Teneffüsten sonra yine konferans salonunda toplanmıştık. Herkes yerine oturduktan sonra sessizlik sağlandı, Ayhan Hoca ve Hülya Hoca tam konuşmaya başlayacakken konferans salonunun kapısı açıldı ve tüm dikkat oraya kaydı. Demir yine geç gelerek ilgi çekmeyi başarmıştı.
Ben önüme dönüp sahnede duran hocalara baktım fakat oradaki her kız hâlâ arkama odaklıydı. Demir’in yerine oturuşunu sanki dizi izlermiş gibi izliyorlardı. “Hey! Dikkatimizi buraya verelim! Bir daha dersime geç kalan öğrenci istemiyorum!” dedi Hülya Hoca. Onu tanımıyordum ama tiyatro öğrencileri, Esma ve Burak dahil hepsi bir anda önlerine dönünce katı bir öğretmen olduğunu anlamıştım. Böylesine serbest öğrencilerin bulunduğu bir okulda da disiplin sağlanabiliyordu demek ki, ya da olduğu kadar sağlanabiliyordu diyelim.
“Bu kadının zoru ne?” dedim Esma’ya fısıldayarak. “Çalıştığı dört okuldan da kovulmuş. Ne hocalar ne öğrenciler onu seviyor. Sanırım ona en uygun yer burası,” dedikten sonra kıkırdadı ve tekrar arkasına yaslandı. Ayhan Hoca bu konu hakkında öğrencilerden daha heyecanlı gibiydi:
“Bir müzikal sergileyeceğimiz kesin fakat hangi müzikal olacağı fikrine beraber varalım istedik. İlginç bir şey olmalı, en azından farklılığımızı göstermeliyiz. Çağatay Bey’den kesin emir var. Okulumuzun sosyal statüsünü yükseltme girişiminde önemli bir adım olacak,” dedi. Hülya hoca, “Fikri olan söylesin, hadi konuşalım ve karar verelim,” dediğinde, arka taraflardan bir kız “Grease?” diye önerdi.
“Notre Dame’ın Kamburu?”
“Hiç müzikal falan yapmasak! Dans, şarkı falan… İğrenç!”
“Ben dans etmem.”
“High School Musical’ı da yapabiliriz.”
“Mamma Mia nasıl fikir?” diye mırıldanmalar devam ediyordu. Hülya Hoca “Bunların hepsi zaten diğer okulların da yaptığı şeyler. Biz farklı olmalıyız, çünkü zaten farklıyız,” dedi ve hepimizi kastetti. “Sergileyeceğimiz müzikal şarkı ve dialoglardan oluşacak. Dans olmayacak çünkü hem dans bizi aşar, hem de sizi çalıştıracak öğretmen kadromuz yok,” diye ekledi Ayhan Hoca. Hülya Hoca “Hadi… Herhangi bir fikri olan?… Hiçkimse mi yok?” diye sordu.
Elimi kaldırdım.
“Acapella yapabiliriz?” diye önerdim.
Tüm yüzler bana dönmüştü. Ayhan Hoca gözlüğünü düzeltti ve ardından “Bu muhteşem bir fikir ama tamamen acapella yapamayız çünkü iyi bir orkestra kadromuz da var, onları harcamak kötü olur. Müzikalin bazı yerleri müzikle, bazı yerleriyle acapella tarzında olabilir.” diyerek beni onayladı. Ardından “Ne diyorsun Hülya Hocam?” diyerek onun da fikrini almak istedi. “Evet, güzel olabilir aslında. İyi fikir,” dedi kadın sakin bir şekilde. Çok sevdiğim Pitch Perfect filmi ilginç bir şekilde işe yaramıştı ve bana karşı bir laf atılmadığından, salondaki diğer herkesin de onayladığını tahmin ediyordum. Hülya Hoca “Ayrıca öbür sınıflardan katılmak isteyen diğer öğrenciler varsa seçmelere girebilirler. Bol bol elemana ihtiyacımız olacak,” dedi.
“Seçmeler ne zaman?” diye sordu Burak.
“Seçmeler üç aşamada olacak. Öncelikle haftaya çarşamba okul çıkışı müzik seçmesi var. Orkestrada bulunacak veya şarkı söyleyecek olanlar istedikleri bir parçayı seçip burada bize sunacaklar. Orkestrada olan kişi haliyle sahnede bulunamayacağından, seçmelerin sadece bu kısmına katılacaklar,” dedi Ayhan Hoca.
Helin “Yehu, benim işim tekte bitiyor, size kolay gelsin,” dedi ekibe.
“…Ardından ikinci aşama gelecek. Bugün panoya birkaç replik sayfası asacağız. O astığımız sayfalara çalışıp haftaya perşembe, yani müzik seçmelerinden bir gün sonra da tek tek bize replikleri canlandıracaksınız,” diyen Hülya Hoca, Ayhan Hoca kadar olmasa da yine de ümitliydi. Belki de gerçekten iyi bir iş çıkardı. “Haftaya perşembe, sizleri tek tek değerlendirdikten sonra oyuncu olarak seçilmek isteyenleri, yani ikinci aşamaya katılanları ikişer ikişer eşleyeceğiz ve cuma günü eşlendiğiniz kişileri panodan öğreneceksiniz. Sonra bir hafta boyunca beraber prova yapacaksınız.”
“Evet, ondan bir hafta sonra da okul çıkışında ikili eşlediklerimizin performanslarını izleyip değerlendireceğiz. Ardından başta başroller olmak üzere rol dağılımları yapılacak.”
Hülya ve Ayhan Hoca’nın konuşmaları bittiğinde düşündüm. Ses seçmelerini gözüm kapalı bile geçerdim fakat tiyatro..? İlkokulda katıldığım tiyatro çalışmalarından farklı olacağı kesindi ve pratik yapmam gerekecekti. Ezberim o kadar da iyi değildi fakat eğer çalışırsam altından kalkabileceğime inanıyordum. Sonuçta yalan söylemekte fena değildim. Rol yapabilirdim. Ailemi kaybettikten sonra bana “İyi misin?” diye soranlara yalan söylediğim gibi.
Bu müzikalin bana iyi geleceğine inanıyordum.
Demir’in oturduğu sıraya baktığımda, Cenk’le bir şeyler konuştuğunu gördüm. Acaba o tiyatro seçmelerine de girecek miydi yoksa sadece piyano mu çalacaktı? Esma, “Cansu duyar, hemen atlar buna şimdi. Demir kesin katılmak zorunda ya, o da başrol olup onun gözünü boyamak ister,” dediğinde Helin “Cansu günlerdir nerde abi?” diye sordu.
Gerçekten Cansu’yu günlerdir okulda görmemiştik. Demir onu okulun ortasında ağlattığından beri daha doğrusu. Aynı zamanda Demir, o gün ben Cansu’yu savunmaya çalıştığımda bana da laf atmıştı. Demir’in bana ettiği hakaretleri takmamayı başarabiliyordum çünkü onun nasıl biri olduğunu biliyordum ama Cansu kendini fena kaptırmıştı. Eğer ben de böyle Demir’e her baktığımda bu tanıdık olmayan duygu seline hapsolmaya devam edersem, kendime eninde sonunda bir dur demem gerekecekti. Sadece şunu kafama sokmam gerekiyordu: Demir ulaşılamayacak kadar yukarıdaydı. Bense onun inmek istemeyecek kadar aşağısında gibi gözüküyordum.
Cansu’nun Ağzından
Bu kadar kötü olunamazdı. Okula geldiğim ilk günü bile hatırlıyordum çünkü. Demir’i işte o gün görmüştüm. Asla bana bakmayacağını bilecek kadar olgundum, bu yüzden kendimi baştan aşağı değiştirdim. Onun görebileceği biri oldum. Tüm arkadaşlarımı kendimden uzaklaştırdım ve o çetenin içine tırnaklarımla kazıyarak girdim. Belki kimse gerçekten beni, gerçek Cansu’yu tanımıyordu ama artık bu halimle kendimi özdeşleştirmiştim. Eski ben, sadece bir rüyaymış gibi geliyordu. Millete göre “hocalarıyla not için yakınlaşmış, sonra da okuldan atılmış” o kızdan “Demir’in çetesindeki ve okuldaki en popüler” kız olmuştum. Kolay olmamıştı. Her şeyin bir bedeli vardı ve o bedelleri her aynaya baktığımda yabancı bir kız görerek ödüyordum.
Aşk için buna değer miydi?
Kendi kişiliğimi onun için harcadım. Hayallerim için, başarabilmek için, bu dünyada bir yer edinebilmek için. Tam da tüm bunlar boşuna gitmemiş, iyi ki yapmışım derken bir günde silebildiğini görmüştüm beni. Demir’e âşıktım. Onu istiyordum ve istediğimi alamadığım günler yıllar öncesinde kalmıştı. Fedakarlıklarımın karşılığını alacaktım. Benim için aşk buydu. Onun için bu kadar şey yapmıştım. Kimsenin arkadaş olmak istemeyeceği aptal insanlarla arkadaştım, Sabahlara kadar barlarda, görevlerde ve diğer fırsatçılarla yan yanaydım. O hariç istediğim herkese kolayca sahip olabiliyordum. Masal müzikal olacağını anlattığında hemen Güneş’in de katılacağı detayını da eklemişti.
Eğer Güneş ceza alırsa, sosyal bir etkinliğe katılması yasaklanırdı ve başrol bana kalırdı, öyle değil mi?
O sarışın kız okula ilk geldiği günden Demir’in ilgisini çekmişti. Uzun zamandır çetesindeydim ve daha bir kere bile benimle doğru düzgün, baş başa gözükmemişti ortalıkta. Hep o aptal Cenk, Masal, Doğukan ve diğer salaklarla bardan bara geziyorduk. Hele evine davet edilmek? Asla.
Demir gizemli bir sırdı. Bu okula neden geldiğini bile kimse bilmiyordu. Bir kızın hayatında görebileceği en güçlü insandı ve ben emeklerimin üç günde silinip süpürülmesine daha fazla dayanamıyordum. O salak ve yeni, sarışın kızın benim aşık olduğum adamı bir günde avcuna düşürdüğüne inanamıyordum. Artık yetmişti.
Bir şeyler yapmak isteyen ve parası olan biri için tüm kapılar açıktı. Güneş’in eskiden gittiği okulu öğrendikten sonra hemen kendimi orada bulmuştum. Kaynaklarımdan neden atıldığını, neler yaşadığını öğrenmiştim. Ailesi mi ölmüştü?…. Vah vah. Test sorularının ve cevaplarının dolabında çıkmasıyla da atılmıştı. Bursu onu kurtaramamıştı. Aynı trajediyi tekrar yaşarsa, belki artık benim gibilerle uğraşmaması gerektiğini anlardı. Planım için bizim okuldaki ineklere para bayılmış olsam da, buna değerdi. Annemin parasını dilediğim gibi harcamakta sakınca duymuyordum, bir kere benimle ilgilenseydi belki çok daha farklı olurdu. Sabah erkenden okula gittim. En fazla on kişi vardı. Hemen Güneş’in dolabının olduğu koridoru buldum ve aralığından kâğıtları attım. Aptal sarışın. Bana bulaştığı gün, başına bela almıştı. Bir kapının kapanma sesini duydum. Kimse beni görmemeliydi. Bu koridorun kamerasını halletmiştim ve okulda çok az kişi vardı. Hızlıca oradan uzaklaşmalıydım, yoluma devam ettim. Tuvalete girdim. Siyah eyeliner’ımı kalınlaştırdım ve daha gözlerimin daha belirgin olmasını sağladım. Eteğimi biraz daha yukarı çektim. Göğüs ve sırt dekoltemi düzelttim. Koyu kırmızı rujumu sürdüm. Ben buydum. Herkesin bildiği ve benimle bütünleşen Cansu buydu ve kimse elimden Demir’i, istediğim şeyi alamazdı. Hele hele daha okula yeni başlamış biri.
Her ne kadar Demir’in ona aldığı kıyafetlerle biraz daha az bebek gibi görünmeye başlamış olsa da Güneş, hâlâ şatosundan kaçıp yanlış ormana düşmüş prenses gibiydi.
Ve ben ona Demir’i almak ne demekmiş gösterecektim.
Merhaba Güneş, Karanlık Lise’ye hoşgeldin.
Hiç gelmemiş olmayı dileyeceksin.
⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆
Sizce Cansu, istediği şeyleri almak için ne kadar ileri gidebilir?
En ufak bir fikrimiz var mı acaba ::):):)
⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆
Instagram’dan takip etmeyi unutmayın! ・❥・ alyaoztanyel