Karanlık Lise 2 – Bölüm 40


Alarm sabah dokuzda çaldığında, dün gece geç yatmış olmama rağmen hemen gözlerimi açtım. Ayağa kalktım ve alarmı durdurduktan sonra doğruca duşa girdim. Demir saat onda aşağıda olacağını şöylemişti ve geç kalmak istemiyordum.

Demir net bir insandı. Eğer onda geleceğini söylemişse tam onda burada olurdu ne bir dakika önce ne de bir dakika sonra. Hayatta tek net olduğu konu zaman konusu değildi fakat kendisi böyle biri olduğu için diğerlerinin de onun gibi olduğunu düşünüyordu ve ona göre hareket ediyordu.

Yaklaşık on beş dakika sonra banyodan saçım taranmış bir şekilde çıktım. Kurutmakla uğraşmadım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra dolabımın karşısına geçip acaba Demir’le düğün alışverişine giderken ne giymeliyim diye düşündüm. Tam o sırada telefonuma gelen mesajın sesiyle masama yöneldim. Bizimkilerin olduğu konuşma grubuna, Arda mesaj atmıştı.

Gönderen: Arda

Serkan Amca sağ olsun işler şaşırtıcı derecede hızlı gitti ve akşama resmi olarak bir düğüne davetliyiz arkadaşlar. Görevler halledildikten sonra herkes akşam altıda hastanede olsun! Yedide parti başlar. Doğukan, sizin okuldan çağıracağınız öbür kişileri Savaş’la sana bırakıyorum.

Enişteme kahvaltıdayken etmem gereken büyük bir teşekkür vardı. Tam cevap yazacaktım ki Burak benden önce davrandı:

Gönderen: Burak

Arda… Adamın dibisin. Esma’nın ailesini ikna etmek biraz zor oldu ama sonunda ikna oldular, akşam herkesi bekliyorum.

Burak’a Esma’nın nasıl olduğunu soran bir mesaj gönderdim ve aldığım cevap beni tekrar rahatlattı. Oldukça iyiydi ve iki güne kadar taburcu olacaktı. Aslında bu düğün işi fazla aceleye geliyordu ve Esma’ya ağır da gelebilirdi fakat onlar mutluluklarını bir an önce taçlandırmak istiyorlardı. Bize de onlara destek olmak düşerdi tabii ki.

Giymek için dar, yüksek belli, siyah pantolonumu ve kısa gri ve ince kazağımı seçtim. Kazak, tam karnımın üstünde; pantolonumun başladığı yerde bitiyordu. Üstünde desen yoktu, sadece yakası biraz genişti ve omuzlarımdan düşüyordu. İçime giymiş olduğum siyah sutyenin askısı omuzlarımdan görülüyordu ve askılar sanki kazağa dikilmiş gibi uyumlu görünüyordu. Saçlarım, önleri kurumaya başladıkça, her zaman sahip olduğu o hafif dalgaya da geri dönmeye başlamıştı. Takı takmayı planlamıyordum fakat odamdan çıkmak üzereyken masamın en üstünde duran, mavi-gri taşlı tokaya baktım. Arkasını çevirdim ve parmaklarımı, kazınmış harflerin üstünde gezdirdim.

G&D

Tokayı Demir’in annesine geri vermek üzere ona götürecektim. Son bir kez daha takabilmek için aynanın karşısına geçtim ve saçımın ön taraflarından eşit ve az miktarda ayırdığım saçları arkada, ortada birleştirip bol bir şekilde o tokayla tutturdum, ardından kahvaltı yapmak üzere salona geçtim.

Halamlara günaydın dedikten sonra büyük bir tatlı yeğen moduyla enişteme sarıldım. “Oo baksana Ebru. Bir anda değerli olduk,” dedi ve eniştem gülmeye başladı. “Ne alakası var? Hep değerlisiniz,” dedim ona kızarak. “Bu sarılmayı neye borçluyuz küçük hanım?”

“Çok teşekkür ederim, Arda mesaj attı. Her şeyi halletmişsiniz,” dedim ve masadaki yerime, Mert’in yanına geçtim. Halam ben yıkanırken çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı.

Halam “Birkaç telefon ettik, başka bir şey yapmadık güzellik, akşam biz de gelmek istiyoruz ama,” dediğinde, gülümsedim ve onlara gelebileceklerini söyledim. Mert’i yanağından öperken tekrar içimden “Gri araba için özür diliyorum,” demiştim. Sanırım Demir, hakkımda yine haklıydı, ufak şeylere bile çok takılıyordum. Kahvaltıya başladığımızda eniştem “O kalabalığa hastane yönetimi ne diyecek?” diye sordu. “Çok kalabalık olmayacağız, zaten bir hastanede düğün ne kadar büyük olabilir ki? Sembolik ama resmi bir şey olacak. Ciddi ciddi evlenecekler, ama küçük bir kutlama partisi tarzında bir şey olacak. Çok gürültü çıkacağını sanmıyorum,” dedim.

Eniştem “Ben hâlâ fazla genç olduklarını düşünüyorum ve içime sinmiyor. Zor bir şeydi, anlıyorum ama neyse. Esma uyandı ya, gerisi önemli değil zaten. Aileleri de kabul ettiyse bize laf etmek düşmez,” dedi.

Açıkçası kimsenin onlar hakkında daha çok gençler temalı konuşmasını umursamayacaktım. Onların sahip olduğu şey sihirliydi. Olay bu kadar basitti. Herkese sevdiği insana yeniden kavuşmak gibi bir lütuf verilmiyordu. Kardeşim Atakan’ı ve annemle babamı tekrar görmek için neler yapabileceğimi biliyordum ben, bu yüzden bu olayın her zaman sonuna kadar arkasındaydım.

Ailemi düşününce, aklıma uzun zamandır ziyaretlerine gitmediğim gelmişti. Önceleri her gün olan aralık, zamanla haftalara ve aylara dönüşmüştü. Sanırım en son dört ay önce gitmiştim. En kısa zamanda tekrar gitmek istediğimi aklımda bir kenara yazdım.

Kapı çalındığında eniştem “Hah, Emre Bey gelmiş olmalı. Seninle bugün beraber olacak olan koruman olur kendisi,” dedi gülümseyerek.

Emre! Tabii ya! Emre ve Kayhan… Bodrum’dan beri çok sık konuşmamıştık. Emre yine arada mesaj atıyordu ama Kayhan, Demir’le olan kavgasından sonra benimle zar zor konuşuyordu. “Halacığım, kapıyı sen açar mısın? Benim acilen aramam gereken iki kişi var,” dedim ve hızla odama gittim. İlk olarak Emre’yi aramayı denedim, fakat açmadı. Ardından Kayhan’ın numarasını buldum ve onu aradım.

Kayhan “Güneş?” diyerek telefonunu açtığında sesinden, onu aramama çok şaşırdığını fark ettiriyordu.

“Kayhan! Merhaba, nasılsın? Neler yapıyorsunuz Bodrum’da?” diye sordum.

“Çok iyiyim, teşekkürler aradığın için. Ben hâlâ Bodrum’dayım fakat Emre artık İstanbul’da yaşıyor. Orada bir üniversiteden burs aldı,” dedi.

“Gerçekten mi? Buna çok sevindim.”

“Evet, ama ben sevinmedim. Benim kardeşim gibiydi. Özlüyorum o hayvanı,” dedi ve ardından garip bir sessizlik oldu. Sessizliği bozmak için ona kardeşi Hemraz’ın neler yaptığını sordum. “Hemraz da iyi. Onun bir de arkadaşı vardı, Şevval. Belki hatırlıyorsundur..?” diye sorduğunda hemen “Tabii ki hatırlıyorum, piercing’leri olan siyah saçlı kız,” dedim. “Evet, ben burada bir sörf ve yüzme kursu açtım, onlar da bana yardım ediyorlar. Başta sadece birkaç çaylağa ders veririz diye düşünüyorduk fakat iş o kadar büyüdü ki, şu anda kiraladığımız yüzme havuzunu haftada yedi gün kullanıyoruz.”

“Bu çok güzel! Tebrik ederim, sadece sörf olmaması iyi olmuş. Kışın da yüzme dersleri ile açığı kapatırsınız. Harika fikir. Ya ben aslında sizleri hemen bu akşam İstanbul’a çağırmak için aramıştım. Esma ve Burak evleniyor,” dediğimde, anında “Evleniyorlar mı? Vay be. Çok mutlu oldum ama maalesef gelemem, kurslar devam ediyor, bizim kızların da ben olmadan geleceklerini sanmıyorum,” dedi. Anlayışla karşılayarak ona “Tamamdır, Hemraz’la Şevval’e benden selam söyle.”

Kayhan’la olan telefon konuşmamız sonlanırken, kapatmadan önce sordu:

“Senin kavgacıyla işler nasıl gidiyor?”

Hangi birini anlatayım? Demir’in babası öldürüldü, geçmişte birlikte olduğu kızlar öldürüldü ve sırada büyük ihtimalle ben varım. Korumayla dolaşıyorum. Ev hapsim var fakat arada sıvışabiliyorum. Bu arada seni yok yere üzmeyeyim diye söylemedim ama Esma da kansermiş, bunca zaman bizden saklamış ve ölümden döndü. Daha dün gece komadan çıktı. Merak etme, iyi ama şimdi ve o kadar manyak bir arkadaş grubuyuz ki, ertesi günü onlara bir düğün düzenliyoruz.

“Olduğu kadar,” dedim ve ardından odamda duran duvar saatine baktım. Ona on vardı. “Kayhan, sonra tekrar görüşürüz olur mu? Benim şimdi gitmem gerekiyor,”

“Tamam, Güneş beni aradığına çok sevindim. Bu arada, benim de bir kız arkadaşım var, adı Buse. Kursta tanıştık. Aslında yüzme bilmesine rağmen sadece benimle tanışabilmek için kursa geliyordu. Ben de bunu daha en başından anlamıştım ama anlamamış gibi yaparak devam etmiştim. İşte olaylar birbirini takip etti ve… öyle işte. Çıkıyoruz,” dediği anda, az önce yaşadığımız garip sessizlik, bu yeni oluşan sessizliğin yanında bir hiç gibi kaldı. Aslında kafayı bana takmamış olması ve ardından başka biriyle çıkmaya başlaması olumluydu fakat sadece onunla yeni sevgilisi hakkında sohbet edecek bir vaktim yoktu. Ayrıca, biraz saçma olurdu.

“Aa, süpermiş. Çok sevindim. Hayırlı olsun o zaman. Sonra tekrar görüşürüz,” dedim ve onun da “Hoşça kal,” dediğini duyduktan sonra telefonu kapattım. Odamdan küçük siyah çantamı aldım ve içine telefonumu koyduktan sonra omzuma astım. Salonda ayakta duran, Uludağ’a gittiğimiz zamankinden daha az Game Of Thrones’taki Hodor’a benzeyen bir adam gördüm. “Merhaba Emre Bey,” dedim.

Kısa süren tanışma faslının ardından kazağımla rengi neredeyse aynı olan gri çizmelerimi giydim, saatin on olmasıyla da aşağıya indik. Demir, tam da beklediğim gibi, arabasını bizim apartmanın önüne park etmişti ve yüzü bize dönük, kolları göğsünün altında bağlanmış, ağırlığını arabanın kapısına yaslamış bir şekilde beni bekliyordu. Arkamda eniştemi ve Emre Bey’i görünce yerinden doğruldu ve bize doğru bir adım attı.

“Günaydın Erkan.”

Demir, eniştemin ona selam vermesiyle beni süzmeyi bırakıp ona baktı.

“Eğer mümkünse soyad ile hitap etmemenizi rica edebilir miyim Serkan Bey, çünkü şahsen ben soyadımdan nefret ediyorum.”

Demir, Emre Bey ile tanıştı. Eniştem bizlere dikkat etmemiz gereken şeyler hakkında her zamanki konuşmasını yaptı. En ufak bir şeyde hemen onu aramamı da bana söyledikten sonra, akşam hastanede buluşacağımızı belirtti. Ah, Mert büyüyünce neler olacaktı kim bilir?

“Önce kıyafetler mi yoksa yüzük mü?” diye sorduğunda, başımı telefonumdan kaldırdım. Arabaya biner binmez Emre’yi tekrar aramak için çantamdan telefonumu çıkarmıştım.

“Fark etmez, nerelere bakacağız?” diye sordum.

Demir “Güneş, nereden gelinlik alınacağını bana senin söylemen gerekiyor, bunun için buradasın sevgilim,” dedi ve ardından arabanın aynasından arkaya, kontrol için korumanın kullandığı arabaya baktı.

“Bekle, önce Emre’yi arayıp onu düğüne davet etmem gerekiyor,” dedim.

Telefonu kulağıma götürdüğümde Demir “Emre kim?” diye sordu.

“Hani Bodrum’da vardı ya, sörfçü ekibinden biri işte, Burak ve Arda’yla çok yakın arkadaş olmuşlardı,” diyerek ona cevap verdim. “Geri zekâlının adı Kayhan değil miydi?” dediğinde güldüm ve “Hayır, o diğeri,” dedim.

Aklıma, Bodrum’da geçirdiğim günler hem cennet hem de cehennem gibi geliyordu. Tatilin neredeyse tamamında Demir’sizdim ve psikolojim onsuzluğu, onun yapmış olduğu şeyleri kaldıramamıştı. Sonrasında o gelmiş ve sanki tüm o karanlığın içinde bana yeniden ulaşabilmeyi başarmıştı. Gerçekler ilk defa canımı yakmamıştı, aksine beni biraz da olsa rahatlatmıştı. Asla tamamen rahatlayamayacaktım, bunu biliyordum. Her ne kadar kazayı Demir yapmamış olsa da ailem hayatta mıydı?

Cevap hayırdı.

O zaman tam anlamıyla bir rahatlama benim için asla söz konusu olamazdı. Amacım, olabildiğince mutlu olmaya çalışmaktı. Bunu da tam şu anda yanımda oturan ve o tüm olgunluğuyla, gideceğimiz gelinlik alışverişinde, beni söyledikleriyle gülmekten yerlere yatıracak Demir yapacaktı. “Onları çağırmaya ne gerek var ki?” diye sordu. O sırada Emre’nin telefonu açmasıyla hemen telefona yoğunlaştım.

“Emre! Selam. Nasılsın?”

“Vaay, Güneş Hanım. Buralara uğrar mıydınız?”

“Asıl sen buralara uğramışsın da haberimiz yokmuş. Kayhan’la konuştum, bana İstanbul’a taşındığını söyledi,” dedim. Demir yan koltuktan bana baktı. Sorgular bakışı benim hafifçe gülümsememe neden olurken Emre “Evet, evet. Sizleri aramaya fırsatım olmadı diyerek yalan söylemeyeceğim Güneş çünkü siz de bizi hiç aramadınız. Yani kısacası unuttuk gitti canım,” dedi.

En azından hayatta dürüst insanlar da vardı.

“Kabul. Bak, bu akşam Esma ve Burak evleniyor. Sana bir hastanenin yerini mesaj atsam, akşam yedi civarında orada olabilir misin?” diye sordum.

“Evleniyorlar mı? Tabii ki gelirim de, neden bir hastaneye gelmem gerekiyor?”

Eğer anlatmaya başlarsam hem Emre’nin meraklı sorularına maruz kalıp onu bu güzel günde üzmüş olacaktım, hem de onunla daha uzun konuştuğum için Demir beni kötü bakışlarıyla öldürmeye devam edecekti. Bu yüzden ona “Esma’nın sağlık sorunları vardı fakat merak etme, gerçekten şu an çok iyi ve iyileşmeye devam ediyor, akşam daha detaylı konuşabiliriz,” dedim gelmesini umarak.

“Bu akşam bir planım vardı ama iptal edebilirim. Sizleri görmek çok güzel olacak.”

“Tamamdır, çok sevindim. Adresi sana şimdi mesaj atıyorum. Görüşürüz!”

“Hey bekle, senin o sevgilin, hani Kayhan’ın ağzını yüzünü dağıtan sevgilin de geliyor mu?” diye sorduğu anda, Demir kahkahayı bastı. Telefonun sesinin o kadar açık olduğunu ve duyulduğunu fark etmemiştim. “O gülen de şu anda o mu?” diye bir soruyla daha karşılaştığımda, Emre’ye “Evet ama artık daha insancıl, inan bana,” dedim, sevdiğim adamın gülümseyişini seyrederken. Onun bu haline bakarken gülümsememek mümkün değildi.

“Bunu duyduğuma sevindim, adamın konusu aylarca Bodrum’u salladı. Şaka gibi,” dedi.

“O biraz öyledir. Bir yere geldi mi, adından mutlaka bahsettirir. Neyse, akşam görüşmek üzere. Hoşça kal!” dedim ve telefonu kapattım. “Buradan sola döneceğiz,” dedim Demir’e. “O kahkaha neydi? Emre altına yapacaktı.”

Demir “Bu kadar konuşulacağımı bilseydim daha güzel bir şeyler yapardım. Bekle, zaten çok güzel bir şey yapmıştım. Doğru. Tamam, sorun yok,” dedi ve ardından hızlı bir şekilde sağ koluyla beni kendine yaklaştırıp yanağımdan öptü.

“Birileriyle kavgaya girmek hoş bir şey değil, sana annen öğretmedi mi?” diye sorduğum anda, bu cümleyi kurduğuma pişman oldum. Onun bir şey demesine fırsat vermeden “Özür dilerim, öylesine söylemiştim. Bir ciddiyeti yoktu,” dedim kendime kızarak.

Kural: Ailesini kaybetmiş veya ailesiyle kötü bir geçmişe sahip olan insanlara bu tür espriler yapılmamalıydı. En iyi kendimden bilmeliydim.

“Önemli değil, tokayı takmışsın bakıyorum.” Demir’in olaya çok takılmadığını görünce sevindim.

“Evet, aslında sana geri vermek için getirmiştim,” diyerek sözüme başladığımda, açık bir otoparka girmiştik, Demir de arabayı park etmek üzereydi.

“Güneş, toka sende kalıyor. İn arabadan hadi, çok işimiz var,” dedi. Arabadan indik ve otoparkın çıkışından çıktık. Ardından sağa dönüp kalabalık bir caddede yürümeye başladık.

“Bildiğim tek yer bu cadde. Yolda geçerken görüyordum, bir sürü gelinlikler falan vardı. Ya da gece kıyafeti midir nedir, işte onlardan…”

Demir’in bu işlerden anlamadığını belirtmek için kullandığı kelimeler, bana çok komik ve sempatik geliyordu, sürekli gülümsememe sebep oluyordu. “Tamam, işimizi görür. Şu dükkândan başlayalım.”

“Ne demek şu dükkândan başlayalım? Kaç tane gezeceğiz ki? Bir tanesine girip alıp çıkamaz mıyız?”

“Ahh, Demir… Gerçekten bu konular hakkında hiçbir fikrin yok,” diyerek karşılık verdim ve caddedeki en göze çarpan ve en büyük gelinlikçiye girdik.

“Hoş geldiniz.”

Gri ve topuz yaptığı saçları ile, burnundan kayan gözlüğünü düzelterek bizi selamlayan yaşlı teyzeye “Merhaba,” dedim. Kolunda sabitlediği iğnelerden terzi olduğu anlaşılıyordu. “Nasıl bir model bakmak istiyordunuz?” diye sorarken Demir’e baktı. Demir etrafını incelemek yerine soyunma kabinlerinin karşısındaki beyaz, deri koltuklardan birine oturmuştu, bana bakıyordu. Arkamı dönüp, girdiğimiz cam kapının dışında duran korumamız Emre Bey’i görünce rahatladım, neden bakma ihtiyacı hissetmiştim onu da bilmiyordum.

“Sade bir gelinlik bakıyoruz. Üstünde mümkünse taş olmasın, çok süslü olmasını istemiyoruz.”

“Hmm… Size şöyle bir model gösterebilirim,”dedikten sonra, giriş kapısından deri koltuklara kadar uzanan koridordaki askılara yürüdü. Bize en yakın olan askılıktan bir gelinlik aldı ve göstermek için yanımıza getirdi. “Bu güzelmiş, acaba bir beden küçüğü var mı?” diye sorarken aklımda Esma’nın son zamanlarda zayıflamış olan vücudu vardı. “Siz bir deneyin, istiyorsanız daraltırız. Ama bir küçüğü maalesef yok, hepsi özel dikimdir,” dedi ve gelinliği elime tutuşturdu.

Demir “Ben beğenmedim,” dediğinde, ikimiz de geldiğimizden beri sessiz kalmış olan Demir’e döndük.

“Neden?” diye sorduğumda, Demir “Arkası çok açık,” dedi.

Terzi kadın gelinliği bana gösterirken sadece ön plandan gördüğümü hatırladım ve Demir’in uyarmasıyla birlikte, gelinliği arkasına çevirdim.

“Evet, bu fazla açık,” dedim, derin ve eğer giyersem belime kadar uzanacak olan sırt dekoltesine bakarak. Terzi kadın gelinliği elimden alırken içeriden hiç görmediğimiz daha genç bir kadın çıktı ve içecek bir şey isteyip istemediğimizi sordu. Demir’in “Su,” diye cevap verdiği anda, hemen “Evet, su rica edebilir miyiz?” diyerek onun kabalığını kurtarmaya çalıştım. Benden birkaç yaş daha büyük olan kadın, ben ona cevap verirken de gözlerini Demir’den ayırmamıştı. Hani, gelinlik bakıyoruz, hani evleniyor olma ihtimalimiz çok yüksek, hani o karşında gördüğün son derece yakışıklı, mavi gözlü insanla ben beraberim vesaire… Ama yok! Tık yok.

Kadın gözlerini Demir’den ayırdıktan sonra “Acaba bu kız bu çocuğu nasıl kaptı” düşüncesiyle bana baktı. Belki de Demir Erkan’ı tanımıştı. Kıskançlık dolu düşüncelerimin aksine, gülümseyerek ona baktığımda gözlerini kaçırdı ve arkasını dönüp içeri gitti. Sağıma dönüp terzi kadına bakmak istediğimde, onun gözlerini kısmış bir şekilde bana bakıyor olduğunu gördüm. Bir elini kucağında tutarken öbür dirseğini de o koluna dayamış, işaret ve başparmağını çenesinin altında tutuyordu. Birkaç saniye sonra “Aslında ben sizin ne istediğinizi anladım. Anlattığınız gibi sade, taşsız ve son derece masum bir gelinliğim var, tek sorun onu şu anda dikiyor olmam. Siz burada bekleyin, ben hemen geleceğim,” dedi ve ardından öbür kadının gözden kaybolduğu tarafa doğru yürüdü.

Demir bana baktı.

“Bu daha ne kadar sürecek?” diye sorduğunda “Daha sadece bir gelinlik gördük,” dedim. Demir “Açıkçası Esma’nın sonsuza dek hatırlayacağı düğününün bir hastanede geçmiş olmasını isteyeceğinden emin değilim,” dedi. Bu beni düşündürdü. Arda çok heyecanlanmıştı ve hemen anında harekete geçmiştik. Evet, onları mutlu etmek istiyorduk ama ileride fotoğraflara bakınca bir hastane odası görmek isteyeceğinden de emin miydik? “Haklı olabilirsin, ama Burak’ın o andaki gözyaşları, Esma’nın söylenen sözlere karşı gülümsemesi… Her şey paha biçilemezdi ve hepimize aslında hayatın ne kadar çabuk sönebileceğini gösterdi. Burak’la ikisi kaybedilecek bir zamanın olmadığını ve bir an önce işi resmileştirmek istediklerini kabul ettiler,” dedim.

Demir “Hayır, sen haklısın. Zaten istedikleri zaman ileride yeniden düğün yapabilirler, ben bunu düşünmemiştim,” dedi.

“Bana dinletmen gereken bir beste var,” dedim, önceki gece bana yazmış olduğu mesajlara gönderme yaparak.

Demir “Yetenek sınavında çalacağım. O zamana kadar şansına küs,” dedi.

Tam ona ne kadar merak ettiğimi ve hemen dinlemek istediğimi söyleyecektim ki, terzi kadının elinde tutarak getirdiği gelinlik karşısında bir şey diyemedim. “Bu benim on iki yıllık çalışmam. Hâlâ bitirmedim. Gelinliğin ölçülerini kendi kızıma göre yapmıştım fakat kızım uzun zamandır Amerika’da yaşıyor. Hiç prova yapamadan orada hızlıca evlenmişti. Hal böyle olunca da gelinlik yarıda kalmıştı. Eğer yanılmıyorsam…” dedikten sonra, uzun ve modern kesilmiş kahverengi eteğinin cebinden bir mezura çıkardı ve gelinliği yavaşça Demir’in oturduğu koltuğun yanındaki koltuğa bıraktı. Bana yaklaştı. Mezurayı belime doladı ve bir saniye sonra “Yanılmamışım. Aynısınız,” dedi. “Ama…” demeye çalışırken kadın beni durdurdu ve “Ama kabul etmiyorum. Bunu giyeceksiniz küçük hanım,” dedi gülümseyerek. “Gelinliği benim için bakmıyorduk, evlenecek olan, benden daha ince ve daha kısa bir arkadaşım için alacaktık,” diyerek giymekten kurtulmaya çalıştım. Aslında uzaktan görünüşüyle gerçekten hoşuma giden bu gelinliği üstümde denemek istiyordum fakat hem amacımız bana gelinlik bakmak değildi, hem de bu kadının kızına özel olarak hazırlamış olduğu bu gelinliği giymeyi kabul edemezdim. Kadın “Tamam, satın alma. Ama provaya ihtiyacım var. Şimdi soyunma kabinine girelim. Sana yardım edeceğim,” dedi ve beni arkamdan iterek soyunma kabinine yönlendirdi. Kabine girmeden önce Demir’e baktım, kahkaha atarak bizi izlediğini gördüm. Şaşkınlığım, onun kahkahası ile gülümsemeye dönüşürken gelinliği denemeyi kabul ettim.

Straplez olan üstü, sanki elbise benim üzerime dikilmiş gibi oturmuştu. Göğüs kısmı biraz dar gelmişti ama gelinliğin üzerimden düşmemesi için bu iyiye işaretti. Belden aşağısı çok az bir kabarıklık farkıyla yere kadar süzülürken, eskiden bembeyaz olan gelinliğin zamanla çok hafif de olsa krem rengine kaymış olduğunu gördüm. Sanırım bu renk, sadece beyazdan daha çok hoşuma gitmişti. İnce ve yumuşak kumaşın tenimdeki hareketine alıştıktan sonra, terzi kadın bana adımı sordu.

“Güneş. Sizin adınız nedir?”

“Nadire,” dedi. Ardından gelinliğin üstünde birkaç yeri iğneyle tutturdu ve dikişle ilgili anlamadığım şeyler söyledi. Gözlerimi kabindeki aynadan ayıramıyordum. Muhteşemdi. Hiçbir süsü olmayan bu sade gelinlikte sadece, baştan sona dantel işlemeleri vardı. Danteller gelinliğin sadeliğini bozmadan harika bir hava katıyordu. Nadire Hanım, omuzlarımdan öne düşmüş olan saçlarımı toplayıp tek olan sağ omzumdan düşmesini sağlayınca yan dönüp elbisenin arkasının nasıl durduğuna baktım. Sırt dekoltesi öbür gelinlikteki kadar açık değildi. Karnımın hizasından birazcık daha yukarıdaydı. Sanırım eğer ben evlenecek olsaydım, bu elbiseyi alırdım. “Genç oğlan kendinden geçecek,” dedi ve ardından kabinin perdesini açtı.

Dışarı çıktığımda Demir’in ifadesini görmek için gözlerimi ondan ayırmıyordum. Şaşkınlığı gözlerinden anlaşılıyordu. Elbiseyi o da çok beğenmişti. Suyu getiren genç kadın beni gördüğü anda yanlışlıkla suyu Demir’in üstüne döktü. “Özür dilerim, peçete getireyim,” dedikten sonra içeri gitti. Demir üstüne dökülen suyu bile hissetmemiş gibiydi. Henüz teklif etmediysen bile, şimdiden etsen iyi olur evladım,” diyen teyzeye gülümsedim. “Yok teyzeciğim, büyük göründüğümüze bakma, ben on dokuz, Demir de yirmi bir yaşında,” dedim. Demir “Tamam, bu güzel ama alamayız. Çıkar,” dedi.

Nadire Teyze “Tam prova aldığıma göre bir haftalık işi var sadece,” dediğinde “Bize bu akşama lazım, kusura bakmayın,” dedim. Kabine girip yine Nadire Teyze’nin yardımlarıyla gelinliği çıkardım. Bu tarz gelinliği bu dükkânda değil de iki sokak aşağıdaki bir başka mağazada bulabileceğimizi söyledi ve bize o mağazanın yerini tarif etti. Teşekkür ederek çıktık. Biraz yürüdük. Karşıdan karşıya geçecekken Demir “Telefonum yok,” dedi. Deri ceketinin cebini kontrol ettikten sonra “Sen giyinirken mail cevaplıyordum. Sanırım orada bıraktım. Bekle,” dedi ve arkasını dönüp hızlıca yürümeye başladı. “Her şey yolunda mı Güneş Hanım?” Emre Bey’in sesini duymamla beraber ödüm patladı.

“Korkuttunuz, her şey yolunda.

Demir telefonunu gelinlikçide unutmuş,” dedim, bir anda arkamdan çıkan korumamı gördükten sonra. Demir gelene kadar görevi gereği yanımda dikileceğini bildiğim korumamla sohbet kurmaya çalıştım.

“Ne kadar zamandır eniştem için çalışıyorsunuz?”

“Çalışmıyordum. Beni özel olarak karakoldan bu görev için çağırdılar,” dedi, daha az Hodor’a benzeyen korumam. Herhalde “Sadece işime odaklanırım,” düşüncesiyle buradaydı, bu yüzden daha fazla soru sorup onu sıkmadım. Demir geldiğinde karşıdaki kaldırıma geçtik ve ardından iki sokak aşağıya indik. Yürürken elimi tutuyordu. “Eğer Esma’nın düğünü bir hafta sonra olsaydı o gelinliği alır mıydık?” diye sorduğunda, ona “Bilmem, alır mıydık?” diyerek karşılık verdim. Demir bana bakıp “Hayır,” dedi.

“Neden?”

“Çünkü o giydiğin şey, başka birinin giymemesini gerektirecek kadar sana yakışmıştı,” dedi.


error: Bu içerik koruma altındadır.