Karanlık Lise 1 – Bölüm 30


Gözlerimi kapatıp beni öpmesine izin verdim. Her geçen saniye kollarının arasında kayboluyordum. Birbirimizden uzaklaştığımızda, daha kapalı olan gözlerimi açamadan dışarı çıkmıştık. Motorsiklete binerken barmen Ege’nin kapattığı müzik yine açılmıştı. Yaşananların şokunu atlatamadan motorsiklet durdu. Kaskı çıkartıp baktığımda Demir’in otoparkındaydık. Onun evinde mi kalacaktık? Barda olanların bir açıklamasını istiyordum ve istediğim cevabı almadan, yüzleşmeden bir yere gitmeyecektim. Tamam, kabul ediyordum, Demir Erkan’ın herkesin içinde beni çekip sevgili olduğumuzu söylemiş olması içimde öyle duygular uyandırmıştı ki kelimelerle anlatamazdım. Herkes o anı görmüştü, herkes!

Tabii şehirdeki tüm kızlar da Demir’in artık boşta olmadığını anlamışlardı.

Yine de, tüm bu harika ve filmvari olaya karşın, Cansu benimle ve ailemle dalga geçerken kılını kıpırdatmamıştı. Üstelik Cenk’le olan tartışmamın da son saniyesinde gelmişti. Hadi görmedi desem, bunu da diyemezdim. Başından beri oradaydı ve gözleri sürekli üzerimdeydi. Bana yardım etmeyi aklının ucuna bile getirmemişti. Hesabını soracaktım.

Görkemli, büyük, beyaz eve girdiğimizde kendimi salondaki koltuğa attım. Müzikal zaten beni gereğinden fazla yormuştu, üstüne hiç istemediğim bir hızda gerçekleşen motorsiklet gezisi, mide bulantısı, bar macerası ve bir de bar kavgası eklenince ilk fırsatta uyumak istediğimi fark ettim. Ne Cansu’yu ne de Cenk’i sorun edecek halim vardı. Demir’le konuşmak istediklerimi konuşacak, ardından dinlenecektim. Motor yolculuğuna hala alışmış sayılmazdım. Midem iyi değildi.

Demir, “Aç mısın? Ne yemek istersin?” dediğinde “Yine mi dışarıdan söyleyeceksin? Bu koca evin kocaman da bir buzdolabına sahip olduğuna eminim,” diye cevapladım. Demir çok masum bir şekilde “Ben yemek yapamıyorum,” dediğinde elimde olmadan gülümsedim.

“Gel ve Güneş Yemek Servisi’nin tadını çıkar,” dedim.

Tamam, bu çok da ona trip atma kararı vermiş bir Güneş davranışına örnek değildi.

Güneş Yemek Servisi mi? Böyle rezil bir isim altında yemek yemektense aç ölürüm daha iyi,” dedi ama ben onu kolundan tutup mutfağa doğru götürmekte kararlıydım. Şu ana kadar Demir’in evinde birkaç kez bulunmuştum ama hiç mutfağa girmemiş olduğumu yeni fark ediyordum.

“Bakalım burada neler var?” Buzdolabının kapağını açtım. “Bira, bira, bira, ve yine bira… Bir şişe yarısı içilmiş bira. Peynir. Domates. Çürük domates desem daha doğru olur… başka..” dediğimde Demir’in bu büyük evde neredeyse yalnız yaşıyor olduğunu anladım. Ailesi ya uzun zamandır uğramıyordu ya da uzun zaman bir kenara, hiç uğramıyordu.

“Güneş, vazgeç işte, bir yerden isteyelim,” dedi. Buzdolabında kayda değer bir şey bulamayınca buzluğu açtım. “Ha! İşte koca bir paket şnitzel!” dedim ve buzluktan çıkarttım. Yanında dondurulmuş patates kızartması da vardı. Arda’nın ısrarla yapmaktan vazgeçmediği iğrenç esprileri aklıma geldi ve “Dondurulmuş gıda yemekten mi bu kadar soğuk bir insan oldun çıktın sen böyle yoksa?” dedim.

Elimden buzlu patates kızartması paketini alıp masaya koydu. “Belki ben soğuk biriyim ama…” Bana yaklaşıp kollarını belime sardı. “… istediğim zaman insanları çok güzel ısıtabiliyorum,” dedi.

Öpüşmeye başladığımızda ona soracağım sorular için bir aralık bulmam gerektiğini kendime hatırlatıyordum. Başından beri istediğim şeye sonunda gelebilmiş olsak da yaptığı hareketin Cenk’e karşı basit bir oyun olmadığından emin olmam gerekiyordu. Onu kendimden uzaklaştırmak için itemiyordum, bu yüzden geri geri yürümeye başladım. Belimi bırakmadığı için o da benimle geliyordu. En sonunda gidecek bir yerim kalmayıp tezgaha yaslandığımda beni kalçamdan tutup yukarı kaldırdı ve tezgaha oturttu. Dudakları boynuma indi. Ne kadar hoşuma gidiyor olsa da beni savunmadığı için ona kızgındım. Bacaklarımı aralayıp bana daha çok yaklaştı. Başımı ve dudaklarımı ondan ayırdım. “Yemek zamanı,” dedim, böylece kendime soluklanmak için bir aralık bırakmış oldum. Bana ne kadar haz verdiğini bu kadar çabuk görmesini istemiyordum.

Yemekten sonra geniş, dört kişilik koltuğa oturduk. O ayaklarını öndeki sehpaya uzattı, bense daha rahat olmak için yan dönüp koltuğa yattım ve başımı Demir’in kucağına koydum. Televizyonda tek çekilebilecek kanalın müzik kanalı olduğu konusunda hemfikirdik ve izlemeye başladık. İlk defa bir konuda aynı fikirdeydik ve bu kesinlikle Demir’le İlkler listeme girecekti. Ki, onunla yaptığım ve yapacağım pek çok şey aslında şöyle bir düşündüğümde benim için yeni ve ilk olacaktı. Onun için aynı şeyi söyleyemeyecek olmak beni her gün üzüyordu. Demir elini karnımın üstüne koydu ve okşamaya başladı. Bunu ilk yaptığında biraz şaşırmıştım ama sonradan bu ufak hareket bile beni heyecanlandırmaya yetmişti. Yutkundum. Bir süre sonra Demir eğilerek beni öpmeye başladı. Karşılık vermemek elde değildi.

Her şeyiyle insanı kendisine çekiyordu ve bağımlılık yaratıyordu.

Her geçen saniyeyle onu bırakmak biraz daha imkânsızlaşıyordu ama kendimi sağa çektim ve hızlı bir hareketle koltuktan kalktım. “Bana hiç evi gezdirmedin,” dedim. Yakınlaşmaktan kaçıyordum. Hem onu çok istiyor hem de hızlı ilerlemekten korkuyordum.

Elimi ona uzattım. Tutma gereği duymadan ayağa kalktı ve karşımda dikildi. “Gezecek ne var? Ev işte,” dedi.

Demir’den beklenen tipik cevaptı.

Ben, “Hadi ama merak ediyorum,” ısrarımdan sonra “Off sarı, tamam gel buraya,” dedi ve arkasını döndü. Mutfağı ve salonu zaten biliyordum. Salonun köşesinde kocaman bir piyano vardı ve tam karşısı da merdivenlere açılıyordu. Merdivenlerden aşağı inince bodrum katı vardı. Büyük, yeşil bir bilardo masası gördüm. “Oynayabiliyor musun?” diye sorduğunda aklıma babamın bana küçükken yazlıkta bilardo oynamayı öğrettiği gelmişti. “Az çok,” diye cevap verdim.

Merdivenlerden yukarıya, bu sefer giriş katının bir üstüne çıktığımızda önceden Demir’in odasına bakmak için geçtiğim koridorla karşılaştım.

“Odaların kapıları niye kapalı?”

“Niye açık olsun?”

Soruma soruyla karşılık vererek cevabını söylemişti. Aldırış etmeden onu izlemeye devam ettim.

“Burası banyo,” diyerek sağdaki kapıdan girdi ve ışığı yaktı. Kocaman bir küvet vardı. Küvetin yanında da duşakabin. İkisi de aynı işe yarıyordu sonuçta, neden ikisinden de vardı ki? “Görüyor musun Güneş?” dediğinde ne dediğini anlamadım.

“Neyi görüyor muyum?”

“Duşta ve küvette yapabileceğimiz şeyleri,” dediğinde bir anda gözlerim büyüdü. Hangisine şaşırsaydım bilemedim; Demir’in bana sapık şeyler ima etmesine mi? Benim tecrübesizliğime mi? Yoksa onun şu ana kadar kaç kere duşta o an bana bahsettiği fantezilerini uyguladığına mı şaşırsaydım?

“Nedense pek göremedim,” diye cevap verdiğimde bana döndü.

“Merak etme, görmekten daha iyisini yapacaksın,” dedi.

“Görmekten daha iyisi derken..?”

“Yaşayacaksın.”

Demir’in ilgi çekici ve bir o kadar da şoke edici kelimelerini kenara bırakıp banyodan çıktım, koridorda durdum. Kaç tane Demir olabileceğine dair bir hesaplama yapmaya çalışıyordum. Benimleyken çok farklıydı, okuldayken farklı, çeteyle bardayken bambaşka… Aslında o an karşımdaki Demir her zamanki Demir’di ve belki de onunla daha önce hiç böylesine yakınlaşmadığımız için garip geliyordu.

Kendi vücudumun onunlayken verdiği tepkilere ve hoşlandığım adamın karakter değişikliklerine hızla adapte olamamın bir sebebi de şu olabilirdi tabii; ben Demir’le değil, kimseyle cinsellik içeren konularda konuşmamıştım. Sanırım garip kelimesi yerine farklı ve yeni kelimelerini kullanmalıydım ki Demir benim için temelde öyleydi:

Farklı ve yeni.

264 Koridordaki odaları bana gösterdikten sonra sadece iki oda kalmıştı. Demir kendi odasının kapısını açarken ben ona “Bu odayı söylemedin?” dedim. “Orası annemle babamın odası. Çok gerekli olduğu söylenemez,” dedi ve kendi odasına girdi ama ben merakıma dayanamayıp annesiyle babasının odasına girdim. Çift kişilik yatağın üstünde mor, eskimiş bir nevresim takımı vardı. Perdeler beyazdan krem rengine dönmüştü. Kapının hemen yanında üstünde ayna olan ufak bir masa vardı. Masanın üstü pahalı olduğuna inandığım parfüm şişeleri ve makyaj malzemeleriyle doluydu. Masanın üstünden tarağı aldım ve üflemek zorunda kaldım. Masadaki her şey toz içindeydi. Demir’in ailesinin uzun zamandır eve uğramadığı belliydi. Tarağı aldım ve saçımı taradım. Demir’in kucağında yatarken dağılmıştı. Saçımı taradıktan sonra tarağı aldığım yere koydum ve etrafına baktım. Tarağı koyduğum yerle pembe parfüm şişesinin arasında bir toka vardı.

Gümüş olduğunu düşündüğüm bu toka, griliğini bozan mavi taşlar taşıyordu ve bütün masadaki toza rağmen hâlâ parlamaya devam ediyordu. Diğer eşyalara rağmen üstündeki toz oranı daha azdı.

“Denemek ister misin?”

Başta çekindim çünkü odalarına girmek bir kenara, eşyalarını kullanmak bir kenaraydı. Bu biraz haddimi aşardı.

“Yok, güzelmiş sadece,” dedim utanarak.

“Bence yakışırdı,” dedi elleri cebinde, odanın kapısına yaslanarak.

Başta çekinsem de o bana izni verdikten sonra aynalı makyaj masasına geri uzandım. Sarı saçlarımdan bir tutam alıp o tokayla tutturdum. Çok güzeldi.

“Anlamlı bir aksesuar olmalı,” dedim. Arkasında ufakça, güzel bir yazı fontuyla, özel yaptırılmış olduğunu belli eder şekilde DG yazıyordu. Dilan ve Gökhan. Demir’in anne ve babasının adıydı.

“İstiyorsan alabilirsin.”

Başımı hayır anlamında salladım. Böyle değerli bir şeyi alamazdım. Konu daha fazla uzamadan koridora çıktım. Onun odasına girdiğimizde burada yakalandığım ilk anı hatırladım. Bu sefer zamanım olduğu için çevremi daha dikkatlice incelemeye başladım. Aynı siyahlıktaki yatak örtüsünün bir farklı modeli vardı. Koyu renk dolaplar, çalışma masası, lamba… Oda bunlardan ibaretti.

Gözlemlerim, ona dair bilgi arayışım bitince yatağa oturdum. Demir yine kapının girişinde duruyordu ve bana bakıyordu.

“Niye bana öyle bakıyorsun?”

Cevaplamak için bir saniye bile geçirmedi: “Çok güzelsin Güneş,” diye cevap verdi. Ses tonu karşısında dudaklarım aralandı. Bana doğru geldi ve beni yatağa yatırdı. Üstüme çıktı. Sadece birbirimize bakıyorduk. Öyle güçlü bir çekim hissediyordum ki aynı şeyi onun da hissettiğinden neredeyse emindim. Beni öpmeye başladığında bu sefer hiç direnmeden karşılık verdim. Öpüşmemiz gittikçe daha ateşli bir hal alırken Demir yeşil, kolsuz gömleğimin düğmeleriyle uğraşmadan gömleği eteğinden tutup yukarı çıkarmaya başladı. Elimi onun eline koyup durmasını sağladım. Bunu yaptığımda üstümden kalktı ve yatağın ucuna oturdu.

Anı mahvetmekten korkmuyordum açıkçası. Kafamda bazı şeyleri oturtmadan aksiyon almak istemiyordum sadece. Gömleğimi eski haline getirdikten sonra kayıp onun yanına oturdum. Biraz sonra Demir ayağa kalktı.

“Niye benden uzaklaşıyorsun?” diye sorduğunda ona hesap sorma zamanımın geldiğini anlamıştım.

“Sana kızgın olduğumu anlaman gerekirdi,” diye cevapladım.

“Kızgın mısın? Ne için?” diye sorduğunda ses tonunun biraz daha yükselmişti ama daha çok şaşkınlıktandı. Sinirlenmişti.

Ayağa kalktım ve karşısına geçtim. “Ailemi kaybettiğimi biliyorsun Demir, bu konu hakkında her normal insanın olması gerektiği gibi hassas olduğumu da biliyorsun. Cansu orada bana neler söyledi ama sen kılını bile kıpırdatmadın.”

Gözlerini benden ayırmamıştı ama derin bir nefes aldı. Ona herhangi bir şey söyleme fırsatı vermeden ben devam ettim; “… Cenk orada kolumdan tuttu ve canımı acıtana kadar sıktı. Senin beni sevmediğini, bana değer vermediğini, benim senin gözünde yattığın diğer kızlardan daha farklı olmadığımı açıkça belirtti Demir! Neredeyse beni zorla oradan götürecekti ve sen bunların hepsini gördün, bana yardım etmedin.”

Rahatlamıştım. Sonunda içimi dökmüştüm.

“Cansu’yla veya Cenk’le kavga ederken neden senin yanında durmadığımı biliyor musun?” diye sorduğunda zaten öğrenmeye çalıştığım şeyin bu olduğunu açıkça söyledim. “Kendine güvenebilmeni istedim Güneş. Ne kadar güçlü bir kız olduğunu anlamanı istedim. Başkalarına, bana bağımlı kalarak insanlara muhtaç olamazsın, kendini savunabilmelisin, gayet savunabilirsin de. İşte buna güvendiğim için karışmadım.” Bana yardım etmemesindeki amacın bu olduğu aklımın ucundan bile geçmemişti. “Beni tanımak istediğini söyledin. Sana kendini savunabilmen ve koruyabilmen için güvendim. Kimse benim arkamda durmamıştı Güneş! Hiçkimse! Ben sahip olduğum hiçbir şeyi kolay kazanmadım. Para mı? Umrumda mı sanıyorsun!? Sence tüm o saygınlık parayla satın alınabilir mi? Ya o korku?” dediğinde geriye doğru bir adım attım.

Savaşı neyse, nedense ateşe bu odayı tutuyordu. Cephede değildik. Yoklukta değildik. Bazı şeylere anlamadığım kadar çok anlam yüklüyordu. Bir noktada bu hoşuma da gidiyordu; onu duygusuz biri olarak tahmin ederken beni aksi yönde şaşırttığını görmek kıymetliydi her saniyesinde. Konu ne olursa olsun.

“… Kimse beni savunmadı Güneş, beni korumadı. Ben kendim öğrendim, kendi kendime öğrettim her şeyi. Beni tanımak istediğini söylemiştin, ben de sana benim hayatımı gösterdim. Eğer o Cansu fırsatçısının altından kalkamayacağını düşünseydim susar mıydım sanıyorsun? Seni tanıyorum Güneş. Zayıf biri değilsin. Güçlüsün ve bunu senin anlamanı sağlamak için elimden geleni yapacağım.”

Hiçbir cevap vermeden sözünü bitirmesini bekledim. Ben geri adım attıkça o bana doğru geliyordu. Sesi en sonunda normale dönmüştü.

“Son yaptığıma gelince… Oraya adımımızı attığımızdan beri neler dikkatini çekti bilmiyorum ama her erkeğin kısa bir etek, şort veya dekolteli bir kıyafet giymiyor olmana rağmen sana baktığını gördüm Güneş. İlgi çekiyorsun. Bu aptal fosforlu gömlek yüzünden de değil, konu sensin,” dediğinde geri gitmeyi artık bırakmıştım. Ondan artık kaçmıyordum. “Sen farklısın ve sadece benim için farklı olmanı istiyorum. Sana deli gibi bakan ve oradaki diğer kızlardan farklı olduğunu fark edenlerin sana sahip olmalarını istemiyorum. Herkes senin bana ait olduğunu bilmeli Güneş. Kimse sana yaklaşmamalı,” dedikten sonra bana yaklaştı, bu sefer daha o öpmeden ben onu öptüm.

Benim değişmem gerekmiyordu. Hem de hiç… O ana kadar hep Demir’i olduğu gibi kabul ettiğimi düşünmüştüm ki bu hâlâ doğruydu. Değişmesi değil de, kendine bir şeyler eklemesi gereken oydu. Herkesin onu kalpsiz ve karanlık olarak bildiği bu dünyada sadece ben onun bir kalbi olduğuna inanıyordum. Bana göre de karanlıktı, evet ama eğer biri içinde ışık yakacaksa… O kişi ben olmalıydım.

Aslında kimsenin kimseye hiçbir zaman ait olmadığını anlatmak içinse biraz daha bekleyecektim. Algısındaki aitlik duygusunun esas katmanlarına birlikte inebilirdik. Yanlış veya doğru düşündüğü pek çok yargısı vardı. Hepsini onunla konuşmak, fırtınalarında dertleşmek ve bu kadar takıldığı konularda geçmişte neler yaşadığını öğrenmek benim için acı, tatlı, yabancı olacaktı. Bu barizdi.

Ama şu dakikadan itibaren aşktan kaçmak, yalnızca aptallıktı.


Her gün yeni bölümler gelmeye devam ediyor! Instagram kanalımdan ve X’ten bölümler yüklendiğinde güncel haberleri alabilirsin <3

error: Bu içerik koruma altındadır.