Karanlık Lise 1 – Bölüm 19


Bir hafta geçmişti. Demir’le kavga edip o sinirle Cenk’in teklifini kabul etmemin üzerinden tam bir hafta geçmişti. Günlerden cumaydı ve dört gündür Demir’i görmemiştim. Ya okula hiç uğramamıştı ya da sürekli spor salonundaydı. Cenk’le bazen teneffüslerde bahçede oturuyorduk, bazen de bana antrenman zamanlarından bahsedip o saatlerde benimle olamayacağını söylüyordu. Antrenmanlarını izlemem için beni çağırdıkça o, sürekli yeni bir bahane uyduruyordum çünkü Demir’i bir kez görürsem dayanamayıp pes edeceğimden korkuyordum.

Madem o beni görmek istemiyordu, ben de onu görmek istemiyordum.

Ya da, kimi kandırıyordum ki? Şu anda Demir’i görmekten çok istediğim tek bir şey vardı; o da Demir’in de beni görmek istemesi olurdu. Her akşam başımı yastığa koyduğumda onun mavi gözleri aklıma geliyordu. Sürekli kendime “Güneş, artık Cenk’lesin. Onu düşün, onu aklına getir,” diyordum ama hiçbir işe yaramıyordu. Cenk’le çıkmak istemiyordum ama bana o kadar iyi yaklaşmıştı ki bir şansı hak ettiğini düşünmüştüm. Helin ve Esma her ne kadar onaylamamış olsalar da iki kez akşam yemeğine çıkmıştık. Güzeldi, en azından bir bakıma. Konuşacak tek bir konumuz yoktu. Bazen “Keşke karşımdaki kişi Arda olsaydı, en azından sürekli Demir’i düşünen kafamı dağıtıp sohbet açardı, beni güldürürdü,” diye söyleniyordum. Evet, Arda aklımı dağıtmak ve beni neşelendirmek konusunda ustaydı ama kalbime o da söz geçiremezdi.

Tıpkı benim son bir haftadır zorla çabaladığım halde söz geçiremediğim gibi.

Cenk ne zaman elimi tutmak istese çekiniyordum. Ona karşı boştum ve çıkmamızın bir anlamı yoktu. En azından benim için ama o belli ki değer veriyordu. Bunu Esma’ya anlattığımda bana “Cenk’i ne kadar tanıyorsun ki? Bahse varım Demir’i çok daha iyi tanıyorsundur,” demişti. Haklıydı. Ama herkes hayatta bir şansı hak ederdi, bu yüzden Cenk’in benimle vakit geçirmesine izin veriyordum. Hoş, ben de onu kullanıyordum. Demir’e olan inadım ağır basıyordu.

Cuma sabahı Esma ve Burak’la sınıfa girdiğimizde gözüm anında onu buldu. Demir sıramızda oturuyordu. Sonunda teşrif edebilmişti. Hiçbir şey söylemeden yanına oturdum ve çantamdan biyoloji defterimle kalem kutumu çıkarttım. Bana baktığını hissedebiliyordum. Şu an onu görmesem de yanımda o soğuk ve her gün duygusuz olmaya zorladığı mavi gözleriyle beni süzdüğünü biliyordum.

Sırf inat olsun diye bir haftadır onun aldığı kıyafetleri giymemiştim. Yan yana otururken her şeyin zıttı gibiydik. Omuzlarımın bir karış altına kadar uzanan hafif dalgalı sarı saçlarım, onun kadar koyu ve muhteşem olmasalar da mavi gözlerim vardı. Hatta mavi ile gri karışımı gibi bir şeydi. Annem hep çok güzel olduklarını söylerdi ve benim de kendimde belki de tek sevdiğim şeydi. Gözlerim hoşuma giderdi. Demir’inkileri bir kez gördükten sonra kendiminkileri yetersiz hissetmeye başlamıştım. Üstelik yetersiz olan sadece gözlerim de değildi. Her şeyimdi. Dediğim gibi, her konuda zıttık ve tüm o kaba, egoist ve otoriter tavırlarına rağmen her zaman üstte kalan o oluyordu. Demir renksiz olmayı tercih ediyordu, hem de her anlamda. Duygularını kapatmayı, kendini saklamayı iyi biliyordu ve insanlara değer vermeyerek kendi zayıflıklarını birer birer yok ediyordu. Böylece kimseden, hiçbir şeyden korkmuyordu çünkü hayatı boyunca kaybedeceği şey sayısını en aza indirmekle uğraşmıştı. Bu onu güçlü kılıyordu. Zarar görmüyordu.

Onu tanıyanlar karşısına çıkamıyorlardı çünkü sahip olduğu bu gücü nasıl kullanacağını iyi biliyordu. Esma gerçekten de haklıydı. Demir’i gerçekten tanımaya başlamıştım. Benimle hiç konuşmasa da, benden nefret etse de, iğrense de onun hakkında az çok bilgi sahibiydim. Oysa Cenk hakkında en fazla bir cümle kurabilirdim ki bu yanlıştı. O anlık sinirle Cenk’in teklifini kabul etmiştim. Kendimi iyi vakit geçirmeye zorluyordum ama Cenk’le bir akşam yemeği yemekle Demir’le emir cümleleri dolu ödev yapmak arasında kalsaydım kesinlikle kazanan Demir oldu. O soğuk ve sürekli kendinden uzaklaştıran davranışları beni aksine daha çok çekiyordu. Hem inatçılığım hem de Arda’nın dediği gibi macera arayışım ağır basıyordu. Sanırım asıl mantıksız davranan bendim. Ondan çok hoşlanıyordum. Aptalcaydı, biliyordum. Onun birlikte olduğu ve olacağı kişiler de benden fazlasıyla farklılardı.

Demir’in hiçbir zaman benimle birlikte olmayacağını biliyordum. Nedeni de ortadaydı.

O, Demir Erkan’dı. Umursamaz, fırsatçılarıyla belki sadece bir kez ortalıkta gözükmüş, bir daha yüzlerine bakmamış olandı ve bu özelliğine rağmen hâlâ tüm kızlar onunla birlikte olmak istiyorlardı. Yalan söylemiyordum, belki ben de istiyordum. Ama sadece… O şekilde değil.

Evet, onunla, ama böyle değil.

Cansu’nun düştüğü duruma düşmek istemiyordum. Şu anda onun elini tutmak için nelerimi vermezdim. Yanımda oturuyordu ve ben bir haftadır yüzünü görmemiştim. Çok yakınımdaydı ve bacaklarım titriyordu. Titremelerine bir son vermeliydim yoksa fark edecekti.

“Burak, bu haftaki dosyaları toplayıp masama koyar mısın?”

Biyoloji hocasının sesini duyduktan sonra anında aklıma pat diye düşmüştü.

Biyoloji dosyası!

En son Demir’e sinirlenip evinden gitmiştim. Ya takmayıp bitirmediyse? Ya hiç getirmediyse? Demir “Dosyayı getirdin mi?” diye bana sorduğunda gözlerimi kocaman açtım.

Ne?! Dosya ondaydı! Nasıl unuturdu?

Her ne kadar nasıl unutabildiği hakkında ona hesap sormak istesem de bir ödev hakkında ilkokul öğrencisi gibi telaş eden biri gibi görünmek istemedim. Ağırdan almaya karar verdim.

“Seninle konuşmak istemiyorum,” dedim. Yalandı tabii ki. Onunla konuşmak için ölüyordum ama bunu yapamazdım. Bana böyle davrandığı sürece peşinde dolaşamazdım ama kalbim sürekli ona yakın olmam için beni zorluyordu. Yine sert ve net bir şekilde “Güneş. Ödev. Getirdin mi?”diye sorduğunda anlaşılan Demir hâlâ aynı Demir’di. Değişmemişti. İşte şimdi ağzımı açacaktım.

“Ödevin o gün senin evinde kaldığını biliyorsun! Nasıl getirmezsin? Biliyorum, sorumsuzun tekisin, sürekli “ben dersleri takmam” havasındasın biliyorum, ama bu senin ödevin olduğu kadar benim de ödevim! Ben düşük not almak istemiyorum tamam mı? Bu okuldan bir an önce mezun olup kurtulmak istiyorum ve sen buna engel olamazsın çünkü sizin gibi her yıl dersleri takmayıp sınıfta kalanlardan değilim. Azıcık sorumluluk alsan ölür müsün ya?” dediğimde rahatlamıştım. Bir anda bütün sinirimi göstermiştim. Ödevin teslim tarihi bugündü ve içimde eskiden kalma bir inek öğrenci yatıyordu. Elimde değildi.

Demir’e baktığında güldüğünü fark ettim. Resmen kahkaha atıyordu. “Ne yani! Neye gülüyorsun Demir? Acınacak halimize mi? O dosya için saatlerce kafa patlattığımı biliyorsun!” dediğimde Demir gülmeye devam ediyordu.

Lanet olsun, çok yakışıklıydı.

Güneş! Kendine gel. Konuya dön.

Demir yerde duran siyah çantasını aldı. Fermuarı açıp içinden ödev dosyamızı çıkarttı. Getirmişti! Bütün bu zaman boyunca yanındaydı ve benimle dalga geçmişti. Kahkaha atmayı bitirdiğinde dosyayı Burak’a uzattı. Yüzünden o harika gülümsemesi gitmeden son bir kez daha bakmak için ona döndüm. Gözlerimiz birbirini bulduğunda yüzündeki gülümse de silinmişti.

“Bunu niye yaptın şimdi?” diye rahat ve yumuşak bir sesle sordum.

Sesim kızgın çıksa daha mutlu olurdum ama o anda göz gözeydik. Gözlerini kaçırmıyordu ve bu çok yaşadığımız bir şey değildi. Beni ve sesimi etkisi altına almıştı. Zil çaldığında birbirimize en az bir dakikadır bakıyor olduğumuzu fark ettim. Bir anda Demir kendine gelip ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Surat ifadesi değişmişti.

Keşke ne düşündüğünü bilseydim. Onu yakalayıp önüne geçtim. “Niye dosyayı getirmemiş numarası yaptığını açıklar mısın?” diye sordum.

“Bak Güneş, seninle samimi falan değiliz ve bana hesap sorma hakkına da sahip değilsin. Öğren şunu artık. Ama sana sadece tek bir şey söyleyeceğim, Cenk’le arana mesafe koy. Eminim onunla fazla yakın olmak istemeyeceksin,” dediğinde bu konuşmanın geleceğini geçen haftadan beri bildiğimi fark ettim.

“Neden böyle diyorsun? Onun hakkında bir şey söylemiyorsun ki, Çağatay’da da aynısını yaptın.”

“Sadece o hoş biri değil ve bunu öğrendiğin zaman sakın gelip de beni arama. O hakkını çoktan kaybettin.”

Kalbim bir kez daha Demir tarafından kırılmıştı ama yapabileceğim bir şey yoktu. Cenk’le bu akşam sinemaya gitmek için sözleşmiştik bile ve şimdi cayamazdım. Konuyu değiştirdim. “Şimdi bana niye dosyayı baştan Burak’a vermediğini söyleyecek misin artık?” diye sorduğumda tekrar gülümsedi.

Bir günde iki gülümseme, hem de Demir Erkan’dan!

“Getirmediğimi öğrenince vereceğin o saçma ve kızgın tepkini izlemek istedim. İnan bana çok komik oluyorsun,” dedi ve yanımdan geçip gitti. Arkasından bakakalmıştım.

Okul çıkışında Cenk’le sinemaya gitmek için bir alışveriş merkezine gitmiştik. Kafamdan Demir’i uzak tutmalıydım! Cenk’leyken düşüncelerime dalıyordu sürekli. Ben yeni çıkan Divergent isimli filme gitmek istiyordum. Hem kitabını okumuştum hem Arda’yı zorla filmine götürmüştüm ama yine izlemek istiyordum. Cenk ise sadece “En boş salon hangi filmdeyse ona gireceğiz,” demişti. Ne demeye çalıştığını anlamamıştım ama herhalde rahat olmak istiyordu. Başka bir arzusu varsa da avcunu yalardı. Afişi bile saçma olan bir filme bilet almıştı ve “İşte güzelim, salon bize kaldı,” demişti.

Tabii salon boş olurdu, hiçkimse bu filme gelmezdi ki!

Reklamlar bitmiş, film başlamıştı. Cenk sol tarafımda oturuyordu. Sağ kolunu benim omzuma attığında başta garipsesem de sonradan hoş bir hareket olduğunu düşünüp koluna yaslandım. Beni kendine yaklaştırdı. Tamam, belki şu an karnımda kelebekler falan uçmuyordu ama en azından “sevgilimle” oturmuş film izliyordum. Sevgili de denemezdi aslında, daha çok ama çok yeniydi, üstelik bir inat uğruna şekillenmişti. Birkaç dakika sonra Cenk sol elini şortumun hemen bittiği yere, bacağımın üstüne koydu. Elimle onun elini bacağımdan çekip eski yerine geri koydum. Her şeye rağmen normal görünmeye çalışıyordum. Beş dakika sonra yine elini bacağımın üstüne koymuştu, bu sefer orada durmasına izin verdim. Sonuçta bir şey yapmıyordu, değil mi? Ne olduğunu anlamadan bir anda beni kendine çekti ve dudaklarını dudaklarıma yapıştırdı. Beni öpüyordu, sert ve duygusuzca. Hangisine üzülmeliydim bilemedim, onu sevmiyor olup hiçbir şey hissetmememe mi, yoksa beni zorluyor olmasına mı?

“Cenk… Cenk… Bırak!” dediğimde başımı daha sert tutup beni öpmeye devam etti. En sonunda tüm gücümle onu itip dudaklarımdan ayırdım. “Ne yapıyosun sen?!”

“Güneş! Sana bir haftadır yemek ısmarlıyorum, senin yanında geziyorum, sevgili muamelesi yapıp sana katlanıyorum. Şimdi bir kez olsun da tadımı kaçırma,” derken kararımı vermiştim. Oradan hemen çıkmam lazımdı.

Cenk hakkında yanılmıştım. Demir’in evine ilk gittiğim zaman sarhoş bile değildi demek ki. Sadece kendisiydi. Aynıydı. Sapık ve bencil. Baştan beri onunla çıkmam hataydı. Demir uyarmıştı, tıpkı o Çağatay denen herif hakkında uyardığı gibi.

Ayağa kalkıp gitmeye çalıştığımda beni durdurup kendine çekti. Kolumu çok sıkıyordu.

“Nereye kaçtığını sanıyorsun aptal sarışın? İstediğimi almadım daha!” dediğinde “Cenk! Bırak beni, istemiyorum!” diye bağırıyordum. “Nereye gideceksin ha? Sana diğer orospulara baktığı gibi bakan, onlarla arandaki farkı görmeyen Demir’e mi gideceksin? Sana değer vermeyecek. Boşa hayaller kuruyorsun!” dediğinde kolumu çektim.

“Sanki sen bana başka türlü bakıyordun pislik!” Koltuğun yanındaki kola kutusunu alıp kafasından aşağıya boşalttım. “Ahh, manyak mısın Güneş? Ne yapıyorsun!” Gözleri yanmaya başlamıştı.

Koşar adımlarla kapıya ulaştım. Son duyduğum şey “Cansu’dan hiçbir farkın yokmuş,” cümlesi olmuştu.

Hiç bu kadar aşağılanmamıştım. Gözümden akan yaşlara aldırmadan alışveriş merkezinden çıktım. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Ağladığım için insanlar bana bakıyorlardı. Onları boşverdim. Yürümeye devam ettim. Alışveriş merkezinin yanında bir lunapark vardı. Gittim ve ilk gördüğüm banka oturdum. Elime telefonumu aldım.

Şu an arayabileceğim pek çok kişi vardı, bu konuda kendimi ister istemez şansı hissettim.

Bir sene öncesine kadar sadece Arda’yı arayabilecekken şimdi yeni arkadaşlarım, hatta güvenebileceğim dostlarım vardı.

Yine de isimlerinin arasında gezinirken hiçbirini arayacak yüzümün olmadığını hissettim. Arda da, Burak da, Esma da, Helin de bana Cenk’le görüşmemem gerektiğini söylemişti. En çok da Demir.

Derin bir nefes alıp verdim. Etrafıma bakındım. Cenk’in beni orada bulup bulamayacağını hesaplamaya çalışıyordum ama bu korkum beni daha fazla sorgulamadan Demir’i aramaya itti. Sabah bana onu aramak gibi bir hakkımın olmadığını söylese de numarasının üstüne dokundum.

O anda onu ve katı kurallarını düşünecek durumda değildim. Ağlamaklı sesimi her ne kadar bastırmayı denemiş olsam da başaramadım. “Demir, beni alır mısın?”

⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆

Olayların kızışmaya başladığı anlar…・❥・ Demir sizce ne yapacak? Bir sonraki bölüme geçmeden önce tahminini bana TikTok’tan yorum olarak yazar mısın? Her yorumunu tek tek okuyorum ve benim için tüm yorumlarınız ne kadar kıymetli anlatamam…

Sizi çok seviyorum.

error: Bu içerik koruma altındadır.