Cenk bana çıkma teklif etmişti. Şoke olmuştum. Birkaç gündür bana gerçekten iyi davranıyordu, hoşlandığını belli ediyordu, evet ama bu hoşlantı boyutlarının bana çıkma teklif edecek kadar olduğunu düşünmemiştim. O akşam Demir’in evinde davranışlarından nefret ettiğim Cenk yerine bambaşka biri vardı karşımda artık. Gözlerimin içine bakıyordu ve benden bir cevap bekliyordu.
“Bak, Cenk, eğer sadece bir fırsatçı gibi peşinde dolanacağımı ya da cinsel anlamda seninle bir şeyler yaşayacağımı düşünüyorsan-” derken sözümü kesti.
“Hayır Güneş, saçmalama lütfen,” dedi ve ardından gülümsedi. “… Tamam belki hayır demezdim ama…” dediğinde ikimiz de güldük. “… vereceğin cevap ne olursa olsun bil ki müzikalde seninle seçmelere girmekten vazgeçmeyeceğim. Hatta beraber başrol olduğumuzda bile senin şimdi vereceğin cevaba saygı duyuyor olacağım.”
Ne cevap vereceğimi bilmiyordum ama aklımda tek bir karar vardı; o da Cenk’le çıkmak istemiyor olduğumdu. Tamam, belki iyi biriydi, son derece yakışıklıydı, iyi sesi ve tiyatro yeteneği vardı ama benim kalbim gördüğüm en güzel mavi gözlere sahip olan çocuktan başkasını görmüyor gibiydi. “Cenk… Ben…” diye söze başladığımda beni susturup elimi tuttu. “Güneş, lütfen cevabını söyle,” dedi. Bu çocuğu kıramazdım ki. Bana bu kadar iyi davranan biri uzun zamandır karşıma çıkmamıştı. Onunla çıkmak istemediğimi nasıl söyleyebileceğimi bilmiyordum ama sağlam kafayla düşünüp Helin ve Esma’dan kız tavsiyesi aldıktan sonra onu üzmeyecek bir şekilde reddedebilirdim. Kimseyle sadece bana iyi davranıyor diye birlikte olmak gibi bir yükümlülüğüm asla yoktu ama en azından reddederken de nasıl bir metot uygulayacağım konusunda kibar olmaya çalışabilirdim.
“Cenk, bana düşünmem için zaman verir misin?” diye sorduğumda yüzünde kırılma ifadesi görmemek için dua ediyordum.
“Sorun değil, dilediğin kadar zamanın var. Ama bil ki, senden çok hoşlanıyorum,” dediğinde kızardığıma emindim. Bunları duymak herkesin hoşuna giderdi. Elimi bıraktı ve provaya devam ettik.
Cenk’in Ağzından
Güneş’le prova bittikten sonra çeteyle her zaman oturduğumuz yere, bahçedeki köşeye doğru yürüyordum. Planım tıkır tıkır işliyordu.
Yürürken beni sertçe kolumdan tutup okul duvarına yaslayan herifi çok iyi tanıyordum. “Sana Güneş’e göz kulak ol dedim, onunla sevgili ol demedim.” Demir sinirliydi ve ilk defa beni kolumdan tutup böyle çevirmişti.
Yarım bir ağızla gülümsemek istedim ama gizleyecektim.
Demek doğruydu.
O sarışın, saf kıza değer veriyordu.
Yıllardır beklediğim an gelmişti. Demir’i yenmek için sevdiği kişiye zarar verecektim. O kızı benim yapacaktım. Kolumu geri çektim. “Takip etmemi söyledin, ben de yapıyorum işte,” dedim. Hem provayı bitireli daha bir dakika olmamıştı, nereden biliyordu?
Demir bana doğru döndü ve “Fazla yapışma,” dedi. Bana böyle sinirle yaklaşması ona yumruk atma isteğimi alevlendiriyordu. Yıllardır kavga edeceğim günü bekliyordum. Normalde şimdi teke tek kavga etsek onu yere bile düşüremezdim. İmkânsızdı. Benden daha uzundu ve daha iyi dövüşüyordu. Ayrıca çete, anında onun tarafında olurdu ve kelime anlamıyla hayatım kararırdı. Demir Erkan, bana sadece bu okulu, şehri değil; ülkeyi dar ederdi. Korkmamın sebebi, daha önce bunu yaptığını gördüğümüz içindi.
Hep onu yenmenin bir yolunu aramıştım ama samanlıkta iğne aramak gibiydi. Normal insanların zayıflıkları olurdu; sevdikleri insanlar, değer verdikleri eşyalar… Ama Demir’de bunlardan eser yoktu.
En azından şu ana kadar.
Bu kız sayesinde artık koz benim elime geçmişti ve bu fırsatı kullanacaktım.
“Söylesene Demir, o sarışından mı hoşlanıyorsun?” diye sorduğumda nefret ettiğim gözlerindeki bakışları tek bir saniye bile değiştirmeden “Hayır,” dedi. Tabii ki itiraf etmeyecekti. Daha kendine bile bunu itiraf edebildiğini sanmıyordum.
“İyi, o zaman ben bir sorun göremiyorum. Merak etme, Güneş’i takip etmeye devam edeceğim,” dedim ve yürümeye devam ettim.
Bu öfke yalnızca basit bir hoşlantı için var olamazdı. Mutlaka başka bir şeyler de vardı.
Savaş ve Masal’ın durduğu yere geçtim. Az önce fırçalandığım anı çakmamaları için elimden geleni yapıyordum. Ne kadar kararlı olsam da ondan korkan tarafım daima ön plandaydı. Çok ince işleyip beklemediği yerlerden vurmam gerekiyordu darbelerimi.
Demir benden Cansu’yu ve hak ettiğim saygıyı almıştı. Bunun karşılığında ben de onun her şeyini alacaktım.
Güneş’in Ağzından
Okulun yarım günü boyunca basketbol antrenmanları varmış, Demir’i göremedim. Niye onu özlediğimi bilmiyordum, sonuçta yanımda olsa bile belki benimle bir günde toplamda üç cümle konuşuyordu. Benimle hiç konuşmasa bile yanımda onun oturduğunu bilmek kendimi iyi hissetmemi sağlamaya yetiyordu. Varlığını bilmek güzeldi, manasızca da olsa. Arda’nın dediği gibi ailemden sonra kendime tutunabileceğim sağlam bir karakter arıyor olabilirdim ve bu gocunacağım bir şey değildi. Bana iyi gelebilirdi istese Demir, ve eminim ben de ona iyi gelirdim.
Bir de benimle konuşup onu tanımama fırsat verseydi her şey mükemmel olacaktı. O, her kızın istediği kişiydi ve ben kendimi onun için özel kılabileceğime inanıyordum. Son dersin bitmesine iki dakika kalmıştı ki cebimdeki telefon titredi. Mesaj gelmişti. Kimden olduğunu merak etmiştim çünkü Esma da Burak da önümde oturmuş dersi dinliyorlardı. Helin’lerin de dersleri boş değildi. Arda okuldayken mesaj atmazdı. Hayatımda başka çok da insan olmadığına göre meraklanmam normaldi. Telefonu cebimden çıkarırken hocaya yakalanmamak için dikkat ediyordum. Eğer saçma bir reklam mesajı ise gerçekten küfür etmeye hazırdım.
1 Yeni Mesaj: Demir Erkan
Telefonun ekranında onun adını gördüğüm anda gözlerim büyüdü.
“Güneş, seni meşgul mü ediyoruz?” diyen kimya hocası beni yakalamıştı.
“Özür dilerim,” diyerek önüme döndüğüm anda zil çaldı. Herkes çantasını toplamakla ilgilenirken ben mesajı açtım.
Okul kapısının önünde ol. Biyoloji.
Kısa ve öz, işte bu tam olarak bir Demir Erkan mesajıydı…
Olsun, bu da bir başlangıçtı, öyle değil mi? Yani “Selam Güneş, okulun kapısında seni bekliyorum, biyoloji ödevi için yine bize gidelim. Uygunsun değil mi?” tarzı bir şey olması daha çok hoşuma giderdi ama bu Demir’di ve onun davranışlarının tartışmaya açık olmadığını anlamıştım. Onu değişmeye zorlamak sadece beni yoruyordu. Halama geç kalacağımı yazmayı unutmadım. Helin’e de Demir’le gideceğimi haber verdim.
Demir arabasının kapısına yaslanmış, beni bekliyordu. Yine sigara içiyordu. Gözünde güneş gözlüğü olduğu için nereye baktığı belli olmuyordu. Belki bana bakmıyordur diye düşünüp yanına gitmeden önce onun birazcık izledim. O gün bana ödünç verdiği siyah ceket üzerindeydi, altında siyah kot pantolon, ceketin içinde de dar ve siyah bir tişört vardı. Siyah kalın güneş gözlükleriyle gözlerinin maviliğini da saklamayı amaçlasa da ben o karanlık camların altında neyin gizlendiğini iyi biliyordum. Deniz vardı, gökyüzü vardı. Gizlediği pek çok güzel yanı vardı, hissediyordum. Sanırım onu sonsuza kadar böyle izleyebilirdim.
“İkinci sigaramı bile bitirdim ama sen hâlâ orada boş boş dikilip beni kesiyorsun,” dediğinde kendime geldim. Utançtan yerin dibine gimiştim. Yine. Hemen bir bahane uydurarak “Araban farklı. Ona bakıyordum,” dedim. Ama yalan da değildi, diğerinden biraz daha spordu ama yine siyahtı. Acaba kaç tane arabası vardı?
“Bak işte bu da en sevdiğim,” dedi.
Sevdiği bir şey hakkında benimle ilk kez bilgi paylaştığını düşünerek mutlu oldum. “Araban mı?”
“Hayır, beni uzun uzun inceleyip, sonra izlemediğini kanıtlamak için aklına ilk gelen şeyi söylemen,” dedi. Derslerdeki anlarımdan da bahsediyordu.
Bitmiş izmariti yere attı ve arabasının kapısını açtı. Bindi. Ben de hemen diğer tarafa geçip bindim. Okulun kızlarının kıskanç bakışları üzerimdeydi. Kafamda Cenk’in söyledikleri vardı ve sürekli Demir’le Cenk’i kıyaslama olayım hala devam ediyordu. Buna bir son vermeliydim. Yoldayken telefonum çaldı. Arayan Cenk’ti.
Demir göz ucuyla ekrana bakıp arayanın Cenk olduğunu görünce derin bir nefes aldı ve direksiyonu biraz daha sıktı. Ne yapacağımı bilemedim. Yanımdaki delinin tavırları ile elimdeki delinin ne diyeceğini kestiremiyordum.
Demir’in sesi normalde olduğundan biraz daha sertti. “Ee açacak mısın artık?” diye sorduğunda onun bana sinirlenmesi için yanlış bir şey yapıp yapmadığımı düşündüm.
Telefonu açıp kulağıma götürdüm.
“Cenk,” dedim selam sabahı bile bir kenara bırakarak.
“Selam, neler yapıyorsun? Seni alayım mı?”
“Ben bu akşam uygun değilim prova için,” dedim. Demir’in, Cenk’in bana çıkma teklifi ettiğini öğrenmesini istemiyordum.
“Amacım prova değildi ama eğer herhangi bir karar veremediğin için öteliyorsan, sadece prova da yapabiliriz. Cidden sorun değil,” dedi. O uzatıyordu, bense bir an önce telefonu kapatmak istiyordum.
“Hayır, ben şu an evde değilim. Dışarıdayım,” dedim detay vermeden.
“Söylesene, ikimizin başrolü kapmasından daha önemli ne yapıyor olabilir benim sarışınım şu an?”
Bu iticiydi. Ne zaman bu kadar samimi olmuştuk? Ayrıca bu, Arda’nın bana civciv demesinden bile daha ilginçti. Yanımda oturan Demir, gözlerini yoldan ayırmamıştı ve beni dinlemiyormuş gibi yapıyordu. Kulağının bu tarafta olduğundan emindim saklıyor olsa da.
“Şu an Demir’leyim,” dedim Cenk’e.
“Demir mi?”
Demir’le birlikte olduğumu söylediğim insanların neden şoke olduğunu anlayabiliyordum artık.
“Evet, hatta tam şu anda evine geldik. Biyoloji ödevi için. Geçen seferi hatırlarsın… Sen de oradaydın,” dedim Cenk’le o gün hakkında adam gibi konuştuğumuzu hatırlamıyordum ama bana çıkma teklifi edecek kadar kendini bana yakın hissediyorsa, davranışlarından ne kadar rahatsız olduğumu da konuşabilirdik.
“Bak Güneş, o gün hakkında ben de seninle konuşmak istiyordum… Ben o gün… Ben… Sarhoştum tamam mı? Asla sana karşı kötü bir niyetim yoktu-“ derken Demir yandan “Offf sıktı artık,” diyerek elimden telefonu çekti ve kulağına götürdü. “Tatlı sevgili sohbetiniz bittiyse artık kapat. Güneş’in işi var,” dedi ve telefonu kapattı. Her ne kadar bu davranışı garip bir şekilde hoşuma gitse de “Niye böyle yaptın?” diye sordum.
“Çünkü işimiz var Güneş ve kaybedecek zamanım yok. Şimdi in,” dedi.
“Bana bir şeyler emretmeyi keser misin artık?”
Üzerime doğru eğilip benim kapımı benim yerime açtı, ileriye doğru itti. “O zaman önce davranıp kendin inseydin sarı,” diye cevap verdi.
“Bir adım var, biliyorsun değil mi?” dedim ve Demir’in yine beni sinir edecek bir şey söylemek üzere olduğunu anladım.
“Evet. Neydi ya. Yıldız mıydı? Venüs müydü? Mars mı? Bir şeydi galiba, aklıma gelmedi şu an…”
Ona şaşkın bakışlarımı atıp omzuna vurdum.
Gülümsedi.
Gerçekten bu davranışım onu gülümsetmişti…
Demir’in gülümsediğini çok sık göremezdiniz. Aklımdan o saniyenin fotoğrafını çektim ve asla unutmamak üzere kendime söz verdim.
“Sonra niye bana emrediyorsun diyorsun. Hâlâ arabamdan inmedin Güneş.”
Arabasını yesinler.
Eve doğru yürüdüm. Evi ikinci görüşüm olduğu için bu sefer uzunca incelemedim. Çalışmaya başladık. Yine bana “şu kâğıdı uzat”, “şunu kopyala” gibi şeyler söylerken kaba davranıyordu ama görebiliyordum, çok duvarı vardı. Davranışlarını kişisel algılamıyordum. Her ne kadar kırsa da artık en azından törpülenmeye başlıyormuş gibi hissediyordum.
Aslında ben her zaman gerçek Demir’i görmek, onunla olmak istiyordum. Hep emir veren, okulda göz göze geldiğimizde sürekli yüzünü çeviren yerine o Demir’i istiyordum; bana gülümseyen, piyano çalarken müziğine her şeyini katan güçlü Demir’i…
Bu sefer yemek söylememiştik. Ben açtım ama ondan bir ses çıkmayınca bir şey söylemeye çekinmiştim. Dosyanın bitmesine yaklaşık dört sayfa falan kalmıştı ki telefonum yine çaldı. “Yine mi Cenk?” diye sorduğunda başımı evet anlamında sallayıp telefonu açtım. Demir beş dakika önce olduğu kadar sakin değildi artık. Hatta o arabadaki halinden eser yoktu. Bir anda ruh hali değişiyordu. Dengesiz biri olduğunu anlamıştım.
“Efendim Cenk?”
“Güneş, ben Demir’in evine doğru geliyorum. Seni almamı ister misin?”
Aaa, bu pek de iyi bir fikir değildi sanki.
“Hayır Cenk, gerek yok. Teşekkürler.” derken gözlerimi Demir’den ayıramıyordum. Ayağa kalkmıştı.
Cenk, “Demir sana kötü mü davranıyor Güneş?” diye sorduğunda şaşırdım. “Ne, nasıl kötü?”
Kekelemeye başlamıştım çünkü Demir çok daha yakınıma gelmişti.
“Hâlâ ne diyor bu?” diyerek yine elimden telefonu aldı.
“Cenk, sen laftan anlamıyor musun? Kız meşgul,” dedi ve telefonu kapatıp koltuğun üstüne attı. Ellerini saçlarının arasında gezdirdi.
“Senin sorunun ne? Niye Cenk’e böyle davranıyorsun? Bir şey dememişti ki,” diye ayaklandım. Telefonumu fırlattığı yerden almaya gittim.
“Güneş, Cenk yok. Otur ve işine bak!” diyerek bana bağırmaya başladı. Artık yetmişti.
“Demir, sen bana bağırma hakkını nerden alıyorsun? Benimle düzgün konuş!” derken artık ondan çekinmediğimi fark ettim. Bana yaklaştı ve aramızda neredeyse hiç mesafe kalmadığında durdu.
“Ben Cenk yok diyorsam, Cenk gelmeyecek. Şimdi otur da bitirelim şu projeyi,” dedi her zaman aynı seviyede tuttuğu ciddi sesiyle. Bu kadarı da fazlaydı. “Bana emir vermeyi kes artık, ben senin çocuğun değilim. Senin her dediğini ikiletmeden yapan çetenden ya da peşinde dolanan fırsatçılardan da değilim!” derken gözlerim dolmaya başlamıştı. Normalde herhangi bir insanla bu konuşmayı yapıyor olsaydım gözlerim dolmazdı, böyle ağlama noktasına gelmezdim. Aksine daha da hırslanır ve üstüne giderdim; ama bunları bana söyleyen Demir olunca kalbim kat kat daha fazla kırılıyordu.
Bana ne oluyordu?
“Ben ne diyorsam o olur, Güneş, tamam mı? Aksini yapanların hepsi de bunun bedelini öder, bana bedel ödettirme.”
Demir bu otoriteye şımartılarak mı sahip olmuştu bilmiyordum ama birinin bir şey söylemesi gerekiyordu.
“Yaa öyle mi? Bakalım buna ne diyeceksin?” dedim Cenk’in numarasını bulup aradım. Açmasını beklerken Demir’e diyeceğim iki çift lafım daha vardı. “… Aranızda ne biçim bir oyun dönüyor bilmiyorum. Ne haliniz varsa benim olmadığım yerde görün. Kimse beni tehdit edemez.”
Telefonu açar açmaz hemen, “Cenk, çıkma teklifini kabul ediyorum. Beni gelip Demir’in evinden alır mısın? Sanırım işimiz bitti,” dedim ve kapattım. Eşyalarımı toplamaya başladım. Yüzüme bakıyordu. “Ne oldu?” dedim ona. “… Bu sefer mutlu değil misiniz Demir Bey, tahmin edin bakalım, hayatta her zaman sizin istediğiniz şeyler olmayacak,” dedim, yanağımdan aşağı doğru süzüldüğünü hissettiğim damlayı elimle sildim ve kapıya yürüdüm. Dışarı çıkıp kapıyı kapatmadan son kez Demir’e baktığımda hâlâ olduğu yerde duruyor ve beni izliyor olduğunu gördüm.
“Büyü artık,” dedim.
Kapıyı sertçe kapattım ve rüzgârın yüzüme çarpmasına izin verdim. Pişman mıydım? Asla. Üzgün müydüm? Demir’in bir daha asla benimle konuşmayacağından korkuyordum. Bu da üzgün olmam için yeterli bir sebepti. Ondan vazgeçmek istemiyordum ama her gün beni buna daha çok zorluyordu.
⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆
Karanlık Lise serisini nasıl yazdığımı Youtube kanalımda anlattım. Sohbet kıvamında geçen bir video oldu. Eğer merak ediyorsanız youtube kanalıma göz atabilirsiniz. Sorularınız var ise videonun altına yorumlara bırakabilirsiniz 🙂 umarım kendi kitap yazma serüveninizde size destek olur・❥・ Alya Öztanyel