༯ 32 ༯
DEMİR
Yine boğulmaya başlamıştım.
Babamın turnede o haftaki duraklarında kumardan kapattığı hesapların pisliğini temizlerken ve Doğukan’la çözmeye çalıştığımız cinayeti düşünürken, bir yandan da hayatımda ilk defa kendim için bir şeyler yapmaya çabalıyordum. Bir otel zinciri kurmak sandığım kadar kolay değildi, tonlarca toplantı ve anlaşma gerektiriyordu. O toplantı ve anlaşmaları Gökhan Erkan’dan gizli yapmaya çalışmaksa bana susturmam gereken bir basın olduğunu hatırlatıyordu.
Güneş’in bana gönderdiği son mesajsa sanki derime kazınmıştı.
Haklısın, biz birbirimize göre değiliz.
Buradaki her şeyi hallettikten sonra ona geri dönecektim ve her şeyi çözecektim. Ne yazık ki bunun farkında olmak beni rahatlatmaya yetmiyordu. Güneş’in Bodrum’da nasıl bir durumda olduğunun beni bu kadar etkilememesi gerekiyordu. Kendime gelmeliydim, aksi takdirde hiçbir şeyin altından kalkamazdım.
Uğraştığım, dert ettiğim ve yapmaya çalıştığım her şeyde oradan oraya koşuştururken, uykularım adeta boğazımı sıkarcasına kavrıyordu beni. Artık yavaş yavaş bilincimi yitiriyor, kendimi kaybediyordum. Acıdan kaçmak için uyumamaya çalışıyordum ama uykusuzluk beni görevlerimden alıkoyuyor, yavaşlatıyordu.
Sigaradan keyif alamıyordum. Yemek yiyemiyordum. Susamıyordum. Kıpkırmızı gözlerle aklımı bilinçaltımın oyunlarından uzak tutmaya çalışıyor ama başarılı olamıyordum. Yardım edebileceğini düşündüğüm psikolog bana sadece komik bir hikâye vermişti. Şimdi yine evimdeydim. Yalnızdım.
Ne yapmalıydım? Bana ne iyi gelirdi?
Yayıldığım beyaz koltuktan kalktım ve hızlı adımlarla piyanoma ilerledim. Başına geçip ellerimi üstüne yerleştirdiğimde çoktan çalmaya başladığımı fark ettim. Kulağıma ulaşan notalar yanlış geldiğinde gözlerimi açtım.
Ay Işığı Sonatı‘nı çalıyordum.
Oysa ben Mozart’ı düşünmüştüm.
Siktir.
Aklımdaki notaların hiçbirine uymayan parmaklarım küçük bir çocuğun parmakları gibi tuşların üzerinde kayıyor, avuçlarım terliyordu. Sonunda parçada hata yapıp ellerimi piyanonun üstünden çektiğimde üst kattan bir ses geldiğini duydum.
“Kim var orada?”
Sesim evin duvarlarına çarpıp üst kata çıktığında yine aynı sesi duyduğumu fark ettim. Duyduğum ses bir kadının haykırışıyla hıçkırıkları arasındaydı. Ağlamak gibi ama ağlarken aynı zamanda bir şeyler söylemeye çalışmak gibiydi.
Ayağa kalktım ve üst kata çıkan merdivenlere yaklaştım. Aynen rüyamdaki gibi yukarıya kulak kesildim. Duyduğum seslerin gerçek olup olmadıklarından emin değildim. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve birkaç saniye bekledim. Beynimin içinde yankılanan anlamsız kelimelerin uğultusu geçmediğinde gözlerimi açtım ve koşarak merdivenleri üçer üçer çıktım. Boş koridorda soldaki ilk odanın kapısını açtım. Rüyamdaki odaydı bu. Rüyamda buradan sonrası hep bulanıktı ama şu anda gerçekten de odanın içindeydim. Uyanıktım.
Tek kişilik yatağın olduğu misafir odasına en son ne zaman geldiğimi hatırlamaya çalışırken açık bırakılmış pencereye yöneldim. Hızlıca dışarıya bakıp kimsenin olmadığından emin olduktan sonra kapattım.
Geri geri birkaç adım yürüdüm ve mavi çarşaflı yatağın üstüne oturdum. Yatağa kendimi bırakmamla birlikte kalkan toz, zaten kıpkırmızı olan gözlerimi yakmıştı. Hapşırmaya başladım. Odadan çıkmak üzere doğrulup sırtımı pencereye döndüğümde yine aynı sesi duydum.
Sesi daha önce hiç bu kadar yakından duymamıştım. Tüylerim diken diken olmuştu. Ses, odanın içinden geliyordu.
Yavaşça arkama bakıp odada kimsenin olmadığını yeniden gördüğümde bu sefer fısıltılar yükselmeye başladı. Sesler nereden geliyordu? Hıçkırıklar neden artmaya başlamıştı?
Artık bu cehennem sona ermeliydi. Yatağın altına baktım, boştu. Tek tek tüm çekmeceleri ve dolapların kapaklarını açtım. Hepsi boştu. Pencereyi yeniden açtım ve tekrar aşağıya, evin bahçesine baktım. Hâlâ yalnızdım.
“Yeter! Yeter! Yeter artık! Yeter!”
Ellerimle kulaklarımı kapatıp yere çöktüğümde boğazımdaki acı beni yere çekiyordu. Ellerimi kulaklarımdan boynuma indirmek zorunda kaldım. Nefes alamıyordum.
Boğulurken kendime halüsinasyon gördüğümü telkin etmeye çalışıyor ama başaramıyordum.
Yardıma ihtiyacım vardı. Siyah ve daha önceden sadece bir kez gitmeme rağmen, evim gibi tanıdık mermerler beni karşılayıp bana koridor boyunca eşlik ettikten sonra bekleme salonunu geçtim. Odasına girdikten sonra kapıyı arkamdan sertçe kapattım ve odasında yalnız mıydı, değil miydi önemsemeden ellerimi masasının üstüne koydum.
Odasındaki hastayı kibarca dışarı aldıktan sonra geri döndü ve masasına oturdu.
“Gelmek isteyeceğini söylemiştim.”
“Psikopat doktorlar, medyumlar, psişikler… Hangisiyse benim en iyisine ihtiyacım var. Anlıyor musun?”
Başta tebessümlü olan ifadesi sesimdeki endişeyi fark ettikten sonra düştü ve ciddileşti. Çekmecesine uzandı. Yine aynı kartları çıkartacağını düşünmüştüm ama sadece cep telefonunu çıkarttı.
“Oturmak ister miydiniz?”
“Hayır.”
“Nasıl dilerseniz Demir Bey.”
Ofise gelene kadar evden kendimi nasıl dışarı attım, nasıl taksi buldum hatırlamıyordum. O halde araba kullanamazdım. Hâlâ çok kötü hissediyordum.
Kulağına götürdüğü telefonu birkaç saniye sonra işine yaramış olmalıydı.
“Serap Hanım iyi günler. Gün içerisinde ofisime gelebilme şansınız var mı?”
Gözlerimi gözlerinden ayırmayıp konuşmayı dinliyordum. Kafayı gerçekten yemek üzereydim.
“Anlıyorum ama bu biraz acil bir durum.”
Evet, kesinlikle öyleydi.
“Meşguliyetinizin farkındayım, o zaman size tek bir soru sormama lütfen izin verin. Acaba Erkan ailesiyle geçmişte çalışmış mıydınız?”
Kadirhan Bey’in söylediklerinden hemen sonra telefondan gelen cızırtılı kadın sesi bu sefer aynı hızda gelmemişti. Ellerimi masadan kaldırdım ve odanın içinde volta atmaya başladım.
“Kendisiyle henüz tanışmıyoruz ama birlikte çalışabileceğimizden eminim. Bekliyorum, yönlendirmeniz için çok teşekkürler. “
Kadirhan Bey telefonu kapatıp yeniden bana baktığında bir şeyler yakaladığımızı tahmin etmiştim.
“Serap Hanım daha önce ailenizle hiçbir iş yapmadığını söyledi. Buna rağmen kız kardeşi Şahsene Hanım’ın Erkan Ailesiyle eskiye dayalı bir bağlantısı varmış.”
“Ne kadar eskiye dayalı?”
Sırtını geriye yasladı ve bir elini çenesinin altına koyarak “On beş yıl kadar,” dedi.
Son söylediği cümlenin bıraktığı şüpheli etkinin ardından yaklaşık üç dakika süren sessizlik, sekreterinin Kadirhan Bey’i ofis telefonundan aramasıyla sona erdi.
“Şimdi sırası değil Gözde.”
“Kadirhan Bey, saat dört randevunuz geldi.”
“İptal et.”
“Peki efendim, hangi güne ertelememi istersiniz?”
Kadirhan Bey’in cevap vermeden telefonu kapatmasıyla işin ciddiyetinin farkına vardığını anladım. Sonunda bana yardım edebilecekti.
“Bahsettiğiniz diğer kişi?”
“Yolda.”
Omuzlarımı silkeledim. “Güzel.”
“Otursan iyi olacak, bugün zihinsel olarak yorucu bir gün geçirebilirsin.”
Uğraştığım hiçbir halt o an umrumda değildi. Bir an önce beynimdeki sorunu çözmek ve çıkıp gitmek istiyordum.
Kadirhan Bey eski oyununu bozmadan masasından kalktı ve karşımdaki koltuğa oturdu. Bugünkü kıyafetleri yine bildiğim bir markadandı. Bana kalan koltuğa oturdum ve dirseklerimi dizlerime koydum.
“Sanki kendi vücudumda hapsolmuş gibiyim. Kendi düşüncelerimi yönetemiyor, yeterince anımsayamıyorum. Bazı şeyleri hiç sorgulamadan kabullenmiş ve öyle yaşamış gibi hissediyorum ama bu hiç bana göre değil. Ben ben olalı hep dikkatliyimdir. Her konuda… Hayatımın her bir noktasında yaptığım şeyin bilincinde yaşamışımdır. Ta ki…”
“Ta ki kâbuslar güçlenene kadar.”
İç çektim ve dik oturdum. Yaza gireli birkaç hafta olmuştu ama ben soğuk soğuk terliyordum. Ara ara titremeler geliyordu, aynen şu an sağ kolumda ve bacaklarımda olduğu gibi… Evden çıkarken deri ceketimi iyi ki unutmamıştım.
Resmen aciz durumdaydım.
“Şahsene Hanım kim? Nasıl biri?”
“Onu sevmeyeceksin.”
Güldüm. “Kafamdaki şu şeyi çıkartmayı başarırsa sevebilirim belki.”
“Mazoşistsen, neden olmasın?”
“Nasıl yani?”
Ellerini önünde birleştirdi. Gözlerini benden kaçırdı. “Eğer sorununun basit ip sallama teknikleriyle çözüleceğini sanıyorsan yanılıyorsun genç adam.”
“Sorun değil, hayatımda aştığım hiçbir şey basit değildi.”
“Eminim araban vardır, evin vardır, ailenin parası vardır…”
Güldüm. “Sanıldığı kadar basit değiller.”
“Basitleştirmeye yardımcı olduklarından eminim.”
“Ama ne yazık ki ben sizin ne yapmaya çalıştığınızdan emin değilim.”
“Yardımcı oluyorum.”
“Hayat standartlarımın yersizliğiyle ilgili beni ezmeye çalışarak mı?”
“Sorununu çözmekte yetersiz kalacakları konusunda uyarmaya çalışarak.”
İçinde olduğum acıyla orantılı olarak zaten kolay bir çözüm yolu beklemiyordum. Sürekli şekilde bana neyle karşı karşıya olduğumu hatırlatmasına ihtiyacım yoktu. Yeterince sıkıntılıydım. Konuşmayı uzatmamak için sessiz kaldım.
Stres dolu bir bekleyişin ardından önce masadaki telefon çaldı. Sekreteriyle konuşan Kadirhan Bey, gelen medyumun ofisine alınmasını rica etti.
“Şahsene Hanım, hoş geldiniz. Kız kardeşiniz Serap Hanım’la uzun yıllardır birlikte çalışıyoruz.”
Tokalaşan elleri ayrıldıktan sonra Kadirhan Bey’e cevap vermek üzereydi ki beni gördü. Yere kadar uzanan bol paltosu, kahverengi kıvırcık saçları ve tanıdık olmayan yüzüyle bakarken, ifadesi benim oturduğum koltuğa yaklaştıkça değişti. Gözlerini benden ayırmadan paltosunu çıkarttı ve katlayarak karşımdaki koltuğun koluna astı. Kadirhan Bey’in bir şey söylemesine ihtiyaç duymadan oturdu ve beni inceledi.
Yüzümden vücuduma doğru inen, ardından yeniden gözlerimle buluşan bakışları çok farklıydı.
“Ne kadar büyümüşsün,” dedi.
İsmi gibi değişik bir kadınla karşılaşmayı bekliyordum. Oysa karşımda oturan kişi her ne kadar bana hiç de tanıdık gelmese de normal bir insandı. 50’lerinde, kendi halinde yaşadığı izlenimini veren normal biri gibiydi. Daha önce bir medyumla tanışmamıştım. Değişik bilezikler, takılar, ilginç dövmeler, belki de mor gözler beklemiştim.
“Komik olan bir şey var sanırım.”
Koltukta arkama yaslandım. Kadının Kadirhan Bey’den pek de bir farkı yoktu. Bu beni biraz rahatlatmıştı.
“Kusuruma bakmayın, hâlâ buraya nasıl düştüğümü sorguluyorum,” dedim Kadirhan Bey kendi masasının arkasına geçerken.
“Telepati ile ilgili herhangi bir yeteneğe sahip değilim, lakin yalan söylediğin anlaşılıyor.”
Durumumun duygu ve düşüncelerimi saklama konusunda bana köstek olduğu kaçıncı olayı yaşıyordum?
“Öncelikle Demir Bey önem arz eden bir probleme sahip. Programınızı yarıda bırakıp ofisime hemen geldiğiniz için size teşekkür ederim.”
“Herhangi bir programım yoktu. Serap bahsetmemiş olabilir, işimi bırakalı uzun yıllar oldu. Son zamanlarda pek bir meşguliyetimin olduğu söylenemez,” diye yanıtlayan medyumun gözleri hâlâ benim üstümdeydi.
“Yeniden dönmeyi mi planlıyorsunuz?”
“Hayır, artık sadece eski borçlarımı ödüyorum diyelim.”
Konuşmalarına dahil olmaktan çekinmedim. “Aileme karşı borcunuz mu var?”
Hüzünlü şekilde gülümsedi. “Sana karşı bir borcum var.”
“Bunu neden bu kadar önemli bir şeymiş gibi söylediğinizi anlayamadım. Sizi hayatımda daha önce hiç görmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.”
Biraz bekledi. Dizinin altına kadar uzanan eteğini düzelttikten sonra sanki toz varmış gibi elini gömleğinin kollarında gezdirdi.
Kendini bana cevap vermek için hazır hissettiğinde yeniden bana baktı. “Belki de inanmayacaksın ama gözlerinin rengi hep böyle değildi. Küçükken daha açıktı aslında.”
“Zamanla göz renkleri değişebilir, bu olan bir şey,” dedim, o beni nereden tanıdığını hâlâ ısrarla söylemezken.
“Hayır, anlamıyorsun. Gerçekten daha farklıydı. Kelimelere dökmek bir edebiyatçı için daha kolay olurdu…”
Lafı dönüp dolaştıran kadının sözünü kesmekten çekinmedim. “Bakın, benim yardımınıza ihtiyacım var. Öncelikle Kadirhan Bey’in söylediğine göre ailemle yaklaşık on beş yıl önceye dayanan bir bağlantınız varmış. Bana bunu açıklayabilir misiniz?”
“Bağlantıdan çok bir iş gibiydi. Başladı ve bitti. Sonraki zamanda Erkan ailesiyle iletişim kurmadık. Zaten uymamı istedikleri şartlardan biri de buydu.”
Annemin ya da Gökhan’ın neden bir medyuma ihtiyaç duymuş olabileceğine dair fikir yürütemiyordum. “Tamam, sizin isimlendirdiğiniz gibi söyleyelim o zaman. Ailemle yaptığınız iş neydi?”
“Her işte olduğu gibi bizimkinde de üstünde anlaştığımız konular vardı. Hakkında konuşmamak ise bunların en başında geliyordu.”
Odaya girdiğinden beri ilk kez gözlerini benden kaçıran medyumun yapacağı nazla uğraşamazdım. Buraya kadar geldiğine göre artık konuşmak zorundaydı. Yardım etmek istiyorsa bir şeyler saklamaktan vazgeçmeliydi.
“Şahsene Hanım, ben bir soruyu daha ne kadar açık sorabilirim bilmiyorum. Eğer bir şeyler biliyorsanız lütfen yardımcı olun. Ailemle yaptığınız bu gizli kapaklı işin adı, olayı, konusu, parası, her şeyi… Ne varsa…”
“Demir.”
Kadirhan Bey’in beni uyarmasıyla sözümü kesip ona döndüm.
“Misafirimizi sorguya çekmek için çağırmadık. Biraz sakin olmayı deneyebilirsin.”
“Size okulda ne öğretiyorlar ben anlamadım. Bir psikologun kendi hastasına sakin olmayı denemesini söylemesi kadar saçma bir şey yok çünkü. Şahsene Hanım, her kimseniz, ailem için kimseniz artık söyler misiniz?”
“Ben… Açıklamaya çalışıyorum ama bu çok zor. Öncelikle hangi aşamaya geldiğini öğrenmeliyim. Ne hissettiğini anlatır mısın?”
“Ne aşaması? Konuşması gereken ben değilim! Burada sadece zaman kaybediyorum. Lütfen ne iş yaptığınızı söyler misiniz artık?”
“Koltuğa yeniden oturmanı tavsiye ederim Demir. Rica ediyorum.”
Kadirhan Bey’in bana söylediği hiçbir şeyi yapmamak konusunda inat ediyordum. Masa ve koltukların bulunduğu yerden uzaklaşarak odada gezinmeye başladım. Az önce yükselttiğim sesime karşılık kısık ve ilk geldiğindekine göre daha çekingen bir tavırla bana ne yaşadığımı tekrar soran kadın sinirimi bozdu. Birbirimize aynı soruları ısrarla tekrar ediyorduk fakat kimsenin yanıt verdiği yoktu. Bu benim için bir oyun değildi. Hissettiğim şeylerin, duyduğum seslerin, uyandığım gecelerin hiçbiri benim için geçici değildi. Artık kaldıramadıklarımın beni aşağıya çekmelerine izin veriyor gibiydim.
Odanın içinde volta atmayı bıraktıktan sonra onlara döndüm.
“Ne mi hissediyorum? Sizin tahmin ettiğinizden de beterini yaşıyorum. Sürekli aynı kâbusu görmekten ve uyanamamaktan bıktım artık. Gündüzüyle gecesi bir olan saçma bir döngüdeyim ve hiçbir şeyin düzeldiği, yoluna girdiği yok. Beynimi ve bedenimi ele geçiren o gerçekçi kâbus pek çok kişiye ihanet etmeme neden oldu. Yarı yolda bırakmak zorunda kaldığım biri var. Sonrasında yaşadığım vicdan azabını bile ertelemek zorunda kaldığım biri… Kendi ilkelerime ihanet ediyorum. Eskisi gibi konuşamıyor ya da davranamıyorum. Sağlıklı düşünemiyorum. Öfkenin farklı bir boyutunu yaşıyorum ama bu öfke çevremdeki kimseye karşı değil, kendime karşı. Kendime karşı öylesine büyük bir öfke taşıyorum ki içimde; hissettiğim bu acıya, gördüğüm kâbuslara neden olan şeyi bilmediğim için kendimi asmak istiyorum ama bunu yapamam. Yarı yolda bıraktığım insana geri dönmem, bestelediğim parçayı bitirmem ve beni böylesine deli eden şeyin ne olduğunu öğrenmem gerekiyor!”
Odanın dolu duvarlarında dahi yankılanan sesimin yarattığı etki hızlı oldu.
Kadirhan Bey “Daha iyi misin?” diye sorduğunda evet anlamında başımı salladım. Patlama noktasını aşmış ve yeniden eski halime dönmüştüm. Yavaşça koltuğuma geri döndüm.
“Şahsene Hanım, bana yardım edecek misiniz?”
Gözlerime aynı hüzünle bakmaya devam ediyordu. Sanki günah çıkartmaya zorlanan biri gibiydi. Söylemek istemediği şeylerin duygusallığına ayıracak vaktimiz yoktu. Dolan gözleri benimkileri delercesine gerçekleri saklarken, kadının yavaşlığı karşısında sabretmekte her geçen saniye daha çok zorlanıyordum.
“Bu aşamaya çok daha sonra gelmeliydin.”
Söylediği cümle bana umut vermiyordu. Anlamsızlıkların içinde boğulmaktan o kadar yılmıştım ki artık acizliğimin beni yenmesine izin verdim. Kalan ilkelerime de ihanet edip ne gururla ne egoyla ne de Demir’le karşısındaydım artık.
“Ne aşaması olduğunu söyler misiniz?”
Ona en yakın olacağım şekilde oturuyordum. Derin bir nefes alıp verdiğinde artık gerçekleri öğrenmeye hazırdım.
“Hani sana borçlu olduğumu söylemiştim ya Demir?”
“Evet, söylediniz.”
“Ben… bunu yapmamalıydım. Sana yaptığım, her şeye aykırıydı. Eski defterleri kapatırken bu günün de geleceğini biliyordum ama bu kadar erken geleceğini hiç düşünmemiştim.”
Gözlerini benden kaçırarak yere odaklandı. “Ben senden çok önemli bir şey çaldım Demir. Henüz çok küçüktün. Beni hatırlaman ya da tanıman imkânsız çünkü ben senin için herhangi biriydim. Anılarında yer sahibi olmamam son derece normal.”
“Ama varlığı şu anda normal olmayan tartışmasız bir gerçek var.”
“Evet. Sana hiçbir insanın hak etmediği bir şey yaptım ve bunun sorumlusu olduğumu kabullenmek her şeyden daha güç benim için.”
Kadirhan Bey araya girdi. “Şahsene Hanım lütfen kendinizi rahat hissedin. Ben zaten anılarının hafızasından silinmiş olabileceği ile ilgili teorimi Demir Bey’le paylaştım. Sadece sizin onaylamanızı bekliyoruz şu anda.”
Medyum kadın dudaklarını birbirine bastırdı. “İşte güç olan şey tam da orada…”
Dakikalardır kaçırdığı gözleriyle sonunda bana baktığında söylediği şeyle tüm oda bir anda yok oldu.
“Ben senden sadece bir anı silmedim. Ben senden bir kişi sildim.”
“Ne dediğinizin farkında mısınız?”
“Senin geçmişinden sildiğim kişinin yeniden sana dönmeye çalışan anıları yüzünden bu haldesin.”
Bulaştığım, bulaştırıldığım, içine düştüğüm şey için ve en kötüsü de şu anda böyle bir olaya anında inanacak seviyeye kadar indiğim için lanet olsun.
“Beş yaşındaki bir çocuğun geçmişinden hangi insanı silebildin ki? Bu, bir insanın unutturulabiliyor olmasından çok daha anlamsız.”
“Emin ol kim olduğunu öğrenirsen o kadar da anlamsız gelmeyecek.”
Bir dakika…
“Kim olduğunu öğrenirsem mi? ‘Öğrendiğim zaman’ demek istedin herhalde.”
Kadirhan Bey öksürür gibi bir ses çıkartıp ona bakmamı sağladı. “Lütfen kibar konuşalım.”
“Kibarlık mı? Bu kadın benim kafamdan bir şeyler sildiğini iddia ediyor ve ben onunla nezaket kurallarına göre mi konuşacağım? Açıkçası “siz”li konuşmaktan çok daha samimi bir boyutta olduğumuzu düşünüyorum. En azından on beş yıldır!”
Gözlerimi kapatıp başımı bir sağa bir de sola yatırarak boynumu çıtlattım. Beynim bir bilgisayar gibi çalışıyordu. Mantığım kadının söylediklerinin anlamsızlığına küfür ederken diğer bir yandan da söyleneni kabul ediyordu. Kâbusların ve yaşadıklarımın farklı bir açıklaması yok gibiydi.
“Sildiğim kişiyi öğrenmek mi istiyorsun?”
Kahkaha attım. “Bunu gerçekten soruyorsun.”
“Söylediğim gibi, bu aşamaya henüz gelmemiş olman gerekirdi.”
“Ha evet, şu aşama saçmalığına geldik. Diyelim ki senin dediğin gibi henüz bu aşamaya gelmemiş olmalıydım. Peki nerede hata yaptım? Hatırlamamam gereken kişiyi hâlâ hatırlayamıyor olmam neden yanlış?”
Kadirhan Bey “Hatırlamaya başlamış olman yanlış,” dedi ve konuşmanın başından beri uzak kaldığı duruma bu sefer tamamen dahil oldu.
“Anladığım kadarıyla Şahsene Hanım’ın seninle ilgili tahminleri yanlış çıktı. Sanırım üstünde uyguladığı yöntemin seni çok daha uzun süre idare etmesi gerekiyordu. Fakat gördüğün kâbuslardan ve etkilerinden dolayı gerileme sürecinin erken başladığını anlıyorum.”
İki elimi havaya kaldırdım ve yapmacık şekilde gülümsedim. “Peki, tamam, ona da tamam. Her şeye tamamsak şimdi gelelim bunu nasıl düzelteceğimize. Şahsene Hanım, büyüyü nasıl bozmayı planlıyorsunuz?”
“Büyülerle ilgili hiçbir bilgim yok.”
“Şahsene Hanım, lütfen Demir’in şakalarına bakmayın. Durum tahmin edersiniz ki onun için çok daha zor.”
Bu adamı babalık yapması için tutmamıştım. Bana bu kadar karışması hoşuma gitmiyordu.
“Her şeyi anlatacağım Demir.”
Şahsene Hanım’ın çekingen tavrını bir kenara bırakmış olması tam da yerinde bir hareketti. Oturduğum yerde rahatladım ve onu dinlemeye başladım.
“Ben kendimi medyum olarak adlandırmıyorum. Sadece çoğu insandan biraz daha fazla şey hissediyorum o kadar. Büyüyle sihirle ilgili aklında ne var bilmiyorum ama hiçbirinin benimle ilgisi yok.”
Kadirhan Bey “Şahsene Hanım’ın söylemek istediği şey, sana yaptığı işlemin tamamen psikolojik bir çalışma olduğu. Çözümü de dolayısıyla büyüyle falan değil, psikolojik seanslarla gerçekleşecek,” diyerek katkıda bulunduğunda durumla gerçekten ilgilendiğini gördüm. Kabul etmeliydim, psikolog olsaydım benim için de ilgi çekici bir durum olabilirdi.
Maalesef o anda tek istediğim bir an önce bu çileden kurtulmaktı.
“Her şeyi anlatacağım. Öncelikle neyi bilmek istiyorsun?”
Cevabım basitti. “Küçükken bana ve aklıma ne yaptın?”
Kabuğuna geri çekilen bir kaplumbağa gibi koltuğa sindi ve Kadirhan Bey’den kendisine bir bardak su getirmesini rica etti. Masadaki telefona uzanırken herhangi bir şey isteyip istemediğimi sorduğunda bana suyu şişeyle getirebileceklerini söyledim.
“Akademik hayatım boyunca insan hafızasıyla ilgilendim. Küçük anı parçaları hakkında isteğe göre değiştirilebilir bir yapıya sahip olup olmadığı konusundaki çalışmalarımın başarıyla sonuçlandığını görünce bilim dünyasına bu başarıyı açıklamadan ortalıktan kayboldum. Çalışmalarımı yürüttüğüm üniversitelere projelerimin başarısızlıkla sonuçlandığını söyledim. Verilerimin devlet ya da özel sektörden herhangi birinin eline düşmesi kaos yaratırdı. Bu nedenle en iyisi kendime saklamaktı.”
Yarım litrelik şişedeki suyun tamamı bitince şişeyi yere attım.
“Kibar olmaya çalışıyorum ama olamıyorum. Benimle tanıştığınız güne gelirseniz hepimizin açısından daha iyi olacaktır.”
“Daha kolay anlaman için her şeyi başından aldım. Çalışmalarımın başarısını kendime saklamanın hiçbir anlamı olmadığını fark etmem çok zamanımı almadı. Serap, yani kız kardeşim, mesleği gereği pek çok insanla uğraşıyordu ve bu insanların temel olarak tek bir arayışı vardı: Aşk. Kimisi geleceğine dair birkaç şey öğrenerek aşkı bulmaya çalışıyordu, kimisiyse geçmişinde yaşadıkları yüzünden aşktan kurtulmaya çalışıyordu. Bu da aklıma farklı bir fikir getirdi. Serap’ın medyum kimliği altında gerçekleştireceğimiz herhangi bir seansın, sektörlerde duyulması bir sıkıntı yaratmayacaktı. Kendi çapımda insanlara yardımcı olduğumu düşünüyordum. Sonuçta ümitsizce unutmaya, kimi zaman sevdiklerinin ölümlerini aşmaya geliyordu insanlar…”
“Beş yaşındaydım. Beş… Neyi unutmak istemiş olabilirim ki?”
“Sen istemedin. Ben… Sana ben asla yapmamam gereken bir şey yaptım. Hiç kimse kendi rızası dışında böyle bir şey yaşamamalıydı.”
“O zaman niye yaşattın?”
“Gökhan Erkan.”
Sinirle güldüm. Sağ elimi alnımın ortasına getirip biraz bastırdım. “Klasik.”
“Anlatmaya en başından başlamamın sebebi buydu. Ben istemedim. Kimseye zarar vermek istemedim. Seans uyguladığım herkese kendi istekleri ve bilinçleri doğrultusunda yardımcı oluyordum. Baban gelip bana eğer istediği şeyi yapmazsam çalışmalarımdan olumlu sonuç aldığımı duyuracağını söylediğinde…”
“Bekle. Hayır, bana açıklama yapmak zorunda değilsin. Bana bunları anlatıyor olmanın tek sebebi kendi vicdanını rahatlatmak. Gökhan sana şantaj yapmış. Bu kadar basit.”
“Para da verdi.”
Bu sefer daha çok güldüm.
“Bu bir günah çıkarma seansı değil Şahsene Hanım. Ben de bağışlandığınıza karar verecek otoriteye sahip değilim. Lütfen devam edin.”
Bardaktaki sudan bir yudum aldıktan sonra bardağı bırakmadı. Elinde tutmaya devam ediyordu.
“Gökhan Bey benden bir anıyı değil, bir insana dair senin aklında ne var ne yoksa silmemi bekliyordu. Bunu daha önce hiç denememiştim fakat imkânsız değil gibi gözüküyordu.”
Kadirhan Bey “Ancak birtakım yan etkileri ve işlemin zamanla deforme olacağı ile ilgili gerçekler de vardı,” dedi.
“Kesinlikle. İşlemin etkisini yitireceği kesindi çünkü benim uyguladığım yöntem tek bir dayanak noktasına sahipti. O dayanağın tetiklenmesi direkt olarak unutulanların kişiye dönmesiyle sonuçlanacaktı.”
“Söyledikleriniz gerçekten ilham verici Şahsene Hanım. Daha önce hafıza ile ilgili hiçbir çalışma yapmadım ancak tüm bunları insan psikolojisi üzerinden gerçekleştiriyor olmanız beni çok etkiledi. Benim de tahmin ettiğim gibi, insan beyni ve hafızasından bahsediyoruz. Her şeyin tamamen silinmiş olması imkânsız.”
“Beyin öylesine komplike bir yapıya sahip ki henüz hâlâ tamamını keşfedebilmiş değiliz. Ben yalnızca hafızadaki bazı yerlerin üstünü örtmeyi başardım, hepsi bu kadar.”
Konuyu saptırmalarına engel olmak üzere sözü aldım. “Bir insanın bir şeyi ya da benim durumumda daha doğrusu bir kişiyi unutması nasıl sağlanabilir? Bunu tam olarak nasıl yaptınız?”
Kadirhan Bey “Dayanak noktası olarak psikolojik birtakım esasları kullanmış.”
Şahsene Hanım “Ben, nasıl açıklayacağımı bilmiyorum…” diye söze başladı.
“Başladınız ya, bence devam edebilirsiniz.”
“Hayır Demir, bana çok kızacaksın.”
Çocuk bakıcısı gibi hissetmeye başlamıştım. Resmen laf alabilmek için sinirime sabahtan beri yumruklarımı sıkarak hâkim olmaya çalışıyordum. Demek ki birinden yardım istediğimde düşeceğim durum bu şekilde olacaktı. Bir daha asla…
“Emin olun sizi şaşırtabilirim. Bu konuda o kadar dengesizim ki nelere kızıp nelere kızmayacağım konusunda defter tuttuğundan emin olduğum bir kız arkadaşım var.”
Bakışları değişti.
“Kız arkadaşının olduğunu söyledin, yanılmıyorum değil mi?”
“Değinmek istediğim nokta o değildi ama evet.”
Kadirhan Bey “Seanslarınızda dayanak noktası olarak neyi kullanmıştınız Şahsene Hanım? Sanırım konuşmanın tam da bu kısmına geldik.”
Şahsene Hanım elindeki su bardağını Kadirhan Bey’in masasına bıraktı ve koltukta öne doğru kayarak bana yaklaştı. “Âşık mı oldun?”
Bu soruyu o kadar ciddi şekilde sormuştu ki yüzündeki ifadeye mi yoksa bu koca ofisin sadece saçma muhabbetlere tanıklık ettiğine mi gülsem karar verememiştim. Bugün gerçekten de çok gülmüştüm.
“Demir, ne zaman âşık oldun?”
Ellerimi bacaklarımın üstüne bastırarak ayağa kalkıp odadan çıkmak isteyen vücudumu engelledim.
“Beynimde beş yaşındayken yaptığınız çalışmaların Güneş’le olan bağlantısını mantık çerçevesinde kurmayı başarabilirseniz eğer, gerçekten şu son kırk dakikadır içimden ettiğim küfürlerin hepsini geri alacağım.”
Kadirhan Bey şaşkınlıkla Şahsene Hanım’a bakıyordu. “Bir saniye Demir, çok önemli bir şeyi atlıyorsun. Şahsene Hanım, bunu yapmış olamazsınız değil mi? Lütfen bana çalışmalarınızın böylesine kabul edilemez bir dayanağa sahip olmadığını söyleyin.”
Kadın başını kaldırdı ve ona baktı. “Başka bir alternatif yoktu. Eşya, koku… Önceden denenmiş hiçbir metodun işe yaramamış olmasının nedeni basitliklerinden kaynaklanıyordu. Anılar konusunda yine hafif düşünceleri kaynak olarak kullanıyordum ama Gökhan Bey benden başlı başına bir kişiyi ve ona dair her şeyi yok etmemi istediğinde çok daha soyut ve güçlü bir şey bulmam gerekiyordu.”
“Kusura bakmayın ama ben psikolog değilim. Ne zaman tercüme etmeyi planlıyorsunuz?”
Kadirhan Bey’in yüzündeki farklılık beni strese sokmuştu. “Bunu ona nasıl anlatacağınızı gerçekten çok merak ediyorum,” dedi ve başını olumsuz anlamda iki yana hareket ettirerek beni korkutmaya başladı.
Şahsene Hanım “Öncelikle Demir, ben özür dilerim. Her şey için… Hayatını öyle yaşamak zorunda kaldığın şekilde yaşadığın için… Seni alıkoyduğum pek çok…”
“Bir dakika. Sözünüzü kesmek zorundayım çünkü ben ne dediğinizi anlamıyorum. Nasıl yaşamak zorunda kaldım ki?”
Ela gözlerini belki de milyonunca defa benden kaçırdı ama ben onu yakalamak için hiçbir yere gitmedim. Ona bakmaya devam ediyordum.
“Duygusuzca…”
Başını bana cevap verirken yeniden yukarı kaldırmıştı. Gözleri doluydu. Duygusal biri olduğunu sabahtan beri belli ediyordu ama bu kadarını da beklememiştim. Bugünkü sorumluluklarımda çocuk bakıcılığının da olduğunu zaten çoktan kabul etmiştim.
“Evet ben sevilmedim. Bir ailem hiç olmadı. Gökhan Erkan’ın nasıl bir baba olduğu konusunda hiçbir fikriniz yok ve hafızamdan silinen insanın o olmasını tercih ederdim. Ama benim zor bir çocukluk geçirmiş olmamın sizi neden ağlattığıyla ilgili bana yardımcı olmuyorsunuz.”
“Demir…”
Kadirhan Bey’in seslenişiyle ona doğru döndüm. Masanın diğer tarafında, büyük ve geniş kahverengi deri koltuğunda farklı görünüyordu. Bana bakışı ilk randevumuzdaki gibi değildi.
Bana acıyordu.
“Demir, bahsettiği danayak noktası duygular. Senin duyguların. Beş yaşındayken senden alınan duygular.”
Benden alınan duygular mı?
Kanım dondu. Aklımda kendime dair pek çok şey bir anda canlanırken “Hangi duygular?” diye sordum.
Şahsene Hanım “Sevmek, sevilmek, özlem, mutluluk, acıma, beklenti, huzur, merhamet, sahiplenme…” derken her söylediği kelimeyle kendi hayatımdan sahneler geliyordu önüme. Yoksunu olduğum duyguların hissedilmesi gereken yerde hissedilemediğine dair anılarım Şahsene Hanım’ın söylediklerini doğrularken sanki parçalanıyormuş gibi hissediyordum.
Kadirhan Bey “Doğru mu Demir? Büyürken bu duyguların yokluğunu gerçekten de fark ettin mi?”
Fısıltı şeklinde “Sebebi babam sanıyordum,”dedim.
İnandığım her şey, beni ben yapan her şeyim, gücümü oradan aldığımı sandığım soğukkanlılığıma kadar yalandı. Ben asla Demir olmamıştım, benden alınanların ardından kalan döküntülerle, kül ve tozla yeni bir oyuncak inşa etmiştim babama. Ona karşı geldiğimi sandığım her bir gün, aslında onun vermemi istediği tepkiyi vermiş, yapmamı istediği şeyi yapmıştım.
“Aslında bir bakıma sebebi yine baban. Sonuçta Şahsene Hanım’dan bunu o istemiş. Bu arada Demir, babandan nefret ediyorum.”
“Kulübe hoş geldin.”
Şahsene Hanım “Kabullenmesi zor olacaktır, eminim. İtiraz edebilirsin. Bu çok normal bir davranış olur,” dediğinde ona baktım.
“Hayır. İtiraz etmeyeceğim. Söyledikleriniz doğru.”
“Umarım tahmin ettiğimden çok daha iyi bir hayat yaşayabilmişsindir, yeniden özür dilerim.”
İnsanı insan yapan, hayvanlardan ve diğer canlılardan ayıran şey düşünebiliyor olmasıdır. İyiyle kötüyü ayırt etmesi, ona göre davranmasıdır. Ancak iyiye iyi, kötüye kötü derken o kişi kendi değerlerinden yararlanır. Kendi duygularına ve hislerine göre neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verir ve ona göre deneyimlerini kategorilere ayırır.
Duyguların insan için ne kadar önemli olduğu ortada. Hayatımı büyük ölçüde etkileyip yönlendirmiş olan bu duygu yoksunluğunun beni belki de olacağım yerden çok daha üst bir konuma getirdiğini kabul ediyorum. Bir şeyleri hissedemiyor olmanın eksikliğini Güneş’le tanışıncaya kadar çekmedim. Hissetmemek bana tercihlerimde kullanabilmem için sadece mantığımı bırakmıştı. Kendime bu sayede kurduğum düzen, babam yaşadıkça içinde bulunacağım labirenti katlanılabilir kılmıştı. İşte o düzen olmasaydı labirentin duvarları beni çoktan yutmuş olurdu.
Şahsene Hanım ona cevap vermediğimi gördüğünde sessizliği bozdu.
“Güneş diye bahsettiğin kızı çok seviyor olmalısın,” dedi.
Onun ismini duymak, beni yutan duvarlardan bir anda kurtarıp bambaşka bir yere getirmişti. Olayın çok daha farklı bir boyutunu düşünmeye başlamıştım artık.
Kadirhan Bey “Bahsettiğiniz aşama mevzusunun erkene çekilmesinde Güneş’in rol oynadığını düşünüyorsunuz. Normalde kâbusların Demir’e ne zaman acı vermeye başlaması gerekiyordu?”diye sorduğunda aklımda onunla tanıştığım gün vardı. Sınıfta yanıma oturduğu an, sesini söylediği ilk şarkıyla aklıma kazıdığı an, onun dudaklarını ilk kez yaşadığım an… Kilometrelerce uzakta olsa bile beni rahatlatmayı başarıyordu. Güneş’in başardığı tek şey bu değildi üstelik.
Benden alınan duyguları bana geri getirebilen ilk ve tek insandı.
“Ondan koparttığım duygulardan birini güçlü şekilde hissettiği ilk anda hafızası tetiklenecekti. Sildiklerimle o kadar çok duyguyu çalmıştım ki ancak yaşlandığında yaşayacağı ölüm, yani hayatını kaybetme korkusuyla bu aşamaya geleceğini planlamıştım. Tüm çalışmalarım bu plana göreydi.”
Kadirhan Bey “Tabii âşık olması her şeyi değiştirdi,” dediğinde bu sefer cevaplaması gereken bendim.
“Olmamalıydım.”
Şahsene Hanım’a döndüm. Olumlu anlamda başını salladı.
“Aslında plan basitti. Benden zaten âşık olmam için gereken duygular alınmıştı. Bu nedenle birine kendimi kaptırmam çok ama çok düşük bir olasılıktı. Hayatıma o girince tüm planlar da alt üst oldu. Güneş arada yapar öyle şeyler. Bu yüzden seviyorum onu.”
Kadirhan Bey “Hayatının tamamında duygularını bastırarak işini mükemmel yapmış olan örtüyü kaldırabilecek kadar hem de. Ama maalesef bunun güzelliğini bir kenara bırakarak Şahsene Hanım’a seansları nasıl yaptığını sormak istiyorum. Nasıl bir metod uyguluyorsunuz? Klasik hipnoterapi çeşitlerinden çok daha farklı olmalı.”
“Ne yaptığım benimle ölüme gidecek Kadirhan Bey. Kimseye bunun bilgisini veremem.”
“Bana bir bilgi verebilirsin ama.”
Şahsene Hanım sanki ondan isteyeceğim bilgiyi sağlayabilirse onu affedecekmişim gibi bana baktı. “Lütfen sor Demir.”
Olayın korkusuna ve merakına kapılıp pek çok şey konuştuk. İmkânsız olduğu düşünülse de işe yaradığının en temel kanıtı olduğum bir işlemin gerçekliği hakkında tartıştık. Bunun etikliği konusunda birkaç yorum ve gözyaşı döküldü, ancak her şeyin en başına hiç bakamadık. Tüm bunların asıl nedenini söylemekten kaçan, ısrarla konuyu değiştiren ve diğer soruları cevaplamaya öncelik veren Şahsene Hanım, kaçacağı kadar kaçmıştı artık. Öğrenmeden buradan ayrılmayacaktım.
“Kimdi o?”
“Bu konu hakkında aslında…”
“Hayır. Boş konuşma istemiyorum. Gökhan’ın ve annemin unutmamı istediği kişi kimdi?”
Soran gözlerle soluna baktığında Kadirhan Bey “Onca zahmet ve beş yaşındaki çocuklarının önce psikolojik, sonra da dolayısıyla etkilenebileceği fiziksel zararlar… Hayatı boyunca o kişi yüzünden belki de ne tatlar, renkler kaçırdı… Bilmeyi hak ediyor, Şahsene Hanım,” diyerek fikrini söyledi.
“Ben de bilmeyi hak ettiğini düşünüyorum. O konu hakkında hiçbir tereddütüm yok. Sadece öncesinde emin olmanı istiyorum. Gerçekten bilmek istiyor musun istemiyor musun?”
“Tabii ki bilmek istiyorum! Bunun hakkında anayasal bir düzenleme büyük ihtimalle yoktur ama hafızamdaki her şeyin ve herkesin bana ait olduğunu savunuyorum. Neden bilmek istemeyeyim ki?”
“Unutturulmak istenmişse bir nedeni olmalı, öyle değil mi? Büyük bir neden, annenin beş yaşındaki oğluna ait bağırışlara katlanmayı göze aldığı kadar büyük bir neden…”
Son söylediği beni yakalamıştı. Sizden saklanan bir şey mutlaka bir amaçla gizli tutuluyor olmalıydı. Bu amacın sizi olumlu ya da olumsuz etkileyeceği ile ilgili iki var oluş nedeni olurdu ki tüm sinyaller öğreneceklerimin bana zarar vereceğine dairdi.
“Ne kadar kötü?”