Bunu söyledikten bir saniye sonra pişman olacağımı sanmıştım ama değildim. İçimdeki heyecan duygusu diğer bütün duyguların üstünü örtebilecek derecede baskın geliyordu.
Demir sağ eliyle omzumdan önüme düşen saçlarımı geriye doğru attı ve ardından boynumu tuttu. Hafif bir şekilde beni kendine çekti ve öpüşmeye başladık. Saniyeler geçtikçe artık bir şeyler yapmam gerekiyormuş gibi bir hisse kapıldım ve boşta duran elimle kazağımın ucunu tuttum. Kazağımı çıkarabilmek için ondan uzaklaştığımda Demir gözlerini açtı ve bana baktı.
Bol ve beyaz kazağımı çıkardıktan sonra içimdeki kısa kollu tişörtü de çıkaracakken, Demir ellerimi tuttu ve beni durdurdu. Bunu niye yaptığını anlamamıştım.
Bana yaklaştı ve gözlerini gözlerimden ayırmadı.
“Bunu nasıl yapıyorsun?” diye sordu, belki de hayatımda hiç duymadığım, farklı bir ses tonuyla.
Nasıl davranacağımı ve ne diyeceğimi bilmiyordum. Kıyafetleri çıkarma sırası var mıydı yok muydu? Ne zaman yatağa uzanmam gerekiyordu? Bana ses tonuyla bile zevk veren bu adamın benim gibi tecrübesiz bir kıza nasıl dayandığını mı düşünmem gerekiyordu? Yanında prezervatif var mıydı? Nasıl olacaktı? Öncesinde, sırasında ve sonrasında neler yapmam gerekecekti?
Kafamda böyle milyon tane soru vardı ama karnımdaki o tanıdık, fakat ilk defa bu kadar şiddetli hissettiğim sancı bana, anı yaşama isteğimi hatırlatıyordu.
“Ne? Yanlış bir şey mi yaptım, ne yapmam gerektiğini pek bilmiyorum Demir,” derken sözümü kesti.
“Hayır Güneş. Bunu,” derken, az önce tişörtümü çıkarmak için hareket ettirdiğim elimi tuttu ve durdurdu. “Nasıl seni üstündeki aptal kıyafetlerden bir an önce kurtarmak isterken, bir yandan da kazağını çıkardığında kendimi suçlu hissetmemi sağlıyorsun?” diye sordu.
Amacım onun kendini suçlu hissetmesini sağlamak değildi. Alakası yoktu. Amacım ona zevk vermekti ve ben de bencil bir şekilde onu uzun zamandır böyle istiyordum. Kendini suçlu hissetmesi için hiçbir sebep yoktu. Aksine mutlu olması gerekiyordu. Sonuçta o da uzun bir zamandır bunu istemiyor muydu?
“Kendini suçlu hissetmene sebep olmak istemedim,” dedim, elimi elinden çekip bacaklarımın arasına koydum. Gözlerimi ondan kaçırdım ve üşüdüğümü fark ettim.
Demir “Yapma Güneş, öyle demedim,” deyip, iki bacağımın arasına sıkıştırdığım ellerimi çekti ve ona yakın olanı tuttu. Benim ellerim ne kadar soğuksa onunkiler de o kadar sıcaktı.
“Sanki seni ben zorluyormuş gibi hissediyorum. Aslında, seni ben zorladım. Bugün için. Ne kadar uzun zamandır biriyle birlikte olmadığımı biliyordun, sorduğunda sana söylemiştim ve sırf benim ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için buraya geldik. Biri suçluysa benim suçum. Kafanda böyle bir zorunluluk algısı daha en başından oluşmamalıydı.”
“Demir, her şey seninle ilgili değil,” diyerek söze başladığımda, şimdi söyleyeceğim şeye vereceği tepkiyi merak ediyordum.
“Ben de istiyorum,” dedim ve tekrar onun gözlerine baktım. Belki bugün, belki yarın, belki haftaya her şey değişebilirdi, yaşamımı yitirebilirdim. Uğraştığımız tüm dertleri düşünürken bir yandan da hiçbir zaman Demir’i hissedemeden ölmek istemiyordum sanırım. Kararımı hızlandıran bir faktör de bu olmuştu. Yarın yokmuş gibi yaşamak lazımdı bazen. Bazense planlı, programlı olmak. İkisi arasındaki dengemi sevdiğim adamla birlikte kurmak istiyordum.
Bakışları anında değişti ve bana doğru eğilip tekrar beni öpmeye başladı. Dudaklarını dudaklarıma sert bir şekilde bastırırken, beni gittikçe daha hızlı öpmeye başladı. Onun öpüşüne ayak uydurmaya çalışırken, kollarımı ona doladım ve omuzlarından güç alarak kucağına oturdum. O hâlâ yatağın ucunda otururken, ben onun kucağındaydım ve düşmemem için bir eliyle sırtımdan bana destek oluyordu.
Bir ara ondan ayrılıp hızlı bir şekilde üstümdeki tişörtü çıkardığımda beni izliyordu. Bakışları o kadar hoşuma gitmişti ki, gülümsedim. O gülümsemedi ve beni belimden kaldırıp yatağa yatırdı. Ben kemerimi açmaya çalışırken, Demir üstündeki siyah kazağı çıkardı.
Kazağını çıkardıktan sonra üstünde kaslarını son derecede belli eden, dar, siyah ve termal bir The North Face içlik kaldı.
“Demek bu sayede üşümüyorsun,” dedim ve bu cümleyi söyledikten sonra daha sık nefes alıp, daha az konuşmam gerektiğini anladım. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
“Sana da alacağım. Fazla üşüyorsun,” diye cevap verdi.
Pantolonunu da çıkardıktan sonra yatağa geldi. En son ne zaman böyle yakınlaştığımızı hatırlayamıyordum. İşin içine seri katiller, rehin alınmalar ve karakol durumları girince, Demir’le birbirimizden -bu açıdan- uzaklaşmıştık. Demir üstüme çıktığında hâlâ bir türlü açamadığım kemerimle meşguldüm. Evet, bu taytımda kemer için yer vardı ve ben de kemerle giyiyordum. Bugün bunu giymek zorundaydım değil mi? Üstelik titreyen ellerimle açmam gereken bir düğme de vardı. Bu gece bu kadar zor olmamalıydı.
Demir bir kemere, bir de bana baktı ve gülümsedi. Onun bu kadar çok sigara içiyor olmasına rağmen anlamadığım bir şekilde oldukça beyaz kalan dişlerini gördüğüm anda, her zamanki gibi istemeden ben de gülümsedim. Ardından başımı geriye atıp gözlerimi kapattım.
“Çok beceriksizim! Lütfen yüzüme vurma,” dedim.
Demir bir elini kemeri açmaya çalışan elimin üstüne koydu, diğer eliyle de belime dokundu.
Tek eliyle kemerimi, ardından da taytın düğmesini açtı. O yavaşça fermuarımı indirdikten sonra, gözlerimi açıp ona baktım.
“Rahatla,” dedi.
Bana her seferinde derin bir nefes aldıran o ses tonuyla rahatlamamı söylediğinde, derin bir nefes alıp verdim. Ellerimin titrediğini fark ettim.
Neden bu kadar gergin olmak zorundaydım?
Taytımı yavaşça bacaklarımdan aşağı indirirken, içimdeki külotlu çorabı gördü ve “Sanırım sana termal kıyafet koleksiyonu yapmalıyız,” dedi.
“Ya da beni ısıtmak için sürekli yanımda kalabilirsin,” dedim. Bugün seçtiğim cesur kelimelerin haddi hesabı yoktu.
Bacaklarım çıplak kaldıklarında, normalden iki kat fazla üşümeye başlamıştım. Kalbim bu kadar hızlı atarken ve yüzümle karnım sıcaktan adeta yanarken, vücudumun geri kalanı sanki onlara tepki göstererek durumu dengelemeye çalışıyordu.
“Şu anda yaptığım gibi mi?” dedikten sonra, Demir dizimin üstünü öptü ardından yavaş yavaş, öpücüklerle bacağımda gittikçe yukarı çıkmaya başladı. Öpücüklerinin izlediği yolda dudağının değdiği, parmaklarının dokunduğu her nokta ısınmaya başlıyordu ve karnımda oluşan, hem beni zorlayan hem de hoşuma giden baskı, Demir’in bacağımda iz bıraktığı noktalara ulaşmak istiyordu. Demir bir bacağımı kırıp yukarı kaldırdığında, otomatik olarak diğer bacağım da onu taklit etti. Kollarını bacaklarımın altından geçirip belimi tuttuğunda, sol bacağımın iç ve en üst noktasını hafifçe ısırdı. -Dişlerinin baskısını hissettiğimde, farkında olmadan inledim. Demir inlememi duymuş olmalıydı. Kirli sakalını bacağıma bile bile sürtüp kasığıma çıktığında, telefonumdan geldiğine emin olduğum Doctor Who’nun jenerik müziği odayı doldurmaya başladı. Montumu odadaki koltuğun üstüne bırakmıştım ve telefonum da montumun cebindeydi.
Demir doğruldu ve “Gerçekten Doctor Who’nun bu anın bir parçası olmasını bu kadar içten mi diledin?” diye sordu. Cevabımı beklemeden beni belimden tekrar tuttu ve kendisine doğru biraz daha çekip yatakta ona doğru kaymamı sağladı.
“Benim ayarladığım bir şey değil, telefonum çalıyor ve arayan ya Burak ya da Esma,” dedim gülerek.
Ben Esma’ya, Esma da Burak’a Doctor Who’yu bulaştırmıştı ve bu yüzden ikisi için de zil sesim, dizinin jenerik müziğiydi.
Demir “Sence umrumda mı?” diye sorduktan sonra üstüme eğilip beni öpmeye başladı. Telefon birkaç saniye sonra sustu. Açıkçası şu anda mavi gözlü bir önceliğim vardı, bu yüzden pek takmadım.
Demir, dudaklarını boynuma kaydırdığında başımı geriye attım. Telefonum Doctor Who’nun jenerik müziği ile tekrar çaldığında aldırmadık. Demir, bir eliyle üstümdeki dar atleti yavaşça belimden yukarıya doğru kaydırmaya başladığında, parmakları tenime değiyordu. Vücudum ona daha da yakın olmak istiyordu.
Dar, askılı atletimi göğüslerime kadar çıkardığı sırada telefonum bu sefer R5’ın Heart Made Up On You şarkısıyla çalmaya başladı. Bundan da beni Helin’in arıyor olduğunu anladım.
Demir durdu ve bana baktı:
“Neden arkadaşların bir türlü rahat vermiyor?” diye sordu. Keyfinin kaçmaya başladığı açıkça belliydi.
Aslında telefona bakmam gerekirdi ama ben sırf bu anı bozan kişi olmamak için “Boşver, bir kere daha çalarsa bakarım,” dedim ve atletimi çıkardım.
Demir’in karşısında sadece iç çamaşırlarımla duruyordum. Sanki vücudumu kapatabilecekmişim gibi kollarımı karnımın üstüne koydum.
Telefon sustuğunda Demir, sütyenime bakıyordu. “Bu?” diye sorduğunda, bu sütyeni onun aldığını hatırlamış olmasını diliyordum çünkü her zaman “Bu Cansu’nunkinin aynısı… Ya da Zeynep, Naz, Eda, Damla, Öykü, onlardan birinde de vardı. Yoksa Ceren miydi?” deme olasılığı vardı ki ben böyle özel bir anda onun benden önce birlikte olduğu kızlar hakkında en ufak bir şey duymak bilmek istemiyordum. İsimleri de sallamıştım. Bu nasıl bir aşağılık kompleksiydi, acil şekilde bertaraf etmem gerekirdi. Saçma sapan fikirlerle kendi kendimi geriyordum.
Demir’le daha önce yatmış olan kızlar geçen seneye kadar bu olayın reklamını yaparak dolaşıyorlardı fakat ben o anda o anlatılanları duymamak için sürekli kaçmıştım. İstememiştim… Sevdiğim adamın şimdiye kadar birlikte olduğu kızların hikâyelerini dinlemek istememiştim.
İyi ki de dinlememiştim. Artık çoğu yaşamıyordu.
Yaklaşık yirmi dakikadır bunu unutmuştum. Peşimde beni takip eden gerçekleri unutup, kendimi Demir’e odaklamıştım. Aklımdan çıkan gerçekler beni çarptığında irkildim.
Demir yüzümün değiştiğini görünce utandığım için böyle yaptığımı sandı ve “Utanman için hiçbir sebep yok çünkü spor yapmayan bir kıza göre fazla iyi fiziğe sahipsin,” dedi. Öyle düşünmesine izin verdim.
Bunun beni mutlu etmesi gerekirken, ben neden onun şimdiye kadar birlikte olduğu sporcu kızları düşünmeye başlamıştım?
Telefonum tekrar çalmaya başladığında Demir ofladı.
“Baksam?” diye sorduğumda, üstümden kalkıp yatağa oturarak ayağa kalkmama izin verdi. Montumun yanına gittim ve cebinden telefonumu çıkardım. Helin arıyordu. Demir’in ne ara yataktan kalkıp yanıma geldiğini bilmiyordum, tam açacaktım ki, telefonumu elimden aldığı gibi arkasını çevirip pilini çıkardı. Ardından telefonu montumun olduğu koltuğa atarken, pilini ise odanın bir başka köşesine fırlattı.
“Hayır,” dedi ve bana yaklaştı. Beni belimden çekip kendine yapıştırdı. Elimi çıplak göğsünden omzuna çıkardım. Parmak uçlarıma kalkıp onu öpmeye başladığımda bana eşlik etti. Beni öpmeye devam edebilmesi için parmak uçlarıma kalkmam yetmiyordu. Genelde yaptığı gibi beni kaldırıp taşımasını bekliyordum ki tam o sırada beni kalçamdan tutup yukarı kaldırdı. Bacaklarımı onun beline doladım.
Ona alışmak mümkün değildi. Her ne kadar bir sonraki hareketini artık tahmin edebilir bir hale gelmişsem de her dokunuşu bir öncekinden daha derini etkiliyordu. Beni değiştiriyordu ve hayatım boyunca beni korkuttukları için uzak durduğum hislerin hepsine tek bir anda maruz kalmama sebep oluyordu.
Bu farklılık neden böylesine hoşuma gidiyordu?
Demir’in boynunda dudaklarımı gezdirirken ona tutunuyordum. Yürümeye başladı ve yatağın yanında, duvara dayalı olan kahverengi komodinin önüne geldiğimizde benim tüm ağırlığımı tek koluna verdi. Boşta kalan koluyla komodinin üstünde ne varsa koluyla itip yere düşmelerini sağladı. Ardından beni oraya oturttu.
Sadece, beni böyle taşıyabilmek için spor yapıyor olduğunu söylemesini istedim. Neden bir anda bencilleşmiştim?
Bacaklarımı doladığım yer onun tam belinin hizasına geliyordu ve bu, az önce olduğumdan daha fazla heyecanlanmama neden oluyordu. Demir “Bunu aldığım gün sana bu kadar yakışacağını bilmiyordum,” dedikten sonra, bir elini sırtıma götürdü. Öbür eliyse belimdeydi.
Sütyenimin kopçasını tek eliyle açtıktan sonra kulağıma “Üzgünüm ama, çıkarmak zorundayım,” diye fısıldadı. Ardından yavaşça askıların kollarımdan aşağı inmelerini sağladı. Hızlı bir şekilde durmadan alıp verdiğim nefesler, göğsümün inip kalkmasına neden oluyordu. Vücudum ona temas ettiğinde aklını yitiriyordu. O, her dokunuşuyla karnımdan aşağı doğru inmeye çalışan elektriği acımasızca arttırmaya devam ediyordu ve bunun farkındaydı. Boynuyla yanağının arasına bir öpücük kondurduktan sonra, burnumu kulağına sürttüm ve ardından kulağını ısırdım. Dokunuşlarının ve öpüşünün saliselik farkından, hiç beklemediğim kadar zevk aldığını hissettim.
Demir Erkan’ın zevk almasını sağlamak…
Demir elini kalçamdan kaydırıp küloduma getirdiğinde, bu sefer onun telefonu çalmaya başladı. Demir durakladı.
“Ne yani, benim telefonum çalınca sorun oluyor ama seninki çalınca bakmana izin mi veriliyor? Hiç sanmıyorum,” dedim ve komodinin üstünden inip onun elini tuttum. Demir’i yatağa çektim ve onu iterek yatağa düşmesini, ardından uzanmasını sağladım. Çalan telefona aldırmadan “Sıra bende,” dedim ve bu sefer ben onun üstüne çıktım.
Isınan parmaklarımı ve dudaklarımı onun göğsünde gezdirdikten sonra karnına indim. Öpücüklerim siyah boxer’ıyla karnının arasına indiğinde beni durdurdu. Başımı kaldırıp ne sorun olduğunu anlamak için ona baktım.
“Yapmanı istemiyorum,” dedi.
Pek tecrübeli olduğum bir konu değildi, hatta yapmamı istemiyor olması işime bile gelirdi ama yine de sormadan edemedim:
“Neden?” diye sorduğumda, kollarımdan tutup beni yukarı çekti. Göğsünün üstüne yattım, göz temasını kaybetmemiştik.
“Ben seninle olan ilişkime başlamadan önce birlikte olduğum bütün kızlar bana zevk vermek için ellerinden geleni yaptılar. Bunu burada söylememin yanlış olduğunu biliyorum. Hatta şu an moralini bile bozmuş olabilirim ama,” diye konuşmaya başladığında, bana bunları anlatmasındaki amacı merak ettim. “… ama sorun da oradaydı. Hepsi bana zevk verebilmek için oradaydılar ve ben şu ana kadar kimseye zevk verme ihtiyacı hissetmedim,” dedi.
İnsan sevdiği bir kişinin mutlu olmasını isterdi. Zevk alınacak tek şey seks değildi, içine dört dize yazılmış bir kâğıt parçası bile zevk verebilirdi insana. Demir’in söylemek istediği hepsini kapsıyordu sanırım.
“Kimseyi sevmedin mi?” diye sordum. Geçen yıl ben ona bu soruyu sormuş olsaydım dönüp bakma zahmetine bile girmezdi, kimseye karşılık vermezdi. Ama bugün burada ve nefes nefeseyken, artık o uzun süre inşa edip korunduğu duvarlara ben onunlayken ihtiyacı olmadığını anlaması gerekiyordu.
“Sana kadar hayır,” dedi ve o mavi gözlerine bir kez daha âşık olmamı sağladı. “Sevebileceğimi bile düşünmüyordum. Sanki içimden bir parçamı almışlar ve ben asla hissedememişim gibi. Güneş, bunun senin ilk seferin olduğunu biliyorum ve benim bu açıdan fazlasıyla deneyimim olduğu için stres yaşadığını da… Ama işin gerçeği, sen de benim pek çok açıdan ilkimsin,” dedi ve beni tekrar alta aldı.
Üstümdeyken benimle olan göz temasını bir saniye bile kaybetmedi. Yataktaki üç yastıktan birini alıp kafamla yatağın başının arasına koydu.
Demir, başımı çarpmamam için tedbir almıştı.
Demir, bir kişiyi düşündüğü için tedbir almıştı.
Demir’in bu yaptığı, belki küçük bir detay gibi görünen ve kimse için bir şey ifade etmeyecek bu olay, benim için dünyalar demekti. Gülümsedim.
Demir, külodumu yavaşça indirmeye başladığında bana hâlâ isteyip istemediğimi sordu.
Ona “Kapat çeneni,” deyip gülümsediğimde, o da güldü ve beni dudaklarımdan öptü.
Derken telefonu yine çalmaya başladı.
Demir küfür etti ve bana “Yine üşümeye başladın, yorganın altına gir,” dedikten sonra, yere düşmüş olan ceketinin yanına gitti. Ceketi yerden aldı ve cebinden telefonunu çıkardı.
Söylediğini yapıp yorganın altına girmiştim. Kimin aradığını soracaktım ki, Demir “Sana,” dedi ve telefonu bana attı.
Telefon çalmaya devam ederken yorganı göğsümün üstüne kadar çekip kollarımın yanlarına sıkıştırdım, yatakta telefonun durduğu yere eğilip elime aldım. Demir giyinmeye başlamıştı.
Helin (Doğukan) arıyor.
Demir’in telefonunda hem bu yazıyı hem de numarayı görünce hemen açma tuşuna bastım.
“Helin?”
“Güneş! Güneş Allah aşkına, neredesin?” derken, Helin’in sesi çok kötü geliyordu.
“Helin, o ambulans sesi mi? Ne oldu?” diye sorduğumda, Helin’in hıçkırıklarını duymaya başladım. “Helin, iyi misin? Doğukanlar yanında mı?” diye sorarken, Demir’in kemerini takışını izledim. Demir, benim Helin’e sorduğum soruyu duyar duymaz dikkatini kıyafetlerinden bana çevirdi.
Helin ağlamaya devam ediyordu.
“Helin ne oldu? İyi misin?” diye sorduğumda, gerçekten endişelenmeye başlamıştım.
“Güneş ben, ben… Ne yapacağımızı bilmiyorum ve… Bir an önce onu İstanbul’a geri göndermemiz gerekiyor… Ben…” derken artık öyle ağlamaya başlamıştı ki olduğum yerden hiçbir şey yapamadım.
Demir, yatağın yanında ayakta dururken “Güneş, ne oldu?” diye sorduğunda ona baktım. Tam bir şey anlamadığımı söyleyecektim ki, telefonda Doğukan’ın sesini duydum:
“Güneş?”
“Doğukan! Evet buradayım. Helin’e ne oldu? Neden o kadar gürültü var ve bir ambulans sesi duyduğuma yemin edebilirim,” derken Doğukan sözümü kesti.
“Güneş, şu an Demir’in telefonundan konuştuğumuza göre Demir yanında demektir. Bak, bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama…” diye konuşurken, Helin’in hıçkırıkları hâlâ duyuluyordu. Doğukan’a sarılıyor olduğunu tahmin ettim.
Ciddi bir sesle “Doğukan, ne oldu söyler misin?” dediğimde, onun verdiği cevapla beraber durdum. Nefesimi tuttum.
Kazadan sonra iyileşmiş olan her bir kırığımı, morluğumu ve yarayı tekrar hissettim.
Telefon elimden kaydı ve yatağa düştü. Görüşüm bulanıklaşmaya başlamıştı. Dudaklarım aralandı ve kulaklarım Doğukan’ın verdiği haberle yankılanmaya başladı.
Demir “Güneş?” dediğinde yüzümü ona çevirdim. Vücudumda diken diken olmamış tek bir tüy bile kalmamıştı. Karnıma yumruk yemiş gibi hissediyordum kendimi.
Demir’in gözlerine baktım. Doğukan’ın söylediklerini bir dakika önce güçsüzleşip fısıltı şeklinde çıkan kendi sesimden duymak, yanağımdan süzülen bir gözyaşına sebep olmuştu.
“Esma… Esma komaya girmiş.”