Karanlık Lise 1 – Bölüm 33


“Yalan söylüyor,” dedim.

Duyduklarım karşısında her ne kadar korksam da konuşabilmiştim.

“Hamile falan değilsin. Demir’i yanında tutabilmek için atıyorsun,” diyen sese döndüğümde arkamda duran ve konuşan kişinin Helin olduğunu fark ettim. Ne zamandan beri oradaydı bilmiyordum ama çevremiz hayli kalabalıklaşmıştı.

Orada yalnız olmadığımı görmek iyi gelmişti ve Helin bir kez daha düşüncelerimi dile getiren kişi olmuştu.

Demir Cansu’ya baktı. “Bu doğru mu Cansu?” dedi.

“Evet, doktora bile gittim,” neler oluyordu?

Çantasından bir kâğıt çıkardı ve Demir’e uzattı.

Üstüne yazılanları okuduktan sonra Demir kağıdı katladı ve bana baktı. Başını evet anlamında salladı.

Hayır.

Hayır, hayır, hayır… Bunun bir oyun olduğundan emindim. Cansu’yu hepimiz tanıyorduk. Ortalığı karıştırmak uğruna kendini rezil edişlerinden yalnızca bir tanesiydi bu da.

Cansu’nun yemini yutmadığından emin olmak için Demir’e bakıyordum. Yüzünde tepki yoktu.

İşte o anda bittim. Demir’in umutsuz bakışları karşısında ne diyeceğimi bilemedim.

“Benimle ilgisi olamaz. Doğum kontrol hapı kullanıyorsun,” dedi Demir kağıdı Cansu’ya geri uzatırken.

Cansu, “Yalan söyledim,” diye fısıldadı, başı öndeydi.

“Ne dedin sen?”

“Sana yalan söyledim! Bu aptal sarışın ortaya çıkıp seni iki dakikada elimden almıştı ve ben ne yapacağımı bilemedim. Özür dilerim.”

Herkesin içinde yaşanan bu konuşmada Demir’in tepkisi çok net oldu:

“Eğer yanında duracağımı falan düşünüyorsan çok yanılıyorsun Cansu. Kendi yediğin haltı kendin düzelt. Git aldır veya büyüt. Umrumda değil. Bu işte yalnız başınasın,” dedi ve gitti.

Kalakaldım.

Cansu bana baktı. Ağlamaya başladığını görmüştüm. O güçlü bir kızdı fakat şu anda kolayca kırılabilen bir camdan farksızdı. Kimse Cansu’ya bir şey söylemedi ama Cenk onu kalabalıktan uzaklaştırdı. Helin’e döndüm.

“Hiçbir şey söyleme, biliyorum,” dedi.

Başımı salladım.

“… Çoktan boktan bir durum. Herkes için.”

Derin bir nefes alıp verdim. “Daha doğru özetlenemezdi.”

Arkalarında bıraktıkları savaş alanını izliyorduk. Şüpheli konuşmalar, fısıltılar eşliğinde herkes dağılıyordu.

“Ne yapacaksın?” diye sordu Helin.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Bilmiyorum.”

“Gerçek mi değil mi diye pisleşmeye varsan, varım,” dedi. Aslında gayet makul bir plan olabilirdi ama olayın muhattabı ben değildim. Pisleşip pisleşmeme mevzusunun kararı ne yazık ki bana, bize ait değildi.

“Demir’e baksam iyi olacak,” dedim. Sesim varla yok arasındaydı.

“Tamam,” dedi. “Bekliyorum, buralardayım.”

Gittiği yöne doğru yürümeye başladım ama yanına varınca ne diyeceğimi bilmiyordum. Aklım karmakarışıktı, Demir’inkini ise hiç düşünemiyordum.

Cansu’nun Demir’i kazanmak için doğum kontrol hapı konusunda yalan söyleyip ondan hamile kalması karşısında Demir’in tepkisi beklenen şekilde olmuştu. Kimse Demir’den oturup babalık yapmasını beklemezdi. Hele de istemediği bir kızdan istemediği bir çocuğa… Demir’le Cansu ne zaman yatmışlardı? Aradan uzun bir süre geçmemiş miydi? Bu zamana kadar ortaya çıkmış olması gerekmez miydi? Eğer öyleyse kaç aylık hamileydi? Ya Demir’le yakın zamanda tekrar birlikte olmuşlarsa? Bir yandan da şunu düşünüyordum; şu anda Cansu’nun yerinde ben de olabilirdim. Demir’i kaybetmemek için bunu yapabilecek cesarete veya çaresizliğe sahip olabilir miydim? Ya ben hamile kalsaydım, isteyerek veya istemeden, Demir aynı burada olduğu gibi çekip gider miydi? Suratıma tiksinerek bakar mıydı? Ne yapardım? Karnımda sevdiğim adamın benimle bütünleşmiş bir parçası olsaydı, sevincimden ağlamak yerine onun beni terk etmesi nedeniyle üzüntüden mi ağlardım? Neredeyse on sekiz yaşında, terk edilmiş, hamile bir kız olmak dışında hiçbir şey olmazdım. Yanındayken duygularımın birbirine karıştığı ve mantıklı düşünemediğim bu adamın bebeğini taşırken, ne beni ne de bebeği istemeyişini kaldırabilir miydim? Hiç sanmıyordum.

Olayın başka yanları da vardı; doğum kontrol hapı olsun olmasın, Demir’in daha dikkatli davranıp prezervatif kullanması gerekirdi. Hem hastalık açısından hem de istenmeyen hamilelik açısından. Cansu’yla sevgili bile değildi, doğum kontrol hapını düzenli kullanıp kullanmıyor olduğunu bilebilecek kadar ona yakın sayılmazdı. Ay boyunca regl dönemi dışında her gün, aynı saatte kullanılması gereken haplardı. Demir, Cansu’yu sadece basit bir fırsatçısı olarak görürken nasıl olur da düzenli kullanıyor olduğuna güvenip prezervatif kullanmamıştı? Eğer Cansu’nun dedikleri doğruysa, Demir’in de hatası vardı. İkisi de daha dikkatli olmalıydı.

Olayın benim canımı acıtan kısmı ise henüz vücuduma, kalbime ve göğüs kafesime sirayet etmemişti.

Demir’i başta bulamadım ama boş spor salonunun kapısından içeriye baktığımda tribünlerde siyah bir silüetin oturduğunu gördüm. En yukarıda oturuyordu. Yanına gittim. Işık yoktu, salon sadece camlardan giren güneş ışıklarıyla aydınlanıyordu. Hiçbir şey söyleyemedim. Sessizce yan yana oturuyorduk. Havada uçuşan tozların, sadece güneşin şeritlerinden izleyebildiğimiz sakince dağılışındaydı gözlerimiz.

Tam da her şey güzel giderken… Bu olmak zorunda mıydı? Neden sürekli engellerle yüzleşmek zorunda kalıyorduk? Ona baktım. Dün gece yanında uyuduğum, ona sarılır şekilde uyandığım Demir gitmişti. Sabah artık her şeyi onunla konuşabilirmişim gibi hissederken şu anda aklıma söyleyecek tek bir kelime gelmeyişi çok kötüydü. Birinin bir şey söylemesi, konuşması, bir şeyleri çözmesi gerekiyordu.

“Demir…” dediğimde bana döndü. Ne ağlıyordu ne de yüzünde bir duyguyu yansıtıyordu. Demir yine hissettiklerini saklıyordu.

“Senin uğraşmanı gerektiren bir konu yok. Ben halledeceğim,” dedi.

Başımı iki yana salladım. “Dışarıdaki tutumun senin için “halletmek” ise, daha çok hata yaparsın. Hata yapmanı istemiyorum.”

“Ne yapacağım Güneş?” Sözümü kesmişti. Onu ilk defa savunmasız görüyordum. Hiçbir şeyden korkmayan, her şeyle kimseyi umursamadan yüzleşen Demir; çok zor bir sorunun yanıtını belki de hiçbir şey bilmeyen bir kızdan istiyordu.

“Ne hissediyorsun?” dediğimde “Boşluk. Duygusuzluk. Ben bunlardan başka hiçbir şey hissetmedim hayatımda. Cansu salağının böyle aptal bir işe kalkışacağını tahmin bile etmemiştim!” dedi. Demir’in az önce bahçedeyken ona söylediklerini ben de duymuştum. Herkes Demir’den Cansu’yu kafasına takmamasına ve hayatına normal bir şekilde devam etmesini bekliyordu ama o tanıdıklarını düşündükleri Demir Erkan bunu yapmıyordu. Boş bir spor salonunda oturup düşünceleriyle boğuşuyordu. Demir hemen Cansu’ya destek vermeyecekti, onu sevmeye falan da başlamayacaktı. Bunu biliyordum fakat Demir kendisinin de düşündüğü gibi etrafına tamamen kayıtsız biri değildi. Herkes onu yanlış tanıyordu.

Bence o bile kendini yanlış tanıyordu. Böyle bir durumda kızı çaresiz bırakıp gidecek biri değildi. Kendine yediremezdi, tıpkı şu anda olduğu gibi.

“Güneş, ne yapacağım?” diye bana baktığında gözlerinde gerçek Demir’i gördüm. “Bilmiyorum Demir. Ya Cansu bebeği aldırmak istemezse?”

“İstemeyecek Güneş! Zaten başından beri amacı buydu baksana!” diye çıkıştığında geriledim ve elinin üstünde olan elimi geri çektim. “Sence amacına ulaştı mı?” diyebildim sadece. Bunun cevabını almam gerekiyordu. Bu, Demir’le olan ilişkimizin sonu muydu? Cansu yine yapacağını yapmıştı. Hem de bu seferki belki de en büyük hamlesiydi. Demir benden ayrılıp hemen onunla beraber olmaya başlamayacaktı, biliyordum ama artık bugünden sonraki süreçte benden uzak duracağı kesindi. Bunu gözlerinden anlayabiliyordum. “Bebeğin senden olduğu gerçek mi ki? Cansu’yu tanıyoruz. Sırf seni elinde tutmak için yalan söylüyor olabilir, hem siz… Ne zaman birlikte oldunuz-” diye soracakken Demir sözümü kesti ve konuşmaya başladı: “Güneş, ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum. Senden çok hoşlanıyorum. Şu ana kadar öperken bir şey hissedebildiğim tek kişi sensin ve bunu kaybetmek istemiyorum, gerçekten, ama şu anda bir şey hissedebiliyor olmamdan daha çok önem verdiğim bir şey var: Senin mutlu olman. Üzüldüğünü görmek istemiyorum Güneş. Senin için de değil, benim için. Ne zaman ağlarsan benim yüzümden olacağını şimdiden görebiliyorum.”

Şimdi ayağa kalkmıştı ve karşımda duruyordu.

“… Üzülmek istemiyorsan, benden uzak durursun Güneş. Hele bugün bu olanlardan sonra…” diye sözüne devam ettiğinde kendimi ondan daha da uzağa ittim. Demir ne yapıyordu? Şu an milyonlarca parçalara ayrılıyordum ve bu sefer toplamak için o orada olmayacaktı. Bunu anlayabiliyordum. “… ama sana şu kadarını söyleyeyim Güneş; dün gece, hayatımda hiç uyumadığım kadar rahat uyudum.”

Bana doğru eğildi. Gözleri gözlerimdeydi.

Yaklaştı, alnımı öptü.

Ardından beni büyük ve karanlık spor salonunda yapayalnız bıraktı.

Kapıdan çıkana kadar onu izlemeye devam ettim. Dizlerime sarılıp kendime doğru çekerken gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Her şey güzeldi, dün gece… Müzikal… En sonunda, ailemi kaybettiğimden beri belki de hala beni mutlu edebilecek şeylerin var olabileceğini görmüştüm. Demir beni tamamlamıştı ve kendimi güvende hissediyordum. Dün gece rahat uyuyan sadece o değildi. Onunla mutluydum. Demir’e kızamazdım. İşte bildiğim bir şey varsa o da buydu. Ona ne kızabilir ne de sorumlu tutabilirdim. Bir kızdan çocuğu olacaktı ve onun yanında olması normaldi. Her ne kadar bahsettiğimiz kişi Demir Erkan olsa dahi onun da bir kalbi vardı. Sorumlu tutulması gereken bir kişi varsa o da Cansu’ydu.

Demek o kadar seviyordu ha. Belki de sevdiği adam için her şeyi göze alan biri, Demir’i benden daha çok hak ediyordu.

Zil çaldığında ağlamamı durdurdum ve derse gittim. Yanımda oturuyordu ve yine en başa dönmüştük. Tek kelime konuşmuyorduk. Konuşacak ne kalmıştı ki?

Şu an yanımda olmasını istediğim tek kişi Arda’ydı. Onunla aynı okulda olmak için nelerimi vermezdim.

Kapının çalınmasıyla ders bölündü ve içeriye Ayhan Hoca girdi. “Pardon hocam, müzikal ekibine hatırlatma yapacaktım,” dediğinde yarın Ankara’ya doğru yola çıkacağımızı, gezinin detaylarıyla ilgili panoya bakmayı unuttuğumu hatırladım. O kadar çok olay olmuştu ki panoya bakmak aklıma bile gelmemişti.

“Gençler yarın cuma ve bildiğiniz gibi sabahtan yola çıkacaktık ama otobüsü ancak akşam üstüne ayarlayabildik. Saat değişti yani, okul çıkışı otobüse binip yola çıkacağız. Size hazırlanmanız için yarın izin yazdıracağım. Son ders saatinde burada olursunuz. Bir de ayak işlerini yapacak düzgün birini bulabilseydim…” dediğinde ön sıradaki sarışın kız, “Oh ya hayat varmış keşke biz de müzikalde olsaydık,” diye bağırdı. Ayhan Hoca, “Geç kaldın Yaren. Bir dahakine artık. Neyse, devam ediyorum, kostümlerinizi kostüm bölümündekiler getirecek. Siz sadece konaklamalı kalacağımız için kişisel ihtiyaçlarınızı organize edin, bagajda çok yer yok ama,” dedi.

Esma “Hocam, kaç gün kalacağız?” diye sorduğunda panoya bakmamış olanların sayısının birden fazla olduğunu anladım.

“Biz panoya boşuna mı bakın dedik arkadaşlar?” Esma arkasını dönüp bana baktı. Ben de ellerimi havaya kaldırıp suçuna ortaklık etmekte olduğumu belirttim. “… Beş gün. Beşinci günün sonunda da sonuçların açıklanacağı kutlama gecesi tarzı bir şey olacak,” dedi Ayhan Hoca ve sınıftaki öğretmene teşekkür ettikten sonra çıktı. En arkada oturmanın faydalarını kullanarak cebimden telefonumu çıkarttım ve Arda’ya mesaj attım.

Beni okul çıkışı alır mısın?

Mesajı attığım anda cevap geldi. Onun okulu, yani benim eski okulum, bizimkinden bir saat önce bitiyordu. Şu anda son dersin son dakikalarında olmalıydı.

İyi misin? Bir sorun mu var civciv?

“Civciv” yazdığını görür görmez gülümsedim. Yanda Demir’in telefonuma bakıyor olduğunu görüyordum ama telefonu tam sıranın üstüne, kalem kutumun arkasına koymuştum, bu yüzden yazanları göremediğini biliyordum. Şu an meraktan çıldırıyor olmalıydı.

Seninle konuşmam lazım, hem almam gereken birkaç şey var.

Okul bittiğinde sonunda “Oh be.” diyebilmiştim. Bir an önce Arda’yla beraber alışverişe gitmek istiyordum. Normalde kızlarla ve Burak’la giderdim ama üçünün de hazırlaması gereken kendi bavulları vardı zaten. Vedalaştıktan sonra son bir kez Demir’i görebilmek için bahçede çetenin toplandığı yere baktım. Tüm kadro oradaydılar ve bir şeyler konuşuyorlardı. Cansu da sohbete dahildi. Demir’le yan yana durmuyorlardı ama çok uzak sayılmazlardı. Demir ona baktığımı görünce bana el salladı. Buruk bir gülümseme eşliğinde elimi yarım yamalak havaya kaldırdım.

“Kime el sallıyorsun?” Arda’nın sesini duyduğumda arkamı döndüm.

“Gözlüğün nerede?” diye sordum. Arda çok ilginç görünüyordu. Daha çocukken tanıştığımızdan beri hep gözlük takıyordu. “Babamla ilk defa MMA antrenmanına gittim ve lens kullanmayı bir deneyeyim dedim. Eskiden zaten çok çekiciydim, şimdi iki kat daha çekici oldum. Artık kızlar peşimi bırakmayacak,” dediğinde güldüm.

Ne antrenmanı olduğunu anlamadığım ve bir an önce oradan uzaklaşmak istediğim için hemen söylediğini geçiştirip “Evet, sana ayrı bir hava katmış. Hadi, gidelim buradan artık,” dedim. Gözlüğü olmayınca yeşil gözleri daha da ortaya çıkmıştı.

“Ee dökül bakalım,” dediğinde alışveriş merkezindeydik, çilekli milkshake alıp dışarıdaki masalardan birine geçmiştik. Müzikal ve Ankara olayını zaten biliyordu. Ona bugünkü olayları, Cansu’yu ve Demir’i anlattığımda derin bir nefes alıp arkama yaslandım. En az benim kadar şoke olmuştu.

“Ne okulmuş ya! Ben de bizim okulu olaylı sanırdım. Dört sezonluk dizi çıkar buradan,” dediğinde ona baktım. Ciddi ve üzgün olduğumu görünce alaycı havasını sonlandırdı ve elimi tuttu. “Bu Demir denen çocuk, bizim kafeye gelip terör estiren çocuk…” diyerek onaylamamı bekledi.

“Evet,” dedim.

“Ve tüm bu olaylara rağmen sen onu hâlâ çok seviyorsun?”

“Evet ve açıkçası bu beş gün boyunca onunla Ankara’da aynı mekanda yirmi dört saat boyunca birlikte olacağım. Cenk de, Cansu da orada olacak ama beni en çok endişelendiren Demir’in de orada olacak olması. Nasıl davranacağımı bilmiyorum.”

“Sana destek olacak biri lazım. Seni Demir’den uzak tutacak biri… Sürekli anlattığın Helin, Esma ve Burak da o oyunda görevli olacak ve hepsi meşgul olacaklar haliyle…” dediğinde nereye varmaya çalıştığını anlamamıştım. “Evet..?” dediğimde sırıtmaya başlamıştı bile. “Şimdi ne oldu Arda?” diyerek ben de gülümsemeye başladım.

Poz kesiyordu. “Hem ben de zaten o üçüyle tanışmayı çok istiyordum,” dedi.

Heyecanla “Ne yani, sen de mi geleceksin?” diye sorduğumda “Neden olmasın? Güzel sarı civcivim büyümüş de müzikallerde oynuyor!” dedi. “Ayhan ve Hülya Hocaya, yani müzikalde görevli olan öğretmenlerime sorup izin almam gerekiyor,” dedim. O kadar mutluydum ki! Arda beş gün boyunca benimle olacaktı ve dikkatimi dağıtıp Demir’i düşünmeme engel olabilirdi. Tabii ne kadar mümkün olabilirse… Rehberden Ayhan Hoca’nın numarasını buldum ve hemen aradım. “Güneş nasılsın? Lütfen bana bir aksilik çıktığını, gelemeyeceğini, sesinin kısıldığını falan söyleme,” diye telefonu açtığında hemen “Yok yok hocam. Her şey mükemmel,” dedim. “İyi iyi. Rahatladım. Ne oldu, niye aradın?”

“Hocam, hani ayak işleri için birini arıyordunuz, bulabildiniz mi?” diye sordum

“Müzikaldekilere beş gün, yarınla beraber altı gün izin yazıldığını öğrenince bana gelip bu işi almak isteyen birkaç öğrenci oldu ama hiçbirinin bana yardım edebileceğini sanmıyorum, bu yüzden kabul etmedim. Yani sonuç sıfır,” dedi. Arda bir yandan “Devam et,” şeklinde hareketler yapınca konuşmaya devam ettim.

“O zaman size güzel bir haberim var, benim Arda diye bir arkadaşım var ve kendisi bizim okuldan değil, müzikle de epey ilgili. Küçük çocuklara gitar dersi veriyor hatta. Müzikalde olduğumu duyunca bizzat gelip yardım etmek ve izlemek istediğini söyledi. Ne düşünürsünüz hocam?”

“Süper olur Güneş! Teşekkürler. Hep sen yardıma koşuyorsun valla. Söyle arkadaşına hazırlansın, o da yarın okul çıkışında hazır olsun. Bizimle geliyor.” Arda’ya gülümsedim, o da gelebileceğini anladığında “Yes!” dedi. Elleriyle kumral saçlarını karıştırdı.

“Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim,” dedim.

“Yalnız on sekizden küçükse ailesinden bizimle yolculuğa çıkabileceğini gösteren izin belgesi ve kimlik fotokopisi gerekiyor. Unutmasın,” dedi. “Tamam hocam, biz hallediyoruz onları. Çok teşekkürler, iyi akşamlar.”

“Sana da iyi akşamlar Güneş, iyi dinlen lütfen.”

Telefonu kapattım ve “Bavulunu hazırlasan iyi olur, çünkü bizimle geliyorsun!” dedim.

error: Bu içerik koruma altındadır.