Kahvaltıda diğer tüm okulların her ilden üçüncü olanları vardı. İkinciler Ankara’da farklı bir otelde, farklı konferans salonunda, birinciler de farklı yerlerde kalıp birbirlerini eleyeceklerdi. Bizim şarkılarımızı çalıp ikinci olan ekiple aynı yerde kalmamamız iyi olmuştu. Yoksa bizimkilerden bazıları onların üstüne yürüyebilirdi. Böyle bir şey söz konusu olduğu anda diskalifiye olurduk.
Kahvaltıdan sonra ilk gün performanslarını sergileyecek olan ekipleri izlemek için konferans salonunda toplandık. Biz üçüncü gün çıkacaktık, beşinci gün ise sonuçlar açıklanacaktı ve parti olacaktı. Gösterileri izlerken bir yanımda Esma, Burak, Helin, diğer yanımda oturanların başında ise Demir vardı. İlk gösteride Demir’in elini tutmuştum. Başta ne olduğunu anlamayıp bana bakmıştı, elini çekeceğini sanmıştım fakat çekmemişti ve daha sıkı tutmuştu. Hoşuma gitmişti.
Birinci gün çıkan ekiplerin hepsi birbirinden güzel şarkılar ve danslarla gösterilerini sunmuşlardı. Demir’in elini bırakmamak için alkışlamamıştım. Pişman da değildim.
Öğle yemeği vakti geldiğinde herkesin restoran kısmına gitmesi anons edildi. Ayağa kalkıp oraya doğru ilerlerken Cenk’in Demir’in kulağına bir şey fısıldadığını gördüm. Demir yine ifadesiz bir şekilde ona cevabını verdiğinde konuştukları şeyin ne olduğunu merak ettim. Demir’e soracaktım. Öğle yemeğimizi yerken Demir’lerin oturduğu masada iki kişinin eksik olduğunu gördüm.
Cenk ve Demir yoktu.
Ne olursa olsun bu iyiye işaret değildi.
Bizim masada Arda, Alperen, Burak, Esma, Helin, ben oturuyorduk.
“Hey, gençler bir saniye bakar mısınız,” dikkatleri üzerime topladığımda içimde kötü bir his vardı. “Gösterilere ara verildiğinden beri Demir veya Cenk’i gördünüz mü?”
Helin “Hayır. Ama Masal’la Doğukan’ı gördüğüme emin olabilirsin. Kız yine gidip dibine oturmuş,” dedi sinirli bir sesle.
Arda “Ben de görmedim. Bunlar kavga falan etme potansiyeline sahip insanlar mı?” diye sorduğunda Burak kahkaha attı. “Gerçekten de daha yeni yeni tanıyorsun bizim okuldakileri. Demir kavga etti mi karşısındaki adam zor yaşar. Cenk de güçlü. Az kavgaya karışmadılar onlar,” dedi.
Esma “Ya birbirleriyle kavga edeceklerse?” diyerek fikrini dile getirdi.
“Olabilir…” dedim. “Ama niye edecekler?” Alperen “Cenk’in seni sevdiğini sanmıyorum, her ne kadar bir aralar sana çıkma teklif etmiş olsa da,” dedi.
“Cenk’in Cansu’ya âşık olduğunu anlamış olan tek kişi ben miyim?”
Arda’nın bu cümlesine karşılık hepimiz ona döndük.
“… Aaa bakmayın bana öyle. Otobüste Cansu kustuktan sonra onun dibinden ayrılmadı, arkadaşça bir hareket olduğunu düşünebilirsiniz ama Cenk’in veya o çeteden hiçkimsenin arkadaşça hareketler sergileyeceğine gerçekten inanmıyorsunuz değil mi? Cenk, Cansu’ya âşık. Hem de deli gibi,” dedi.
Esma “O zaman Cansu’nun Demir’e olan ilgisini herkes gibi o da biliyordu,” dedi.
Burak “Bu nedenle Demir’e karşı nefret beslemiş olabilir,” diye ekledi.
Helin “Demir’in sana ilgisi olduğunu hissettiği ilk andan itibaren senin peşine düştü çünkü Demir’i alt etmek istiyordu… Bu her şeyi açıklıyor!” dedi.
Aklıma o gün okulda Demir’in gelmesini beklerlerken Cenk’in huysuzluk yaptığı ve Doğukan’ın da ona sakin olmasını söylediği zaman geldi.
Cenk diğerleri gibi Demir’e saygı duymuyordu. Ona hâlâ baş kaldırmamış olmasının tek nedeni korkuydu.
Belki de kendini henüz hazır hissetmemiş olmasıydı.
Alperen “Bu niye buraya geliyor?” dediğinde Cansu’nun benim gözlerime bakarak bizim masaya yaklaştığını gördüm.
“Günaydın sarışın ezik ve tayfası,” diye gülümsediğinde “Ne istiyorsun?” diye sordum.
“Seninle konuşmak,” dedi.
Arda “Güneş’in veya bu masadaki hiç kimsenin seninle konuşmak isteyeceğini düşünmüyorum tatlım. Gidebilirsin,” dedi.
Cansu gözlerini devirerek Arda’ya “Sen de kimsin?” diye sordu.
Arda tam bir açıklama yapacaktı ki Cansu onu bir el işaretiyle susturup bana yaklaştı.
“Gelmen lazım.”
“Neden?”
“Herkesin için bağırtmak mı istiyorsun beni?”
Cansu’yla her gün yeni bir tartışma konusu çıkıyordu ve bu laf dalaşından artık sıkılmaya başlamıştım.
“Nereye çağırdığını söylemeyeceksen gider misin lütfen, arkadaşlarımla geçirdiğim kaliteli vakti bölüyorsun,” dedim.
Gözlerini kısarak bana baktı.
“Demir ve Cenk’in bir yerde yalnız kalmış olmaları fikri sana nasıl geldi? Sence ne yaparlar? Birbirlerine iltifat mı ederler yoksa birbirlerinin boğazına mı yapışırlar? Eminim cevabı sen de benim kadar iyi biliyorsundur,” dedi.
“Ne yapmamı bekliyorsun?” diye sorduğumda “Benimle gel,” dedi.
Burak “Bırak şu kızı Güneş ya. Otur ve yemeğini bitir,” dedi.
Arda “Ama doğru da olabilir,” diye atıldı. Ayağa kalktım ve Cansu’yu takip etmeye başladım. Masadan uzaklaşmadan hemen önce eğilip “Eğer on beş dakika içinde dönmezsem polise haber verin,” dedim.
Cansu’nun arkasından restorandan çıktım. “Neredeler?” diye sorduğumda “Bilmiyorum,” dedi.
“Niye benden yardım istedin? O masada en az altı kişi vardı,” diye sorunca beni durdurdu ve karşıma geçti.
“Evet farkındayım ama eğer o ikisi gerçekten kavga ediyorlarsa hiçkimse onları ayıramaz. Ne Doğukan ne de başkası. Kimse o ikisinin arasına girmez. Bu böyledir Güneş. Eğer onları birbirlerini öldürmekten kurtarmak istiyorsak bunu her ne kadar kabul etmek istemiyor olsam da, sadece ikimiz yapabiliriz,” dedi.
Cansu’nun hep aptal biri olduğunu düşünüyordum ama anlaşılan zekâsını şu ana kadar hep gerekli şeyler yerine gereksiz şeylere harcamıştı. “Tamam. Aramaya nereden başlıyoruz?” diye sorduğum.
Bir cam kırılma sesi duyduk.
“Sanırım buradan,” dedi ve konferans salonuna girdik.
İçerisi boştu ama sesler geliyordu. “Kulisteler,” dedim ve hızlı adımlarla sahneden kulise açılan kapıya geldik.
Kapının aralığından onları görebiliyorduk.
Cenk bağırıyordu.
“… Her şeyimi aldın!Her şeyimi!” dedi ve Demir’e bir yumruk attı. Demir, yumruktan kurtulmak için geriye doğru bir adım attı ve suratına gelmesini engelledi. “Cenk, kes şu saçmalığı artık,” dediğinde Cenk “Hayır! Yeter artık! Her şeye sahiptin zaten! Cansu’ya da sahip olmak zorunda mıydın ha? Orospu çocuğu!” bağırarak Demir’in boğazına yapıştı. Demir geriye doğru sendeledi ve elleriyle Cenk’in ellerini itmeye çalıştı. Başardığında Cenk geriye doğru savruldu, yere düşüp başını masanın kenarına çarptı.
Elini başının arkasına götürdüğünde eline bulaşan kanı gördü, Demir’e gösterdi. “İşte şimdi bittin pislik,” dedi ve küçük masayı alıp Demir’in üstüne fırlattı. Demir, masanın üstüne gelmesiyle yere düştü fakat çok zarar görmemiş olmalıydı ki masayı üstünden itti ve ayağa kalktı.
“Cenk bırak artık! Yararı yok!” dedi, yumruğunu yapıştırdı.
“Öyle mi dersin?”
Cebinden bir bıçak çıkardı.
Demir, bıçağı görünce geriye doğru bir adım attı.
“Bırak onu,” dedi.
“Sana sapladığımda ne diyeceksin onu merak ediyorum asıl.” diye cevap verdi Cenk ve bıçağı Demir’in omzuna doğru hızlıca savurdu. Demir, Cenk’i kolundan tuttu ve bıçağın kendine saplanmasını engelledi. Daha fazla izlemeyecektim. Kapının üstüne elimi koydum, tam itecekken Cansu beni geri çekti.
“Sen git yardım çağır. Ben giriyorum,” dedi.
“Cansu saçmalama! Sen… Sen hamilesin!” dedim.
İlk defa Cansu’yu düşünüyordum.
“Durdurulması gereken Demir değil, Cenk ve bunu ben yapabilirim. Sen değil. Şimdi git ve hemen yardım çağır! Bekleme! Hadi!”
Sahneye geri dönüp hemen aşağı indim. Koşmaya başladım.
Cenk’in Ağzından
O gün gelmişti. Demir pisliğinin icabına bakacaktım. Sonunda ona sürekli en korkulan olmanın, her şeye istediği anda sahip olmanın ne demek olduğunu gösterecektim, Cansu’ya da. Her zaman ondan istediğimi alacağım günü beklemiştim.
Her zaman kendime ”Cenk, biraz daha bekle… Biraz daha…” demiştim. Bugüne kadar yeterince beklemiştim ve denemiştim. Tıpkı bana yaptığı gibi onun sevdiği kızı elinden alıp ona zarar vermek istemiştim. Güneş’e zerre değer verdiğim yoktu. Başta basit fırsatçılardan biri olduğunu düşünmüştüm ama Demir’in ona olan ilgisini görür görmez ne yapmam gerektiğini anlamıştım. Planımı uygulayıp Güneş’i elde etmiştim fakat kız, diğer kızlar gibi çıkmamıştı. Demir’den Güneş’i almakla onu incitmek yerine daha da güçlenmesini sağlamıştım. Planım geri tepmişti. Öfkem hiç geçmemişti ama pes etmek üzereydim… Ta ki Cansu’mun ondan bir bebeğe sahip olacağını duyduğum ana kadar.
Cansu’m… Onunla bir kez birlikte olduğunu biliyordum ama Cansu’yla yaşadığımız o geceden sonra benim çocuğumu taşıması gerekirdi, Demir’in değil.
Her şeyimi alması yetmemiş gibi Cansu’ya da sahip olmuştu. Demir’le birlikte olmak isteyen belki de yüzlerce kız vardı ama o yüzlerce kızın içinden Cansu’yu kurbanı olarak seçmişti. Yine ve yine o kazanmıştı. Şimdiyse, belki de ilk kez kazanacak olan bendim işte.
Bıçak benim elimdeydi. Yakında Demir de, Demir’in sahip oldukları da, Cansu da benim elimde olacaktı.
Bıçağımla yine Demir’in üzerine gittim ve kanayan burnunun hemen üstünü nişan aldım. Yine beni tuttu ve saplanmasını engelledi. Zor olacaktı, biliyordum.
Güçlüydü ama çok yakında ben ondan daha güçlü olacaktım.
“Durun artık! İkiniz de!”
Cansu’nun sesini duyduğumda bıçağımı indirdim ve hayatımda gördüğüm en güzel kızın yüzüne baktım. Cansu’da kaybolurken Demir’in yumruğuyla yere yığıldım.
Hayır, hiçbir şey bitmemişti.
Yere düşürdüğüm bıçağı yine elime aldım ve bir kez çevirdim. Sol elimle Demir’e yumruğumu geçirdim ve geriye doğru eğrilmesini fırsat bilip bıçağımı ona doğru savurmaya devam ettim.
“Yeter! Cenk! Lütfen!” Cansu’nun bağırışlarını duymazlıktan geldim. Aramıza girdi ve ikimizi iterek ayırmaya çalıştı. Bıçağımla Demir’i bitirmek istiyordum. Cansu’nun bağırışları buna engel olamayacaktı. Bıçağım derisinden içeri girene kadar durmadım ve sonunda saplandığında derin bir nefes alıp verdim. Sonunda ben kazanmıştım işte. Bıçağı sapından geri çektim ve gözlerimi açtım.
“Cenk?”
Zayıf sesi duyduğumda Cansu’nun Demir’le aramda durduğunu gördüm.
“Her şey bitti Cansu, artık beraberiz. İstediğin tüm o şeyler benim artık. Beni sevebilirsin,” dediğimde Cansu’nun yüzündeki ifadenin değiştiğini gördüm. Elini karnında tutuyordu. Asker yeşili bluzunun üstü, göğsüyle karnının arası gittikçe daha da koyulaşıyordu.
“Cenk?” diye tekrarladığında gözünden düşen gözyaşını fark ettim.
Cansu yere düşecekken Demir onu tuttu ve yavaşça yere yatmasını sağladı.
Demir “Şimdi mutlu musun Cenk? İstediğini aldın mı?” diye sorduğunda elimdeki bıçağı yere attım ve bir şey söyleyemedim.
Ne yapmıştım?
Cansu… Cansu kanlar içinde yerde yatıyordu. Acı çeken kız “Bebeğim… Bebeğim iyi mi Demir?” diye sayıklarken bir nebze de olsa istediğimi almıştım. Cansu bu soruyu sorarken Demir’e bebeğimiz dememişti. Belki yine de ben kazanmıştım, ama bu sefer Cansu’yu kaybetmiştim.
Zaten ona hiç sahip olmamıştın ki diyordu bir yanım.
Diğer yanımsa o ölecek, onu sen öldürdün, diyordu. Demir hâlâ yerde Cansu’nun karnını tutuyordu. Mutlu aile tablosuydu işte. Kulisin kapısından gelen kalabalığı göremedim ama başıma aldığım bir darbeyle kendimi yerde buldum. Gözlerim açıktı ama her yer karanlıktı. Sonuçlarını düşünmeden gözlerimi de kapattım. Şu dakikadan sonra artık pes etmiştim. Demir hâlâ Cansu’ya sahipti. Ama Cansu yoktu. Eğer ben ona sahip olamayacaksam, kimse de ona sahip olamazdı.
Ama ölüyordu…
İçimdeki iki ayrı sesle savaşırken artık kendimi serbest bıraktım. Bir taraf yaptıklarımın yanlışlarını bana gösterirken diğer yanım da iyi bir başlangıç yaptığımı fakat istediğimi almak için daha çok uğraşmam gerektiğini söylüyordu. Gözlerimdeki karanlık artık beni esir alırken, o iki sesin kendi aralarındaki kavgasına izin verdim. Gittikçe silikleştiler, yankıya dönüştüler ve yok oldular.
Ben ne yapmıştım?