Cuma sabahı hepimiz okuldan izinliydik. Akşam yola çıkacaktık. Her şeyden çok, bu gezi boyunca Demir’den nasıl uzak durabileceğimi düşünüyordum. Telefonuma gelen mesajla irkildim. Arda’dandı.
Akşam için hazırım, bavulumu da hallettim civciv. Babam sana göz kulak olacağımı falan söylediğimde hemen izin verdi. Seninkilerle de konuştu. Belgeler tamam.
Mutluydum. Eğer boş bir anıma gelir ve Demir’le konuşmaya falan çalışırsam yanımda dur diyecek biri olacaktı. Hem Arda’yla her zaman eğlenirdik. Bu yolculuk güzel olacaktı. Onu Burak, Esma ve Helin’le de tanıştıracaktım.
Acaba Demir’i yine gördüğünde ne diyecekti? Demir onu kafeden hatırlar mıydı? Yolda Cansu’yla mı otururlardı?
Demir denilen herifi mi düşünüyorsun yine?
Gördüğüm mesaj karşısında şaşırdım.
Arda sen medyum falan mısın?
Hayır civciv, mesajıma cevap vermeyince o sırada meşgul olabileceğin şeyleri düşündüm ve… Pek meşgul bir insan sayılmazsın. Seçeneklerim çok azdı 😀
Bu çocuk gerçekten de beni tanıyordu.
Saat dörde doğru geldiğinde eski sevgilisine ne kaybettiğini göstermek isteyen bir kızın stratejik intikam planlarını anlatan Son Defa isimli kitabı en heyecanlı yerinde de olsa bıraktım ve sırt çantamın içine attım. Nedense çoktan kafamın içinde Demir’in beni terk edeceği ve Cansu’yla olmak zorunda kalacağı gibi bir korku vardı. Daha şimdiden onu kaybetmiş gibi hissediyordum ve olayları nasıl geri döndürebilirdim, çözüm arıyordum.
Kıyafetlerimi giydikten sonra yolda rahat etmek için saçımı at kuyruğu şeklinde topladım. Ayhan Hoca kutlama partisinden ve şık kıyafetlerden bahsettiği için yanıma makyaj malzemesi de almam gerekirdi ama bende adam akıllı olanlar sadece siyah göz kalemi ve parlatıcıydı. Bu yüzden hiç uğraşmadan ve Esma’nınkilere güvendim.
Helin’le okula geldiğimizde otobüs hazır bir şekilde otoparkta bekliyordu. Helin, “Bak, seninki bavul yerleştiriyor,” dediğinde Demir’i gördüm. İçimde bir anda yabancı olduğum bir duygu hissettim. Boşluk gibiydi. Sanki çok geç kalmışım gibiydi, onu kaybetmek istemiyordum. Hem de hiç. Sadece ona kafasını toparlayabilmesi için biraz zaman vermiştim.
Tabii o ise benden uzak durma konusunda kararlı gibiydi.
Helin “Ve.. yanında da müstakbel annemiz,” diye devam ettiğinde Demir’in Cansu’ya bavulu bagaja koyma konusunda yardım ettiğini gördüm.
“O kırmızı bavul Cansu’dan başkasının olamaz zaten.” Esma’nın sesini duyduğumuzda sağımıza baktık, Burak’la o da gelmişti. Ekip tamam sayılırdı. Burak bizimkilerle beraber dört bavulu bir anda götürmeye kalktığında “Ağır ol aslan, gösteri üstü bir yerini kıracaksın,” diyerek Arda araya girdi. Burak’tan iki bavul kaptı ve “Selam gençlik!” dedi.
“Arda,” diyerek tanıttım onu. “Demek meşhur Arda sensin?” Burak, Arda’nın elini sıktı. Helin “Sonunda tanışabildik. Güneş senden ara ara bahsediyordu ama seni hiç görmeyince hayal falan gördüğünü sanmıştık,” dedi.
“Sen Helin olmalısın. Memnun oldum. Ve sen de Esma, Burak da tabii sen. Güneş hep sizi anlatıyor,” dedi ve ardından bana bakıp gülümsedi.
Burak “Hadi bagaja götürelim, siz de otobüse gidip yer kapın,” dedi. Onaylayıp yürümeye başladık.
Demir bagaj işini bitirmiş ve çoktan otobüse binmişti. Biz üç kız da bindiğimizde oturacak en mantıklı yeri seçmeye çalışıyordum. Dekor ve kostümler bagaja sığmayınca otobüsün en arka koltuklarına koyulmuşlardı, bu yüzden de bize önler ve arka kapının ardındaki beş sıraya kadar yer kalmıştı. Otobüs hemen hemen boştu, herkes bavulunun konduğundan emin olmaya çalışıyordu. Otobüste yer kapan bir tek Masal vardı. Burak’la Arda deli gibi bir şey hakkında konuşuyorlardı.
Arda bana yaklaştı, “Burak’ın da Three Days Grace dinlediğini biliyor muydun?” dediğinde “Evet,” dedim. Three Days Grace, Arda’yla en sevdiğimiz gruptu, tabii vokali Adam Gontier gruptan ayrılana kadar. O ayrıldıktan sonra tadı tuzu kalmamıştı. Burak’la sohbet etmeye de zaten oradan başlamıştık. “Niye daha önce bahsetmedin?” dediğinde gülümsedim. Burak’la hemen arkadaş olmuşlardı, hoşuma gitmişti.
Otobüs yavaş yavaş dolmaya başladığında Doğukan, Helin’e gülümsedi, ardından bizim iki önümüze oturdu. Esma, Burak’la beraber tam hizamızda, yan tarafımızda oturuyordu. Helin de benimle oturuyordu. Arda ayakta kalmıştı.
Masal oturduğu yeri şimşek hızıyla terk edip Doğukan’ın yanına geçti.
Bunu gören Helin yanımdan kalktı. “Arda, sen buraya otur,” dedi. Gözleri Masal’daydı.
Arda, “Yok ya, ben önünüze otururum, boş zaten,” diye karşılık verince “Hayır, benim zaten şu gri tişörtlü çocuğun arkasına oturmak gibi bir hobim var,” dedi. Hemen önümüze, Doğukan’la Masal’ın arkasına oturdu, Arda da yanıma yerleşti. Her zaman bir yere giderken aldığım sırt çantamı yere koydum. Demir ön kapıdan otobüse bindiğinde hemen gözlerimle onu yakaladım. Bize doğru yürümeye başladı, beni gördü ve gözlerini bana kilitledi.
“Güneş,”
Arda’nın sesini dikkate alamıyordum. Demir yanımıza geldiğinde Arda’nın yabancı biri olduğunu fark etmişti, durdu. “Bu kim?” diye sordu.
Ben cevap veremeden Arda “Adım Arda. Hani kafemize gelip terör estirmiştin? Hatırlamadın mı?” dedi.
“Mesai yok galiba bugün? Ankara ne alaka?” diye sorularına devam eden Demir’le konuşma fırsatını kaçıramazdım. “Ayhan Hoca’ya yardım etmek için burada, müzikal boyunca bizimle.”
Arda sözümü kesti. “Güneş susar mısın? Neden bizi ilgilendirmeyen birine hesap verelim?” dedi.
Demir’in tepkisini çok merak ediyordum. Sinirlenip de Arda’ya yumruk falan atarsa gerçekten işin içinden çıkılmazdı. Arda da ona dalabilirdi. Saçma sapan, çocukça bir kavga yüzünden yolculuğumuz mahvolmayacaktı.
Demir omuzlarını silkti. “Umrumda değil,” dedi ve arka çaprazımıza geçti.
Yerine oturana kadar onu izlemiştim.
“Güneş, bıraksam çocuğun içine düşecektin.”
“Ne alakası var Arda? Alt tarafı bir soru sordu.”
“Sen de anında dökülmeye başladın. Ne çabuk gerçekleri unutuyorsun? Bu herifi sevdiğini biliyorum ama başka biz kızdan bebeği olacak,” dediğinde on saniyeliğine de olsa unutmuş olduğum bu gerçeklik yine tüm duygularımı ele geçirdi. Yok olup gidemezler miydi?
Bebek de Cansu da?
“Haklısın, özür dilerim,” dedim. O sırada Ayhan Hoca yanımıza geldi ve Arda’yla tanıştı, ardından Hülya Hoca da aynısını yaptı. Daha sonra iki öğretmen en öne, şoförün arkasına yerleştiler.
Arda “Hah,” dedi. “… gelenin kim olduğunu tahmin edeceğim. Ediyorum… Ediyorum… Vee Cansu,” deyince cama yasladığım başımı koridora doğru çevirdim. Cansu kısa, siyah deri şortu, topukluları ve siyah sutyenini yeterince belli eden beyaz askılı bluzuyla içeri girdi. Güneş gözlüklerini indirdi ve Demir’i görünce onun yanına gitti. Çaktırmadan Arda’yla oturduğumuz koltuğun arasındaki boşluktan onları izliyordum. Demir Cansu’nun onun yanına oturduğunu ve selam verdiğini görünce kafasını yine elindeki telefona eğdi ve sadece başını salladı. Demir zor biriydi. Ben onu tam da kendime alıştırmıştım, belki de bana açılmasını sağlayacaktım! Hiç de kolay olmamıştı. Cansu iki yıldır deniyordu ve hâlâ onu elde edememişti fakat bu yaptığı son hamleyle beraber neler olacağını artık kesitrebilmek mümkün değildi.
Arda “Önüne dön ve Helin’le konuş,” dediğinde önüme döndüm. “Neden? Ne oldu?” diye sorduğumda “Öndeki o gri tişörtlü çocuk ve yanında oturan kızla epey ilgili görünüyor, ayrıca çıldırmak üzere gibi bir hali var,” dediğinde hemen Helin’in oturduğu koltukla yanındaki boş koltuğun arasından kafamı uzattım.
“İyi misin?” Sinirli bir şekilde fısıldayarak “Şuna bakar mısın?” dedi ve eliyle Masal’ı işaret etti. Masal resmen Doğukan’ın ağzının içine bakıyordu ve sürekli ona kur yapıyordu. Sağ eliyle saçıyla oynarken diğer eli de Doğukan’ın omzunun üstünde duruyordu. Doğukan’la konuşmak için her türlü taklayı atıyor, sorular soruyordu. Doğukan ise sadece onun sorduklarına cevap veriyordu, Masal’ın tüm bu yılışıklıklarına çocuğun bir karşılık verdiği falan yoktu ama Masal’ın hareketleri gerçekten sinir bozucuydu.
Helin’in şu anki hislerini ben de hissedebiliyordum.
Arda, Helin’e “Bak teklifim hâlâ geçerli, yer değiştirebiliriz,” dediğinde Helin “Yok yok, gerek yok. Hatta buradan bir adım bile ayrılmayacağım. Gözüm üstlerinde,” dedi ve önüne döndü. Sadece Helin değil, ben de Masal’dan nefret ediyordum. Doğukan’ın üstüne fazla düşüyordu, Cansu’nun en yakın arkadaşıydı. Bence nefret etmek için yeterli sebep vardı.
Otobüs dolduğunda pek boş yer kalmamıştı, bir tek Arda’yla bizim arkamızda oturan, onuncu sınıfta olduğunu tahmin ettiğim kahverengi saçlı çocuğun yanı boştu o kadar. Helin’in yanına da onun sınıfından gitar çalan bir kız oturmuştu. Adının Pelin olduğunu biliyordum ama Helin’in bizi tanıştırması dışında konuşmuşluğumuz yoktu.
Otobüs hareket edeli iki saat olmuştu. Esma Burak’ın omzuna dayanmış, uyuyordu. Burak da başını ona yaslamıştı ve müzik dinliyordu. Elleri birbirine kenetlenmişti. “Sana da böyle bir şey lazım işte,” dediğinde Arda’ya baktım.
“Ne gibi bir şey?”
“Esma ve Burak’ın sahip olduğu gibi. Masum ve güzel. Demir’le asla sahip olamayacağın şeyler bunlar. Sen de bunu çok iyi biliyorsun,” başımı yine arkaya doğru çevirdim ve Demir’in Cansu’yla ne yaptığına baktım. Cansu, Demir’le iletişim kuramayınca artık pes etmiş ve kollarını göğsünün altında birleştirmişti. Suratı düşmüştü. Demir’le göz göze geldik. Hemen önüme döndüm. Fena yakalanmıştım.
“… sonuçta sen benim küçük civcivimsin. Zarar görmeni istemem,” dedi Arda ve onu dinlemediğimi anlayınca saçımı çekti.
“Hey! Saç çekmeye son verdiğimizi sanıyordum!” dedim. “Hak ettin ama. Bundan sonra her ona baktığında bir kez saçını çekeceğim,” dedi.
“Ama bu haksızlık! Biliyorsun, çok bakılası, yakışıklı, ve o muhteşem gözleri… Ah!! Şimdi niye çektin? Ona bakmamıştım bile.”
“Evet ama yine hak ettin. Unutma civciv, bunu kendin istedin. Aklını bu gezi boyunca ondan uzak tutacağıma söz verdim. Şimdi cayamayız,” dedi. Haklıydı. Ona söz verdirmiştim ve Arda’yı tanıyordum, asla sözünden veya bir iddiadan dönmezdi.
Demir ayağa kalkıp arkamızdaki boş koltuğa geçti. Ne yapıyordu? Arda’yla beni mi dinleyecekti? Belki de Cansu’dan sıkılmıştı. İşin zor kısmıysa gezi boyunca Demir’den kendimi uzak tutmaktı. Her bir hücrem şu anda bile Cansu’yu parçalayıp Demir’in yanına oturmak, elini tutmak istiyordu. Üstelik iki gün sonra gösteride onunla yine Say Something’i söyleyecektim ve asla ama asla bu şarkının anlamının bizi tanımlamasını istemiyordum. Ben kararımı vermiştim. Her ne kadar özellikle şu son günlerde ikilemler yaşıyor olsam da ondan asla vazgeçmeyecektim.
Arda da beni tanıyordu, ne kadar inatçı olduğumu biliyordu.
Otobüs bir benzin istasyonunda durduğunda Hülya Hoca mola verdiğimizi ve tam on beş dakika sonra otobüste olmamız gerektiğini söyledi. Tuvalete gitmek için otobüsten inen en fazla beş kişi vardı. Diğerlerinin çoğu ise sigara içmek için aşağı inmişlerdi. Normalde öğretmenlerin yanında sigara içemezlerdi, bu yüzden benzin istasyonunun arka tarafına geçip orada içtiler. On beş dakika geçmişti ve ben biraz Helin’in yanına geçmiştim. Esma hâlâ uyuyordu ama Burak zaten Arda’yla konuşuyordu.
Arda’nın yalnız kalması gibi bir korkum yoktu. Yeni bir ortama girdiğimizde Arda’nın oradakilerle sanki yıllardır kankaymış gibi davranması için yalnızca beş dakikaya ihtiyacı olurdu. Onu tanıdığımdan beri böyleydi. Zaten Burak’la da çok iyi anlaşmışlardı.
Otobüs yine dolmuştu, sadece Hülya Hoca şoförle beraber benzin parasını ödemek için kasaya gitmişti. Cansu elinde bir içecek tutuyordu, bize doğru yaklaştığında bana bakıyor olmasından bir şey çıkarmalıydım zaten. Ayağı takıldı ve içeceğinin tamamını üzerime döktü. “Uff! Özür dilerim Güneşçik. Yanlışlıkla oldu. Peçete falan al,” dedi ve geçti.
Ayağa kalkıp onu durdurdum.
“Bilerek yaptın Cansu, ayağın falan takılmadı. Gördüm,” dedim.
Cenk “Ayağındaki ayakkabılara bak, takılması an meselesiydi zaten,” dedi ve Demir’in eski yerine, Cansu’nun yanına geçti.
Helin yardım etmeyi teklif etti ama gözlerinden uyku akıyordu, ben halledebileceğimi söyleyip otobüsten indim, tuvalete doğru yürümeye başladım.
Cansu’nun Ağzından
Demir sırf Güneş ve yanındaki yeni arkadaşını izlemek için yanımdan kalkıp onların arkasına oturmuştu. İşte buna müdahale etmeliydim. Güneş tuvalete gitmişti. Helin o gidince hemen başını cama yaslayıp gözlerini kapatmıştı. Esma zaten uyuyordu. Burak ve Güneş’in yanında oturan yeni çocuk sohbete dalmışlardı.
İşte fırsat buydu.
Hülya Hoca otobüse bindiğinde ilk iş olarak sayımızı kontrol edecekti. Daha o saymaya başlamadan yanına gittim. “Hocam, yola çıkabiliriz. Tamamız, ben saydım,” dedim ve yerime geçtim.
Yola çıktık.
Müzikalde Güneş’imiz eksik olsun. Kaybetsek de önemli değildi zaten.
Önemli olan Güneş denen sarışının kaybetmesiydi.
Tıpkı Demir’i kaybeceği gibi.
Bir dakika, yerimde neden Cenk vardı? Demir, Güneş’in koltuğunun arkasından da kalkmıştı. Kiminle oturuyordu?