“Demir Erkan seni evine mi götürdü?!” Esma ve Helin’in ağzı açık kalmıştı.
“O kadar şaşırmayın bence, kim bilir şu ana kadar kaç fırsatçıyı evine atmıştır.”
Burak bana döndü. “Güneş, Demir’in çok fırsatçıyla görüldüğü doğru fakat şu ana kadar hiçbirini evine götürmedi. İnan bana, erkekler de konuşuyor,” dedi.
“Nasıl yani?” diye sormadan edemedim.
Esma sözü aldı. “Çetesindekiler onun evinin adresini biliyor olabilir, evet ama şu ana kadar hiçbir fırsatçıyla, hatta hiçbir kızla bile kendi evinde vakit geçirmedi. Hep bir otelde, arabasında veya caddedeki barın arka taraflarında gözükürlerdi.”
“Siz bu kadar detayı nereden biliyorsunuz?” diye sormamın tam sırası gibiydi.
“Kızım, bu okulda Demir’le iletişim kurunca bunun hakkında övünmeyen, herkese anlatmayan yok. En ufak detayına kadar bağıra bağıra tweet bile atıyorlar. Doğru mudur yalan mı ayırt edemezsin ama sadece popüler olmak için uyduranlar da var.”
“Hatta çocukla sırf göz teması kurdu diye havalarda olanlardan da geçilmez bu okul,” diye ekledi Helin.
Gerçekten bu kızlardan bıkmış gibi bir halleri vardı. Eğer şu ana kadar hiçbir kızı evine götürmediyse, beni neden götürmüştü? Sonuçta ödevi bir kafede veya benim evimde de yapabilirdik. Tabii ben Demir’i hayatta evime almazdım. Sağı solu belli olmazdı. Ayrıca halamlar beni öldürürdü çünkü onunla görüşmemi istemiyorlardı.
Burak “Demir’in evine gittiğinizden emin misin? Belki başka bir evdir. Sonuçta çocuk zengin,” dedi ve aslında çok mantıklı bir noktaya parmak bastı.
Anılarımı biraz tazeledikten sonra “Evet, onun eviydi. Ailesiyle bir fotoğrafını bile gördüm. Üstelik salonda Erkan ailesinin ödülleri, plaketleri vardı. En köşede ise devasa bir piyano. Kesinlikle orası eviydi, eminim bundan,” dedim.
Helin “Sana dokundu mu? Yoksa, doğruyu söyle, seviştiniz mi?” diye sorduğunda hemen “Helin! Hayır! Saçmalama!” diye bağırdım. Lafı dolandırmayan ve aklından geçenleri cesurca, hiç çekinmeden söyleyen bir kızdı. Sanırım onu bu özelliğinden dolayı seviyor ve ona özeniyordum ama bu dobralığı ne yazık ki doğru tespite taşıyamamıştı.
Esma “Eee o zaman seni niye evine götürsün ki? Üstelik yemek bile yemişsiniz!” dediğinde ilk defa aklımdan geçen o ihtimali sesli bir şekilde söyledim: “Belki benden hoşlanıyordur?”
İşte cevabını merak ettiğim soru buydu.
“İmkânı yok. Demir sevmez. Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi…” diye cevapladı Burak.
Esma “Kızım siz ödev dışında bir daha birbirimizle bulaşmayacağız anlaşması yapmadınız mı?” diye teyit istedi.
Bu söyledikleri kalbimde bir ağırlık hissetmeme neden olmuştu. Burak okulda sadece bizimle takılmıyordu. Esma ve bizim yanımızda olmadığı zamanlarda bir arkadaş grubu da vardı tabii, hatta en yakın arkadaşının bizden sonra Alperen isimli bir çocuk olduğunu da öğrenmiştim. “Erkekler de konuşuyor,” dediğine göre kalbimde bu hissi bırakan bilgi doğru olmalıydı. “O zaman benden ne istiyor?” diye sordum. Birileriyle Demir hakkında konuşmalıydım yoksa evde patlayabilirdim. Dertleşecek bir Arda vardı ama o da kız değildi. Ayrıca benim platonik hikâyelerimi çekmek yerine gitar çalmayı tercih ediyordu ve bana bunu açık bir şekilde söylemişti. Keşke annem yanımda olsaydı.
Helin “İki seçenek var. Ya seni gözüne kestirdi, senin de frısatçılar gibi peşinde olmanı istiyor; ki bu imkânsız çünkü Demir kimse için bu kadar uğraşmaz, kızlar onun önünde dizilir, o sadece aralarından seçer…” dediğinde ona “Ee, ikincisi ne?” diye sordum. Esma hemen cevapladı. “İkincisiyse, senden gerçekten hoşlanıyor. Belki de sevgili olmak istiyor. Sonuçta seni alışverişe götürdü, senin için dört adamı hakladı, seni evine davet etti ki… Maalesef bu da imkânsız çünkü Burak haklı. Demir kimseden hoşlanmaz. Hiç sevgilisi olmadı. Hep tek gecelik ilişkileri oldu ve bir kez birlikte görüldüğü bir kızla ikinci bir defa daha yan yana hiç görülmedi çeteden değilse.”
Daha iki haftadır tanıdığım bu üç kişiye her şeyimi anlatmamın nedeni neydi? Yine mi çabuk güvenmiştim insanlara yoksa gerçekten artık onların yanında kendimi rahat mı hissediyordum? Aklımda pek çok konuda pek çok soru vardı ama bu durum beni hayatta hissettiriyordu.
“Ee benimle derdi ne peki?” diye sordum. “Bilmiyorum ama sakın kendini kaptırma, asla olmayacak bir şey için de üzülme. Demir her zaman piyano çalarken olduğu gibi biri değil. Bunu en iyi sen fark etmişsindir,” dedi Helin, ve yine bir kez daha haklıydı.
“Bakınız Cansu. Durumunu biliyoruz. Asla o veya diğerleri gibi kendini kaptırma,” dedi Burak.
Şimdi ne yapmalıydım peki?
Benimle oynamaya çalıştığı oyun neydi? Eğer bu okuldan biriyle bu anlamda birlikte olmak isteseydi kesinlikle ben son kişi olurdum. Tamam, dış görünüşüm fena değildi, kabul ediyordum ama asla bana onun gibi davranan biriyle birlikte olmayacağımı, kolay bir kız olmadığımı şu ana kadar anlamamışsa da evine gittiğimizde Cenk’e karşı duruşumla anlamış olması gerekirdi. Onunla Say Something gibi oldukça duygusal ve anlamlı bir şarkıyı paylaşmıştık. Onun bastığı her nota ben şarkı söylerken içimde farklı duygular uyandırmıştı. O dört dakikanın sona ermemesi gerektiğine dua etmiştim şarkı boyunca. Şarkı söylemeyi seviyordum, evet, fakat onunla bir kere söyledikten sonra ne evde kendi kendime ne de Arda’nın grubuyla kafede söylerken o gün o sahnede onunla hissettiklerimi hissedebilmiştim.
Şarkılar eksik kalıyordu. Tamamlanabilmem için ona ihtiyacım vardı.
Bu kadar kısa sürede bana emretmek dışında neredeyse başka hiçbir şey söylememiş, önümde bir kızı ve beni tüm okula rezil etmiş birini kalbime almam yanlış mıydı? Onu sevmemeliydim. Ondan nefret etmeliydim. Bunun farkındaydım ama nedense bir şeyler farklıydı.
“Güneş!”
Ayhan Hoca’nın sesiyle kendime geldim. Oturduğumuz masanın önünde duruyordu.
“Par-pardon. Özür dilerim,” dediğimde bana bakıyordu. “Diyordum ki, beş dakika sonra müzik sınıfı yerine konferans salonuna gelmeniz gerekiyor. Tiyatro ve müzik sınıflarını bugün Hülya Hoca’yla birleştiriyoruz. Size bir duyurumuz var.”
Burak “Tamam hocam,” diye onayladıktan sonra Ayhan Hoca ileriye, Demir ve çetesinin olduğu masaya baktı. “Ve… evet. Bir tek Demir’in masası kaldı. Onlara da haber vereyim, derste görüşürüz,” dedi.
Arkama dönüp ilerlemesini seyrettim. Demir onu fark edince oturuşuna çekidüzen verdi ve az önceki yayıldığı halden toparlanıp düzgün oturmaya başladı.
İlginç bir şekilde Ayhan Hoca’ya saygı duyuyordu. Belki de onun dışında başka hiçbir öğretmene saygısı yoktu. Bunu sıra arkadaşlığından, öğretmenlere verdiği cevaplardan, derslere sürekli geç girmesinden, hatta bazen hiç gelmemesinden anlayabiliyordum.
Konu müzik olunca önemsiyordu.
O zaman, hakkındaki “hiçbir şeyi önemsemediği gerçeği” bir yalandı. Müzik Demir için önemliydi.
Çetedeki diğer tipler Ayhan Hoca’yı onayladılar ve sonra sohbetlerine devam ettiler. Hâlâ önüme dönmemiştim. Demir’e bakıyordum. Beni fark etmesi için ne yapabilirdim? Şimdi, şu anda ve her zaman… Görünüşümü kökünden değiştiremezdim tabii ama giydiğim kıyafetleri daha çok onun tarzında kombinleyebilirdim. Helin bana güzel giyinmeyi öğretebilirdi. Cansu ve Masal gibi kızların her gün yaptığı şekilde yüzümü makyajla boyayabilirdim ya da bir fırsatçı gibi davranabilirdim.
Hayır. Bunları yapmayacaktım.
Bir erkeğin beni sevmesi için her yola başvurabilecek biri değildim, hiçkimse olmamalıydı. Hayatım bir sevgilim olmadan da gayet iyi gidiyordu. Demir’le göz göze geldik. Aramızda biraz mesafe olsa da yine de onu net olarak görebiliyordum. Beyaz teni ile hem kendisinin giydiği, hem de yanındakilerin giydiği kıyafetlerin yanında ilgi çekiyordu. Kafasını çevirmedi. Bana hâlâ bakıyordu. En sonunda utandım ve aşağı baktım, önüme döndüm.
Bu asla olamazdı sanırım. Benim gibi birini sevemezdi. Buna kendimi alıştırmalıydım çünkü eğer boş hayallere kapılırsam ileride kendimi kaybedebilirdim. Bunu söylüyordum çünkü ailemi kaybettiğimden beri tutunacak bir şeye ihtiyacım vardı. Kendimi sürekli boş ve amaçsız hissediyordum. Eğer içimdeki bu boşluğa o mavi gözleri koymayı kabul edersem ve amacımı da ne kadar zor olursa olsun onu tanımak olarak kendime kodlarsam… İşte o zaman kötü sonuçlar doğabilirdi.
Bir kez daha, Arda haklıydı.
Zil çaldığında konferans salonuna girdik. Daha önce Esma bana okulu gezdirdiğinde, sadece bir defa burayı görmüştüm ve nefesim kesilmişti. Eskiden özel okula gidiyordum, oranın da güzel bir konferans salonu vardı fakat buradaki kadar büyük değildi. Büyük ve koyu kahverengi parkelerden yapılmış, yüksekte duran sahnenin yukarısında bordo, kadife perdeler sarkıyordu. Sahnenin önünden şu an bulunduğumuz giriş kapısına kadar sıra sıra koltuklar vardı. Perdeyle aynı renkteydiler. Salonun duvarları da yine kadife ve bordo renkli desenlerle doluydu. Asıl şaşırdığım şeyse böyle bir okula bu gelirin nereden geldiğiydi?
“Çağatay Abi bu kadar parayı nerden buluyor?” diye sorduğumda yanımdan geçen kısa boylu, aynı sınıfta olduğumuzu bildiğim kumral saçlı bir kız “Demir Erkan’ı düşün. Çok zengin. Ailesi onun böyle bir okulda bizim gibi tiplerle okuduğunu medyanın duymasını istemiyor, bu yüzden okula yüklü bir ödeme yapıyor…” dedi. Etrafı incelemeye devam ediyordum. “… Burada Demir Erkan gibi birkaç tipin daha olduğunu düşün ve bingo!”
Helin’lerin arkasından onları gittikleri sıraya kadar takip ettim. Herkes en ön sıralara oturuyordu. Ayhan Hoca ile sarı saçlı, zayıf, gözlüklü bir kadın sahnede ayakta duruyordu. Sanırım bahsedilen tiyatro hocasıydı. Herkes oturunca “Merhaba gençler. Ben Hülya. Tanımayanlar veya yeni gelenler için söylüyorum, tiyatro öğretmeniyim. Bugün Ayhan öğretmeninizle beraber size bir duyurumuz var,” dedi.
“Evet, okul müdürümüz Çağatay Bey; okulumuzun daha çok öğrenciye hitap etmesi ve şu an bulunduğumuz konumdan, pardon ama hiç alınmayın lütfen, şu anki konumdan daha iyi bir konuma gelebilmesi için yapılacak olan sosyal aktiviteler konusunda Hülya Hanım ve beni görevlendirdi,” dedi Ayhan Hoca. “Cenk, kulisteki posteri getirir misin?”
Cenk sahneye çıktı ve ardından kulise girdi. Onu görünce gözlerimi devirdim. Elinde büyük ve rulo haline getirilmiş bir kağıt parçası tutuyordu. Önceki akşam Demir’lerin evindeki davranışları yüzünden onu sevmiyordum. “Teşekkürler, oturabilirsin. Hülya Hocam, bu şerefi size veriyorum,” dedikten sonra Ayhan Hoca posteri Hülya Hoca’ya uzattı. Hülya Hoca pek beklemediğim bir heyecanla “Ve, bu yılın Atagül Lisesi Müzikali’ne hoş geldiniz!” dedi, elindeki afişi açtı.
Esma “Oley! Burak, biz kesinlikle katılmalıyız!” derken gerçekten heyecanlı görünüyordu.
Helin “Bende tiyatro yeteneği sıfır, orkestrada çalarım,” dedi.
“Müzikal mi? Ne uğraşacağım ya!” dedi arkamdan gelen bir erkek sesi.
Diğer taraflardan da sesler gelmeye devam ediyordu.
“Başroller kimin olacak?”
“Daha acınası bir şey bulamadınız mı ya?”
“Ne aptal şey, bir de dans mı edeceğiz?”
“Seçmeler ne zaman?”
Oluşan uğultu gittikçe yükselmeye başlayınca Ayhan Hoca kontrolü tekrar ele almak için “Hey! Susun!” diye bağırdı. Görünüşe göre herkesin düşüncesi farklıydı. Böyle tiplerin olduğu bir lisede daha kötü yorumlar beklerdim tabii. Benim düşüncemse olumluydu. Kesinlikle seçmelere katılacaktım. Belki başrolü alamazdım ama şansımı denemekten çekinmeyecektim. Eski okulumdaki sahte arkadaşlıklarımla sahip olduğum sahte anılar yerine yeni ve gerçek arkadaşlarımla güzel bir anıya sahip olmak tatlı olabilirdi. Demir acaba ne düşünüyordu? Bunu merak edip onun oturduğu yere baktığımda yüzündeki ifadeyi hiç değiştirmeden Ayhan Hoca’yı izlediğini gördüm. Acaba o da katılır mıydı? Açıkçası katılmalıydı çünkü sesi muhteşemdi ama böyle bir şey ona gereksiz görünebilirdi.
“Güneş! Kesinlikle sen şarkı söylemelisin! Bunun için doğmuşsun!” dedi Helin.
Burak “Bir biz dinleyemedik seni şarkı söylerken,” dediğinde üçüne birden “Seçmelerde görüşürüz,” diyerek göz kırptım. Böylece benim de oyunda olduğumu belirtmiş oldum.
“… Tam olarak hangi müzikali sergileyeceğimize karar vermedik ve sizin düşüncelerinizi de istiyoruz. Bu yüzden ikinci ders de, buraya gelin. Toplantı yapalım,” dedi Ayhan Hoca.
“Ya katılmak istemeyenler?” diye bağırdı Masal sol taraftan. Çetedeki kızlardan ikinci kulüp olarak tiyatroyu seçenler de vardı demek.
Neyi çalışıyorlardı? Nasıl daha iyi yalan söyleneceğini ve nasıl daha yapmacık olunabileceğini falan mı?
“Müzik ve tiyatrodaki herkes katılmak zorunda. Sahneye çıkmak istemeyen veya orkestrada da bulunmak istemeyen olursa dekor ve kostüm işlerini onlara vereceğiz. Kaçmak yok,” dedi Hülya Hoca.
Müzikal işi iyi olabilirdi. Belki Demir de katılırdı, belki başrol olurduk… Kim bilir?
Ona baktım. O da bana bakıyordu. Fark edince kafasını çevirdi.
Bakalım bu müzikal neler getirecekti?
⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆
Bölümler hangi sıklıkta gelsin? – Bana TikTok’tan bir videoma yorum yaparak düşünceni iletebilir misin? Web sitemi kendi çabalarımla yaptığım için daha yorum açma gibi bir özelliğe beynim yetemedi 😀 xd
Bu arada yeni bir EP albüm yayınladım, spotify’da :’:”)) ben çok sevdim akustik demo diye geçiyor. eğer beğenirseniz playlist’lerinize en beğendiğiniz şarkıları eklemeyi unutmayın!