamda farklı mı?” diye sordum Cansu’ya.

“İyi, yani sanırım. Ne bileyim, ilk defa bir erkek benimle hemen yatmak istemedi ve o tür şeyleri bana bıraktığını söyledi,” dedi.

“Seçimlerine ve düşüncelerine önem veriyor. Tabii ki iyi bir farklılık Cansu. Senin adına çok sevindim,” dedim.

Kulübemizin önünde durduğumuzda ona “Esma sorun çıkarmaz ama Helin’in tepkilerine hazır ol,” dedim. Cansu “Tamam. Nasılsa kızın söylediklerinde haklılık payı da var. Kabul ediyorum,” dedi ve kendini hazırladı.

Helin, Esma, Cansu ve ben o gece birlikte kaldık. Ateş bir ara Cansu’yu merak edip bizim kulübeye gelmişti. Cansu bizimle takılacağını söylediğinde ise o da Savaşlarla geçirmişti akşamı.

Helin en başta yine öfkesini gösterdi ve Cansu ne zaman çıkıp gidecek diye bekledim. Ama olmadı. Tanıdığım Cansu geri geldi ve kendini dinletmeyi başardı. Cansu’nun kendi hayatı hakkında anlattıklarını başka kimseyle paylaşmayacağını sanıyordum. Bana da “Birinden duyarsam seni mahvederim,” demişti. Ama tahmin ettiğim gibi olmadı. Kendini onlara da anlattı. Seçtiği kelimeler farklıydı ve tüm hikâyesinin bu kadar olduğunu hiç sanmıyordum. Gerisi de vardı, ama kurcalamadım. Atagül Lisesi unutulmak istenen geçmişlerle doluydu ve Cansu ne kadar paylaşmak istiyorsa bizimle o kadarını paylaşacaktı. Anlayışla karşıladık.

Esma zaten önyargısızdı ve o da başta Helin’in ağır gittiğini düşünüyordu. Bu yüzden Esma açısından Cansu’nun bizimle arkadaşlık kurmasında bir problem yoktu. Ama Helin için aynı şey biraz zaman gerektirecekti.

Cansu, gece beni yalnız yakalayıp yanıma geldi.

“Teşekkür ederim,” dedi ve bana sarıldı.

Ardından “Masal’la yılın başından beri görüşmüyorum ben. Ateş beni değiştirdi ve şimdi gerektiğinde arkamda olacak gerçek dostları aramaya başladım. Çok, çok teşekkür ederim,” diye ekledi.

Bugün çok şey öğrenmiştim. Helin ve Esma da öyle. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Cansu yaşadıklarının kulaktan kulağa yayıldığı gibi kalmasına izin vermişti çünkü âşık olarak düştüğü durumların bilinmesini istememişti. İnsanlara doğruları sadece güçlü görünebilmek için anlatmamıştı.

Sırf âşık olduğu için kendini zayıf hissetmişti. Sevmenin zayıflık olduğunu düşünmüştü.

Bu bana birini hatırlatmıştı.

Sabah uyandığımızda kar yağıyordu. Kızlarla kahvaltı yaparken Cansu da bizimleydi. Yeni korumam gelip bir sorun olup olmadığını sorduğunda, tek dileğim bir an önce Demir’i görebilmekti ama bir yandan da Esma’nın yalnız kalmasını istemiyordum.

Dışarı çıkacağımı bildiğim için şimdiden giyinmek istemiştim. İç çamaşırı olarak Demir’in bana geçen sene okulun ilk günlerinde aldığı siyah ve kırmızı renklerden oluşan dantelleri olan sütyeni giydim. Külodumu da ona uygun siyah ve düz seçmiştim. Demir, benimle biyoloji ödevi yaparken yan yana görüleceğini ve yanında görülen kızın benim gibi rezil giyinmemesi gerektiğini söylemişti ve böylece alışverişe çıkmıştık. Onunla ilk defa o gün tam anlamıyla iletişim kurmuştum. Tabii, iletişim kurmuştuk ama gecenin sonunda beni arabadan attığında neredeyse çok kötü şeyler yaşanacaktı.

Bu sütyeni bir kere bile giymemiştim ama bugün özel bir gündü ve onun hoşuna gideceğini düşünüyordum, akşamki doğum günü hediyesini göz önünde bulundurursak Ama her şeyden önce bana bunu aldığını hatırlaması gerekiyordu, ki Demir çok detay hatırlayan biri değildi. Hatırlaması hoş olurdu tabi ama beklentimi en alt seviyede tutacaktım. Önce kalın ve yünlü külotlu çorabımı giydim, üstüne de kalın siyah taytımı. Uzun çizmelerimi de giyince artık üşümüyordum. Üstüme önce kısa kollu tişörtümü, ardından da kalın ve bol beyaz kazağımı giydim. Bu kazakla ve giyeceğim montla üşümeyeceğimi umuyordum. Aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Ben bunu yaparken, Esma saçımı örmek istediğini söylemişti. Aslında her seferinde bunu yapmasına izin verirdim çünkü Esma tam bir saç örgüleri ustasıydı. Ama bu sefer istemedim çünkü hava soğuktu ve biraz saçma gelse de saçlarımın açıkken beni sıcak tuttuğuna inanıyordum. Ayrıca, Demir ellerini saçlarımın arasında gezdirmeyi seviyordu. Belki bundan dolayı da ördürmek istememiş olabilirdim. Belki biraz, belki azıcık, belki…

Tamam tamam. Asıl neden buydu.

Cansu kahvaltıdan sonra kendi kulübesine gitti. Konuyu açan Esma oldu:

“Bugün Demir’in doğum günü mü acaba?” dedi imalı bir sesle.

Helin “Hm, Sanırım öyleydi öyleydi,” dedi sırıtarak.

“Tamam! Evet, bu akşam onunla kalacağım,” dedim yüzümün kızardığından emin olarak.

İkisi de aynı anda “Oooooooo!!” dediği zaman, soru yağmuruna hazırlandım.

“Ağda yaptırdın mı?”

“Hazır mısın?”

“Tam olarak nasıl bir şeyler planlıyorsun?

“Ne giyeceksin?”

“Daha doğrusu ne giymeyeceksin?” dediler sonra kahkaha atarak.

“Size de iyi eğlence çıktı,” dedim gülerek.

Esma “Ne yani hakkımız değil mi? Aynı şeyi bende de yapmıştınız, tabii bende işler istediğimiz gibi gitmedi hoş ama şimdi eğlenme sırası bende,” dedi.

Burak’ın adı geçince sesinin tonu değişmişti. Helin hemen konuşmayı eski haline getirebilmek için “Güneş, kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

Açıkçası uyandığımdan beri bu konu hakkında düşünmek istemiyordum.

“Kafamda ne kadar kurarsam o kadar berbat olacakmış gibi bir his var içimde,” dediğim anda, Esma “Öyle düşünme. Akışına bırak ve içinden geldiği gibi davran, vazgeçmek istersen de istediğin noktada vazgeçebilirsin. Oraya gitmiş olsan dahi,” dedi.

“Aslında sana her dokunduğunda, sanki ilk defaymış gibi hissettirmeli aşk,” dedim gözlerimi pencereden, yağan kardan ayırmadan. “Farklı, yeni bir kişi olmasına gerek yok. O yüzden çok da büyük bir olay olduğunu düşünmüyorum ilk kez seks yapmanın.”

Esma “Bence de. Her seferinde tekrar nefesini kesmeli,” diye beni destekledi. Yanan şömineye bakarken Burak’tan başkasını düşünmediğinden emindim.

Helin elimi tuttu. “Umarım her şey hayal ettiğin gibi olur güzelim, olmazsa da yıllarca hep birlikte gır gır geçer ve gülerek hatırlarız,” dedi gülümseyerek.

“Tamam, şimdi söyle. Ne giyeceksin?”

Yarım saat boyunca kurtulamadığım kız muhabbetinden sonra, en kalın olan beyaz montumu, şapkamı ve eldivenlerimi takıp dışarı çıkmadan önce aynaya baktım.

Helin “Bugün sen de amma bakındın kızım. Güzelsin işte, makyaj bile yapmıyorsun ki! Neyi kontrol ediyorsun?” diye söylendiğinde Esma “Bırak da kız baksın, nasılsa,” dedi ve gülümsedi “Kendini akşama hazırlıyor.” Böylece en yakın arkadaşım olarak kayda geçirdiğim bu iki kız beni tekrar utandırmayı başardı.

Arkamdan kulübenin kapısını kapattım.

“Oradan hiç çıkmayacaksın sanmıştım.”

Demir’in tam kapının yanında, sırtını duvara yaslamış bir şekilde sigara içtiğini gördüm. Siyah pantolonu farklıydı. İlk defa görüyordum, sanırım daha kalındı.

“Beni korkuttun,” dedim soğuktan hafifçe kızarmış olan burnuna bakarak. Demir aynen benim gibi beyaz tenliydi.

“Amacım bu değildi. Hadi, gidelim,” dedi ve kulübenin basamaklarından inip yürümeye başladı. Ben de onu takip ettim.

Siyah botlarının yoldaki kar üzerinde bıraktığı izler, benim çizmelerimin bıraktıklarının iki katı gibiydi. Fermuarımı çektiğimde onun üstündeki deri ceketine baktım. Aralık ayında Uludağ’daydık ama yine de bu çocuk donmuyordu.

“Ama dur. Öncelikle, doğum günün kutlu olsun Uludağ’da kar yağarken bile siyah deri ceketinden vazgeçmeyen egoist çocuk,” dedim ve onu yanağından öptüm.

Durdu ve ardından “Bu kadar mıydı yani?” diye sordu.

“Ne bu kadar mıydı?”

“Gel buraya sarı,” dedi, elindeki sigarayı yere attı ve beni belimden kendine çekti. Dudaklarımdan öpmeye başladı. Beni öperken bir eli hâlâ belimdeydi. Öbür eliyle önüme düşen saçlarımı çekti, omzumdan geriye doğru attı ve boynumu açıkta bıraktı.

Elini, az önce saçlarımı çekmiş olduğu yanağımla boynumun arasına koyup okşamaya başladı.

Öpüşüne karşılık vermeye başlamamla beraber, yanağımı okşadığı eli boynumun arkasına doğru kaydı ve başımı biraz daha kendine çekti.

Lanet olası boy farkı.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında hâlâ yakın dururken birbirimize baktık. Aramızdaki çekim, göz ardı edilemeyecek kadar somuttu. Bunu vücudumun her yerinde hissedebiliyordum.

“Bana dudaklarınla ve nefesinle işkence çektiriyorsun,” dedi alnını alnıma dayamışken.

Biliyorum Demir, biliyorum ve bu gece o işkence sona erecek.

“Ne kadar zamandır beni bekliyordun?” diye sorduğumda, bana “İki sigara,” diye cevap verdi. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama onunla yürümeye devam ediyordum.

Kulübelerin yolunda ilerlerken, Cansu ve Ateş’inkinden yüksek bir müzik sesi geliyordu.

“Birileri eğleniyor,” dedim gülümseyerek.

Demir “Kulübelerin kapılarının ne kadar çok ses geçirdiğini bilsen, sen de duyulmamak için müzik açardın. Bu gece hangi şarkıyı açalım istersin?” diye sorup bana baktığında, yürümeyi kestim ve gözlerimi kapattım.

Utancımdan yerin dibine girmek istemiştim. Demek kızlarla olan tüm konuşmayı duymuştu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gözlerimi açtım.

“Utanma,” dedi. Karşıma geçmişti.

Hâlâ dudaklarımı birbirine bastırmaya devam ediyordum ve bir yandan da gülümsüyordum.

“Kar taneleri saçlarında ve kirpiklerinde güzel görünüyor,” dedi bana yaklaşarak.

“Demir, sırf utancım geçsin diye bana iltifat ettiğine inanamıyorum,” dedim.

“Güneş sanki anlamamıştım. İlla ses geçiren kulübelerden duymam gerekmiyordu,” dedi, elini omzuma atıp beni tekrar yürütmeye başladığında. “Ayrıca öyle bir beklentim yok. Seninle lobideki piyanoda iki, belki üç şarkı çalmak bile çok çok güzel bir doğum günü hediyesi olur benim için. Fazlasında değilim.”

Bir an önce konuyu değiştirmek istiyordum:

“Nereye gidiyoruz?”

Kulübelerin yolu bitince sağa döndük ve bizim okuldan pek çok kişinin, bizim çıktığımız yokuşu çıktığını gördüm.

“Evet, sana sormadım ama umarım yükseklik korkun yoktur Güneş,” dedi ve başka bir açıklama yapmadı.

Teleferik hareket etmeye başladığında dışarıyı, tüm zemini kaplayan beyazlığı izliyordum. Şaşkınlıkla Demir’e dönüp “Altı kişilik teleferiği o kadar sıra varken sadece ikimize ayarladığına inanamıyorum,” dedim. “İnsanların görmemesi ve duymaması gereken şeyler var,” diye cevapladığında şaşkındım.

“Ne gibi şeyler?”

“Senin gülüşün, kahkahan,” dedi bana bakarken.

Gülümsedim.

“İşte tam da bundan bahsediyorum,” dedi

Helin’in Ağzından

“İçim hâlâ rahat değil.”

“Rahat ol, Esma aklı başında bir kız. Kendini idare edebilir,” dedi Doğukan. Beni rahatlatmaya çalışıyordu.

“Biliyorum, ama Cansu ve Ateş’le yürüyüşe çıkmış olması fikri hoşuma gitmiyor,” dedim.

Doğukan “Helin, güzelim azıcık sakin ol. Bak ne güzel tatildeyiz. Kar yağıyor, birlikteyiz, mezun olacağız, iyi vakit geçiriyoruz,”

“Acaba bir tane koruma da Esma’ya mı tutsak?”

“Helin beni bir dinler misin? Neyse, şimdi sağa mı dönelim sola mı?” diye sorduğunda çığlık attım.

“Doğukan, o bir kedi miydi?” diye sordum ağaçların arasını göstererek.

“Hayır Helin, o bir ayıydı, görmedin mi?” diye benimle dalga geçti.

“Saçmalama. Arda’nın yerini çalamazsın,” dedim gülümseyerek. Ama hâlâ gözlerimle ağaçların orada gördüğüm ama ne olduğunu anlayamadığım hayvanı bulmaya çalışıyordum.

Kayak merkezinde Savaş, Burak, Alperen, Umut ve çetedeki diğer iki kızla karşılaştık. Bir ara Doğukan bizim kayak takımlarını almaya gittiğinde Burak’ı sorguya çektim.

“Nasılsın?” diye sordum. O sırada yanımızdan geçen üç kişilik bir grup aralarında “Teleferiği kapattırmış adam,” diye konuşuyorlardı.

“Hangisi?”

“Demir Erkan tabii,”

Benim yanımdan geçerlerken sustular.

İşte bu gücü sevmeye başlamıştım.

Burak derin bir nefes alıp verdi. “Sosyal aktiviteler, hazırlanacak kahveler, izlenecek diziler… Çok meşgulüm anlayacağın,” dedi saçmalayarak.

“O gece tam olarak ne oldu? Doğukanların rehin alındığı gece Esma ile aranızda ne geçti?” diye sordum.

“Hiçbir şey,” dedi Burak gözlerini benden kaçırarak.

“Lütfen Burak, parçaları birleştirmeye çalışıyorum,” dediğimde tekrar bana baktı.

“Bilmiyorum Helin, her şey…”

“Her şey ne?”

“… Her şey çok iyi gidiyordu. Biliyorsun, yıllardır birlikteydik ve sonunda sevişecektik. Bu kararı ben bile almadım. Esma gelip bana kendisi istediğini söylemişti! Sana yemin ederim hiçbir şekilde ona baskı falan yapma…” derken Burak’ın sözünü kestim. “Tamam tamam! Burak seni tanıyorum, yani boş laf yapmayı kesebilirsin. Birbiriniz için yaratıldığınızı biliyoruz ve en ayrılmayacak çift sizdiniz. Ne oldu, lütfen anlatır mısın?” diye tekrar sorumu vurguladım.

“Ne olduğunu bilmiyorum ama bana ertesi gün gelip ilişkiyi bitirmek istediğini söyledi. Önceki gece kötü bir şey mi dedim, ters bir şey mi yaptım? Hayır Helin. Bunu defalarca düşündüm. Ben Esma’yı üzmek için hiçbir şey yapmam. Asla. O benim her şeyim, anlıyor musun? Biz çıkarken böyleydi, ayrıldık ama şimdi de böyle. Asla ondan vazgeçmeyeceğim. Onu geri kazanmak için her şeyi yapacağım.”

Bunları ne kadar içten söylediğini hissetmiştim.

“Ama o seni istemiyor Burak,” dedim. Vereceği cevabı bekliyordum.

“İstiyor. Beni seviyor. Ben ona âşığım Helin. Her zaman öyleydim. Tam da en mutlu olmamız gereken gecede bir anda kendinden geçti, bayıldı ve ardından ayılınca…”

“Bir dakika bir dakika. Bayıldı derken?” diye sordum. “Yine mi?”

“Ne yani, size anlatmadı mı?” diye sordu Burak şaşırarak. “Yani, anlattı tabii. Ama tam detaylı olarak söylememişti. Devam et, ben seni dinliyorum,” dedim Burak’a çaktırmadan.

Esma o gece Burak’la birlikteyken bayıldığından bahsetmemişti. Eğer ben şimdi Burak’a Esma’nın bize hiçbir şey anlatmadığını söylersem, Burak “Esma’nın bir bildiği vardır, onun kararlarına saygı duyuyorum. Anlatmak istemiyorsa anlatmamıştır,” diye düşünüp anlatmayı anında kesebilirdi. Burak o kadar düşünceli ve saf bir çocuktu ki. Esma ile birbirlerine göreydiler. Ortaokuldan beri birliktelerdi ve ben o ikisini tanıyana kadar dünyada hiç kimsenin masum olmadığını düşünürdüm.

Burak attığım yemi yuttu ve konuştu. Tabii biraz zor oldu onun için böyle bir konudan konuşmak ama yine de ona elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım.

“Her şey iyi gidiyordu. İşte, nasıl anlatsam ki Helin anlarsın, biz tam öpü…”

“Yiyişiyordunuz…”

“Evet! Yiyişiyorduk. Ardından işte ben Esma’nın, bilirsin…”

“Üstünü çıkardın…”

“Evet. Sonrasında şeye devam etti işte…”

“Yiyişmeye…”

“Aynen. Sonra ben de üstümü çıkardım ve…”

“Çıplaksınız…”

“Evet. Aslında hayır, tam değil yani onun…”

“İç çamaşırları vardı?” diye sorduğumda, Burak “Evet! Onları daha çıkarmamıştı ki bir anda durdu. Başının döndüğünü söyledi. Ona ne yapabileceğimi sorduğumdaysa asla doktor falan çağırmamamı, biraz dinlendikten sonra bir şeyinin kalmayacağını söyledi ve ardından bayıldı,” dedi.

“Nasıl yani? Ciddi ciddi bayıldı ve sen doktor çağırmadın mı?” diye sorduğumda, Burak “Biliyorsun, Bodrum’dayken de birkaç kez güneş çarpmıştı ve yine aynı şey olmuştu. Beş-on dakika sonra kendine geliyordu. Hatırlıyorsun,” dedi.

“Evet, hatırlıyorum ama şu an geçen ayki bir olaydan bahsediyoruz. Kışın ortasında kızı nasıl güneş çarpsın da bayılsın?” diye sorduğumda, Doğukan yanımıza geldi.

Burak sorduğum soruya yanıt verdi: “Bilmiyorum ama bayıldığında onu giydirdim ve güzelce yatağa yatırdım. Üstünü örttüm ve bitki çayı yaptım. O kadar korkuyordum ki. Benim yüzümden başına bir şey geldi diye kendimi suçladım hep. Hâlâ da suçluyorum,” dedi.

Doğukan “Esma o zaman da mı bayıldı? Eee uyandığında ne oldu?” diye sordu merak ederek. Doğukan uzun zaman önce benim arkadaş grubuma dahil olmuştu ve yaz tatili bunu pekiştirmişti. Artık bizimkiler onun yanındayken rahattı, Doğukan da onların yanındayken.

“Ayıldığında bitki çayını içti ve pek konuşmadı. Kendine geldiği zaman bana fazla heyecanlandığını söyledi. Sonra bana ilkokuldayken müsamereden hemen önce heyecandan bayıldığını anlattı ve yine onun gibi bir şey olduğunu söyledi. Ama gerçekten, onunla öpüşürken kalbi fazla hızlı atıyordu. Duyabiliyordum,” dedi Burak.

Sanırım Esma’nın psikolojik durumları ile bu heyecan dalgası bir araya gelince vücudu kendine biraz zaman ayırmak istemişti ve bu yüzden Esma bayılmıştı.

Elimi Burak’ın omzuna koydum. Esma’ya verdiğim sözü hatırladım; kimseye, özellikle Burak’a onun psikolojik durumundan bahsetmeyecektim. Ama en azından Burak’ı az da olsa suçluluk duygusundan arındırabilirdim. Buna ihtiyacı vardı. Üzülüyordu.

“Suçluluk duymana gerek yok Burak. Her kız heyecanlanır,” dedim. Burak’ı rahatlattıktan sonra, Doğukan’ın kendini uzman olarak gördüğü snowboard sporu denemelerine başladık.

“Ben kayak kayacağız sanıyordum!” dedim, Doğukan botlarımı snowboard tahtasına sabitlerken.

“Level atlamamız gerektiğini düşündüm sevgilim,” dedi ve ardından ayağa kalktı.

“İyi de daha atlayacak bir seviyem yok ki!” diye itiraz ederken, Doğukan beni dinlemiyordu.

“O kadar iyi yapacağından şüphem yok ki, çok eğleneceksin. Bana güven.”

Neyse, akşam bir şekilde ondan acısını çıkarırdım. Gülümsedim.

Güneş’in Ağzından

“Bugün bana neden bu kadar iyi davrandığını biliyorum,” dedim, Demir elinde sıcak çikolatayla yanıma gelirken. Keşke bunu söylememiş olsaydım.

“Neden?” diye sorup yanımdaki koltuğa oturdu.

“Biliyorsun, doğum günü hediyeni sonunda alacağın için,” dedim, gözlerimi ondan kaçırarak. Kayak merkezindeki kafede bir şeyler almak için sırada bekleyen insanları izlemeye başladım.

“Güneş, bana bak.”

Erkekler ne kadar basitlerdi. Oysa ben Demir’in her zaman bana bugün davrandığı gibi davranmasını isterdim.

“Bana bak.”

Başımı kaldırdım ve gözlerimi mavi gözlerine bakmaya zorladım. Tam yanında oturduğumuz şöminedeki ateşi gözlerinden izledim.

“Sana iyi davranıyor olmamın akşamla bir alakası yok. Akşam olur ya da olmaz. Sana bağlı,” dedi rahat bir şekilde.

Ben haftalardır bu gece hakkında kendimi kasıyordum ve sürekli saçma sapan şeyler aklıma geliyordu ama oysa Demir ne kadar rahattı. Nasıl bu kadar rahat davranabiliyordu?

“Bir dakika ya, gerçekten şu saçma gerginlikten bir kurtaralım kendimizi. Güneş şu ana kadar sana hiç seks hakkında baskı yaptım mı?” diye sordu.

Hayır anlamında başımı salladım.

“Güzel. Şimdi elindekini iç,” dedi ve tekrar arkasına yaslandı.

Sıcak çikolata boğazımdan aşağı doğru inerken onu izliyordum.

“Söylediğine gelirsek, bugün sana iyi davranıyor olmamın sebebi o değil. Tamam, belki birazcık, ama tahmin ettiğin şekilde değil. Kendini rahat hissetmeni ve istemediğin bir şeye adım atmanı engellemeye çalışıyorum.”

“Sana katılıyorum. Bu yüzden buradayım ben Demir. Bu yüzden şu anda polislerle çevrili bir odada beni öldürmek isteyen seri katilden korunmak için boş boş oturmuyorum, buradayım. Seninleyim. Arkadaşlarımlayım ve daha kaç saat yaşayacağımı bilmediğim şu hayatımı olabildiğince yaşamak istiyorum. Sevdiklerimle, seninle,” dedim.

Kayak merkezinden çıktık ve yokuş aşağı inmeye başladık. Daha ne kadar bekleyecektik?

Kulübelerin olduğu ağaçlı yola saptığımızda Demir’in telefonu çaldı.

“Akrabaların beni özlemiş,” dedi ve telefonu açtı.

“Serkan Bey?” dedi. Neden eniştem beni değil de Demir’i arıyordu?

“İyiyiz, evet. Korumamız da anlaşma yaptığımız gibi bizi metreler öteden takip ediyor,” dedi Demir. Arkasını dönüp yokuşun başında olan korumaya el sallamayı unutmadı.

Ardından telefonunu bana verdi.

“Güneş?”

“Merhaba. Halamla Mert nasıl?”

Eniştemin bütün “Kendine dikkat et”lerini dinledikten sonra telefonu kapatıp Demir’e verdim.

“Ne ara kanka oldunuz?” diye sorduğumda, Demir “Aslında günde üç defa arıyor,” dedi. Sanırım eniştem Demir’e benden daha çok güveniyordu. Onun kulübesine geldiğimizde, anahtarı cebinden çıkarıp bana uzattı. Ben kapıyı açarken, telefonundan birine mesaj attığını gördüm.

“Sürpriz!”

Arkama, Demir’e bakarken duyduğum sesle irkilip önüme, kulübenin içine baktım. Ciddi ciddi Demir’e sürpriz doğum günü partisi hazırlamışlardı.

“Hayır, hayır, hayır…” diyerek Demir içeri girdi ve yanıma geldi.

“Güneş, sana böyle bir şey istemediğimi söy…” derken onun sözünü kestim: “Demir inan bana, hiçbir şekilde ilgim yok. Ben kızlara zaten senin parti istemediğini söylemiştim,” derken Esma, elindeki kocaman pastayla bir adım öne çıktı.

Yine Esma’nın eseriydi anlaşılan.

Bir anda müzik tüm şiddetiyle kulaklarımda yankılanmaya başladığında Demir “Tamam! Teşekkürler! Hey! Bırakın! Müziği kapat!” diye bağırmaya başlamıştı fakat onun sesi bile duyulmuyordu. “İşte bu yüzden arkadaş edinmiyorum,” dedi.

Helin, Doğukan, Esma, Cansu, Ateş, Savaş ve çetedeki diğer elemanlar -sürekli çetedeki diğerleri diyorum çünkü isimlerini ben bile bilmiyorum ve açıkçası öğrenme ihtiyacı da duymuyorum- kulübeyi doldurmuşlardı.

Demir bana döndü. “Senin yüzünden artık benim otoritem de kalmadı,” dedi iki eliyle beni belimden tutarken.

“Benim ne suçum var?” diye sesimi duyurmaya çalışırken, beni geriye doğru itmeye başlamıştı. Sırtımı sert bir zemine çarptığımda, kulübenin kapısını benim sırtımla kapatmış olduğunu anladım.

Demir kolundaki saate baktı. Ardından kulağıma eğilip “Kırk beş dakikan var. Kırk beş dakika boyunca arkadaşının düzenlediği partide eğlenebilirsin. Ama sonra istesen de istemesen de benimsin,” dedi ve benden uzaklaştı. Üstümde kokusunu bırakmıştı.

Montumu çıkardım ve eldivenlerimle şapkamı da ceplerine koydum. Ardından kapının yanında duran portmantoya astım.

Demir gözden kaybolmuştu ama sorun etmedim. Bir şeyler atıştırmaya başladım ve bir bardak kola aldım. Dans edip eğlenen, zaman zaman öpüşen insanların arasında yürürken, Helin beni kolumdan tutup Esma’nın yanına götürdü.

Esma “Bir şeyleri engellemedim değil mi?” diye sorarken çok tatlıydı.

Helin “Bence engelledik. Özür dileriz,” dedi ve bana sarıldı.

“Önemli değil kızlar. Ama parti işi nereden çıktı Esma? Parti falan olmayacağını size söylemiştim,” dedim, yine onlara sesimi duyurmaya çalışırken.

Esma “Aslında özellikle Demir’in doğum gününü kutlamak için parti organize etmedim. Bu tatilde illaki bir eğlence olmasını istemiştim ve birinin doğum gününü kutlamak bunun için en güzel yoldu,” dedi. Ardından “Ben gidip içkiler bitmiş mi diye kontrol edeceğim, sonra geri dönerim!” dedi ve kulübenin mutfağına doğru yürüdü.

Helin’e “Bu kız neden sürekli kendini yoruyor?” diye sorduğumda, Helin bir yandan dans ederken bir yandan da bana “Bırak, kafası dağılıyor. Bir şeylerle uğraşıp başardığı şeyi izlemek hoşuna gidiyor,” dedi.

Katılıyordum.

“Hadi ama Güneş! Put gibi duruyorsun orada! Azıcık dans et,” dedi ve kollarımı tutup oynatmaya başladı.

“Hiç yardımcı olmuyorsun!” dediğinde, tam ona bendeki dans yeteneğinin sıfır olduğundan bahsedecektim ki, biri belimden beni arkaya doğru çekip kendine döndürdü.

Beni geriye doğru çekip Helin’den kurtaran kişinin Demir olduğunu gördüğümde şaşırdım.

“Vazgeçtim. Kırk beş dakika fazlaymış. Şimdi benimle geliyorsun,” dedi ve beni kolumdan tutup kulübenin çıkışına yönlendirdi. Montumu giymemi bekledi, ardından kapıyı açtı.

Kulübenin tam önünde siyah bir jip duruyordu. Demir’in arabalarından biri değildi, ilk defa görüyordum.

Şoför koltuğundan takım elbiseli bir adam indi ve Demir’e anahtarın arabanın üstünde olduğunu söyledi. Demir teşekkür ettikten sonra arabaya bindi. Ben de hemen yanındaki koltuğa oturdum. Demir arabayı kullanmaya başladığında, emniyet kemerimi taktıktan sonra dışarıya baktım. Kar, tekrar yağmaya başlamıştı.

Kayak merkezini de geçip dağın öbür tarafına doğru ilerlemeye başlamıştık.

Esma’nın Ağzından

Partinin gürültüsünden benim de uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Kızlara gidip içkileri kontrol edeceğimi söylemiştim ama asıl amacım buydu.

Kulübenin mutfağından bir sandalye aldım ve arka kapıdan dışarı çıktım. Sandalyeyi hemen oraya koydum ve oturdum. Başımı ellerimin arasına aldım. Birkaç dakika derin nefesler aldım ve kalp atışlarımı düzenlemeye çalıştım.

“Kilo vermişsin,” dedi kendimden daha çok tanıdığım ve ayırt edebildiğim ses.

Başımı kaldırdım ve hayatımın anlamı olan kahverengi gözlere baktım. Saniyesinde bu yaptığıma pişman olup gözlerimi boynundaki benlere kaydırdım. Yerlerini ve sayılarını ezberlediğim benlere…

“Kaç kilo verdin Esma?”

“Altı,” dedim. Fark edilmemesi için sürekli bol ve kalın şeyler giyiyordum. Zaten kıştı ve çok göze batmıyordu. Burak’ın gözünden kaçmamış olması beni şaşırtmadı.

Her şeye bir çözüm ararken bunu da düşünmeliydim.

“Neden bana bunu yapıyorsun?” diye sorduğunda ayağa kalktım. Üstündeki montu çıkarıp sırtıma koydu. Üstüme baktım. Kar yağıyordu ve ben ellerimi morartmış olan bu soğukta, montumu unutmuştum.

Burak’ın montundan ve cevap bekleyen gözlerinden kurtulmak için içeri girdim. Onun beni takip edeceğinden adım gibi emin olduğum için hızlı davrandım ve dans eden kalabalığın arasına karıştım.

Ağlamaya başladım.

Özür dilerim Burak. Özür dilerim.

İyi değilim ve özellikle seni olabildiğince kendimden uzak tutmaya çalışıyorum.

Güneş’in Ağzından

“Sen sormadan söyleyeyim, kulübelerin sahibi olan otele gidiyoruz,” dedi gözlerini yoldan ayırmadan.

Eskiden ben sorularımı sorduğumda dahi cevaplamazken, şimdi ise daha sormadan soracağım şeyi bilip benimle konuşuyordu. Bunu da Demir Erkan Gelişmeleri dosyama ekledim.

“Yılın bu aylarında, Uludağ’da hemen boş yer bulabileceğini mi düşünüyordun,” derken oteli gördüm. Yaklaşık yirmi katlıydı.

“Yirmi iki katlı,” dedi.

“Demir, aklımı okumayı bırakır mısın artık? İyice Arda’ya benzemeye başladın,” dedim otele bakmaya devam ederken. Otel bütün ışıkları ve süslemeleriyle yaklaşan yılbaşını hatırlatıyordu.

“O sarışın gözlüklü aptalla uzaktan yakından alakam yok,” dedi küçümseyici bir gülüşle.

“Arda kumral,” dedim sadece ve neden ondan hoşlanmadığına dair sorularımı başka bir güne attım. Nasılsa cevaplamayacağını biliyordum.

“Her neyse işte,” dedi ve otelin önünde arabayı durdurdu. Otel görevlilerinden biri benim kapımı açtığında arabadan indim. Aynı şekilde Demir de indi.

“İyi akşamlar Demir Bey. Resepsiyonda sizi karşılayacaklardır,” dedi az önce kapımı açan görevli adam, yanımda duran Demir’e.

Otelin dönen kapısından içeri girerken “Bu otele ne kadar sık geldiğin konusunu konuşmamız gerekecek sanırım,” dedim. Bir insan gittiği her yerde tanınabilir miydi? Lobiye girdiğimiz anda sıcak hava dalgası beni içine aldı. Hemen şapkamı ve eldivenlerimi çıkardım. Demir resepsiyona doğru ilerlerken, ben küçük ve onun yanında kaplumbağa gibi kalan adımlarımla ona yetişmeye çalışıyordum. “Hoş geldiniz. Geldiğinizde sanırım Serhat Bey’le tanışmıştınız. Kusura bakmayın Demir Bey,” diyerek konuşmaya başlayan takım elbiseli adam, Demir’in elini sıktı. Bir yandan Demir’in yanında durup ona gülümserken, diğer yandan da elimdeki eldivenleri montumun cebine tıkmaya çalışıyordum.

Bu takım elbiseli adam Demir’le faiz oranları, vergiler ve yüzdeler hakkında bir konuşmaya daldığında, onları dinlemeye başladım. Demir konuşurken yüzünü, yanağıyla boynunun arasını kaşıyordu ve dikkatimin, zaten oldukça hoşuma giden kirli sakalına kaymasını sağlıyordu.

Demir konuşurken bu hareketi yaptığı için onun sıkılmış olduğunu anladım. İş konuşmak belki önemliydi ama eğer havası başka bir moddaysa -ki ben şahsen onun bir an önce otel odasına çıkmak istediğini düşünüyordum- onun için sıkıcı bir hale geliyordu. Birkaç dakikanın ardından her ne kadar Demir’i iş konuşurken dinlemek hoşuma gitse de sıkıldım ve otelin içindeki yılbaşı süslerini incelemeye geçtim.

Lobi kocamandı ve büyük, geniş, kahverengi koltukların ortasına üç metrelik bir yılbaşı ağacı kurulmuştu. Süsler ve ışıklar yeşille altın sarısı tonlarındaydı.

“Babanız için çok üzgünüm Demir Bey, eğer yapabileceğimiz herhangi bir şey olursa lütfen avukatlarımızdan ve yöneticilerimizden,” derken bu önemli olduğunu düşündüğüm adam, Demir koluyla beni hafifçe dürttü. Mesajı almıştım.

Yüzümü ekşittim hemen ve kısık bir sesle konuşmaya başladım:

“Affedersiniz, sözünüzü kesiyorum ama Demir, terapi saatimi üç buçuk dakika geçirdik,” dedim.

Demir’in karşısındaki adam bana baktı ve “Çok özür dilerim hanımefendi hemen odanıza yönlendireyim sizi,” dedi ve arkasına, yarım saattir bizi izleyen çalışanlarına döndü.

“Büşra! Demir Bey ve misafirini hızlıca odasına yönlendirebilir miyiz lütfen?” diye seslendi.

Adının Büşra olduğunu öğrendiğimiz kısa boylu, diğer çalışan kızlar gibi dar, kalem bir etek ile gömlek giymiş kız bize yaklaştı. Bir elinde oda kartımız olduğunu düşündüğüm kartı, diğer elindeyse bir cep telefonu tutuyordu.

“Lütfen, bu taraftan gideceğiz,” dedi ve bizi asansörlere yönlendirdi. Dört asansörden sağdan ikincisi, önceden bizim için aşağı çağırılmıştı. Hemen bindik ve yukarı çıkmaya başladık.

Asansördeki saat 19.34’ü gösteriyordu. Akşam yemeği yememiştik ama partide atıştırdıklarımdan dolayı aç değildim. Tuşlarda en son “21-R” yazıyordu. Restoran katı olduğunu tahmin ettim. Fakat Demir yirmi iki katlı olduğunu söylemişti.

“Hani yirmi iki katlıydı?” diye sorduğumda, Demir sadece “Şşş!” diye cevap verdi.

Asansör klasik müzikle dolduğunda, Büşra isimli bu kız çaktırmadan göz ucuyla Demir’i süzüyordu. Fark etmediğimi sanıyordu ama gözlerinin benim tarafımdan oyulacağından haberi yoktu.

Demir kulağıma eğildi:

“Seksi, bir terapi olarak gördüğünü bilmiyordum,” dedi fısıldayarak. Söylerken zevk almıştı. Beni yine utandırdığını düşünüyordu ama bu sefer utanmamıştım. Sanırım sevgilimi baştan aşağı süzen bu kızın yanında olabildiğince dik durmaya çalışıyordum.

“Bana ihtiyacın olduğunu kabul et,” dedim Demir’e. Sırıtma sırası bendeydi.

“Nerden böyle bir düşünceye kapıldın yine?” diye sorduğunda “Annenin düzenlediği yemekte de yine ben seni kurtarmıştım. İnkâr etmeye çalışma,” dedim gururla.

“Birazdan kimin kime ihtiyacı olacağını göreceğiz Güneş Hanım,” dedi yine eğilerek. Bu sefer benden uzaklaşırken kirli sakalını yanağıma sürtmüştü. Bunu bilerek mi yapmıştı bilmiyordum ama tüylerimin diken diken olmasına yetmişti.

Arada binen-inen birkaç kişi olmuştu ve gelen tiplerin hiçbiri Türk değildi. İspanyolca ve Japonca konuşan üç kişi görmüştüm, onlar indiğinde de, telefonda İngilizce konuşan bir kadın binmişti. Yirmi birinci kata çıktığımızda asansör durdu ve kapılar açıldı. Telefonla konuşan kadın restoranda indiğinde bizim de inmemiz gerektiğini düşündüm. Tam adımımı atacaktım ki, Demir beni kolumdan tutup yanına sabitledi. Büşra, asansörün tuşlarının bulunduğu duvara ilerledi ve üstteki ekrana bir kombinasyon girdi. Ardından yeşil ışık yandı ve asansörün kapıları kapandı, bir kat daha çıktık.

Açılan kapıların ardından asansörden çıktık ve yerleriyle duvarları kahverengi ve altın sarısıyla mermer kaplı olan koridorda yürümeye başladık. Biraz ilerledikten sonra bir kapının önünde durduk. Kapının önünde bizim dışımızda tanıdık bir yüz daha duruyordu. Muhteşem korumamız tabii ki. Demir ona bu katta durabileceğini söyledi ve ardından Büşra elindeki siyah kartla kapıyı açtı. İçeriye girdik.

Kız, “Bu katın tamamını kapsayan kral dairemize hoş geldiniz. Arzuladığınız herhangi bir şey olursa lütfen oda telefonundan…” derken, Demir’e arkam dönüktü. Demir bana arkamdan sarıldı ve “Şimdilik sadece sevgilimi, çok teşekkürler!” dedi ve kapıyı kapattı.

Kapı kapandıktan sonra, Demir beni öpmeye çalışırken kahkahamı bastırmaya çalışıyordum. Büşra cevabını almıştı.

“Gel, o kadar bahsettikleri manzara neye benziyor ona bakacağım,” dedi ve tavanı fazlasıyla yukarıda olan kral dairesinde ilerlemeye başladı.

Montumu çıkarırken, daireyi incelemeye başladım. Otelin ana rengi kahverengiydi. Bu koyu ton, duvarlardan mobilyalara kadar kullanılmıştı ve oldukça güzel görünüyordu.

Dairenin içinde ilerlediğimde bizim evin toplamının iki katı olduğunu düşündüm.

“Güneş.”

Demir’in beni çağırdığı tarafa yöneldiğimde salon olduğunu düşündüğüm alana geldim. Demir kocaman olan ve dairenin bu bölümünün duvarını oluşturan pencerenin önünde duruyor ve dışarıya bakıyordu.

Yanına gittim. Arkama geçti ve beni kollarıyla sarıp ona yaslanmamı sağladı. Boyum onun hemen boynunun biraz aşağısında bitiyordu.

Altımızı çevreleyen, ağaçları karla örtülü karanlık ormana bakarken neredeyse ona sormak istediğim soruyu unutuyordum. Bulunduğumuz pozisyonu -onu arkamda, tüm kokusuyla bana sarılırken hissetmek paha biçilemezdi- bozmadan ona “O adam buranın sahibi miydi?” diye sorduğumda, Demir cevap vermeden önce durdu.

“Hani aralık ayında, Uludağ’ın en iyi otelinde bir anda yer bulamayacağımı söylemiştin ya?”

Beni nasıl bir şeyin beklediği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

“Evet?”

“Haklıydın,” dediği anda başımı geriye yatırıp ona baktım.

“Eee o zaman nasıl tam şu anda, Büşracığımızın özel bir kod girerek bizi gizli bir yirmi ikinci kata çıkarttığı bu olağanüstü odadayız?” diye sorduğumda, bana “Oda değil aslında yani metrekare açısından hesaplarsan,” diye karşılık verdi. Hiç istemeden pozisyonumuzu bozmak zorunda kaldım ve büyük pencere/duvara sırtımı vererek yüzümü ona döndüm:

“Demir?” dediğimde, sağ elini başının arkasına koydu ve hafifçe kaşırken bana “Oteli satın aldım,” dedi.

“Sen ne yaptın?”

“O adam da otelin eski sahibi diyelim,” dedikten sonra, elini aşağı indirip cebine soktu. Gülümsüyordu.

Sırf bana güzel bir gece yaşatabilmek için bu milyon dolarlık oteli satın almış olamazdı. Zengindi, hem de epey zengindi. Annesi ve babası da önceden oldukça zengindi ama bu kadar değildi.

“Hey! Bana öyle bakmayı kes. Erkan Otel Zinciri kurduğumu biliyorsun. Burası da fazlasıyla iyi bir yatırımdı. Kaçıramazdım,” dediğinde asıl cevabımı almıştım. Şaşkınlığım az da olsa azalmıştı.

Dairede yürümeye başladık ve yatak odasına geldik. Demir kapıyı açtı ve beraber içeri girdik.

Kral dairesi kavramının temeli buradan çıkmış olmalıydı. Büyük yatak odasının tam ortasında iki buçuk kişilik olduğunu tahmin ettiğim bir yatak vardı, bu tahmini yapabiliyordum çünkü halamların evindeki yatağım bir buçuk kişilikti. “Kahverengi temasını tüm otelde siyah yapmayı düşünüyorum,” dedi yatağın olduğu yere doğru ilerlerken. “Hayır! Hayır, sakın değiştirme. Olduğu gibi kalsın çünkü harika,” dedim odayı incelerken.

Kahverengi, krem ve beyazdan oluşan nevresim takımından, duvar kâğıdındaki desenlere kadar her şey bir uyum içindeydi. Yatağın tam karşısında kalan duvarda dev ekran bir televizyon vardı.

“Helin burada olsaydı herhalde anında kalpten giderdi,” dedim gülerek.

“Otel fantezileri mi var? Beğenmedim. Çok klişe,” dedi Demir ve yatağın üstüne oturdu. Ceketini çıkardı ve cebinden sigara paketini çıkardı.

“Senin ne fantezilerin var Güneş?” diye sorduktan sonra, sigarayı dudaklarının arasına koydu ve çakmağını çıkardı.

Onun yanına oturdum. Beni izliyordu.

Gözlerimi onun mavi gözlerinden ayırmadan iki parmağımla ağzındaki sigarayı tuttum, ondan uzaklaştırdım ve kendimden asla beklemediğim bir cesaretle ona karşılık verdim:

“Öğrenmek ister misin?” 

error: Bu içerik koruma altındadır.