Ses seçmelerinin olduğu gün gelip çatmıştı. Son teneffüs olduğunda seçmelere artık tam bir ders kalmıştı. Heyecanlıydım. Teneffüste nöbetçi öğrenci gelip beni Çağatay Abi’nin çağırdığını söylediğinde de konunun müzikalle ilgili olduğunu sanıyordum, okul sınırları içerisinde yakarak imha ettiğiniz sınav kağıtları hakkında değil. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde Çağatay Abi bana koltuğu göstererek oturmamı rica etti.
“Güneş, dün koridorda bayıldığını duydum. Doğru mu?” diye sordu.
Konu sadece bayılmam olacaksa, korkacak bir şey yoktu. Sonuçta Helin’le beraber ve Doğukan’ın yardımlarıyla başıma kötü şeyler gelmesini engellemiştik.
“Evet, kahvaltı etmemiştim dün sabah, o yüzden bayıldım sanırım. Ama iyiyim, teşekkürler,” diye hemen ilk aklıma gelen ilk şeyleri sıraladım.
“Bir kahvaltı kaçırmakla bayılacağını sanmıyorum, başka bir sorunun mu var yoksa?” Şüphelenmemesi için hızlı cevaplar vermeye çalışıyordum. “Hayır, hayır. Bana bir iki kere daha olmuştu. Bir sorun yok,” dedim.
“Hmm,” diye mırıldandı ve oturduğu koltuktan kalkıp büyük, kahverengi masasının yanından geçti. Gri takım elbisesinin ceketini çıkardı, oturduğum üç kişilik koltuğun kenarına astı. Dibimde duruyordu.
“Konuşmamız bittiyse ben artık gideyim, müzikal seçmeleri var,” diyerek hızla ayağa kalktığımda kolumdan çekip beni tekrar yanına oturttu. “Bir dakika Güneş, konuşuyoruz daha. Eee şarkı söylüyormuşsun?” diye sordu. Bu adamın sorunu neydi? Hem beni takip ediyordu hem de gitmeme izin vermiyordu. Aramızdaki mesafeyi daha da kapattığını gördüğümde tekrar ayağa kalktım. “Arkadaşlarım ve Ayhan Hoca beni bekliyor. Gitsem iyi olur,” dedim ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Ne ara ayağa kalkmış olduğunu bilmiyordum ama arkamdan tutup beni geri çevirdi.
“Notların nasıl Güneş? Ödevlerini yapıyor musun?” diye sorduğunda bu konuşma gerçekten sinirimi bozmaya başlamıştı. Bu adam hakkında müdür olmasından başka ne biliyordum ki? Hiçbir şey.
Bir dakika…
Demir ondan uzak durmam gerektiğini söylemişti. Bir bildiği vardı demek. Başta hiç aldırış etmemiştim ama şu an ne demek istediğini anlıyordum. Adam normal değildi.
“Daha sınavlar başlamadı, bildiğiniz gibi,” dedim. Saygımı bozmamaya çalışıyordum ama sürekli bana yaklaşıyor olması sabrımı zorluyordu. “Gitmem lazım, beklerler,” diyerek arkamı döndüm.
“Bu okulda başını belaya sokan kızlar nasıl ceza almaktan kurtuluyor biliyor musun?”
Yanmış sınav kağıtlarını görmüş olamazdı, değil mi?
“Ne demeye çalışıyorsunuz?” diye sordum.
“Başını belaya sokma, küçük kız,” dedi ve ellerini pantolonunun cebine soktu.
Annem burada olsaydı “Bu herif ne böyle, kaşı gözü ayrı oynuyor,” derdi. Kulaklarımda duyabiliyordum. “Ne demeye çalıştığınızı açıkça söyler misiniz lütfen?” diye sorduğumda sesim tahmin ettiğimden yüksek ve sinirli çıkmıştı. Çağatay Abi bana yaklaştı. Her kelimesinin arasında bir adım daha atıyordu. “Başını belaya sokarsa,” dedi ve elini açmak üzere yeltendiğim kapının koluna uzattı. “… Başına gelecekleri tahmin edebilirsin,” dedi.
Bu bir tehdit miydi? “İnsanlar gerekçesini belirtmediğiniz bir tehditi kayda almakta zorlanabilirler,” dedim. Lafımı esirgemeyecektim.
“Burası son durak Güneş Sedef,” dedi. “… Döner, dolaşırsın fakat cezaevi dışında seni kabul edecek tek yer yine burası olur. Ben olsam müdürüyle iyi geçinmeye çalışır, adımlarımı dikkatli atardım.”
Cansu mutlaka başka bir halt daha yemiş olmalıydı. Bana değen kolundan kurtuldum ve sonrasında onun açtığı kapıdan çıktım. Koşmaya başladım. Sadece koşuyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Bu lanet adamı ne diye buraya müdür yapmışlardı ki? Kimse daha önce onu şikâyet etmemiş miydi yani?
Adamın haddini aşan cümlelerinden ziyade beni yine işlemediğim bir suçla uğraşıyor olmak mahvetmişti. Duygusal olarak hep aynı çukurlara girip çıkıyor gibiydim. Sanki arabam ilerliyor, yokuş çıkıyor olmam yetmiyormuş gibi bir de bunlarla uğraşıyordum. İlerlemeye çabaladığım her noktada yeni bir parkur sunuyordu hayat bana. Boşuna mıydı her şey?
Gözümden bir yaş damladığında dikkatim dağıldı ve bir anda birine çarpıp yere düştüm.
“Dikkat etsene Güneş!”
Sesin sahibi Demir’di. Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktım. Yüzümdeki korku ve şok izlerini görmüş olmalıydı. Bir şey sormadı, sadece bana baktı. İki eli omuzlarımda, nereden geldiğimi anlamaya çalışıyordu.
“Çağatay…” dediğimde tepkisi anında sertleşti.
“Sana demiştim! Ondan uzak dur demiştim!” diye bağırdı ve hızlı adımlarla koridoru bitirdi. Müdürün odasına girdi. Kapı sertçe kapandı.
Bir daha da bir şey duymadım.
Bu müdür denen adam hakkında yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Elimden gelen tek şey ondan olabildiğince uzak durmaktı.
Okul çıkışında hepimiz konferans salonunda toplanmıştık. Önce Ayhan Hoca bir duyuru yaptı. “Hülya öğretmeninizle konuştuk ve bir karara vardık. Müzikale sadece tiyatro ve müzik sınıfındakiler değil, diğer seçmeli derslerdeki öğrenciler de katılabilecekler. Bu kararımızı haftanın başında panoya asmıştık ve görüyorum ki seçmelere katılmak isteyen kişi sayısı da güzelce artmış…” Gerçekten geçen haftaya göre daha çok kişi vardı ama yine de toplamda burada bulunan öğrenci sayısı bizim okulun yarısı bile etmezdi. Gözüm hemen Cansu’ya takıldı. Tabii ki gelecekti çünkü Demir buradaydı. Ona önceki gün olanlar hakkında hesap sormamıştım, sormayacaktım da. Bana bulaşmak için elinde hiçbir neden yoktu ama kafasında neler kurduğunu bilemezdim.
Günlük tabloda okulda uzak durmam gereken iki kişi vardı: Çağatay denen aşağılık herif ve Cansu. Sanırım bu ikisine dikkat etmek benim yararıma olurdu. Çeteye bulaşmamak konusunda ise, ne kadar çabalarsam çabalayayım Demir’den uzak tutamıyordum kendimi. Sürekli onun yakınlarında olmak istiyordum fakat buna en kısa zamanda son vermem gerekiyordu.
Ona baktım. Geçen hafta oturduğu yerde oturuyordu. Çağatay’ın ofisine girdikten sonra acaba ne yapmıştı?
Şu anda konsantre olmam gereken daha önemli bir şey vardı.
Önce orkestraya katılmak isteyenler teker teker üzerinde çalıştıkları parçaları çaldılar. Helin’i ilk defa dinleme fırsatım oldu ve en iyi onun keman çaldığını fark ettim. Gerçekten yetenekliydi. En son piyanistler çıkmaya başlamıştı. Önce kısa, sarı saçlı, dokuzuncu sınıf olduğunu tahmin ettiğim bir kız çıktı. Sonra son sınıflardan kumral bir çocuk, en son da Demir. Ayhan Hoca Demir’i çağırdığında salonda hep var olan uğultu bir anda yok oldu. Özellikle kızların bakışları, onun oturduğu koltuktan kalkıp sahneye çıkmasını takip eder şekilde hareket ediyordu. Ben de onu izliyordum. Piyanonun başına geçti ve o gün odasında elime aldığım nota defterini piyanonun üstüne yerleştirdi, hemen tanımıştım. Tuşlara basmaya başladığında içimi o hoş müziğiyle doldurdu. Çaldığı şarkının hangi şarkı olduğunu anlamaya çalıştım ama anlayamadım. Daha önce hiç duymamıştım. Kendi bestesi miydi?
Yoksa odasında gördüğüm nota defterinin içindeki o kâğıtların hepsi onun bestesi miydi? Kendi şarkıları?
Çalmaya devam ettikçe Demir her notaya kendinden bir parça katıyordu. Şarkı hüzünlü değildi. Bir mutluluk şarkısı da değildi. İkisinin arasındaydı. İnsanı sıkmıyordu, aksine heyecanlandırıyordu. Notaların uyumu muhteşemdi. Demir gerçekten çok yetenekliydi. Şarkının sonlarına doğru notalar hızlandı ve Demir eğlenmeye başladı. Zevk alıyordu. Onu bu haliyle kaydedip sonsuza dek izleyebilirdim. Acaba benim yanımdayken bir kez olsun bile bu ruh halinde olabilecek miydi? Şarkısı bittiğinde zamanın nasıl bu kadar çabuk geçtiğini anlamamıştım ama salonda bir alkış koptu. Ayhan Hoca o ana kadar sahneye çıkanların hiçbirini ayakta alkışlamamıştı ama şimdi ayaktaydı. Alkışlar kesilince “Bu senin besten mi Demir?” diye sordu. Demir başını olumlu anlamda salladı. Başka bir şey söylemeden yerine, Cenk’in yanına oturdu. Tüm kızlar hayranlıkla onu izliyordu. İçimi büyük bir kıskançlık kapladı ama yapabileceğim bir şey yoktu. Demir buydu. Herkesi kendine hayran bırakıyordu.
Ayhan Hoca “Şimdi ses seçmeleriyle devam edelim. Orkestraya seçilenler, gösteri boyunca sahnenin altındaki alanda bulunacakları için ses seçmelerine veya oyuncu seçmelerine girmeyecekler,” dediğinde Hülya Hoca “Bunu da hatırlattıktan sonra şimdi numara sırasına göre gideceğiz. Önce kızlardan başlayalım. Kim başlıyor?”diyerek olayları hızlandırdı. En az yarım saat daha beklemem gerektiğini anlamıştım çünkü bu okula en son ben kayıt olmuştum ve numaram da haliyle ilerideydi.
Esma “Merak etme, sakin ol. Herkesten iyi olacaksın. En son çıkacağın için sıkma kendini, böylece rakiplerini tanıyacaksın,” diyerek beni rahatlatmaya çalıştı. Sırayla kızlar çıkmaya başladılar. Müzikalde acapella da olacağından, müziksiz şarkı söyleyecektik. Benim için hava hoştu. Sonuçta duşta söylerken arkadan müzik gelmiyordu, öyle değil mi?
Son sınıflardan müzikale pek katılan olmamıştı. Ağırlık onuncu sınıflardı. Tabii hepsinin yaşları on altı yerine en az on sekiz veya on dokuzdu. Bu yüzden fiziksel açıdan pek farklı görünmüyorduk. Bense on birinci sınıftaydım ama on yedi yaşım bitmek üzereydi. Bu sınıfı tekrar ediyordum. Demir’inse çoktan on dokuz veya yirmi olduğunu duymuştum. Burası böyle bir okuldu işte.
Benden önce altı kız ana rollerden birini alabilmek için şarkı söylemişti. Biri hariç diğerlerinin sesleri o kadar da ilgi çekici değildi fakat fena da sayılmazlardı. Benden önce sadece bir kişi kaldığında, o kişinin Cansu olmasına şaşırmadım.
Sahneye çıktığında, çıkmadan evvel otururken daha da yukarıya katlanmış eteğini düzeltme zahmetine bile girmemişti. “Evet Cansu, başlayabilirsin,” dediklerinde Cansu “Hocam, Demir de piyano çalabilir mi? Öyle daha iyi söyleyebilirim,” diyerek sonuç alamayacağı bir istek sundu.
Demir de piyini çilibir mi… İçimden dalga geçiyordum.
Bu kız hâlâ onun peşinden koşuyordu. Aslında bir parçam da onu haklı görüyordu. Sevdiği kişiden vazgeçmemek insanın doğasında vardı. Onu suçlayamazdım.
Ayhan Hoca “Cansu, ses seçmelerine katılanlar müziksiz söylüyorlar. Kuralı değiştiremem,” dediğinde Cansu bozulduğunu belli edecek bir şekilde yüzünü ekşitti. Sonra şarkısını söylemeye başladı. Cansu şarkısını söylerken gülmemek elde değildi. Sesi güzel çıksın diye gırtlaktan söylemeye çalışıyordu. Adele’in Someone Like You şarkısından bir anda nefret etmeye başlamıştım. Cansu yüzünden sanıyorum ki bir daha asla o şarkıyı dinleyemeyecektim. Artık ne zaman duysam aklıma bu an gelecekti. Azıcık müzik bilgisi olan her insan onun o an gırtlağına ne kadar zarar verdiğini anlardı. Ayhan Hoca da her ne kadar gülümsememek için elini ağzına götürse de, kızı durdurmak istese de, Cansu’nun şarkısını bitirmesine izin verdi.
“Teşekkürler Cansu. Sırada sanırım tek bir kişi kaldı; Güneş?” dediğinde ayağa kalktım.
Burak “Hadi, git ve parçala ortalığı,” dedi, koluma vurdu. Sahneye çıktım. Son ana kadar söyleyeceğim şarkıyı seçememiştim aslında. Önceki akşam uyumadan önce başımı yastığımın üstüne koydum ve son zamanlarda yaşadıklarımı düşünmeye çalıştım. Başımdan pek çok şey geçmişti; ailem, o alışveriş günü, Cansu’nun yaptığı, Demir’in anlamsız davranışları… Hepsi beni kırmıştı ama ben hâlâ buradaydım. Güçlü olduğumu hissetmek ve dışarıya göstermek istiyordum. Özellikle de beni kırmak isteyenlerin karşısında…
Bunu en iyi o şarkıyla anlatırdım. Cansu kiminle uğraştığını bilmeliydi, Demir de kiminle uğraşacağını.
Demi Lovato – Skyscraper’ı söylerken aklımdakiler bunlardı.
Şarkıyı bitirdiğimde o yedi kızdan çok daha fazla alkışlanmıştım. Hoşuma gitmişti. Tüm bu olanların, öğlen müdürün odasında yaşadığım garipliğin ardından kendimi hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Gözüm seyirciler arasında tek bir kişiyi arıyordu. Demir’in beni alkışladığını görünce şaşırdım. Ne orkestradakileri ne de benden önce şarkı söyleyenleri alkışlamıştı. Hatta dinlediğini bile düşünmemiştim çünkü ya Cenk’le bir şeyler konuşuyordu ya da nota defterine bir şeyler karalıyordu.
Gerçekten dinlemişti.
Cenk’in Ağzından
Yeni kızın bu kadar iyi bir sese sahip olabileceği aklıma gelmemişti. Anlaşılan Demir de bunu düşünmemişti. Güneş söyleyene kadar çıkanlardan birini bile alkışlamamıştı ama bu kızı alkışladı. Sarışın kız yerine oturunca Demir bana döndü. “Cenk, Güneş’e göz kulak olmanı istiyorum,” dediğinde ne demeye çalıştığını anlamadım. O gün evine gittiğimde de bu kız vardı. Şu ana kadar Demir’in kendi evine bir kız bile götürdüğünü görmemiştim, en azından bizim okuldan birini. Aklıma o gün kızla azıcık eğlenmek istediğimde bana dışarı çıkmamı emrettiği geldi.
Tamam, güzel kızdı ama ben zaten esmerleri seviyordum. Ondan hoşlanmamıştım. Sadece biraz eğlenmek istemiştim, yani her zamanki gibi.
Güneş çok çocuktu. Ayrıca çok saftı. Dokunsam anında parçalara ayrılırdı o. Demir’in onunla ne işler çevirdiğini anlamam gerekiyordu.
“Tamamdır. Nerede göz kulak olmalıyım? Bir yere mi gidecek?” diye sorduğumda bana “Hayır Cenk, genel anlamda. Bundan sonra ona dikkat etmeni, onu izlemeni istiyorum,” dedi. Garip bir şeyler vardı. Cansu sürekli Demir’in Güneş’i alışverişe falan götürdüğünü söylüyordu. O günün gecesi beni arayıp benden tarif ettiği dört kişiyi bulmamı ve öldürene kadar dövmemi istemişti. Benim için çocuk oyuncağıydı. Zaten bir nevi görevim de buydu. Demir söylerdi; başta Doğukan ve ben olmak üzere biz uygulardık. Sorgulamadan.
Her ne kadar canımı sıksa da Demir’in tüm aptal işlerini ben yapıyordum, evet, ama salak da değildim.
Onun yanında durdukça, Demir hakkında herkesten daha çok bilgi sahibi olabiliyordum. Demek ki Demir, Güneş’e değer veriyordu. İşte bu cidden şaşırtıcıydı. Demir daha önce bir kıza asla değer vermemişti. Fırsatçıları bile işine gelse dahi yanında çok tutmazdı. Tıpkı Cansu’ya yaptığı gibi. Bu sefer bir şeyler daha farklı olmalıydı. Ona göz kulak olmamı istemişti. Ya gerçekten Demir birini sevmeye başlıyorsa? İşte bu onun zayıflığı demekti.
Zaman geçtikçe zayıflayacaktı ve akbaba gibi esas amacıma o zaman ulaşacaktım.
Demir’i incitmenin hiçbir yolu yoktu, hiçbir zaman olmamıştı. Yıllar bana bunu öğretmişti.
Herkes kırılırdı, ama o kırılmazdı. Ayakta kalırdı. Herkes kaybederdi, biterdi ama Demir yeniden başlardı. Onu alt edip çetenin başına geçmek için düşünmediğim şey kalmamıştı ama bir yol bulmaz imkansızdı. Şimdi ise, beklemediğim bir şekilde fırsat ayağıma gelmiş gibi gözüküyordu. Demir’i incitmek için, onun değer verdiği şeyi incitecektim. Güneş’i kendime aşık edecektim. Tıpkı onun Cansu’ya yaptığı gibi.
Benim Cansu’mu benden almıştı ve beynini öyle yıkamıştı ki Demir ne kadar itse, Cansu yılmadan diğer fırsatçılar gibi hâlâ ona tapmaya devam ediyordu. Planım hazırdı artık.
“Evet, erkek adaylar da şarkılarını söylediklerine göre sanırım koro seçmelerine geçebiliriz. Yan rollerde ve koroda yer almak isteyenler şimdi sahneye gel-“
“Ayhan Hocam!” dediğimde sözünü kimin kestiğini anlamak için gözlerini benim bulunduğum tarafa çevirdi. “… Ben sahnede olmayıp dekor-kostüm işine yardım edenlerin arasında olmak istediğimi size söylemiştim, biliyorum ama fikrimi değiştirdim. Başrolde olmak için ses seçmeleri bitmeden şarkımı söyleyebilir miyim?” diye sordum.
Güneş’e yakın olacaksam eğer, bir yerden başlamam gerekirdi.
⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆
Hangisi daha sinsi karar veremiyorum; Cansu mu Cenk mi?
Sosyal medyadan takip etmeyi unutmayın! TikTok’ta da aynı kullanıcı adım・❥・ alyaoztanyel
Sosyal medyamdaki paylaşımlarıma yaptığınız yorumlar beni çok motive ediyor. Gerçekten bu siteye girip okuduğunuzu bilmek beni o kadar mutlu ediyor ki. Eğer bölümlerin daha hızlı gelmesini istiyorsanız bana yorum yazabilir misiniz? Bu sayede aşağı yukarı kaç kişi olduğumuzu bir de oradan teyit etmiş oluruz, olur mu? Teşekkür ederim şimdiden hepinize, kocaman öpüyorum! <3