Bana bu kadar yakın oturuyor oluşu ona olan kızgınlığımı her saniye daha da artırıyordu. Bir an önce okulun bitmesini istiyordum. Teneffüs olduğunda sessiz ve sakin bir yere ihtiyacım vardı. Müzik sınıfının boş olduğunu bildiğim için hemen kalkıp oraya gittim. Nefes almaya ihtiyacım vardı çünkü tüm bir ders boyunca o yanımda otururken vücudum normal fonksiyonlarını bile yerine getirmekte zorlanmıştı.
Bahçeye de çıkamazdım çünkü bana bakan suratları çekmek istemiyordum. Kapının kilitli olmaması şansımaydı. İçeri girdikten sonra kapıyı arkamdan kapattım ve hemen kapının yanına, yere çöktüm.
Niye bunu yaptın Demir? Bana böyle umut verdikten sonra çekip gidemezdin! Başkasıyla birlikte olmak! Hem de Cansu’yla…
Beni öptüğü an aramızda özel bir şeyler olduğunu sanmıştım. Dokunuşunun ardında beni koruyacak, bana değer verecek o piyano çalan Demir’i görmüştüm. Beni öpmesini hiç beklememiştim ama kabul etmeliydim ki bunu deli gibi istemiştim. Ne olmuştu da benden vazgeçmişti? Öpüşmemizin akşamında hemen başka bir kızın bedeninde mi bulmuştu beni? Ben ona istediğini verememiş miydim? Çok mu kötü öpüşmüştüm? Onunla hemen yatmayacağımı bildiği için benden hevesini alıp başkasına mı gitmişti?
Cebimden bir peçete çıkarttım ve burnumu sildim. O mavi gözlü, siyah deri ceketli çocuğun beni kaçıncı ağlatışıydı bu? Ayağa kalktım ve kalktığım anda gözüme piyano çarptı. Demir’in parmaklarını gezdirdiği piyano… Yanına gittim ve açtım. İşaret parmağımı tuşların üzerinde gezdirdim. Demir buralara da dokunmuştu. Sonra elimi yanağıma ve dudaklarıma götürdüm. Piyano çalarken aldığı zevki bana olan dokunuşunda alamamıştı belki de. Ben onun için yeterli değildim, bunu zaten biliyordum ama beni öpmesi tüm düşüncelerimi birden değiştirmişti. İçimde uzun zamandır yokluğunu bildiğim ama adını koyamadığım şeyin bana geri dönmesini sağlamıştı:
Umuttu adı.
Ya şimdi? Onun Cansu’yla yattığını duymak, hem de Cansu’nun ta kendisinden duymak karnıma yediğim bir tekme gibi gelmişti. Tüm o umudu yaşadığımız o özel anla beraber söküp atmıştı.
Son dersin son beş dakikasında Oya Hoca “Bugünlük bu kadar yeter. Toplanabilirsiniz,” demişti. Tüm gün boyunca kendime engel olup Demir’e bakmamıştım çünkü o yalancı suratını görmek istemiyordum. Aslında bu da bir bahaneydi. İstiyordum… Ona bakmayı, gözlerinde kaybolmayı deli gibi istiyordum ama eğer bir kere bile bakarsam bir daha önüme dönemeyip ona yenilirmişim gibi hissediyordum. Bunu yapamazdım.
Bunu yapamazken konuşmaya çalışması, işimi daha da zorlaştırmak üzereydi.
“N’oldu, bugün hiç laf atmadın?” diye sorduğunda bir anlığına durdum ve ardından defterimi çantama yerleştirmeye devam ettim. Fermuarı kapattıktan sonra çantayı kucağıma koydum ve sarıldım. Gözlerimle önümde oturan Esma’nın mavi tokasını inceliyordum. Kendimi meşgul tutmalıydım.
“Güneş, neyin var?”
Demir’in o ana kadar belki beş, belki altı kızı aynı anda götürdüğünü tahmin etmek zor değildi. Şu anda da pek farklı bir şey yaptığı söylenemezdi. Tek fark, ben o kızlardan olmayacaktım. Cevap vermedim. Sinirle bacağımı sallamaya devam ediyordum. Zil çaldığında ayağa kalkıp çantamı tek omzuma taktım. Bir an önce buradan gitmek istiyordum.
“Güneş, cevap verecek misin?” diyerek kolumdan tuttu. Beni döndürdüğünde gözlerimin dolmaması için elimden geleni yapıyordum. “Niye sana cevap veriyorum ki, sen bana şu ana kadar cevap verdin mi?” diye sorarken sesimi onun taktiğini kullanarak normal tutmaya çalışıyordum. Bazen bağırmaktan daha etkili olabiliyordu bu. Kolumu çekmeye çalıştığımda beni daha da sıkı tutup kendine çekti.
“Saçmalamayı kes de söyle. Ne oldu?”
Esma ve Burak yanımıza geldiğinde Esma “Güneş bizimle gelse daha iyi olur Demir,”dedi.
Burak “Evet, hadi gidelim Güneş,” diyerek Demir’in kolumu bırakmasını sağladı ve kapıya doğru yürümeye başladık.
Ona bir şey söylemeyi unuttuğumu fark edince arkamı döndüm:
“Niye değerli vaktini bana ne olduğunu anlamaya çalışarak değil de Cansu ile geçirmiyorsun? Ve Demir… Seninle bir daha konuşmak istemiyorum. Biyoloji ödevinde başarılar,” dedim.
Şaşırmış bir halde bakan suratına daha fazla katlanamayıp sınıftan çıktım.
Helin, Burak ve Esma’yla beraber çıkışa geldiğimizde Burak “Siz kızları başbaşa bırakayım. Sonra konuşuruz,” dedi ve Esma’yı yanağından öptükten sonra servislerin olduğunu tarafa gitti. “Sen de servisle gitmiyor muydun?” diye sordum Esma’ya.
Bir an önce eve gidip yastığıma sarılmak istediğimi düşünüyordum.
Helin “Bugün pijama partisi yapıyoruz güzelim. Seni yalnız bırakmak yerine ölürüz daha iyi,” dedi. İster istemez gülümsedim. Bu, muhteşem bir fikird. “Siz… Siz harikasınız. Çok çok teşekkür ederim,” diyerek onlara sarıldım. Gerçek arkadaş kavramını Arda’dan daha ileriye taşıdığım için mutluydum. Artık bir kız grubum da vardı.
“Aklını bir güzel Demir denen pislikten temizleyeceğiz,” dedi Esma. Helin’in arabasına binip bizim eve doğru yola çıktık.
Doğukan’ın Ağzından
Okul çıkışında bizim ekiple beraber otoparkta Demir’i bekliyorduk. Bugün bir planımız olup olmadığını bize söyleyecekti. Eğer yoksa dağılacaktık, varsa da ne derse onu yapacaktık. Bana iki türlüsü de uyuyordu. Biz beklerken kırmızı arabasına binen Helin’i gördüm. Yanında Güneş ve Esma vardı. İç çektim. Daha iki gün önce beraber çok iyi vakit geçirmiştik ve birlikte harika bir akşam yemeği yapmıştık. Şimdiden onu özlemiştim. Bir an önce hafta sonu gelmeliydi.
Arabasına binmeden önce bana baktı, yanımda Cansu’ların ve diğer çocukların olduğunu görünce gözlerini benden ayırdı ve hiçbir işaret vermeden arabasına bindi.
“Eee neyi bekliyoruz burada, hadi gidelim artık.”
Cenk yine söylenmeye başlamıştı. Bu herif canımı sıkıyordu.
Demir’in hafta sonu onu iyice benzetmiş olduğunu biliyorduk, zaten uzun zamandır aralarının pek de iyi olduğunu söylenemezdi. Sonunda Demir bu işe bir el atmıştı. İyi ki yapmıştı yoksa Cenk’i bu sefer benim elimden alamayacaklardı.
“Demir’i beklediğimizi biliyorsun. Her gün yaptığımız bir şey. Şikâyet etmeyi kes,” dedim.
Cenk “Sürekli Demir’i bekliyoruz zaten. Başka bir bok yaptığımız yok!” dediğinde yakasını tuttum. “Mızmızlanacaksan siktir git Cenk. Sana ihtiyacımız yok. Gitmeyeceksen de o çeneni kapat!” dedim ve yakasını bırakıp eski yerime geçtim. Demir geldiğinde sonunda susmuştu.
“Bugün bir plan yok. Yarın görüşürüz,” dedi. Morali yoktu. Normalde daha sert ve otoriter konuşurdu ama şimdi biraz farklıydı. Bunu bizden kimse anlayamazdı ama ben anlamıştım çünkü onu gereğinden fazladır tanıyordum. Arabama bindiğimde telefonum çaldı. Demir kendi arabasından arıyordu. Bana her zamanki bara gitmemiz gerektiğini söyledi. Kavga olup olmadığını, Savaş veya diğerlerini çağırmam gerekip gerekmediğini sorduğumda sadece benim gelmemi istedi. Telefonu kapattım ve yola koyuldum. İçeriye girdiğimizde barmen Ege hemen yanımıza geldi. “Nerelerdesiniz ya? Neredeyse bir haftadır yoktunuz?” diye hesap sordu. Haklıydı da.
Demir “İş güç işte. Yeni haber var mı?” dedi.
Ege bize yaklaştı. “Yokluğunuzda o iki kardeş kendilerini yine elebaşı sanıp yerinize oturdular. Bunun dışında çok da önemli bir şey yok,” dedi. Demir başını salladı. Siyah duvar kâğıtlarıyla kaplı ve ışığın çok az olduğu bu yerde sigara dumanından gözler hiçbir şey görmezdi. Müzik sesi ve alkol kokusu mekanla özdeşleşmişti. Gelen giden tipler hep belliydi.
Biz burada hep aynı masaya otururduk. En köşedeki masa bizimdi. Bunu da buralardaki herkes bilirdi.
Masanın yanına geldiğimizde Ege’nin bahsettiği o iki kardeşi gördük. Demir masanın yanıbaşında dikildiği anda ikisi de yanlarındaki kızları alıp başka masaya geçtiler. Ege her zamanki viskilerimizi getirdiğinde Demir’in gergin olduğunu gördüm. “Anlatmanı bekliyorum,” dedim. Onu uzun zamandır böyle görmemiştim.
Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı ve bana baktı. Kesinlikle bir şeyler dönüyordu ama konu kavga veya daha ciddi bir olay değildi. Farklı bir şeydi. Demir normalde gergin olmazdı. Hem de hiç. Ama bu sefer nedense farklıydı. Daha okuldayken sesinden anlamıştım.
“Anlamıyorum Doğukan,” derken viskisini eline alıp kafasına dikti ve bardağı masaya geri koydu. Neyi anlamıyorsun diye sorup onu sıkmayacaktım. Demir’i yıllardır tanıyordum ve eğer bir şeyi anlatmak istiyorsa kendi anlatırdı. Onunla ilk tanıştığım günü hatırlıyordum. Tam bu bardaydık ve başım beladaydı. Hem de ciddi bir şekilde… Adamlara ölümüne borcum vardı; annemin ameliyatı için paraya ihtiyacım olmuştu ve ameliyat işi bittikten sonra normalde getirmem gereken tarihte para elbette hazır olacaktı. Heriflerin nedense akıllarına esmişti ve kendilerince planda olmayan şekilde avans istemeye karar vermişlerdi. Karşımdaki kişide silah vardı. Bunu fark ettiğim anda her ne kadar dışarıdan korktuğumu belli etmemiş olsam da tırsmıştım. Ne yapacağımı bilememiştim. İşte o sırada Demir yanımıza geldi ve cebinden bir tomar para çıkardı. “Ne borcu varsa buradan alın ve siktir olun gidin,” demişti. Beni korumuştu. Belki canımdan bile olabilirdim o gün.
Tam bir hafta sonra Demir’e olan borcumu ödemiştim. Ardından arkadaşlığımız başlamıştı. Savaş, Cenk ve diğerleri bize sonradan katılmışlardı ve daha kalabalık olmuştuk. Her ne kadar fiziğinden dolayı Demir’den sonra Cenk geliyor gibi görünse de, Demir Cenk’e dışarıdan gözüktüğü kadar güvenmiyordu.
Aslında kimse Cenk’e tam anlamıyla güvenmiyordu. Buna rağmen hâlâ bizimle takılıyordu. Demir’in bir bildiği var diyor ve karışmıyordum.
İkinci viskisini de içip boş bardağı masaya koyduktan sonra elini saçlarının arasından geçirdi. Öne eğildi, dirseklerini dizlerine dayadı. “Anlamıyorum…. Kendimi…. Güneş’i…” demeye başladığında Güneş’i düşündüm. Güneş, Helin’in arkadaşı olan Güneş’ti. Demir’le aynı sınıfta ve müzikaldelerdi. O kız hakkında pek bilgim yoktu ama Helin onu arkadaşı olarak seçmişse iyi biri olmalıydı.
“Doğukan… Sence sevmek zayıflık mı?”
Şaşırmıştım. Demir hayatında ilk defa bir kız hakkında böylesine gergin ve ciddi konuşuyordu. İnanamıyordum. Gerçekten değer veriyordu ve söz konusu kişi Demir’di. O, kızları sevmemesi ve bir kızla birden fazla kez görüşmemesi ile tanınıyordu.
“Demir bu kızdan gerçekten ama gerçekten hoşlanıyor musun?” diye sorduğumda gözlerime baktı. Cevap vermesine gerek yoktu. Anlamıştım. “… O zaman bu seni zayıf kılmaz. Hatta seni güçlendirebilir bile. Dayanacak, zor anlarında tutunacak birini bulmuş olursun. Kaybedeceğin zamanlarda uğruna kazanacak bir savaşın olur. Kendini kötü hissettiğinde onun gözlerini, saçlarını, sana söylediği saçma kelimeleri düşünürsün ve bu düşünceler seni ısıtır. Seni asla zayıf kılmaz. Tabii gerçekten seviyorsan…” derken aklımda Helin’den başkası yoktu. Demir’in Güneş’le arasındaki ilişkiyi veya o ana kadar en fazla ne kadar yakınlaştıklarını bilmiyordum. Demir detaya girmezdi. Anlattıklarımı dinledikten sonra bana “Niye bana değerli zamanımı Cansu’yla geçirmemi söylemiş olabilir?” diye sordu. Aklını kurcalayan diğer şey bu muydu gerçekten?
“Cuma akşamı Cansu’yla yatmadın mı? Herkes bunu konuşuyor,” diye cevapladım.
“Hayır,” diyerek bana baktı.
“Nasıl yani?”
“Hayır işte. Onunla cuma gecesi yatmadım Doğukan.”
“Herkese ona attığın mesajı gösteriyor, haberin var mı?” dediğimde Demir arkasına yaslandı. Etrafı inceledi, sonra tekrardan masaya odaklandı. Onu ilk defa duyguları hakkında bu kadar samimi görüyordum.
“Cuma akşamı Güneş’i öptüm, tamam mı? Hayatımda ilk defa bir şey hissettim. Bu… Bu benim için çok büyük bir şeydi Doğukan. Anlamıyordum. Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Ben… Değişmeye başladım. Kendimde olmadığımı düşünüyordum ve kendime gelmeliydim. Kendime kim olduğumu, ne olduğumu, nasıl bir pislik olduğumu hatırlatmalıydım,” dedi.
“Ve sen de Cansu’ya haber verdin, öyle mi? İyi bok yedin Demir.”
“Bitirmeme izin ver…” dedikten sonra devam etti. “… Cansu’ya mesaj atıp benimle otelde buluşmasını istedim. Odada onu görene kadar tek düşündüğüm şey, o gün yaşadığım o harika anı unutmak istediğimdi. Güneş… Her şeyiyle mükemmel. Anlıyor musun beni? Her şeyiyle. Ve ben onun o masumiyetini ve saflığını bozamam.” Karşımda bana bunları söyleyen kişi Demir Erkan’dı ve ben şaşkınlıkla onu izliyordum. Kendisi bile hissettiklerine anlam veremiyordu ama her şey ortadaydı.
Demir âşık olmuştu.
“… Cansu’yu aramamda iki amaç vardı; birincisi Cenk’e ders olsun diye, ikincisi ise Cansu’nun Güneş’e kurduğu komplodan dolayı kızın ondan nefret ettiğini biliyordum ve eğer onunla birlikte olursam Güneş benden daha kolay vazgeçer diye düşündüm. Yoksa Cansu’dan hoşlandığım falan yok. Bu bardaki her fırsatçı gibi, o da aynı. İstediği şey güç.”
Cansu’yla ikinci kez yatmadığını söylemişti ama okulda konuşulanlar tam tersiydi. Bir şey söylemeden devam etmesine izin verdim. “… Cansu denen kızın saçlarına dokunduğum anda o kahverengi saçların sarı olmasını istedim. Gözlerine baktığımda, birkaç saat önce içlerinde kendimi bulduğum mavi gözler olmalarını diledim. Onu öpmedim bile Doğukan. Öpemedim. Elimi yanağına koyduğumda ne yaptığımı sorgulayıp hemen geri çekildim ben. Lanet olası Güneş dışında başka hiçbir şey düşünemiyordum ki!” diye itiraf ederken terlemişti. Ceketini çıkarttı. Demir gerçekten ama gerçekten âşık olmuştu. Bu… harikaydı. Dostum için daha fazla mutlu olamazdım sanıyorum ki. Onu tanıyan biri olarak bu durumun ne kadar garip geldiğini anlayabiliyordum ama hayatının bir noktasında bir şeyler hissedebilmiş olması sonunda bana arkadaşımın robot olmadığını ispatlıyordu. Gülümseyip “Yani onunla yatmadın?” diye sorduğumda “Hayır gerizekâlı, yatmadım!” diyerek cevap verdi ve tekrar arkasına yaslandı.
Demek Güneş, Cansu fırsatçısının çıkarttığı dedikodudan dolayı Demir’e öyle davranmıştı.
“Artık çok geç… Güneş benimle konuşmak istemiyor,” dediğinde hiç beklemeden ona “O zaman neyi bekliyorsun aptal! Git ve ona Cansu’yla yatmadığını söyle! O yattığını sanıyor,” dedim. Biraz durdu, söylediğim şey aklına yattığında çok da vakit kaybetmek istemeden ayağa kalktı.
“Demir, bir dakika,” diyerek onu durdurdum. Sormam gereken bir şey daha vardı.
“Neden benimle bunu konuşmak istedin? Yani… Neden sadece benimle?” diye sordum.
Bana göz kırptı.
“Sonuçta senin sevgilin yok mu?” diye sordu.
Bu şekilde Helin’i bildiğini belli etmiş oldu. Bizi biliyordu ve hiçbir şey söylememişti. Tabii… Sonuçta bu Demir’di, bilmemesi garip olurdu ama kimsenin farkında olmadığını sanıyordum, gizlemekte başarılı olduğumu. Omzuma vurdu, ceketini aldı ve koşarak bardan çıktı.