Karanlık Lise 1 – Bölüm 39


Cansu bana baktı. Baştaki davranışlarından, sözü önce bize vermesinden bir planı olduğu açıkça belliydi. Ardından sandalyede öne kaydı, kollarını dizlerine dayadı. Başını ellerinin arasına aldı. Derin bir nefes aldı, tekrar dik oturduğunda gözlerindeki yaşları seçebiliyordum. Ağlıyordu. “İyi misin Cansu?”

Aynur Hoca’nın sorusuna karşılık Cansu bana dönüp “Bir bardak su alabilir miyim lütfen?” dedi. Ayağa kalkıp odanın köşesinde duran dolaba ilerledim. Ters duran üç bardaktan bana en yakın olanını düzelttim ve mavi sürahiden suyu boşalttım.

Geri getirip Cansu’ya verdiğimde gözlerini benden ayırmıyordu. Gülümsedi. “Teşekkür ederim,” dedi ve suyu içti.

“Olay nasıl oldu Cansu? Kendini iyi hissediyorsan konuşabilirsin,” diye Aynur Hoca devam ettiğinde Cansu da konuşmaya başladı.

“Demir’le Cenk ortalıkta olmayınca mutlaka bir şeylerin olduğunu ya da olacağını anladım ve Güneş’ten yardım istedim.”

Çağatay Abi “Neden Güneş’ten yardım istedin? Orada bir sürü kişi vardı, niye özellikle o?” diye sorduğunda bu adamdan nefret ettiğimi kendime bir kez daha hatırlattım.

“Eğer şu dünyada Demir’e söz geçirebilecek bir tek kişi varsa, o da Güneş’tir. Bunu bilmek için çok uğraşmam gerekmiyordu.” Cansu bize baktığında sadece dolu gözlerle gülümsüyordu. “… Kavgalarını duyar duymaz kulise daha da yaklaştık; bıçağı görünce Güneş’i hemen yardım çağırmaya gönderdim,” diye devam ettiğinde Aynur Hoca yeni sorusunu sordu. “Niye yardım çağırmak için kendin gitmedin? Güneş’i gönderdin ve kendin orada kaldın. Karnındaki bebeği de, kendini de büyük bir tehlike içine attın.”

Cansu elini karnına götürdü. Sessizce içinden ağlıyordu. Biliyordum. Cansu belki de hayatında ilk defa rol yapmıyordu. Ağlamaktan, zayıf görünmekten çekinmiyordu. Bebeğini kaybetmişti. Bu… Onun için bile çok ağırdı. Bebeğin babası her kim olursa olsun…

“Dediğim gibi; Güneş Demir’i durdurmak için oradaydı, Cenk’i değil,”

“Yani bıçağı Cenk’in mi getirdiğini söylüyorsun?” Cenk gözlerini Cansu’dan ayırmıyordu. Ona bakıyordu.

“Evet,” diyen Cansu gözyaşlarını serbest bıraktığında Cenk’in Cansu’ya olan bakışını inceledim.

Cansu, Cenk’i ifşa ediyordu ve Cenk’in şu anda ona nefret ve öfkeyle bakıyor olması gerekirdi. Oysa yüzünde bu iki duygudan da eser yoktu. Hüzünlüydü ve Cenk, Cansu’ya acıyordu.

O an Cenk’in aslında kendi bebeğini öldürmüş olduğunu bilmediğini fark ettim. Bunu bilen kişiler Cansu, Demir ve bendik, bir de hastanedeki DNA testi sonuçları sayesinde polisler… Eğer polisler Cenk’e asıl babanın o olduğunu söylemedilerse, bunu kim söyleyecekti?

Cenk hemen atılıp, “Yanlışlıkla oldu. Cansu… Lütfen… Beni affet. Demir’le kavga ediyorduk ve kendimi korumak için bıçağı elimde tutuyordum. Senin araya girmemiş olman gerekiyordu,” dediğinde Aynur Hoca onu susturdu ve Cansu’ya devam etmesini söyledi.

“Güneş gittikten sonra kavga daha da ciddileşti. Aralarından birinin incineceğini anlamıştım. Sevdiğim kişiyi korumak için aralarına girmem gerekiyordu…” Cansu’nun birazdan Demir’in adını söylemek üzere olduğunu anlamıştım ve kendimi hazırladım. Cansu, Cenk’e döndü. “Seni sevdim Cenk. Seni… Sadece seni sevdim. Sense…” diye sözüne başladığında Cenk Cansu’nun sandalyesinin yanında diz çöktü ve Cansu’nun elini tuttu. “Her şey daha iyi olabilirdi.Tüm bunlar… Hiçbiri yaşanmamış olabilirdi Cansu. Demir’in fırsatçısı gibi davranmak yerine gelip bana bunu söyleseydin eğer, bunların hiçbiri olmazdı. En azından şimdi her şey güzel olabilir aşkım. Hem bu pislik herifin bebeği de gittiğine göre artık beraber olabiliriz. Sen ve ben.” Cansu daha çok ağlamaya başladı. Artık hıçkırıyordu. Şu saniyeden sonra numara yaptığını anlamıştım, fark ediliyordu. Odanın geri kalanına baktığımda ise numara yaptığını anlayabilmek için fazla kör olan tek kişinin Cenk olduğunu gördüm. Cansu, Cenk’in elinden kendi elini çekti. Cenk tekrar onun elini tuttu. Bunun karşısında odadaki polis memuru onlara yaklaşmaya başladı, ben de o sırada Cansu’nun ne yapmak üzere olduğunu artık anlamıştım. Polise durmasını işaret ettim. Cansu, Cenk’e itiraf ettirecekti.

İşte bu rolün hakkını vermek gerekirdi.

“… Ne oldu aşkım? Niye hâlâ ağlıyorsun? Artık her şey daha güzel olacak. Ben buradayım. Beraberiz.”

Cenk hâlâ konuşmaya devam ediyordu. Cansu elini yine çekti ve fısıldayarak “O bizimdi,” dedi. Cenk “Ne? Aşkım lütfen ağlamayı bırak, bak söylediklerini anlamıyorum,” diye sayıklıyordu.

Cansu “O bizim bebeğimizdi! Babası sendin Cenk!” diye bağırdığında Cenk ayağa kalktı.

Yüzündeki ifadenin aklıma kazandığına emindim. İşte şimdi patlayacaktı.

Arkasını döndü ve kendi sandalyesine oturdu. Demir’le ben hariç odadaki herkes şoke olmuştu. Cansu bir şekilde bu bilginin okula verilen kayıtlara geçmemesini sağlamıştı. Nasıl yapmıştı bilmiyordum ama işe yarıyordu.

Cenk tekrar ayağa kalktı ve sandalyesine tekme attı.

Sandalye, odanın bir diğer ucuna gittiğinde dönüp Demir’in boğazına yapıştı.

“Keşke o bıçağı sana saplayabilseydim Erkan! Sen! Senin yüzünden hiçbir şeye sahip olamadım ben! Sen gelince tüm çeteyi, saygınlığımı, dostlarımı, sevdiğim kızı kaybettim! Ve bebeğimi! Seni orospu çocuğu-” Cenk, Demir’e yumruk atacakken polis memuruyla Çağatay Abi Cenk’i geri çektiler ve elleri kelepçelendi.

Cenk polisle beraber odadan çıktı.

Cansu gayet normal bir sesle “Uf! Sanırım birilerinin polisle çok işi var,” dediğinde ona döndüm.

Ağlamayı bırakmıştı. Gözleri kıpkırmızıydı ama sesi olması gerekenden çok daha normal çıkıyordu.

Müdürün masasındaki aynayı aldı ve kendine baktı. “Benim de makyajımla galiba…” dedi ve çantasını yerden aldı. “İşimiz bittiyse gidebilir miyiz? Hastaneye uğramam gerekiyor,” diye ekledi.

Aynur Hoca, Çağatay Abi’ye dönüp “Cenk’e nasıl bir ceza uygulamayı düşünüyorsunuz?” diye sordu.

Çağatay “Okulun kapanmasına zaten üç hafta kaldı, iki hafta uzaklaştırma veriyorum, diğer bir hafta da gelmeyecektir. Ailesi olanlardan sonra seneye kaydını başka bir yere aldıracaklarını söyledi,” dedi.

“Tabii bir okul onu kabul ederse…” dedim.

Demir “Ne yani iki hafta uzaklaştırma mı? Siz şaka mı yapıyorsunuz? Birini bıçakladı, bebeğinin düşmesine yol açtı ve suratımı bu hale getirdi. Sadece iki hafta uzaklaştırma saçmalık,” diye çıkıştığında Çağatay abi “Cenk’in suratının halini de gördük. Sakın kendini acındırma,” dedi.

Aynur Hoca “Demir, istiyorsan senin dosyanı ve aldığın cezaları gündeme getirmeyelim, ya da almadığın,” dedi ve göz kırptı.

Çağatay Abi de “Bence de. Çok uzatmayın artık,” dedi, konu Cansu’nun şikayetçi olmayışıyla bir şekilde kapandı.

Koridora çıktığımızda ikinci dersin çoktan başlamış olduğunu ve herkesin sınıfta olduğunu anladım. Cansu çıkış kapısına doğru yürürken “Hey! Bekle!” diye bağırdım. Durdu ve arkasını döndü. Ben Cansu’ya yetiştiğimde Demir de arkamdan geldi. “Okula verilen raporlarda bebeğin babasının Cenk olduğunun saklanmasını nasıl sağladın? Ayrıca onun haberi olmasını nasıl engelledin?” diye sordum.

“İlk ifademi almaya geldikleri gün bir seçim yaptım. Bunun…” derken karnını gösterdi. “… Bunun hesabını ondan soracaktım,” dedi ve ardından konuşmaya devam etti. “Geçmişinden dolayı zaten Demir’e önyargıyla yaklaşılacaktı, Cenk’in güçlü ifadesi de iyice Demir’in suçlu bulunmasını sağlayacaktı. Gerçeği ortaya çıkartabilmek için en güçlü kanıta ihtiyacım vardı.”

“İtiraf,” dedim ve onun cümlesini tamamladım.

“Aynen öyle,” dedi.

Gözlerim bir Cansu’ya bir de okul bahçesine kayıyordu. Aklım hala karmakarışıktı. “Peki şimdi ne yapacaksın?” diye sorduğumda Demir’e baktı.

“Her zaman ulaşılamayana ulaşmayı denedim. Farklı olmayı özel buldum. Ama artık değil,” dedi.

Demir’den vazgeçiyordu.

“… Sorunun cevabına gelince… Hastanemin güzel inceliklerinden faydalanarak tam üç haftalık rapor alıp bu seneden de yırtacağım. Sonuçta lise hâlâ lise. Berbat.” dedi ve suratını ekşitti. Ben gülümseyince “Şimdi gidiyorum. Daha az kanlı bir zamanda görüşmek dileğiyle sarışın,” dedi.

Yavaş adımlarla okul kapısına doğru yürüdü, sonra gözden kayboldu.

“Sonunda bana kaldın güzelim.”

Arkamı dönünce bana gülümsemekte olan Demir’i gördüm.

Yüzündeki morluklara ve çiziklere rağmen hâlâ hayatımda gördüğüm en yakışıklı erkekti ve her zaman öyle kalacaktı.

Boynuna sarıldım, “Sanırım öyle oldu,” dedim gülümseyerek.

“Okulu kırıp bir yere gitmeye ne dersin?” diye sorduğunda zil çaldı.

“Kahretsin! Şimdiki ders biyoloji sınavı var!”

“Yeterince ödev falan yaptık ya biz… Ne gerek var sınava?” dediğinde elini tuttum ve çekmeye başladım.

“Üç hafta sonra okul bitiyor canım. İstediğin kadar gezeriz o zaman,” bana yetişmişti ve yanımda yürüyordu. Elimi bırakmamıştı.

Teneffüs vaktiydi ve herkes sınav için sınıf değiştiriyordu. Bizi görenler ya yanlarında duranlara bir şeyler fısıldıyor ve onların da bize bakmalarını sağlıyordu, ya da birilerine mesaj gönderiyordu. Bir kişinin telefonundan bize doğru flaş patladığını gördüğüme bile yemin edebilrdim. Şu an her şey çok güzeldi. Müzikalde diskalifiye olmamız her ne kadar beni üzmüş olsa da şimdi iyiydim. Sevdiğim adam uzun zamandır psikopat olduğunu bildiğim bir çocukla büyük bir kavga etmişti ve bir kız bıçaklanarak bebeğini kaybetmişti. Defalarca ifademiz alınmıştı. Bunların hepsi birer eksiydi ama sonunda kazanan Demir olmuştu. Suçsuz olduğunu Cenk’in güçlü ailesine ve parasına rağmen kanıtlamıştık. Demir’in de güçlü bir ailesi vardı ve belki de Cenk’ten daha zengindi ama o bunlarla yaşamıyordu. Sanırım onda sevdiğim özelliklerden biri de buydu. Herkesin tanıdığı Demir Erkan olmak yerine geceleri barlardan çıkmayan, siyah giyinmiş çetesiyle takılan, arada bir sol kulağına siyah küpe takan, kolunda hâlâ anlamını bana söylememiş olduğu bir dövme taşıyan Demir olmak istiyordu. O gün sahilde arabasının önünde öpüştüğüm Demir olmak istiyordu. Kendi olmak istiyordu. Ben onun istediği kişi olmasına yardım edecektim. Yanımda mutlu olmasını sağlayacaktım. Onu güldüren kişi, rahatlatan kişi olacaktım.

Bu lisede herkesin kötü bir geçmişi, kötü bir şu anı vardı ama bu; onların birer gelecekleri olmadığı anlamına gelmezdi.

Sadece yanlarında duracak doğru kişilere ihtiyaçları vardı.

Demir için de bu doğru kişi bendim.

Öyle değilsem bile ben olmak istiyordum.

Sınava farklı sınıflarda gireceğimizi listeden görünce birbirine kenetlenmiş ellerimiz ayrıldı. Ona baktığımda biraz gergin olduğunu gördüm.

“Biyoloji sizi böyle germez Demir Bey. Asıl sebebiniz nedir?” diye sordum.

“İnsanların bana bakmalarına alışkınım aslında. Hatta yanımda güzel bir kızla beraberken de bakmalarına alışkınım,” dedi. Gülümsedim. Demir Erkan’ı çok sık iltifat ederken göremezdiniz. Bu yüzden o anını dikkatlice takip etmeniz gerekirdi. Bir daha yakalayamayabilirdiniz. “Ama…” diye devam ettirdiğimde “Ama… Biriyle el ele tutuşurken görüldüğüm söylenemez,” dedi ve elini saçlarının arasından geçirdi. Her yanıyla mükemmeldi.

“Daha önce biriyle el ele tutuşmadın mı?”

“Birinin elini tutma gereği duymadım,” dedi.

“Kendini hazırlasan iyi olur o zaman, bunu değiştirmeye hazırım,” dedim.

Zil çaldı. Koridorda onun gireceği sınıfla benim gireceğim sınıfın arasındaki bir yerde duruyorduk. “Bakalım ne kadar iyi ödev yapmışız,” dedim. İkinci zil de çaldığında bana “Bu neyin sesi biliyor musun?” diye sordu.

“Neyin?”

“Bir daha seninle ve aptal ödevle uğraşmak zorunda kalmayacağımı söylüyor,” dedi.

Onu omzundan ittim.

“Demek öyle?”

İkimiz de gülüyorduk.

“Tamam. Gitsek iyi olur,” dediğinde başımı salladım. “Kırk dakika sonra görüşürüz sarışın,” dedi.

“Görüşürüz,” dedim ve sınava gireceğim sınıfa doğru yürümeye başladım. 

error: Bu içerik koruma altındadır.