
Demir’in Ağzından
“Hala aynı şeye mi üzülüyorsun?” diye sordum. Gözleriyle bir denize, bir de ellerine bakıyordu.
Utanmıştı. Küçük düşürüldüğünü hissediyordu. Huzursuzdu. Alt tarafı aptalın teki onu öpmüştü. Bunda büyütülecek en ufak bir şey bile yoktu ama söz konusu olan kişi Güneş’ti. Onun için her durum farklıydı. Bunu anlamıştım. Arabada bana şu ana kadar kimseyle yatmadığını, hatta öpüşmediğini söylemişti. Bu beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Tamam, belki kimseyle henüz yatmamış olabilirdi ama eskiden bir sevgilisi olmasına rağmen hiç öpüşmemiş olması bana garip gelmişti.
Güneş çok güzel bir kızdı. Gerçekten öyleydi ve şu ana kadar okulda neden Cenk dışında hiç kimsenin onunla konuşmaya çalışmadığına anlam veremiyordum.
Aa, evet, doğru, benim yanımda görüldüğü için onunla iletişim kurmaktan çekinenler olabilirdi. İşte bu kadar güzel bir kız olup da biriyle hiç yakınlaşmamış olması kendimi sorgulamamı sağlamıştı. Ben tüm hayatım boyunca neler yapmıştım? Fırsatçılar nasıl insanlardı? Onun gibi masum geçmişlere alışkın değildim. Yanımda kalan kişiler genelde benim gibiler olurdu. Diğerlerinin ise beni tanıyıp benden uzak durmaları için tek bir kelime etmem yeterliydi. Hem etmesem de eninde sonunda giderlerdi.
Bu sarışın, saf, masum, aptal kız niye farklıydı? Onu özel kılan şey neydi? Şu ana kadar hiçbir kızı evime götürmemiştim, onu niye götürmüştüm? Şu ana kadar kimse bana karşı bu kadar dirençli olmamıştı.
O farklıydı. Bana kafa tutabiliyor ve hesap sorabiliyordu. Her ne kadar sinirlensem de başta çok tepki vermemiştim. Yeniydi ve kurallarımı öğrenmesi gerekiyordu. Ama şimdi durum nasıl olduysa değişmişti ve Cenk’i dövüyor olmak yerine onun yanında arabamın kaputunun üzerinde oturabiliyordum. Hem de denize karşı…
Hayatım lanet olası bir film değildi. Gerçeklerle doluydu. Aşktan eser yoktu. Hiç kimseyi sevmedim, kimse tarafından da sevilmedim ve ben bunu sorun etmek yerine kabullenip güçlendim. Her gün, her saat, her dakika karanlık tarafıma ekledim ve diğer saf tarafı yok ettim. Pişman mıydım? Asla. Ben buydum. Beni böyle kabullenemeyenler siktir olup giderlerdi. Umrumda değildi. Gözümü kırptığım her kız olduğu yerde eriyor ve benim olmak için deliriyordu. Kimseyi sevmem gerekmiyordu. Sevmek istemiyordum da. Bir kez o kalkanı indirdim mi sonuçlarını tahmin edebiliyordum.
Düşmanlarım vardı. Hem de çok… Hepsine derslerini bir bir vermiştim ve vermeye devam ediyordum. Hep kazanıyordum. Neden mi? Çünkü ne karşımdakilere ne de yanımda dolaştırdıklarıma açık veriyordum. Sırlarımı kimseye anlatmıyordum, kimseye güvenmiyordum. Birinin bana bir kere dahi olsa ulaşmasına izin verirsem o kalkanımda bir açık olurdu ve bana karşı kullanılırdı.
İşte zayıflık buydu:
Sevmek ve sevilmek.
Tek kaçış yolum müzikti, piyanoydu. Güneş onu bile değiştirmişti. Sesiyle müziğime yaptığı özel bir şey vardı ve anlamakta zorlanıyordum. Hayatımda duyduğum en muhteşem sese sahipti ve yıllardır tamamlayamadığım on iki bestemi tam bir ayda bitirebilmemi sağlamıştı.
Hayallerinin nasıl kırıldığını, yıkık dökük bir durumda olduğunu anlatıyordu. “Sadece… Sadece…İlk öpüşmemin böyle olmasını hiç istemiyordum,” dedi ve denize baktı. Rüzgâr esip saçlarını havalandırdı. Gözlerimi ondan alamıyordum. Ne diyordum ben? Sevmek ve sevilmek en büyük zayıflıktı. Bu saf, aptal kızın da öğrenmesi gereken ilk ders buydu ve her ne kadar hâlâ anlamamış olsa da, eninde sonunda öğrenmek zorunda kalacaktı.
Tüm bu düşüncelerime rağmen kaputun üstünden kalkıp Güneş’in karşısına geçtim ve ona iyice yaklaştım. Ne yaptığımı anlamamıştı. Sol elimi ince beline sardıktan sonra sağ elimle yanağına dokundum. Yanağı çok yumuşaktı. Parmaklarımın değdiği yerler kızarmıştı bile. Utanıyordu. Kendimi ona daha çok yaklaştırdım. Beline dokunmak beni hiç yaşamadığım kadar büyük bir hazza sürüklüyordu. Sanki doğru yerde, doğru zamanda bulunmak gibiydi ona dokunmak. Sıcak, tehlikeli ve yeniydi.
Ona hayallerinin suya düşmediğini, tam olarak istediği ne varsa hepsini yaşatabileceğimi göstermek istiyordum. Benimle olursa asla ama asla yalnız kalmayacağını onu kollarımda tutarken anlatmak istiyordum. “Peki bu nasıl?” dedikten sonra onu öpmeye başladım. Başta karşılık vermedi. İlk defa öpüştüğü her halinden belli oluyordu ama sorun değildi. O Güneş’ti. Gözlerimi açtığımda gülümsüyordu. Benim de gülümsediğimi fark ettiğimde hemen kolumu ondan çektim ve uzaklaşıp arabanın kapısını açtım.
“Saat geç oluyor. Bin,” dedim. Ne yapmıştım? Daha doğrusu o his neydi? Şu ana kadar belki elliden fazla kızı öpmüştüm ve hepsi bu basit kızdan daha istekliydiler ama hiçbirinde bir şey hissetmemiştim. Benim için değerleri sıfırdı. Gelirlerdi ve giderlerdi. Bu kadardı. Bu kızda ne vardı da bir anda tüm düşüncelerime karşı gelerek onu öpmüştüm? Yanlıştı, hem de çok.
Boş yere umutlanacak ve sonra istediğini alamayınca yine Cansu gibi kafayı yiyecekti.
Aferin Demir, masum bir kızın daha hayatını mahvetmiştin.
Her zamanki gibi değersizin tekisin. Boşsun! Direksiyona sinirle vurduğumda “Ne yapıyosun?” diye sordu. Cevap vermedim. Onu evine bıraktıktan sonra doğruca okulun spor salonuna gittim. Cenk’le sonra ilgilenecektim. Şimdi düşünmem gereken başka bir şey vardı.
Spor salonundaki kum torbasının karşısına eldivenlerimi takıp geçtim ve vurmaya başladım. Daha sert, daha sert… Cenk zaten çok olmaya başlamıştı. İş verdikçe yukarı çıktığını sanıyordu. Ben elbette onun en tepeye çıkma planlarından haberdardım ama Güneş’e göz kulak ol dediğimde onun böyle sarkıntılık yapacağını bilmiyordum. Niye tahmin edememiştim ki? Düşünceler birbirine karışıyordu. Kafam, konuşan bir sürü sesten patlamak üzereydi. Lanet olsun ki o, çok güzeldi. Sert bir yumruk daha. Benim yüzümdendi. Benim yüzümden ona yakın olmuştu, hoşlandığı falan yoktu. Kahretsin! Ve yine benim yüzümden kız alışveriş merkezine gittiğimiz gün neredeyse belki de tecavüze uğrayacaktı.
Kum torbası bir ileri bir geri gidiyordu ve gittikçe hızlanmaya başlamıştı. Bugün sahilde Güneş’i öpmem tam anlamıyla zayıflığımın bir göstergesiydi. Kimseden hoşlanmamalıydım. Duygusuz olmalıydım. Şu ana kadar hep böyle ayakta kalmıştım ve ayakta durmaya da devam edecektim. Lanet olsun ki parmaklarımı dolaştırmak istediğim sarı saçları aklımdan çıkmıyordu! Eldivenimi çıkartıp spor çantamdan telefonumu aldım. Rehbere girdim; bu geceyi geçirebileceğim, bana asıl olduğum kişiyi hatırlatacak bir kıza ihtiyacım vardı. O sırada Cansu’nun beni iki kere aramış olduğunu gördüm. Demek bu kadar istekliydi. Cenk’in iki yıl önce Cansu’yla yakın olduğunu, sonra aralarının açıldığını biliyordum. Bakalım Cenk, Cansu’ya hâlâ âşık mıydı?
Cansu’ya göndereceğim tek bir mesajın yeteceğini biliyordum.
Yarım saat sonra geçen seferki otelde ve odada ol.
Duş alıp arabama bindiğimde artık kendimi sorgulamayı bırakmıştım. Ben buydum. Bana kimse bağlanmamalıydı. Güneş dahil… Aslında ona şu anda büyük bir iyilik yapıyordum. Bana değer vermeden, bana âşık olmadan hemen bu işi bitirmesini sağlıyordum. Bana teşekkür edecekti. Kafamı saatlerdir meşgul eden o sarı saçları, mavi gözleri ve ilk defa bir şey hissetmemi sağlayan dudakları unutup yoluma baktım.
Hissetmemeliydim.
Hiçkimseyi, hiçkimseye karşı, hiçbir şeyi.