Kuliste yaşanan olaydan sonra anında yarışmadan diskalifiye olduk. Dönüş yolu da oldukça sessiz geçti. Hemen akşamına yola çıktık. Cansu kaldığımız otelin yakınındaki bir hastanede bir gece kalıp ertesi gün İstanbul’a nakledilecekti. Ailesi hemen özel bir ambulans aracı göndermişti.
Hülya Hoca ve Ayhan Hoca Cansu’nun son durumunu biliyorlardı, hastaneden sürekli durumu hakkında haberdar ediliyorlardı fakat bizimle Cansu’nun yaşadığı ve iyi olacağı hariç hiçbir bilgiyi paylaşmamışlardı. Biri onunla hastanede kalmıştı.
Akşam saat on gibi İstanbul’a döndüğümüzde hepimiz üzgündük. Daha ilk günden elenmiştik ve gösteriye dahi çıkamamıştık. Kendimi bencil görüyordum çünkü Cansu belki de hastanede canıyla uğraşıyordu, bizse burada gösteriden elendiğimiz için üzülüyorduk. Yolculuk boyunca Demir’le oturdum. “Onu ziyarete gidecek misin?” diye sorduğumda elimi tuttu. “Bilmiyorum,” dedi. Ben de bilmiyordum. Cansu için endişeleniyordum. Hala olanları sindirmeye çalışıyordum, o bıçak neredeyse Demir’e saplanacaktı, Cansu araya girmişti. Cansu beni bile oradan uzaklaştırıp kendi bedenini, bebeğini ateşe atmıştı. Bunu nasıl yapmıştı?
İstanbul’a vardığımızda beni evime bıraktı. O da hâlâ olayın şokundaydı. Yüzünde, ellerinde ve kısa kollu tişörtünden dolayı görülebilen kollarında çizikler ve morluklar vardı. Pazartesi günü Cansu tabii ki okula gelmedi. Özel bir hastanede en az bir hafta kalması gerektiğini duydum. Okul çıkışında Helin’e yürümek istediğimi söyledim ve onunla vedalaştım. Asıl isteğim ziyaretine gitmekti. Cansu’nun bebeğini kaybettiğini hepimiz duymuştuk. Her ne kadar ondan nefret etsem de ziyaretine gitmeliydim. Cansu’nun kaldığı hastanenin yerini tam bilmediğim için taksiye bindim. İçeri girip Cansu’nun hangi odada kaldığını öğrendikten sonra yukarı çıktım. Kapısının yanında kocaman kırmızı çiçekler duruyordu.
Kapıyı çaldım, hemşire olduğunu anladığım bir kadın kapıyı açtı. Cansu’ya bir ziyaretçisi olduğunu söyledi. Ardından “Buyrun, ben sizi yalnız bırakayım,” dedi ve dışarı çıktı. Cansu uyanıktı. Yorgun bir hali vardı, yüzü beyazdı. Beni gördüğü anda yüzündeki gülümseme silindi.
“O okuldaki yüzlerce insanın arasından tabii ki sen gelmek zorundaydın.” dediğinde söylediği karşısında şaşırdım. “Başka birini mi bekliyordun?” diye sordum.
“Hayır. Geç otur.”
Zorlansa da doğrulup sırtını yatağa dayadı ve oturur pozisyona geçti. Ben de yatağın yanındaki koltuğa oturdum. Kapının önündeki çiçeğin aynısından bir tane daha vardı, yatağın yanında duruyordu. Başka da çiçek yoktu.
“Okuldan kimse gelmedi mi?” diye sorduğumda “Hayır,”dedi.
“Masal da mı?”
“Bir tek Ayhan geldi ve Hülya’nın iyi dileklerini ilettiğini söyledi, ve bir de sen…” dediğinde ne diyeceğimi bilemedim ama ne hissettiğini az da olsa anlıyordum. Yaşadığın acıyı çekmek zorundayken senin yükünü hafifletecek dostlara ihtiyaç duyardın. Eğer onlar sana destek olmazlarsa tüm o ağırlığı sen kaldırmak zorunda kalırdın ve bu seni içten içe çökertirdi. Arda olmasa ne yapardım? “Annem bile iki tane çiçek gönderdi. Kızı bıçaklanıyor, bebeğini kaybediyor. O ise İtalya’da…” diye ekledi. Belki de Cansu’nun bu kadar katlanılamaz bir insan olmasının nedeni ailesiyle yaşamış olduğu şeylerdi. Onu tanımıyorduk aslında, hiçbirimiz onun başından nelerin geçtiğini bilmiyorduk.
“Cansu.. Ben… Ben.. Bebek için üzgünüm,” dediğimde Cansu ağlamaya başladı ve elini karnına götürdü. “Ben de Güneş… Ben de üzgünüm,” dedi ve ağlamaya devam etti. Ona yaklaştım ve elini tuttum. Biraz daha sakinleştiğinde konuşmaya devam ettim. “Bir şeye ihtiyacın olursa eğer, beni arayabilirsin,” dedim.
Ağlamayı kesti ve eliyle gözyaşlarını sildikten sonra güldü. “Bir şeye ihtiyacım olursa arayacağım son kişi sensin,” dedi. Ben de ona gülümsedim ve elini bırakıp ayağa kalktım.
Kapının kolunu tuttuğumda “Güneş…” diye seslendi.
Arkamı dönüp ona baktım.
“Bebeğin babası Cenk’ti,” dedi.
Olduğum yerde kaldım.
Onun söylediği bu cümleye verebileceğim milyonlarca cevap vardı, günlerdir hepsi aklımdaydı. Bütün öfke, nefret, intikam, hüzün… Hepsini bir arada barındıran, küfür içeren yanıtlardı ama en doğrusu, doğru olan cevabı vermekti.
“Bunu söylemen gereken asıl kişi ben değilim. Demir,” dedim ve odadan çıktım.
Akşam eve geldiğimde halama ve enişteme olanları anlattım. Eniştem Demir’in adını duyunca yine çıldırmıştı.
“Güneş, sana onun iyi biri olmadığını söylemiştik, ondan uzak durman için daha ne kadar kanıt gerekiyor?” dedi.
“Ama kavgayı Demir başlatmadı, Cenk başlattı!” dediğimde eniştem “Karakolda onun ifadesini de dinledik. Her şeyi Demir’in başlattığını ve bıçağın başta onda olduğunu ifadesinde belirtti yani henüz sadece ifadeler var. Net bir yargıya varmak için erken,” dedi.
“Ama bu imkânsız! Cansu da ben de olanları gördük. Bıçak Cenk’teydi ve Demir’e saldırdı. Ben yardım çağırmaya gittiğimde Cansu ikisini ayırmak için aralarına girdi ve bu yüzden bıçak-” diye açıklamaya çalıştığımda eniştem sözümü kesti. “Cansu’nun ifadesini henüz almadık. Hastanenin söylediğine göre daha bugün uyanmış. Yarın sabah da gidip onunla konuşacağız,” dedi.
“Aynı şeyleri söyleyecektir. Demir masum.”
Halam konuşmaya dahil oldu. “Eniştenin anlattığına göre Cenk’in dosyası temizmiş. Şu ana kadar kayda değer hiçbir suça veya kavgaya karışmamış gibi görünüyor. Ayrıca ailesi de onu koruyor ve çok iyi bir avukata sahiplermiş. Demir’in dosyasına bakıldığında ise-“
Bir kere Cenk’in dosyası temiz olsaydı lanet olası Atagül Lisesi’nde okuyor olmazdı. “Söyle hala! Ne yapmış? Hırsızlık? Gasp? Ne? Ona âşık olmamı sağlaması dışında ne suç işlemiş olabilir ki?” dedim.
Eniştem “Güneş bu kadar yeter! Demir’den uzak durmanı istiyorum. Konu kapandı,” dedi ve odama gitmeme izin verdi.
Demir’in dosyasında neler olabileceğini tahmin edebiliyordum. Aslında o çetedeki herkesin öyle bir geçmişe sahip olması fikri şaşırtıcı değildi. Demir de Cenk gibi ailesini kullanarak tüm suçlarını örtbas edebilirdi ama yapmamıştı. Yaptığı şeylerin sonuçlarına katlanabiliyordu. Başkaları gibi kaçmıyordu.
Cansu’nun Ağzından
“Bebeğinizin Demir Erkan’dan olduğunu iddia ettiğiniz doğru mu?”
İyi yanından bakarsam, hastane odam hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
Karşımda ifademi alan polis memuru duruyordu. Diğer memurların yanında henüz on sekiz yaşında olmadığım için annemin tuttuğu avukat, en köşede ise elindeki deftere notlar alan, Güneş’in akrabası olarak bildiğim adam duruyordu.
“Evet,” diye cevapladım.
“Bunu neden yaptınız?”
Çok basitti. Demir’i seviyordum, Cenk’i değil. Her ne kadar Demir’in bana ilgi duymadığını, Cenk’inse bana taptığını bilsem de bebeğimin ondan olduğunu söylemiştim.
Çünkü ondan olmasını istiyordum.
“Cansu Hanım, bebeğinizi kaybettiğiniz için üzgünüz. DNA testi bebeğinizin Cenk Bey’e ait olduğunu söyledi. Neden yalan söylediniz?” diye sorduklarında gözümden düşen küçük damlayı sildim.
“Bebeğimin Cenk’ten olmasını istemedim. Demir’den olmasını istedim,” dedim.
“Cenk Bey gerçeği biliyor muydu?”
Başımı iki yana salladım. “Hayır. Eğer bilseydi bunların hiçbiri olmazdı,” diye cevapladım.
“Kavgayı ilk kim başlattı?”
Yalan söyleyip Cenk’e kendimi affettirebilirdim. Zaten beni seviyordu. Psikopattı ve hâlâ sevmeye devam ederdi, tüm bu olanlara rağmen…
Yalan söyleyip Demir’in suçlanmasını sağlayabilirdim. Beni diğer kızlar gibi kullanıp attığı için cezasını almış olurdu.
Ya da doğruyu söyleyebilirdim. Sadece gerçekleri…
O gün, yani Demir’in beni ikinci kere otele çağırdığı gece, beni geri çevirmişti. Bunun üstüne çok düşünmüştüm. Erkekler istediğimde önüme dizilirdi benim. Bara adımımı attığımda tüm gözler beni incelerdi. Kızlar ben olmak, erkeklerse onların olmamı isterlerdi. O barda herkes beni süzerken sadece bir kez dönüp bakan, sonra tekrar içkisine dönen tek bir erkek vardı. İlgisini çekmek için ilk defa efor sarf ettiğim erkek Demir Erkan’dı. Onunla olmak istedim. Onu sevdim. O ise beni kullanıp attı. Her kıza yaptığı gibi.
O gece beni önce çağırıp sonra geri çevirdiğinde o kadar mutsuz ve sinirliydim ki her şeyi yapabilirdim. Otelden çıktım ve yürümeye başladım. Eve gitmek için bizim barın önünden de geçmem gerekiyordu. Yürürken bir yandan da ağlamaya devam ediyordum. Cenk’in bana seslendiğini duyduğumda sadece “Ne istiyorsun?” diyebildim. Beni eve bırakıp bırakamayacağını sorduğunda şaşırmıştım. Teklifini kabul ettikten sonra arabasına bindik. Evimin önüne geldiğimizde ona beni bıraktığı için teşekkür ettim. Tam çıkacakken beni durdurdu ve öpmeye başladı. Kaybedecek neyim vardı ki? Hatta karşımdaki adamın Demir olduğunu hayal edebilirdim bile. İşime de gelirdi.
Her zamanki gibi evde yalnız olduğumu biliyordum. Bu yüzden onu eve davet ettim. Cenk benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Arkadaşımdı, o kadar. Demir gibi olmak isteyen biriydi o sadece. O gece ikimizin de işine gelmişti. Tek gecelikti ve bitmişti fakat ardından farklı aralıklarla tekrar birlikte olmaya başladık. Hamile kalacağımı bilemezdim. Demir’den olmasını isterdim. Keşke bebeğim Demir’den olsaydı. Şimdi artık her şey için çok geçti. Ne Demir vardı, ne de bebek…
“Cenk başlattı,” diye cevap verdiğimde rahatladım.
Bir kere de olsa doğru olan şeyi yapmalıydım.
“Kanıtlayabilir misiniz?” diye sorduğunda düşündüm. Aslında Güneş’le biz kavganın ortasında onları görmüştük. Başını görmemiştik ama olayın Cenk’ten çıktığını tahmin etmek zor değildi. “Bıçaktaki parmak izleri, yerdeki kan örneklerine falan bakmadınız mı? Bunları da ben mi söyleyeyim?” diye yanıtladığımda adam ciddiliğini korudu.
“Sunabileceğiniz başka kanıt var mı diye soralım o zaman,” dedi.
“Doktorlarım bir hafta sonra okula gidebileceğimi söylediler, tabii kendimi yormadan. Bana bir hafta verin. Bir hafta sonra okulda Cenk’in itiraf etmesini sağlayacağım,” dediğimde polisler şaşırdılar. “Bunu nasıl yapmayı planlıyorsunuz?”
“Sadece bizim Çağatay’ın, yani, okul müdürünün Güneş, Demir, Cenk ve benimle bir görüşme yapmasını sağlayın. Ben onu itiraf etmesi için kışkırtacağım,” dedim.
İfademi alan polis “Somut kanıtların daha geçerli olması için bunu sağlayabiliriz Cansu Hanım. Teşekkürler. Geçmiş olsun,” dediğinde polislerin hepsi aynı anda odadan çıktılar.
Hayatımda bir kez olsun doğru olanı yapabilirdim. Buna inanıyordum.
Güneş’in Ağzından
Cansu’nun bıçaklanmasından, bebeğini kaybetmesinden, yarışmadan diskalifiye olmamızdan sonra bir hafta geçmişti. Duyduğuma göre benden sonra Masal ve çeteden birkaç kişi daha Cansu’yu ziyaret etmişlerdi. Demir olanları duyduktan sonra gitmemişti. Hatta Cansu hakkında bir daha konuşmamıştık. Bir tek ona bebeğin Cenk’ten olduğunu söylediğimde rahatladığını söylemişti. Artık aramızda bir engel kalmadığını söylemişti bana. Sonunda mutluyduk. Bu bir hafta ikimize de iyi gelmişti.
Aynı şeyi Cenk için söyleyemezdim elbette.
Bu hafta sadece bir gün okula gelmişti. Onun dışında eniştemden öğrendiğime göre hep ailesiyle beraber karakoldaydı.
Bu bir haftanın iyi gelmediği bir kişi daha vardı. O da Helin’di. Cansu ortalıkta olmayınca okul Masal’a kalmıştı. Masal, Doğukan’ın dibinden ayrılmıyordu ve her geçen gün işi daha da ciddiye bindiriyordu. Helin geçen gün öğle arasında yemekte sinirden tepsisini kırmıştı. “Şu… Kızı… Doğukan’ın… Üstünden… Alın!” demişti.
Doğukan’la ciddi ciddi konuşmaları gerekiyordu. Helin haklıydı.
Pazartesi günü yeni bir haftaya başlarken ilk ders nöbetçi öğrenci gelip bizim sınıftan Demir’le beni çağırmıştı. Okulun bitmesine üç hafta kalmıştı. Müdürün bizimle konuşması gereken konu Cansu’nun olayıyla ilgili olabilirdi.
Müdürün odasına girdiğimizde odanın köşesinde bir polis memuru vardı. Cenk’le Cansu’yu müdürün masasının karşısındaki sandalyelerde otururlarken gördük. İki sandalye daha ayrılmıştı. Cansu’nun yanına oturdum. Demir’in Cenk’ten en uzaktaki sandalyede oturması gerektiğini herkes yeterince anlamıştı artık. Cenk Demir’i, Demir de Cenk’i görünce ortamdaki gerilim arttı. Cenk, derin bir nefes alıp yerinde kıpırdadı, Demir’se arkasına daha iyi yaslandı.
Cansu’ya baktım. “İyi misin?” diye sorduğumda evet anlamında başını salladı.
Çağatay’ın konuşmasıyla niye burada toplandığımızı anladık. “Geçen haftaki olay yüzünden düzelmekte olan okul itibarımız yine eskiden olduğu hale döndü. Nedenini anlamak için buradayız. Ve ayrıca-” dediğinde kapının çalındığını duyduk. Okulumuzun rehberlik öğretmeni olduğunu bildiğim, ama hiç konuşmamış olduğum sarışın kadını gördüm. “Tam zamanında geldiniz Aynur Hanım,” dedi Çağatay ve masanın arkasında kendi koltuğunun yanında duran sandalyeyi işaret etti. “Ben daha fazla uzatmadan sözü rehberlik öğretmenimize bırakıyorum.”
Aynur Hoca “Öncelikle Cansu… Çok zor bir haftayı atlattığını biliyorum. İlk konuşma hakkını sana veriyorum,” dedi.
Cansu konuşmaya başladığında Cenk’le göz göze geldik. Ondan iğrendiğimi fark ettim. Hemen gözlerimi uzaklaştırdım ve Cansu’ya döndüm. “Şu an kendimi biraz yorgun hissediyorum, bu yüzden önceliği diğerlerine verseniz olur mu?” dediğinde ona “Ne yapıyorsun?” bakışlarımı gönderdim. Bana eğilip “Bekle,” diye fısıldadığında bir planı olduğunu anladım.
“Tamam, pekâlâ. O zaman, Demir… Senden başlayalım. Uzun zamandır rehberlik servisinden uzaktaydın. Sonunda doğru seçimler yapmaya başladığını düşünüyordum.”
Demir “Evet, doğru seçimler yapıyordum. Hâlâ da yapıyorum,” dedi ve bana baktı. Ona gülümsedim.
“Bize olayın nasıl gerçekleştiğini anlatır mısın?” diye sorduğunda Çağatay’ın bazı kâğıtları okuduğunu gördüm. Arkasında eniştemin her zaman eve getirdiği dosyanın üstündeki logoyu görünce okuduğu kağıtların ifadelerimiz olduğunu anladım. “… O gün konferans salonundan çıkarken Cenk yanıma geldi ve kulağıma artık bu oyunu bitirmek istediğini söyledi. Ona katılıyordum. Artık sıkılmıştım. Güneş’e karşı davranışları okulun başından beri hoşuma gitmiyordu ve ona uzak durmasını söylemiştim. Yine de dinlememişti. Sürekli sorun çıkartmaya devam ediyordu ve ben de artık bu sorunların ortadan kalkmasını istiyordum.”
“Bu yüzden Cenk’i dövdün?”
“Bu yüzden onun tartışma fikrini kabul ettim. Neden suç bendeymiş gibi bana bakıyorsunuz? Asıl bıçağı çıkaran ve Cansu’nun bu duruma gelmesine neden olan adam karşınızda duruyor!” dedi ve Cenk’i gösterdi.
Cenk ayağa kalkıp Demir’e doğru yürüdüğünde Çağatay Abi onu durdurdu ve yerine oturmasını sağladı.
“Lütfen devam et,” deyince Demir, Aynur Hoca’ya geri döndü ve konuşmaya devam etti.
“Kuliste buluşmak istediğini söyleyince kabul ettim. Kavga çıkacağını biliyordum ama bu kadar ciddi olacağını tahmin etmemiştim,” dedi ve Cenk’e döndü. “Söylesene ya o bıçak neydi? Sonunda delireceğini biliyordum ama bu kadar ileri gideceğini bilmiyordum.”
“Sonra ne oldu Demir? Ne konuştunuz?” diye sorduğunda Demir devam etti. “Hiçbir şey! Cenk doğruca üstüme atladı ve bana yumruk atmaya başladı. Ben de haliyle karşılık verdim. Cenk bıçağı çekince Cansu kulise girdi. Kavga durmayınca aramıza girdi ve bıçak Cansu’ya saplandı,” dedi.
“Teşekkürler Demir. Peki Güneş, sen bu olayların neresindeydin?”
Olayları enişteme anlattığım şekliyle aktarmaya başladım. “Cansu’yla beraber kulisin kapısının aralığından olanları görüyorduk ama karışmadık. Cenk bıçak çıkarınca işte o zaman engel olmamız gerektiğini anladık. Ben hemen koşup Ayhan Hoca’yı buldum. O da güvenliği çağırdı ve hep beraber konferans salonuna geri döndük. Biz kulise girdiğimizde Cansu yerde yatıyordu ve karnı kan içindeydi. Demir onu tutuyordu. Cenk ise hâlâ ayaktaydı, güvenlik onu bayıltana kadar,” dedim.
“Tamam Cenk, artık seni dinleyebiliriz.”
Cenk oturuşunu değiştirdi ve konuşmaya başladı.
“Demir’i kulise çağırdığımı kabul ediyorum. Aramızda uzun zamandır sorunlar vardı. Çözülmesi gerekiyordu. Onunla adam gibi konuşmak istiyordum, tam ilk kelimelerimi söylediğimde bana yumruk attı ve-“
Demir, “Yalan söylüyor!” diye bağırdığında Aynur Hoca, “Demir, bırak anlatsın,” dedi.
“… Kavga daha da büyüyünce daha ilk saniyeden Demir’in cebinde gördüğüm bıçağı onun cebinden çektim, ve kendimi korumak için kullanmaya kararlıydım,” dedi Cenk.
“Önceden ezberleyip şu an söylüyor olduğun o kadar belli ki Cenk!” dediğimde Cenk konuşmaya devam etti. “Cansu’nun bıçaklanması…” derken Cansu’ya bakıyordu. “Tamamen Demir’in suçuydu. Bıçağı daha en başta oraya getiren de oydu, tüm bunlara sebep olan da. Aynı ifademde söylediğim gibi, Demir-” dediğinde Demir Cenk’i yakasından tuttu. “Gerçekleri söylesene pezevenk!” diye bağırdı. Köşede duran polis memuru Demir’i Cenk’in üstünden çekti ve sandalyesine oturmasını sağladı.
“Bakın Aynur Hocam, Demir doğruyu söylüyor. Bıçağı Cenk getirdi. Parmak izi Cenk’in olmalı…” dedim.
“… Dediğim gibi, bıçağı Demir’in cebinden alıp ben elimde tuttum. Tabii ki benim parmak izim olacaktır,” dedi. Yalanı zekiceydi. İşte bunu kabul ediyordum. Parmak izlerini böyle açıklamıştı demek. “Cansu, sen ne diyeceksin?” diye Aynur Hoca sorduğunda Cansu bana baktı.