Merdivenlerden inip bahçeye çıktığımda, Arda’yı gitarıyla akademinin çıkışın doğru yürürken gördüm. Hızlı ve büyük adımlar attığı için yürümek yeterli olmayacaktı. Koşmaya başladım. Ona yetiştiğimde girişteki ana binaya kadar ilerlemiştik.
“Arda, nereye gidiyorsun?”
Cevap vermeden hızlı bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu.
“Benimle konuşur musun? Ne oldu?”
Arda ısrarla beni dinlemiyordu ve hızını da sürekli olarak artırıyordu. Artık kampusun dışına çıkmıştık.
“Lütfen bana cevap verir misin?”
Ona yetişmeye çalışırken nefes nefese kalmıştım ve çoktan otoyola çıkmıştık bile.
“Arda, bana cevap ver!” diye bağırdığımda, durdu ve karşıma geçti.
“Ne cevabı istiyorsun? O aptal herif yine her şey iyi giderken tüm mükemmelliğinin içine sıçılmasını sağladı ve sen hâlâ benden mi bir yanıt bekliyorsun? Kusura bakma Güneş ama çok yanlış geldin,” dedi ve hızla otoyolda ilerlemeye devam etti.
Tekrar arkasından koştum ve adımlarına yetiştim.
“Sorun ne? Sana bir şey mi dedi, ben şarkı söylerken bir hareket mi yaptı veya başka bir şey,” diyerek onu konuşturmaya çalışırken benim sözümü kesti. “Hâlâ anlamadın mı? Sorun seni paylaşamamamız!” dedi gözlerime bakarak. Artık durmuştuk ve benim nefesim koşmaktan, onunkiyse sinirden hızlanmıştı.
Korkarak “Bana mı âşıksın?” diye sordum.
“Bilmiyorum Güneş!” diye cevapladığında kalbime inen bir darbe hissettim.
“Bilseydim şu anda bu konuşmayı yapmıyor olurduk.”
Arda ne diyordu? Nasıl böyle bir konu hakkında bana kesin bir yanıt veremezdi? Bana karşı neler hissediyordu ve bu hisleri ne zamandır taşıyordu? Arda’nın benden sakladığı bir şeyler olması konusu beni zaten derinden etkilerken, bir de böyle bir duygu karmaşasını benden saklamış olması ona nasıl cevap vereceğim konusunda beni zorluyordu. Tüm bu zorlamanın arasında doğruluğunu bildiğim, en emin olduğum şeyi söylerken buldum kendimi.
“Arda, ben Demir’i seviyorum.”
“Biliyorum geri zekâlı, orasını tüm ülke biliyor zaten.”
Hâlâ ne diyeceğimi bilmiyordum fakat her söyleyeceğim kelimenin onda yara izi bırakabileceği riskini de düşünmeden edemiyordum.
“Arda, bak, ben gerçekten…”
“Açıklama yapması gereken kişi benim, sen değilsin. Sadece söylemem gereken cümleleri kafamda toplamaya çalışıyorum o kadar. Yaklaşık bir yıldır kendime bile açıklayamadığım şeyleri şimdi sana anlatmak zorundayım,” dediğinde, söylemek üzere olduğu şeylerin arkadaşlığımızı ne kadar etkileyeceğini düşünerek korkuyordum.
“Hiçbir şey söylemek zorunda değilsin, şu anda çok sinirlisin ve daha sonra konuşursak bunu aramız bozulmadan halledebiliriz.”
“Aramız mı? Sen şaka mı yapıyorsun? Biz bittik Güneş. O yaz günü Bodrum’da ağzıma ettiğin gün ‘biz’ bittik. Artık sadece Arda ve Güneş var.”
Söylediklerini kafamda tartarken, kalbim yanmaya başlamıştı. Onu kaybetmek üzereymişim gibi hissediyordum.
“Çabaladım. Eskisi gibi olmak, sana karşı olan duygularımı eski güçsüzlüğüne döndürmek için çok çabaladım ama daha kendim bile anlayamadığım şeyleri nasıl düzeltmeye çalışabilirim ki?”
“Biz bizdik Arda. Her ne kadar o gün Demir’in Bodrum’a geldiğini bana söylememiş olsan da, sonra ağır bir şekilde tartışsak da ikimiz eski halimize dönmüştük.”
“Hayır Güneş, hiç dönemedik. Bunu içten içe sen de biliyorsun.”
“Peki değiştirmek istediğin şeyler neler? Seni kaybetmeyeceğim Arda,ne olursa olsun hep en yakınım olarak kalacaksın…”
“Değişmesi gereken kişi benim. Değişmesi gereken şeyler de benim hislerim.”
“Ne hisleri? Konuş benimle.”
“Güneş, bırak artık.”
“Ne hisleri Arda?!”
“İşte ben de bilmiyorum! O lanet okula başladıktan sonra seni kaybettim ben. Benim de arkadaşlarım var, bu yüzden başka arkadaşlara sahip olmanla ilgili kıskançlık triplerine giremem, girmem de. Arkadaşlarını ben de seviyorum. Bodrum’dan sonra Burak adeta benim kardeşim gibi hatta.”
“O zaman sorun ne?”
“Sözümü kesme Güneş! Bu konuşmayı bir daha tekrar etmeyeceğim. Sorunun o lise olduğunu düşündüm fakat Ankara’ya müzikal için giderken arkadaşlarının o rezalet okulu katlanılabilir hale getirdiğini gördüm. Ardından sorunun Demir olduğunu düşündüm ve ona göre davrandım. Fakat sonunda ona olan bağlılığını, hatta lanet olsun ki onun da sana olan bağlılığını gördükten sonra, Bodrum’a geldiğime pişman oldum ve pes ettim. Demir konusunda asla kazanamayacaktım. Olayın içinde sen varken ben bile kazanamamışsam, başka kimse kazanamayacaktır ve ölene kadar birbirinize ait olacaksınız. Bunu kabul ediyorum ben, kabul etmeye uzun süre önce başladım fakat kaçırdığım noktalar vardı. Bu işin üzerimde bıraktığı etkileri hep erteledim. Belki de artık kaçmayı bırakırsam sonunda kalbim beni yakalayacak ve geri dönüşü olmayacaktı. Bilmiyorum, ben artık kendimden şüphe duyuyorum.” Arda’yı dinlerken resmen titriyordum ve korkumun dilimi ele geçirmesine izin verdim.
“Bana âşık mısın?” Alay edercesine güldü. “Sorun da bu ya civciv, sana âşık olamam. Eğer öyle olsaydım söylemekten çekinmezdim. Nasılsa çoktan kaybettiğim bir dava olurdu, öyle değil mi?”
Benim, beynimi kurcalayacak cevaplara değil, net cevaplara ihtiyacım vardı.
“Beni mi seviyorsun?”
“Ben on saattir burada ne anlatıyorum Güneş? Şu duygusal halinden çık ve dikkatini ver. Sana âşık değilim çünkü olamam. Sen benim civcivimsin ve bu hep böyle kalacak. Belki âşık olabilirdim, sonuçta âşık olunası tam seksen altı özelliğin var.”
“Seksen altı mı?”
“Evet Güneş, seksen altı. Saydım. Demir denen herif sadece çok saf bir güzelliğin olduğunu, duyabileceği en meleğimsi sese sahip olduğunu, fiziğinin spor yapmamana ve deli gibi Nutella yemene rağmen fazla seksi olduğunu, yardımseverliğinle tüm sorunlarını bir kenara bırakıp öbür insanları düşündüğünü söyleyebilecektir. Ve Güneş, başına gelen gerçekten ağır şeylerdi. Ailen, Atagül Lisesi, kaçırılmamız ve hâlâ her saniye ölüm korkusuyla yaşıyor olman ciddi anlamda ağır ve sen…” Gözleri dolmaya başlamıştı. “Sen tüm bunlara rağmen etrafına, sevmediklerine bile gülümseyebiliyor, sana kahkaha attırmama izin veriyor ve tüm bu imkânsızlıkların arasında “Ben yaşayacağım,” deyip insanları büyülemeye devam ediyorsun. Ben senin büyüne daha yedi yaşındayken kapıldım. Başkalarının da zamanla senin büyüne kapılacağını bilmem gerekirdi. Sadece hazırlıksız yakalandım, o kadar.”
“Ne demem gerektiğini bilmiyorum, ben de seni gerçekten çok seviyorum, sana çok değer veriyorum. Hatta sen benim her şeyimdin. Aynı anda hem dost hem ailem oldun. Kimsenin beni rahatlatamadığı kadar rahatlattın beni ve bu zamana kadar bana, Bodrum haricinde tek bir kez bile yalan söylemedin. Ama inan bana, hayatıma yeni giren insanlara verdiğim değeri sana verdiğim değerden çalıp paylaştırmadım. Sen hep bana özeldin,” dedim.
“Biliyorum.”
“O zaman neden bana karşı olan duyguların değişti?”
“Düşüncelerini kontrol edebilirsin. Yalan söyleyip bir süre sonra kendi yalanına bile inanmaya başlayabilirsin ama duygularını asla istediğin kalıplara oturtamazsın. İnan bana, denedim Güneş ama bugün burada bunu konuşuyoruz. Başarısız olmuşum, değil mi?”
Arda’nın elini tuttum.
“Tamam, anlamama yardımcı ol, ben de senin kendini anlamana yardımcı olayım…”
Arda sert bir şekilde elini çekti.
“İşte bunu yapma. İçinden geliyor, biliyorum. Şu anda karşında benim gibi gözleri kıpkırmızı ve kendisiyle çatışma yaşayan kimi görsen elini tutardın. Biliyorum, ama şimdi tam şu anda bunu bana yapma.”
“Arda, hadi adım adım gidelim. Gel bir yerde oturalım, istiyorsan kampüse geri dönelim ve sakin bir şekilde.”
“Hayır! Oturmak istemiyorum. Adım mı istiyorsun? Bu benim adımım.”
Arda beni öpmeye başladığında ne yapmam, ne düşünmem, ne hissetmem gerektiğine dair fikir üretmeye çalışıyordum fakat başarılı olamıyordum. Bulunduğumuz durum, gerçekleşme ihtimalini bile vermediğim bir durumdu fakat anı yaşıyorduk. Beni öpüyordu.
Geri çekildiğinde konuşmaya başladı.
“Seni seviyor muyum? Tabii ki seni seviyorum. Hem de şu ana kadar hiçbir arkadaşımı veya akrabamı sevmediğim kadar. Hep seni rahatlattığımı ve mutlu ettiğimi söylüyorsun. Ailen olduğumu söylüyorsun. Bu sadece sende bitmiyor. Sen de benim ailem oldun. Annem, o sabah babamı ve beni terk ettiği zaman yanımda sen vardın. Sadece sekiz yaşındaydık. Her şeye tanık oldun ve bana bir söz verdin. Herkes annemin öldüğünü düşünüyordu fakat gerçeği sadece babam, sen ve ben biliyorduk. Bana verdiğin sözü hatırlıyor musun Güneş?” diye sorduğunda, benim de gözlerim dolmuştu.
Ona verdiğim sözü hatırlıyordum. Biz onun sırrını paylaşmıştık ve annesinin evi terk etmesi olayı, sekiz yaşındaki bir çocuk için kolay atlatılacak bir olay değildi.
“Ben seni asla bırakmayacağım Arda,’ demiştim.”
Arda’nın gözleri o kadar kırmızıydı ki…
“Ben de seni civciv,” demiştim. Senin yanında olmayı hiçbir zaman istemedim, buna hep ihtiyaç duydum. Senden bir şeyler kazanmak istedim. Hep seni örnek aldım. İkinci adım: Sana âşık mıyım? Şu ana kadar hep öyle olduğunu sandım fakat Burak ısrarla başka bir şeyler olduğunu söylüyordu. Az önce seni öptüm ve Burak’ın haklı olduğunu anladım. Aşk değil, başka bir şey… Aşk olamayacak kadar düz, dostlukla kalamayacak kadar güçlü. Bilmiyorum, hâlâ ne olduğunu anlamıyorum ama bana yardımcı olmaya çalıştığın için teşekkür ederim.”
Arda, elinde tuttuğu gitarını kucağına koydu ve diz çöktü.
“Ne yapıyorsun?”
“Sana, hayatımda oynadığın önemli rol için teşekkür etmek istiyorum. En sevdiğin ve her bana çaldırdığında söylemem için yalvardığın, ama benim sürekli söylemekten kaçtığım şarkıyı çalacağım,” dedi ve eliyle yanaklarını sildikten sonra, ‘Maroon 5’tan She Will Be Loved şarkısını çalmaya başladı.
İlk defa Arda’yı şarkı söylerken görüyordum. O söylerken ve çalarken, dinlediğim, en sevdiğim şarkım, bana hiç bu kadar anlamlı gelmemişti. İlk nakarata geldiğinde ağlamaya başlamıştım bile. Arda diz çöktüğü yerden yukarı, bana bakarak çalıyor ve söylüyordu, gözlerini benim gözlerimden bir saniye bile ayırmıyordu. Ne kadar zamandır bu şarkıyı bana söylemeyi bekliyordu? Arda, sanki şarkı kendisi için yazılmış gibi şarkıyı söylemişti ve beni sonuna kadar ağlatmayı başarmıştı. Aynı zamanda hem mükemmel hem de acı veren dört dakikaydı. Şarkı bitince ayağa kalktı ve bana yaklaşıp beni alnımdan öptü. Ardından gitarını yolun kenarına attı.
“Güvenmek hata mıdır Güneş?”
Söylediği kelimelerin üstümde bıraktığı etki beni bitiriyordu.
“Arda,”
“Güvenmek hata mı? Bana bunun cevabını söyle.”
Yazın başında Demir hakkında olan düşüncelerimin özeti hep buydu aslında. Güvenmek, Demir’in düşündüğü gibi, insanı yeri geldiğinde zayıf bırakan bir şeydi. Hatta sevmekten bile daha güçlüydü güvenmek.
Bu kadar güçlü bir kavramın seni hem ayakta tutacak, hem de düşürecek şey olması çok trajikti. “Doğru kişiye güvenirsen hayır, yanlış kişiye güvenirsen evet,” dedim, Arda’yla olan eski tartışmamızı hatırlarken. O bana bunu söylemişti.
“Bana benim cevaplarımla cevap vermen ne kadar güzel. Bak, benim doğru kişim sendin Güneş, ama artık çok şey değişti. Düşünmek istiyorum. Seni biliyorum, hatta kendimden iyi tanıyorum fakat kendimi anlamak için biraz yalnız kalmaya, daha doğrusu sensiz kalmaya ihtiyacım var.”
Arkasını dönüp kampusun otoyolundaki otobüs durağına yürüdü, orada bekleyen iki otobüsten arkadakine bindi ve gitti. Otoyolda yerde duran gitarıyla yalnız kalmıştım. Gitarı yerden aldım ve yürümeye başladım. İçimden otobüse binip onun yanına gitmek geliyordu ama bunu yapamazdım.
Kampüse geri yürümeye başladım.
Tanıdık, gri bir minivan yanımda durdu. Hızlanarak kampüse doğru ilerlemeye devam ettim fakat bir anda beni arkamdan kavrayan kollar gitmemi engelledi ve burnuma bir bez dayadı.
Son hatırladığım şey, Arda’nın gitarının yere düştüğünde çıkardığı sesti.
Arkadaşlar bugün Manifestival’de sahne alacağım için evden şimdi çıkmam gerekiyor. Bölümü uyanır uyanmaz yükledim. Tek bölüm yükleyebildim bu sefer, affedin 🙁