Karanlık Lise 1 – Bölüm 2


Yanına oturduğumda onu daha yakından inceleme fırsatım oldu. Ceketinin bileklerinden eline uzanan bir dövmesi vardı fakat içeride kaldığı için sadece küçük bir kısmını görebiliyordum. Siyah tişörtü dardı. Üstündeki tek takı kulağındaki siyah küpeydi. Yakışmıştı. Gözlerinin mavisini tanımlamaksa bu kadar kolay olmayacaktı. Orada durup utanmadan yüzüne bakıyordum, selam verip kendini tanıtması için ona sinyal veriyormuşum gibi gözüktüğünden emindim o yüzden sorun etmedim. Rengi açık mavi değildi, lacivert de değildi. Hayatımda böyle bir mavi görmemiştim. Kıyaslamam gerekirse benimkilerden çok daha koyuydu. Tam olarak betimleyebilmek sanırım mümkün olmayacaktı. Çok güzeldi.

“İlgini mi çektim yeni kız?” dediği anda kendime geldim. Ona uzun süredir bakıyor olduğumu ikimiz de biliyorduk, sonunda ses etmiş olmasına sevinmiştim. Utancımdan yanaklarım ısındı, kızardığımdan emindim. Beyaz tenli olunca en ufak duygu değişikliğiniz daha da belirgin oluyordu.

“Dalmışım, özür dilerim. Adım Güneş,” dedim. Cevap vermedi ve önüne döndü. Adını merak ediyordum. Güçlü bir yapısı ve sesi vardı. Dış görünüşüyle özdeşleştirebileceğim bir tane isim bile aklıma gelmiyordu. Hangi ismi düşünsem, yaydığı soğuk ama güçlü enerjinin yanında yetersiz kalıyordu. Onu tanımıyordum ama daha şimdiden hissedebildiğim, bana kadar ulaşan kuvvetli bir ağırlığı vardı. Bu ağırlığa yakışacak bir ismi de olmalıydı. Ondan yanıt beklediğimi belli eder biçimde bakmaya devam ettim. Sonunda bakışlarımdan rahatsız olup bana döndü.

“Cevap verme zorunluluğum yok,” dedi, kollarını göğsünün üstünde birleştirerek arkasına yaslandı.

Kabaydı.

“Çok da meraklın değilim zaten. Sıra arkadaşın olarak kendimi tanıtmak istemiştim,” diyerek hem onu hem de kendimi kandırmaya çalıştım ama pek başarılı olabildiğimi sanmıyordum.

Zil çaldı.

“Tamam, tanıttın. Şimdi buradan kurtulmak istiyorum,” dedi ve ayağa kalktı. Boyu ben hâlâ aşağıdaki sırada oturuyor olduğum için mi bana bu kadar uzun gelmişti yoksa gerçekten çok uzun biri miydi ayırt edememiştim. Yürüdü ve sınıftan çıktı.

Garip biriydi. Gizemli, ağır ve kabaydı. Şimdilik onun hakkında bildiğim şeyler bunlarla kısıtlıydı ama nedense daha fazlasını öğrenmek istiyordum. Farklı insanları severdim ve koca sınıfta bir tek onun yanının boş olması klişe bir hikaye başlangıcından çok daha derin bir yere çıkacaktı, bundan emindim. Okul bahçesine girdiğimde kapıya kitlenerek gelen geçeni izliyor oluşu, kalabalık sınıfta bazı sıralarda üç kişi bile oturuyor olsa onun ben gelene kadar tek kişi oturuyor olması… Tanımlandırabilmek güçlü. Belki de bilincim beni hayatımın sıkıcı ve soğuk gerçeklerinden bambaşka bir maceraya sürüklemek istiyordu ve buna paralel olarak da elime geçen malzemelere anlamlar yükleyip bana hayal kurdurtuyordu.

Yeni sıra arkadaşıma bu kadar kitlenmiş olmamın bir diğer sebebi son derece makuldu; yüzünü tanıyor gibiydim. Bir yerlerde, çok eskiden görmüşüm gibi hissediyordum. Çok iyi tanıdığım veya adını duysam hemen parçaları birleştirebileceğim kadar değil belki ama daha önce televizyonda veya bir dergide görmüş olabilir miyim diye düşünmekten kendimi alamıyordum. İyi bir fiziği ve keskin yüz hatları olduğu için mankenlik yapıyor olduğu ortaya çıksa şaşırmazdım ama yanılıyordum, gerçekten ünlü olsaydı bu okulun kapısının önünden bile geçmezdi.

Okuldaki ilk günüm beni bir şekilde öğle teneffüsüne kadar sağ salim taşımış olsa da hâlâ tek bir arkadaş bile edinememiştim. Tek konuştuğum kişi o olmuştu, tabii ona da konuşmak denirse.

Yemeğimi alıp oturacak yer ararken yemekhanede en köşe masada oturanların bahçede gördüğüm ekip olduğunu anladım. Yine en ortalarında benim kaba ve bir o kadar gizemli sıra arkadaşım oturuyordu. Okula geldiğimden beri tek iletişim kurabildiğim kişi o olduğu için yanlarına gidebilirim diye düşündüm. Yürümeye başladım. Konuştuklarını duyabilecek kadar yaklaştığımda beni fark ettiler. Hepsi bir anda sustu. Onların bu ilginç davranışlarına aldırmadan yürümeye devam ederken arkamdan bir kız sesi beni ürküttü:

“Sen kafayı mı yedin kızım?”

Arkamı dönüp sesin geldiği yöne baktım. Kolumu bırakmazsa tepsimi düşürecektim, bu da kimdi şimdi? “Hemen benimle gel,” dedi devamında. Garipsememe aldırış etmedi. Beni kolumdan tutup geri çevirdi. Duraksadığımı fark ettiğinde pes etmedi. Kulağıma doğru eğilip “Güven bana, benimle gel,” diye fısıldadı.

O önde, ben arkada yemekhanenin tam tersindeki yöne doğru ilerliyorduk. Siyah ve uzun saçları vardı. Siyah deri pantolonun üstüne giydiği gri askılı bluzun sırtında bir kafatası röntgeni vardı. Normalde pek böyle şeyler giymezdim ama nedense beni kırk yıldır tanıyormuş rahatlığında kolumdan çeken kızın tarzını beğenmiştim. İki kişinin oturduğu bir masanın önünde durduk. Kolumu bıraktığında tepsimde devrilen süt kutusunu geri kaldırdı. Gözleri arkada bıraktığımız masadaydı.

“Niye beni çevirdin?” diye sordum.

Gözlerini asla başka yere çevirmeden sahipsiz tepsinin arkasına geçti. Demek yemek yerken beni görüp yanıma gelmişti.

“Biliyorum, bu yıl yeni gelen o kız sensin vesaire vesaire…” Sinirli gibiydi ama siniri bana karşı değildi. Kaşlarıyla ileriyi, az kalsın oturmak üzere olduğum masadaki kızı işaret etti. “… Daha ilk günden onlar tarafından, daha doğrusu Cansu tarafından rencide edilmeni istemedim. Her yerin bulaşılmaması gereken tipleri olur ya hani, işte buradaki bulaşılmaması gereken tipler de onlar.”

Bu okulda herkesin bulaşılmaması gereken tiplerden olduğunu sanıyordum.

Teşekkür etmediğimi fark ettiğinde bakışlarını ayakta dikilmekte olan bana çevirdi. “Bir nevi hayatını kurtardım sayılır,” dedi. Ben olayın şokunu, sebep ve sonuçlarını idrak etmeye çalışırken tabii ki yine verecek bir cevap bulamamıştım.

Hafifçe gülümsedi. Sandalyeyle tepsisini yana kaydırdı. “Sonra teşekkür edersin. Hadi, gel otur bizimle.”

Ona ve masadaki iki arkadaşına baktım. Sanıyorum ki ya burası ya da bana aç kurt sürüsü gibi bakanların masasıydı… Çok da zor olmayan bir matematiğin ardından tepsiyi masaya bıraktım, arka masadan bir sandalye çektim.

Masada toplam dört kişiydik. Karşımda kahverengi saçlı ve saçlarıyla neredeyse aynı tonda kahverengi gözleri olan bir çocuk oturuyordu. Dylan O’Brien’a benzetmeden edemedim. Yüzündeki benler onu istemeden tatlı ve yaşından biraz daha genç gösteriyordu.

“Ben Helin,” dedi ve dikkatimi tekrar kendi üstüne çekti hayatımı kurtardığı argümanında sağlam duran kız. Ardından Helin’in karşısındaki kız “Ben de Esma, yanımdaki de Burak. Sevgilim,” dedi ve kendini tanıtmış oldu.

Tabii bu arada Burak’ın onun sevgilisi olduğunu da belirtmeyi ihmal etmemişti. Cümle, kıskanç bir sahiplenme duygusunu barındırıyor gibi gözükmüş olsa da içten gülümsemesi nedense o negatif havayı nötrlüyordu. Dalgalı kahverengi saçlarının sarı röfleleri vardı. Ufak tefek bir kızdı.

“Ben de Güneş,” dedim.

Esma’yı sevmiştim. Gözleriyle gülebilen çok az insan tanırdım çünkü.

Burak “Ee seni bu deli okula hangi rüzgâr attı? Sonuçta buradakiler gibi görünmüyorsun,” diyerek konuşma başlattığında işaret ettiği yönü takip ettim. Parmağı önce yüzümü, sonra tişörtümü, sonra da pantolonumu gösteriyordu.

Okuldaki diğer öğrenciler gibi giyinmediğim ortadaydı. Nasıl desem, nasıl desem… Sanıyorum daha masum görünüyordum ve bu yüzden istemediğim kadar dikkat çekiyordum. Kesinlikle kendime daha koyu renkte kıyafetler almalıydım. Belki Arda’nın dolabından ödünç alabileceğim tişörtler olurdu. Hey, Güneş! Şimdi alışveriş düşünmenin sırası değildi. Burada arkadaş edinmeye çalışıyordum.

“Yanlış anlaşılma,” diyerek kısa bir cevap verdim.

Kendi okulumdan atılmamın sebebini sormamasını umuyordum.

Burak kahkaha ile güldü. “Herkes öyle der tabii.”

Esma araya girdi. “Bırak kız konuşsun, belki gerçekten yanlış anlaşılma olmuştur. Sonuçta iyi birine benziyor,” dediğinde kız hakkındaki pozitif düşüncelerim biraz daha pekişmişti. Esma’nın tatlı bulduğum ses tonundan mıydı yoksa ortama bir anda ısınmış mıydım bilmiyordum ama anlık bir karar ile onlara bu konuda güvenebileceğimi hissettim. Ayrıntılara hiç girmeden sadece sınav kâğıtlarının dolabımda bulunması olayından bahsettim, sonra onlara kendi hikâyelerini sordum.

“Ben araba çaldım,” dedi Helin. Arada bir bakışları hafifçe Esma’ların arkasına, o popüler çetenin olduğu masaya kayıyordu. Esma “Ben Burak’la aynı okuldaydım. Yedinci sınıftan beri çıkıyoruz. İki yıl önce bir kız vardı ve Burak’ı saplantı haline getirmişti, beni tehdit etti. Ben de bir şekilde kız hakkında bilgiler edinip ona şantaj yaptım. Sonra da okuldan atıldım. Klasik hikâye,” dedi.

Açıkçası söylediklerini detaylandıracak sorularım vardı ama burnumu sokmak istemedik. Çok açık sözlü ve rahatlardı konuşurken. Yaptıklarından pişman değiller gibi gözüküyordu. Burak “Esma’yı tek başına bu tımarhanede bırakamazdım. Sınavların hiçbirine girmedim o gittikten sonra. Özel okulda okuyorduk ve ailemin durumu biraz sıkışıktı zaten işte, tahmin edebilirsin belki… Neyse, ben de bıraktım ve buraya geldim,” dedi. Yüzünü Esma’ya döndü ve gülümseyerek “Olmam gereken yere,” diye ekledi.

Burak yakışıklıdan çok tatlı biriydi ve Esma’yla birbirlerine gerçekten yakışıyorlardı. “Bir şey sorabilir miyim?” diye atladığımda üçü de bana baktı. Sanıyorum ki bir şeylere burnumu sokmama prensibimden buraya kadardı.

“… O masanın olayı ne?”

Yeni bir okula gelmiştim ve bu okul içindeki tiplerle tanınmış, namını öğrencilerinin suçlarıyla duyurmuş bir okuldu. Haliyle ilgimi çeken o tayfanın neden diğerlerinden farklı bir havada takıldığını merak ediyordum. Sonuçta burada herkesin bir geçmişi vardı, bu durum onlara has bir özellik değildi.

“Bu okula gelen herkesin kendi çaplarında sorunları var ve maalesef ki herkes bizim gibi bu sorunları arkasında bırakıp hayatına devam etmeyi tercih etmeyebiliyor. Mesela biz geldiğimizden beri sınıfta kalmadık, bir olaya da bulaşmadık. Onların içlerinde iki yıldır kalanlar var,” dedi Helin.

Asıl merak ettiğimse masanın ortasındaki o çocuktu. O kimdi? “Peki şu ortalarında duran siyah deri ceketli, mavi gözlü kim?” diye sordum sanki öğrenmesem de pek sorun olmazmış gibi bir ses tonuyla.

“Demir. Bu okuldaki ve neredeyse tüm şehirdeki kızların peşine takılmak istediği herif,” dedi Burak.

Burak buradayken değil, sanırım kız kızayken sormalıydım bu soruyu. O anda daha fazla kurcalamadım. Kızlar tuvaletinin kızların dedikodu merkezi olduğunu biliyordum, bu okul ya da ilçe fark etmeksizin evrensel bir kuraldı. “Helin, Esma, benimle tuvalete gelir misiniz?” diye sordum. Burak “Nedir siz kızların aynı anda gidip gelmesi, işte onu bir türlü anlamıyorum ben ya,” diye söylenmeye başladı. Sanırım Helin ve Esma’nın da sık yaptığı bir şeydi bu. Kabul edip ayağa kalkmaları hoşuma gitmişti. Sonuçta yeni tanışmıştık, yapmak zorunda değillerdi.

İçeriye girdiğimizde ortalık müsait gibi gözüküyordu. Görünürde kimse yoktu. “Peki Demir’in yanındaki kızlar…” diye sordum çekinerek. Sanırım ondan birazcık da olsa hoşlanmış olduğumu anlamışlardı ki gülümseyerek cevap verdi Helin. “Okulumuzun biricik fırsatçıları, statü için yapmayacakları şey yok. Ele başları Cansu. Bu sabah Demir’e sulanıyordu sanırım, bahçede gördüm. Tabii hepsinin tek bir amacı var, o da Demir’in saygısını kazanıp çetede sarsılmaz bir yer edinmek,” dedi Helin. “Hatta şanslılarsa sevgilisi olmak,” diye ekledi Esma. Burası ne kadar da, nasıl tanımlasam, açık ve net bir okuldu? Herkes mutlaka başka bir işin mi peşindeydi? Özetle basit insanlarla doluydu başladığım okul yani. Merak edip “Sevgilisi olmak derken?” diye sordum. Helin sözü aldı. “Demir’in bir kızla birden fazla kez görüştüğü görülmedi. Sanırım prensip gibi bir şey, bilmiyorum. Ama her kız onu istiyor, tabii hakları da var, çocuk fazlasıyla iyi görünümlü ama benim gözüm yok,” dedi ve ardından Esma’ya göz kırptı. Anlamamıştım ama daha yeni tanışmıştık ve göz kırpmasının nedeni belki özeldir, anlatmak istemez diye ona sormadım.

Birden iki tuvaletin kapısı aynı anda açıldı. İçeriden bu sabah Demir’in yanında gördüğüm kız ve yanındaki diğer kızıl saçlı kız çıktı. “Senin dilin de fazla uzunmuş fırsatçı,” dedi Cansu, Helin’e “fırsatçı” kelimesini vurgulayarak. Bizi duymuş olmalılardı. Kız onun üstüne yürümeye başlayınca Esma hemen Helin’in kolunu tutup “Hadi gidelim burdan,” dedi. Kızıl, kapıyı kilitleyerek oradan onlar istemeden asla çıkamayacağımızı belli ediyordu.

Ne bileyim, kaybedecek bir şeyim yok gibi hissediyordum. Burada henüz hiçkimseydim ve kendime dair çok iyi bildiğim bir şey varsa o da “biri” olmak için bir başkasına yaranmaya çalışmayacağımdı.

“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Aynaya bak güzelim,” dedim. Sesim sandığımdan daha yüksek çıkmıştı. Cansu gözlerini Helin’den ayırıp bana dikti.

“Yeni gelen kıza sanırım bize nasıl davranacağını öğretmem gerekecek,” dedi.

Sinirden kahkaha atasım gelmişti. Boynumu yana eğip “Ya öyle mi, merakla bekliyorum,” dedim ona doğru bir adım attım. Çalan zilin sesi duyulduğunda Cansu geri çıktı.

Aynada saçlarını düzelttikten sonra kapıya doğru ilerledi. Kızılla bakıştıktan sonra arkasını döndü.

“Bu burda bitmedi sarı.”

Kapı kendiliğinden kapandığında Helin ve Esma’dan gelecek küfürlere hazırdım. Edineceğim arkadaşlıklara daha başlamadan engel olduysam da yapabileceğim bir şey olmayacaktı. Kaderime razı gelecektim.

Onlardan bana hesap soran içerikte bir nutuk bekliyordum ama tam tersi oldu.

Helin “Sen neymişsin be Güneş!” diyerek bana gülümsedi.

“Daha ilk günden bu ekibe daldın. Yalnız sonu kötü olmasın?” diyen Esma’ya bakıp “Açıkçası, umrumda değil. Kaybedecek hiçbir şeyim yok, hadi gidelim,” dedim. Mahçubiyetim, onları belki de saçma sapan bir insanla muhattap olmak zorunda bırakacağımdandı. Cansu denen fırsatçı ona yaptığım çıkışın ardından ne karın ağrısı varsa gelip benden çıkarmalıydı, kızlardan değil.

Okulun bu tip hatunlarından hep korkulurdu ama ben sadece güler geçerdim. Belki de bir zamanlar onlar gibiydim, bu yüzden de perde arkasındaki boşluklarını çok iyi tanıyordum. Maskelerin arkasındaki özgüven eksikliklerini, endişelerini, pişmanlıklarını ve bunun farkındalıklarını… Üzücüydü.

Sınıflarımıza doğru yürümeye başladık. Meğer Esma ve Burak’la aynı sınıftaymışım, bu beni sevindirdi. Derslerde Demir’i incelemek yerine diğer öğrencilere biraz odaklanmış olsaydım belki onları da yemekhanede gördüğüm an tanıyabilirdim. Kendime çeki düzen vermeliydim. Kapının önüne geldiğimizde Helin “Ben 11-F’deyim. Teneffüste görüşürüz,” diyerek gitti. Demir’se o gün bir daha sadece son derse girdi. Yanıma oturduğunda ona üç derstir nerede olduğunu sordum ama bunu olabildiğince hesap sorarmış gibi değil de arkadaşça bir şekilde sormaya gayret ettim. Sigara kokuyordu. Cevap vermedi. “Sana bir soru sordum,” dediğimde bana bakmadan yorgun bir sesle “Seni ilgilendirir mi?” diyerek karşılık verdi. Yüzüme bile bakmamış olması beni sinirlendirmişti.

“Sigara mı içiyorsun?”diye sordum. Bu sorumun üstüne bana döndü.

“Sen biraz fazla mı konuşuyorsun?”

Bu cümlesinden sonra önüme dönüp öğretmene bakmaya devam ettim. Biyoloji. Dersin başında adının Yasemin olduğunu söyleyen hoca “… Bu demektir ki şimdiden araştırmalara başlamalısınız. Sonradan sıkışmadan hemen halledin ki size not verecek bir şeyim olsun. Evet, herkes yanında oturan arkadaşına baksın,” dediğinde istemeye istemeye yana döndüm. O, bana bakmıyordu. Gözü öğretmendeydi. Neydi bu inat anlamıyordum ki! Ona ayak uydurup ben de yüzümü önüme çevirdim.

“… Sıra arkadaşınıza alışsanız iyi olur çünkü tüm bir sene boyunca proje eşiniz olacak.” Esma ve Burak yan yana oturuyorlardı ve Burak dönerek kız arkadaşının burnundan makas aldı. İster istemez dudaklarım yukarı kıvrıldı. Onları izlerken içinde bulunduğum pembe toz bulutumu soğuk, keskin bir ses kesti. “Harika. Bir de seninle uğraşacağım şimdi,” dedi. Hâlâ bana bakmıyordu. “İstemiyorsan git itiraz et, bana ne ya,” diyerek karşılık verdim. Benimle hiç konuşmayan, konuşunca da sadece üste çıkan birine iyi karşılık verme zorunluluğum yoktu. Bana baktı, tam cevap verecekti ki öğretmen sözüne devam etti: “… Üç haftada bir dosya şeklinde rapor istiyorum. Konularınızı size mail atacağım. Herkes epostasını masadaki kağıda yazıp çıksın. Şimdi zil çalacak.”

On saniye geçmemişti ki kimileri için kurtuluş çağrısı olan okul zili duyulmaya başladı. Yanımda oturan ve ilk günden tüm sinir dengelerimi karıştıran çocuk, zil çaldığı anda ayağa kalktı ve suratıma bile bakmadan dışarı çıktı. Çocuk diyordum ama tamamen lafın gelişi olarak… Çünkü çok iyi fiziği vardı ve gerçekten uzun boyluydu. Ayrıca benden birkaç yaş büyük gibi görünüyordu. Acaba kaç sene sınıfta kalmıştı? Neden bu okula gelmişti ve ne zamandır buradaydı? Bunları ona sorsam bana asla cevap vermeyeceğinden emindim ama olsun. Kendini hazırlasa iyi olurdu çünkü Demir Bey’le, sanırım biraz fazla zaman geçirecektik.

Omzuma çantamı takıp öğretmen masasına doğru ilerledim. Kağıda yazacağım sırayı beklerken arkasından söylenmeye başladım.

“Bari epostanı verseydin, asıl sen beni uğraştıracaksın!”

Okul bittiğinde Esma, Burak ve Helin’le beraber çıkış kapısına doğru yürüyorduk. Burak “Evet hanımlar, biz bu taraftan servislere doğru gidiyoruz. Size iyi akşamlar,” dediğinde ilk günün sonuna geldiğimiz dank etmişti. Yine az hasar vermiştik hayatımıza, değil mi? Esma da veda ettikten sonra Helin “Yarın görüşürüz,” dedi. Ben de gülümsedim. Helin’den gelecek “Arabam var, seni bırakabilirim istersen,” teklifini beklemiyordum, yalan söyleyemeyeceğim. “Merak etme, bu seferki çalıntı değil,” diyerek kahkaha attığında “Hayır! Hayır, tepkisizliğim ondan değildi. Sadece sormana şaşırdım, o yüzden,” dedim utanarak.

“Biliyorum, dalga geçiyorum seninle, hadi atla.”

Daha ilk günden ona yük olmak istemedim. Belki ileriki günlerde beraber gidip gelirdik ama bugün yeterince Helin’e ve arkadaş grubuna salça olmuşum gibi hissediyordum zaten. “Yok ben giderim, çok da uzak oturmuyorum.”

“Güneş, gerçekten çalıntı değil…”

Benimle hala dalga geçiyordu.

Gülerek koluna vurdum. “Teşekkür ederim ama biraz yürümek istiyorum, çok sağol. Yine de arabana kadar eşlik edeyim.” Okulun otoparkına doğru ilerlemeye başladık. Öğrencilerin çoğu on sekiz yaşından büyüktü ve genelde arabaları ya da motorları vardı, bu yüzden okul bahçesinin bir kısmı otopark için ayrılmıştı.

“Vay, vay, vay. Kimleri görüyorum,” diyen sesi duyduğumuzda arkamıza baktık. Bu sinir bozucu ses, Cansu’nun sesiydi. Yanındaki ise yine o kızıl saçlı kızdı. Sanırım en yakın arkadaşı oydu. Yanlarına birkaç kişi daha almışlardı. Hepsi bugün yemekhanede ve girişte gördüğüm popüler çetedendi. Demir’in çetesinden…

Cansu ve yaveri bizimle konuşurken diğerleri kendi aralarında sohbet etmeye devam ediyordu. Sanki sadece kalabalık görünüp bana göz dağı vermek için uğraşmıştı. Gerçekten buna mesai ve düşünce mi harcamıştı? Kesinlikle boş işlerdi. Tepkisini görmek için Helin’e baktığımda olaydan tamamen koptuğunu ve Cansu’nun arkasındaki çetenin en solunda duran, yabancı modellere benzeyen gri tişörtlü çocuğa baktığını gördüm. Üzgün bir şekilde “Doğukan,” diye fısıldadı. Emin olmak için çeteye bir kez daha dikkatli baktım. O da Helin’e bakıyordu. Adını sadece benim duyabileceğim bir şekilde söylemişti.

“O işin orada bitmediğini söylemiştim yeni kız…” diyerek konuşmaya başladığında bu cürreti nereden bulduğunu merak ediyordum. Sözünü kesip “Bir adım var öncelikle, Güneş,” dedim.

Bir dakika… Peki ben neyime güveniyordum?

Karşımda bir ordu olduğu, hatta sicili suçlarla dolu bir ordu olduğu o an dank etmişti.

“Hâlâ cevap veriyorsun. Anlamadın mı buradaki işleyişi?” dediğinde bana doğru yürümeye başlamıştı.

Ben de ona doğru bir adım attım. Bir anda nedense korkmaya başlamıştım ama cesur görünmek istiyordum. Aptal bir lisedeki aptal bir kızdan çekinmiyordum.

“Ne oluyor burda? Neyi bekliyorum ben?”

Demir’in sesi duyulduğunda herkes bir anda odağını çevirdi. Otoparkın girişinden bize yaklaşıyordu. “… Bırakın, kız daha yeni, uğraşmayın,” dedi ve ceketinin cebinden bir sigara paketi çıkarttı. Cansu, adeta süt dökmüş bir kediye dönmüştü. Ona bir anda ne olduğunu anlayamamıştım. Çete de aynı şekilde kendi arasında konuşmayı kesmişti.

Anında Demir’in söylediğini yapıp arkalarını döndüler. Onlar dağılmaya başladığında aralarındaki ilişkiler hakkında az çok tahmin yürütmeye başlamıştım. Hepsi birer piyondu ve başlarında Demir vardı. Olayın etkisi hâlâ üzerimden geçmemişti, onlar yürürken arkalarından öylece bakıyordum. Hepsi otoparktan çıktığında Demir sigarasını yaktı ve içine çektiği dumanı dışarı verdi. Bakışlarını çok üstümde tutmadan arkasını döndü, adının Doğukan olduğunu tahmin ettiğim çocukla iki kızın yanında yürümeye başladı. Fikir değişikliğiyle Helin’e “Sanırım arabayla gelebilirim,” dedim.

error: Bu içerik koruma altındadır.