Tuvaletteyken Cansu’ya küfür ede ede sırt çantamdan yedek tişörtümü çıkarttım ve giydim. Eskisini de katlayıp bir yere tıktım. Suratıma ve kollarıma gelen içeceği suyla temizledim. Saatlerdir at kuyruğuyla toplanmış saçlarımı açtım ve taradım. Tarağımı da kaldırdıktan sonra tuvaletten çıktım.
“İyi misin?” Tuvaletten çıktığımda kapının hemen yanında Demir duruyordu. Sigarasını içerken bana sorduğu sorunun cevabını bekliyordu.
Aramız çok garipti. “Otobüsten niye indin?”
“Sen de indin,” dediğinde benzin istasyonunun ön tarafına, otobüsün durduğu yere doğru ilerlemeye başladım. “Evet ama bu geçerli bir neden değil,” diye cevap verdiğimde yaslandığı duvardan doğruldu ve yanıma geldi. Beni durdurdu ve kendine çevirdi.
“Güneş, konuşabilir miyiz?”
Otobüsün olması gereken yerde olmadığını gördüm.
“Otobüs nerede?”
“Ne yani, burada değil mi?” dedi.
Bizi burada unutup gitmişlerdi.
“Harika,” dedim. Bir yanım Demir’le yalnız geçirebileceğim zamana seviniyordu, diğer yanımsa Arda’nın sesine bürünüp ondan uzak durmam konusunda bana söyleniyordu. Çantamın ön gözünden telefonumu aldığımda çekmediğini fark ettim. “Hangi benzin istasyonunda telefon çekmez ki?”
Demir de telefonunu cebinden çıkardı. “Benim zaten şarjım sıfır,” dedi.
“Tabii ki şarjın biter, tüm yol boyunca telefonuna bakmak dışında hiçbir şey yapmadın,” dedim.
“Birileri beni izliyormuş anlaşılan,” derken o gülümsüyordu ama ben gülümsemiyordum. Ona arkamı dönüp dükkânın içine girdim ve kasada duran adama telefonun çektiği bir yer olup olmadığını sordum. “Burada hiç telefon çekmez ama istiyorsanız sabit telefon var,” dedi. Müzikaldeki hiç kimsenin numarasını ezbere bilmiyordum. Bir tek Arda’nınkini biliyordum. Tuşlamaya başladığımda Demir eliyle telefonu kapattı.
“Ne yapıyorsun? Burada mı kalmak istiyorsun?” derken beni kolumdan tuttu ve dışarı çıkardı. “Eninde sonunda geri döneceklerdir. Kazanmalarını sağlayacak olan iki adamın yokluğunu fark ettikleri anda dönecekler. O zamana kadar o tarafa doğru yürüyelim. Konuşmamız lazım.”
Beni otobüsten indirdiği için Cansu’ya sinirliydim. Demir’le tartışmaya gücüm yoktu. Yürümeye başladığımızda güneş yeni batmıştı ama hava hâlâ aydınlıktı. Demir yeni bir sigara daha yaktı.
“Konuşmamız lazım dedin ama konuşmuyorsun?” dediğimde gözlerini ilerlediğimiz yoldan ayırmıyordu. “Bir şeyi bilmeni istiyorum…” diye sözüne başladığında ciddi olduğunu fark ettim. “Ben Cansu’yu sevmiyorum.”
Rahatlamıştım. Belki de uzun zamandır bunu duymaya ihtiyacım vardı. Demir bana dönüp baktığında sözünün hâlâ bitmemiş olduğunu ve olumsuz bir şeyin geleceğini anladım. “Ama?” diye sordum.
“Ama şu an benim lanet olası çocuğumu taşıyor olabilir,”
“Senin bebeğin olduğunu nereden biliyorsun? O otobüste bulunan herhangi birinden olabilir! Hiçbir şekilde senin olduğunu kanıtlamadı henüz,” dedim. Cansu fırsatçının önde gideniydi. Ne yapacağı belli olmazdı ki hala bir yanım yalan söylüyor olduğunda ısrarcıydı.
“Haklısın. Ama ne yapacağımı bilemiyorum ve tüm bu olayları kafamda yerleştirmeye çalışırken benden uzak durmanı istiyorum Güneş. İşin sonunun ne olacağını bilmiyorum ve incinmeni istemiyorum, gidişat bunu gösteriyor.”
Cevabı çok düşünmeme gerek yoktu.
“Senden uzak durmak istemiyorum,” diye itiraf ettim, yürümeyi bıraktım ve onu arkadan izlemeye başladım. Durduğumu fark edince o da durup arkasını döndü. Sigarasını yere attı. “Ne demeye çalışıyorsun Güneş?”
“Beni duydun! Senden uzak durmak falan istemiyorum. Cansu’nun bunu mahvetmesine izin vermeyeceğim. Karnında kimin bebeğini taşıdığını bilmek de istemiyorum çünkü senden olmadığını biliyorum.”
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” dediğinde ona bir adım yaklaştım. “Yüzde yüz emin olamam ama Cansu’yu tanıyorum. Gerçekten hamileyse bile seni elinde tutmak için senden olduğunu söyleyebilecek yüzsüzlüğe sahip,” dedim.
“Peki ya doğruysa? Gerçekten o çocuk benim çocuğumsa?” Demir’in gözlerindeki duyguyu görebiliyordum. Bir şeyler hissediyordu. Demir herkesin bildiği gibi duygusuz ve umursamaz Demir değildi. Onun da düşünceleri vardı, ve duyguları. Tabii bu duygularını herkesten daha farklı yaşıyordu ve dışarıya yansıtmıyordu fakat benimleyken kendini rahat bırakabiliyordu. Gerçek onu görmeme izin veriyordu. Bunu onda okuyabiliyordum.
“O zaman ne yapacağının kararı sana ait. Eğer gerçekten Cansu’nun karnındaki bebek senin çocuğunsa, işte o zaman bazı seçimler yapman gerekecek. Benim bu seçimlere karışmak gibi bir hakkım da olmayacak. Tamamen senin hayatın.” Bu söylediğimi kabul etmemesini istiyordum. “Ya ben seçimimi çoktan yapmışsam?” diyerek bana yaklaştı ve dudaklarını dudaklarımla birleştirdi. Tüm bu zıtlığımıza, olanlara ve aramızın kötü olmasına karşın öpüşüne karşılık verdim. Onu bırakmayacaktım.
Vazgeçmeyecektim.
Kendime ne kadar hatırlatmam gerekirse hatırlatmaya devam edecektim.
Helin’in Ağzından
Bu Masal beni deli edecekti! Önümde Doğukan’a yapmadığı şey kalmamıştı. Her söylediğini duyabiliyordum, yaptıklarını da görebiliyordum.
“Artık güneş battı. Şu perdeyi açabilirim,” diyerek Doğukan’ın üstüne eğildi ve perdeyi açtı. Ardından yavaşça geri çekildi ve bacak bacak üstüne attı. Eteğini düzeltiyormuş gibi yaptı, oysa ilgiyi bacaklarına çekmek içindi.
Bu kızı gebertecektim.
Doğukan’a “Söylesene Doğukan, ne kadar zamandır Demir’lerle basketbol oynuyorsun? Harika olduğunu söyleyecektim,” diyerek ona gülümsedi. Doğukan cevap olarak “Epeydir,” dedi.
“Kol kasların çok gelişmiş. Çok emek harcamış olmalısın.” Masal elini Doğukan’ın koluna koydu ve onun kaslarını sıkmaya başladı. Sol kolumu Doğukan’ın cam kenarında oturduğu koltuğun yanından geçirdim ve Doğukan’ın belini yakalayıp çimdik attım.
“Ah!”
Masal “Çok mu acıttım? Özür dilerim,” dedi.
“Sen değil. Sanırım bir böcek ısırdı.”
Ben ona gösterecektim böceği.
Masal Doğukan’a eğilip hiç dövmesi olup olmadığını sordu.
“Ben de yaptırmak istiyorum ama nereye yaptıracağıma karar veremedim. Sence burası nasıl?” diyerek Doğukan’ın elini karnının üstüne koyduğunda Doğukan’ın oturduğu koltuğun altına tekme attım. Doğukan bunu hissedince hemen elini Masal’ın elinden ve karnından kurtardı. “Fark etmez. Her yere olur,” dedi ve bana ufak bir bakış attı.
Gülümseyerek karşılık verdim, ardından yine önüne döndü ve camdan dışarıyı izlemeye başladı.
Yolculuğa başladığımızda en başta Pelin’le oturuyordum fakat molaya yakın Güneş’le Pelin yer değiştirmişlerdi. Sanırım Güneş yine arkaya oturmuştu çünkü yanımda yoktu. Onunla konuşmak için arkamı döndüğümde sadece deli gibi sohbet eden Burak’la Arda’yı gördüm. Arda sırtını Pelin’e dönmüştü ve Burak’la heyecanlı heyecanlı House’un son sezonu hakkında konuşuyorlardı.
Esma da uyuyordu. “Arda, Güneş nerede?” dediğimde bana döndü ve “Bir dakika, yanında oturmuyor muydu?” diye sordu.
“Evet ama Cansu üstüne milkshake dökünce temizlemek için tuvalete… Eyvah. Güneş’i orada unuttuk!”
Ayağa kalkıp otobüsü gözlerimle taradım. Güneş gerçekten yoktu. Arda da ayağa kalktı ve Ayhan Hoca’nın yanına gitti. Cansu’ya baktım. Bana bakıp gülümsüyordu. Yine onun başının altından çıktığına adım gibi emindim. Yanı boştu. Demir de mi yoktu? Arda iki hocayı da ayağa kaldırmayı başarmıştı, sonra geri gelip tekrar yerine oturdu.
Ayhan Hoca “Herkes bir otursun! Sayım yapıyoruz, eksik var,” dediğinde iki kişinin eksik olduğunu onayladılar. Hülya Hoca, Cansu’ya bağırırken Cansu da sürekli “Hocam özür dilerim, yanlış saymışım,” diye sayıklıyordu.
Cansu’yu da Masal’ı da bir gün çok pis dövecektim.
Arda “Hocam geri dönmeliyiz, benzin istasyonunda olmalılar,” dedi. Hocalar şoförle konuşup hemen otobüsü döndürdüler. Esma bu gürültüden uyanıp ne olduğunu sorduğunda ona Güneş’i Cansu kaşarı yüzünden orada unuttuğumuzu, ama işin iyi tarafı Demir’in de onunla orada kaldığını anlattım.
Esma “Sen mi el atıyorsun ben mi?” diye sorduğunda başımla onayladım ve ikimiz de ayağa kalkıp arkaya, Cansu’nun oturduğu koltuğa gittik. Ona hesap sorduğumuzda Cansu’dan karşılık vermesini bekliyorduk fakat tek söylediği şey “Size cevabınızı verirdim tatlım ama şanslısınız ki midem ölesiye bulanıyor,” oldu. Gerçekten öyle olmalıydı ki gözlerini camdan ayırmıyordu. Dizlerini kendine çekip koltuğa dayamıştı. Esma onu kolundan çekip bize doğru döndürdü.
“Güneş’i orada bırakacak kadar küçük beyinli misin? Kız sana hiçbir şey yapmadı! Senin ona yaptığın tüm o şeylerin karşısında-“
“Bak Esma ya da her neysen. Beni tek kelime daha konuşturursan üstüne kusacağım ve bu konuda ciddiyim-” dedi Cansu ve elinde tuttuğu poşete kustu. Cansu’nun durumu gerçekten iyi değildi. Ya hastaydı ya da gerçekten hamileydi. Her geçen saniye inanmam kolaylaşıyordu.
Demir’in onun yanında duracağını sanmıyordum.
Cenk, Cansu’nun yanına oturup ona peçete getirdiğinde bize gitmemizi söyledi. Esma’yla beraber Arda’yla Burak’ın yanına döndük.
Biri “Hey! Güneş’le Demir’e bakın!” diye bağırdığında hepimizin kafası camlara kaymıştı. Benzinciden bize doğru yürümüşlerdi. Ama o anda duruyorlardı. “Öpüşüyorlar!” dendiğinde otobüs onlara biraz daha yaklaşmıştı.
Gerçekten Demir’le öpüşüyorlardı! Esma’yla birbirimize baktık. “Ve… Gerçek aşk…” dediğinde ben de cümlesini tamamlayıp “… kazanır,” dedim. İkimiz de gülümsüyorduk.
Güneş’in onu sevdiğini biliyorduk, her ne kadar onaylamasak da eğer bu okulda Güneş’i koruyabilecek biri varsa o da Demir’di.
“Bana söz verdirmişti…” Arda’nın konuştuğunu duyunca ona döndüm.
“… Onu Demir’den uzak tutacaktım. Bana söz verdirmişti. Tutamadım,” dedi ve yerine oturup önüne döndü. Arda daha yeni yeni o ikisini yan yana görüyordu. Aralarındaki çekimi bizim kadar bilseydi belki de şu anda olduğu kadar şaşkın olmazdı. Cansu’ya baktığımda o da bana bakıyordu. “Gördün mü? Bence Güneş sana teşekkür edecek,” diyerek sırıttım. Bana el hareketi çekti ve Cenk’le konuşmaya devam etti. Ben de önüme döndüm.
Masal da Cansu’yla Cenk’in yanındaydı ve Cansu’ya destek olmaya çalışıyordu. Fırsattan yararlanıp Doğukan’ın yanına oturmayı düşündüm. Tam yanına oturacaktım ki bana baktı.
Yanına oturmamı istemiyordu. Anlamıştım.
Tekrar arkasındaki yerime geçtim. Onun için tabii ki yeterliydim. Belki de o çetedeki çoğu kızdan daha güzeldim ama benimle görülmek istemiyordu. Benden utanıyor muydu? Moralimi bununla bozmak yerine arkamı dönüp Güneş’le Demir’in arka kapıdan girmelerini izledim. Çetedeki erkekler Demir’i alkışlarken, kızlarsa Güneş’e kıskanç bakışlarını gönderiyorlardı. Ona gelen küfürleri ben bile duyabiliyordum. Güneş ise tüm o kızların bakışlarına rağmen mutluydu. Tabii ki mutlu olmalıydı. Demir Erkan onunla çıkıyordu. Üstelik yüzde altmış ihtimalle Cansu, Demir’in bebeğini taşıyordu, buna rağmen yine Güneş’i seçmişti. Demir Erkan ilk kez aynı kızla birden fazla kez görülmüştü, barın ortasında Güneş’i çekip öpmüştü ve herkese ondan uzak durmalarını söylemişti.
Cansu’ya ve tüm olanlara rağmen otobüs onları izlerken Güneş’i öpmüştü.
Demir bile bunları yaptıysa Doğukan niye yapmıyordu?
Masal konusunu henüz onunla konuşmamıştım, evet sorun oluyordu ama büyütülecek bir şeyi de yoktu. Doğukan aşırı derecede yakışıklı biriydi ve bu yüzden kızların ona asılması doğaldı. Bir sevgilisi olduğunu, o sevgilinin de ben olduğumu öğrenselerdi bunların hiçbiri olmazdı. Şimdilik bir şey yapmayacaktım ama eğer Masal ufak bir problemden daha büyük bir soruna dönüşürse, işte o zaman olaya el atardım.
Güneş geldi ve yanıma oturdu. Tabii hiçbirimiz hemen Demir’le yan yana oturmalarını, el ele tutuşmalarını, romantik romantik konuşmalarını beklemiyorduk. Bu olanlar bile Demir’e göre fazla iyiydi.
Hülya Hoca ve Ayhan Hoca, Cansu’ya onunla okula geri döndüklerinde ilgileneceklerini söylediler ve daha fazla üstelemediler. Okuldaki her hoca onun hamile olduğunu biliyordu. Şimdiye kadar bizim okulda bu tür birkaç vaka olmuştu. Bakalım Cansu ne yapacaktı? Ya Güneş? En önemlisi, eğer bebek Demir’dense bu iş nasıl sonlanacaktı?
Güneş Arda’ya dönüp “Özür dilerim,” dediğinde Arda ona cevap vermedi ve Burak’la konuşmaya devam etti. Güneş’le Türkiye şampiyonası hakkında konuşurken Pelin’le Esma da sohbetimize dahil olmuştu. İki buçuk saat daha böyle böyle geçmişti. En sonunda yarışmayı düzenleyen sponsorların her ilin üçüncülerinin bu hafta bitene kadar kalmaları için ayarladıkları otele vardık.