Karanlık Lise 1 – Bölüm 42 (Final Part 3/3)


༯ 42. Bölüm ༯

İlk Kitap Final Part 3/3


Sınavlar bittiği için son hafta artık okula gitmiyorduk. Notlarımın geneli iyiydi, teşekkür alıyordum. Bu okulda takdir alan, tüm dönemlerden Esma dahil toplamda altı kişi vardı. Kırk iki kişi de teşekkür almıştı. Geriye kalan herkes düz geçmişti. Bu son hafta hiçkimse gitmediği için okul bomboştu. Hafta sonu yine kafede Arda’yla zaman geçirmiştim. Pazartesi sabahı uyanınca büyük bir mutlulukla telefonu elime alıp Demir’i aramıştım. Telefonu açmasını beklerken aynada kendime bakıp bana verdiği özel tokayı saçıma takıyordum. O günden beri sadece uyurken ve duştayken çıkartmıştım. Ondan gelen hediyeyi takmaya bayılıyordum. Telefonu açmayınca tekrar aradım. Bu sefer tek çalışta açmıştı. “Günaydın! Bugün ne yapalım? Sahile inmek ister misin? Size de gidebiliriz. Aslında bize de gelebilirsin ama benim küçük kuzen rahatsızlık çıkarabilir. The Fault In Our Stars isimli bir kitap okumuştum, filmi çıkacaktı, acaba çıkmış mıdır? Gidelim mi beraber, aslında sadece yemek de yiye-“

“Güneş, şu an işim var,” dedi. Tüm heyecanım bir anda söndü ve yatağımın üstüne oturdum.

“Tamam. Sorun değil. Sonra ararsın,” derken daha cümlemi bitirmeden telefon kapanmıştı. Kendimi yatakta geriye attım. Beş dakika kadar boş boş aramasını bekledim. Ardından işinin uzun süreceğini anlayıp bilgisayarımı açtım ve dizi izlemeye başladım. Dört bölüm izledikten sonra telefonumu kontrol ettim. Demir hâlâ bana dönmemişti. Mesaj atmaya karar verdim. İşinin ne olduğunu normalde bu kadar merak etmezdim ama en azından geri arayacağını sanıyordum. Yaklaşık on beş dakika daha bekledikten sonra cevap gelmeyince tekrar mesaj attım.

Demir, seni merak etmeye başladım. Bir sorun mu var?

Tam altı dakika sonra Demir’den gelen cevapla telefonuma baktım.

Güneş bugün buluşamayız. Yarın tekrar konuşalım.

Demir eğer işinin olduğunu söylüyorsa gerçekten işi var demekti. Bunu zaten sorgulamıyordum, sadece neyle meşgul olduğunu öğrenmek istiyordum.

Anlaşılan yarına kadar öğrenemeyecektim.

Yarın görüşeceksek eğer onsuz olan bir günü çekmeye razıydım. O gün dışarı çıkmak istemedim, evde oturup resmi olarak yaz tatilimi başlattım, tabii bu benim için saatlerce internetten yabancı dizi izlemek ve yıl boyunca belirlediğim kitapları sonunda okuyabilmekti. Akşam eniştem erken gelince genelde mutfaktan odama taşıdığım, ödevimin başında ya da dizi izlerken yediğim akşam yemeğimi ailece beraber yedik. Masada eniştem, halam ve kuzenimle yemeğe başladık. Halam kuzenime uygun bulduğu anaokullarını anlatırken eniştem de her okula farklı bir yorum yapıyordu. Arada beni de sohbete dahil etmek için okulumdan bahsetmek istediler ama eğer bizim okulda dönen olaylar hakkında tek kelime edersem eniştemin evden fırladığı gibi Atagül’ü kapattıracağından adım gibi emindim. Bu yüzden sessiz kalıp “iyi” demekle yetindim.

Aslında Çağatay Abi’yi halletse güzel olabilirdi ama o anda bunu düşünmeyi bırakıp halamın söylediklerine odaklanma kararı aldım.

“Saçındaki toka nereden geldi Güneş? Kaç gündür takıyosun ama sormadım. Özel bir şeye benziyor. Nereden aldın?” diye sorduğunda istemeden suratıma o aptal gülümseme yayılmıştı bile.

“Ben almadım. Demir bana hediye etti.” Eniştem, Demir’in adını duyunca birden öksürmeye başladı. Neredeyse boğuluyordu. Halam ona bardağını uzattı ve su içmesini sağladı. Bir dakika sonra normale dönmüştü. “Demir Erkan konusunun kapandığını sanıyordum?” dedi eniştem halama da bana da soran gözlerle baktı.

“Ben.. Şey… Demir’le çıkıyoruz aslında. Sevgiliyiz,” dedim.

Halamla eniştem birbirlerine baktılar ve ardından kuzenimi odasına yolladılar. Benimle yalnız konuşmak istiyorlardı.

“Yine Demir’den uzak durmamı falan mı söyleyeceksiniz? Bakın, bence onu benim gibi tanımıyorsunuz. Eğer benim onu tanıdığımın yarısı kadar tanısaydınız gerçekten onu sever–” Halam sözümü kesti ve “Güneş, tamam. Sadece söyleyeceklerimizi dinlemeni istiyoruz,” dedi. Bu sefer pes ettim ve çatalımı tabağımın kenarına bırakarak onları dinlemeye başladım.

İlk önce eniştem söze başladı. “Daha önce konuşmuştuk seninle zaten, onun iyi biri olmadığını söylemiştik. Sana bir geçmişi olduğundan bahsetmiştim. Kısaca bulaşmak istemeyeceğin bir tipti.. Ama bakıyorum ki…” Halam araya girdi. “Gördük ki sen bir türlü onun yanından ayrılamadın ve şimdi de ciddi ciddi sevgili olduğunuzu söylüyorsun.”

“Ama hala ben-” derken halam yine benim konuşmama izin vermedi. “Güneş, söylemeye çalıştığım şey, eğer gerçekten onu seviyorsan ve onun da seni sevdiğinden bu kadar eminsen, güveniyorsan… Sahip olduğunuz o şeye güveniyorsan…” Eniştem, halamın sözünü devam ettirdi ve “Kısacası Güneş, bu çocuk seni koruyabilecekse, ne olursa olsun seni kollayacaksa ve en önemlisi sen onun iyi biri olduğundan gerçekten eminsen eğer bize daha fazla laf etmek düşmez,” dedi. İnanamıyordum. Eniştem ve halam Demir hakkında onay vermişlerdi ve ben bu kadar mutlu olacağımı tahmin bile etmemiştim.

“Siz ciddi misiniz?” dedim ve hemen ayağa kalkarak masanın üstünden onlara sarıldım. Hatta daha sonra yetmediğini anlayınca yanlarına gidip arkalarından da sarıldım. Eniştem “Senin eniştenin ben olduğumu, eğer seni üzerse bana hesap vereceğini bilsin,” dedi ve güldü. Odama geri döndüğümde belki Demir aramıştır diye telefonuma baktım ve aramamış olduğunu gördüm. Bu haberi ona vermeliydim. Benden on kat daha fazla şaşıracaktı, bundan emindim.

Aradığımda telefonu kapalıydı ve sesli mesaja düşüyordu. “Demir! Halam ve eniştem bir anda seninle sevgili olduğum fikrini kabul ettiler! İnanabiliyor musun? Beni evime ilk bıraktığın gün neydi ama! Eniştemin seni nasıl süzdüğünü hayatta unutamam. Bir de şimdi bize bak! Sonunda her şey istediğim gibi gidiyor…” Odamda aynanın karşısına tekrar oturdum, tokaya dokundum. “… Tokayı neredeyse hiç çıkartmıyorum Demir. Başta kabul etmek istememiştim çünkü annene aitti ama şu an sanırım en sevdiğim eşyam o oldu ve senden geliyor olmasının da bunda büyük bir payı var. Teşekkür ederim Demir… Ben… Seni seviyorum,” dedikten sonra telefonu kapattım. Onu sevdiğimi Demir’in yüzüne karşı söylemek isterdim ama o anda birden ağzımdan çıkıvermişti. Mutluluğumdan mı, halam ve eniştemin masadaki konuşmasından mı bilmiyordum ama söylemiştim. Mesajı dinleyince acaba ne yapacaktı? Tekrar arardı bence.

Ertesi gün kalktığımda gece Demir’e gönderdiğim sesli mesajın Demir üstündeki tepkisini öğrenmek için telefonuma koştum. Esma, Helin, Burak ve benden oluşan sohbet grubunda yirmi sekiz mesaj vardı, Arda ise bir kere aramıştı. Onun dışında hiç bildirim yoktu.

Bu sefer Demir’e mesaj atmadım, nasılsa bana geri döner diye düşünüp aramadım da. Onun yerine Arda’yla konuştum.

“Günaydın civciv. Yine ölü gibi uyumuşsun. Ben de tek uykucu benim sanırdım.”

“Gece ikiye kadar dizi izledim yine. Bana söylediğin diziyi bitirdim, ayrıca Game Of Thrones’un sezon finali de vardı, bu yüzden—“

“Tamam tamam tamam! Güneş, sonra uzun uzun konuşuruz ama sana söylemem gereken bir şey var. Daha doğrusu babamdan bir mesaj; bu hafta bizim kafenin oraya yeni bir iş merkezi açıldı ve neredeyse tüm çalışanlar öğlen yemeğine kafeye geliyor. Okula gitmediğini biliyorum, bu yüzden gelip bana yardım etmeye ne dersin?”

“Ama dizi izliyordum…”

“Güneş ya hadii!” diyerek güldüğünde, “Tamam tamam. Yirmi dakikaya ordayım,” dedim ve hazırlandıktan sonra evden çıktım.

Müzikal yolunda Demir’le yakınlığım sebebiyle Arda tavır almıştı. Haklıydı, bu yüzden üstüne gitmemiştim. Demir kötü biri gibi görünüyordu ama bence hayatımda tanıdığım en iyi insanlardan biriydi. Duygusuz da değildi. Sadece dışarıya vurmuyordu veya diğer herkes gibi insanlarla paylaşmıyordu. Bu yüzden hep gizemli ve korkutucu kalıyordu.

Ama benim yanımdayken saklanmak zorunda değildi. Bunun farkına artık kendi de varmıştı. Bana hayatımda aldığım en güzel hediyeyi vermiş, hiç yaşamadığım duyguları yaşatmıştı.

Müzikaldeki tek olay Demir’le sevgili olduğumuzu milletin öğrenmesi değildi, başımıza gelmeyen kalmamıştı. Tüm olanlardan sonra Arda’yla yeni yeni eski halimize dönüyorduk. Konuşurken bana hâlâ kırgın olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyordum onu ama biz zamanla hep normale dönerdik. Bu yüzden üzülmüyordum.

“Tokan güzelmiş. Yeni mi?” diye sorduğunda “Hayır Arda, Demir hediye etti. Annesininmiş,” diye cevapladım. Başta yüzü düştü, bana hâlâ kızgın olduğunu düşünüp üzüldüğümde “Şaka yaptım, şu siparişleri alalım, burası biraz sakinleşsin, bana son olayları anlat. Bakalım Demir Bakır Çinko neler yapıyormuş…”

“İğrençsin!” dedim. Arda sadece kahkaha atarak cevap verdi.

Sonunda kafe akşam dört buçuğa doğru sakinleştiğinde Arda’ya tüm olanları anlattım. “Bunu söyleyeceğimi düşünmezdim ama, sanırım uzun zamandır ilk defa kendimi mutlu hissediyorum Arda. Bunu yaşamak istiyorum. Demir’in yanında olmayı seviyorum. Tabii iki gündür sürekli işi olduğunu söyleyip benimle konuşmuyor ama olsun. Hâlâ onu seviyorum,” dedim.

“Eğer senin enişten bile Demir Erkan’a izin verdiyse… Evlenin bence. Demir daha ciddi bir suç işleyip enişten onayını geri alana kadar bu fırsatı değerlendir.”

“Arda saçmalama! O kadar da kötü biri değil.” Arda’yla konuşmak iyi gelmişti. Hissettiklerimi onunla paylaşmak bir alışkanlıktan çok ihtiyaç haline gelmişti ve yıllarca dostluğumuz bu şekilde devam etmişti. Arda sahip olabileceğiniz en iyi dostlardan biriydi. ” Ee, sende ne var ne yok? Anlat bakalım,” dedim.

Çarşamba günü kafeden sonra eve geldiğimde Demir’in hâlâ beni geri aramadığını gördüm. Tam üç gündür beni oyalıyordu. Önceki gün kendimi tutup ve Arda’nın taktiğine uyup aramamıştım, onun aramasını beklemiştim ama işe yaramamıştı. Artık daha fazla bekleyemeyeceğime karar verdim ve telefonu elime aldım. Telefon çalıyordu, yani açıktı. Bu; sesli mesajımı çoktan dinlemiş olduğunu gösteriyordu. Onu sevdiğimi söylemiştim, eniştemle halamın ona karşı olmadıklarını söylemiştim ama cevap bile vermemişti yani.

Telefonu meşgule aldığında sinirlendim ve bilgisayarımı açtım. Helin ve Esma’dan görüntülü konuşma isteği gelince hemen kabul ettim. Bu üç gündür boş boş evde ne yaptıklarını anlatmalarını bekliyordum ama Helin Doğukan’la, Esma da Burak’la gezmişti. Hatta dörtlü randevuya bile çıkmışlardı. Helin “Doğukan’la Burak’ın daha önceden hiç konuşmamış olmamalarına rağmen iyi geçinmeleri güzeldi. Güneş, Demir’le bir gün sen de gel, altılı randevu yapalım. Hatta sizin kafeye bile gelebiliriz…” dedi. “Valla ben gelirim de Demir gelir mi, işte onu hiç bilmiyorum,” dedim. Aramızda bir sorun olup olmadığını sorduklarında Demir’in birkaç gündür meşgul olduğunu ve benimle hiç konuşmadığını söyledim.

Esma “Demir’i biliyoruz. Gerçekten meşgul de olabilir. Ya bir kavgaya falan karışmışsa?” diye sorduğunda Helin, “Kavgaya karışmış olsaydı eminim ki Doğukan da karışmış olurdu. Belki sana sürpriz falan hazırlıyordur, olamaz mı?” diye sordu.

Konuyu daha fazla uzatmamaya karar verdim ve başka şeylerden bahsetmeye başladık.

Helin “Güneş! Sana ne zamandır söyleyecektim de bir türlü fırsatım olmadı. Teyzem yazlığının anahtarlarını üç aylığına bana bıraktı ve bir sonraki sene üniversite sınavına girmeden önce arkadaşlarımla eğlenebildiğim kadar eğlenmemi söyledi,” dedi.

“Teyzeye bak. Keşke bende de olsa,” dedim.

Esma “Ben geliyorum! Burak da gelecek. Hep beraber iki katlı evde kalacağız. Sen de gelmelisin, sen gelmezsen olmaz,” dedi.

“Tamam, halamla konuşurum,” diye cevapladığımda Helin “Yalnız, yazlık Bodrum’da,” dedi.

“Bodrum mu? Harika olur! Umarım halam izin verir. Pek vereceğini sanmıyorum ama şansımı denerim.”

Üniversite sınavından önce böyle bir tatil gerçekten iyi gelebilirdi. Acaba o da gelmek ister miydi?

Perşembe günü kafede artık sinirden patlamak üzereydim. Bu aptal Demir niye sürekli beni görmezden geliyordu? Arıyordum, ya açmıyordu ya da meşgule alıyordu. Mesajlarımın hiçbirine cevap vermiyordu. Arda mutfakta oturduğumu görünce artık dayanamadı.

“Seni böyle oynatmaya hakkı yok. Ben arıyorum,” dedi ve kendi telefonundan Demir’i aradı.

“Arda ne yapıyorsun? Arama-“

“Alo Demir? Evet, Arda. Sen Güneş’le ne halt yediğini sanıyorsun? İşin mişin varmış, geç bunları. Hiçbir iş bir hafta sürmez kardeşim. Kıza geri döneceğini söylemişsin. Demir bak… Tamam… Tamam veriyorum,” dedi ve telefonu bana uzattı.

“Demir?” dediğimde dört gündür duymadığım, özlediğim ses konuşmaya başladı.

“Güneş. Bak beni iyi dinle. Sana sadece bir defa söyleyeceğim…” dedi.

“Uğraştığın iş gerçekten çok önemli bir iş olsa iyi olur Demir çünkü ben-“

“Güneş, Senden ayrılıyorum.”

Ne?

“Ne oldu bana anlatır mısın?” diye sorduğumda derin bir nefes aldı ve sözüne devam etti.

“Benim yanımda güvende değilsin Güneş,” dedi.

Bu senaryo çok tanıdıktı.

“Ne yani, şimdi Doğukan’ın bahanesini mi kullanacaksın? Demir lütfen bak ne olduysa lütfen açık açık söyle,”

“İlla söyletecek misin Güneş?”

“Demir, bana gerçekleri söyle!” dediğimde önce durdu, ardından devam etti. “Tamam, sen istedin. Senin yüzünü görmek, güzel aptal dudaklarını hissetmek istemiyorum!” dedi.

“Demir söylesene artık. Ağzındakini çıkart! Adam ol ve söyle!” dedim. Ağlıyordum ve kızgındım. Ayağa kalktım ve Demir’in o iki kelimeyi söylemesini bekledim.

“Seni sevmiyorum. Senin bana karşı hissettiğin şeylerin bir karşılığı maalesef ki yok. Bir daha beni arayıp rahatsız etme,” dedi ve telefonu kapattı.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Telefonu Arda’ya geri uzattım ve mutfakta kapının arkasında kalan duvara yaslandım, aşağı kaydım. Sırtımı duvara yasladıktan sonra dizlerimi kendime çektim. Ağlamaya başladım. 

⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆

“Arda! Hadi oğlum, masa beş ve altı sipariş verecek! Güneş nerede?” Arda’nın babasının sesini duyunca hemen gözyaşlarımı sildim. Ayağa kalkmak için doğrulduğumda Arda omuzlarımdan tutup yine yere oturmamı sağladı.

“Sen kal. Ben halledip hemen döneceğim,” dedi.

Arda gelene kadar mutfakta tepede duran koca siyah çerçeveli saati izledim.

Demir beni bir daha görmek istemediğini söylemişti. Benden ayrılmıştı. Belki de içten içe bir gün benden sıkılıp beni bırakacağını biliyordum ama o günün bu kadar yakın olduğunu tahmin edememiştim. Her şey o kadar güzel gidiyordu ki…

Arda yanıma, yere oturduğunda aradan tam sekiz dakika on bir saniye geçmişti.

“Demir’in böyle bir saçmalık yapıp durup dururken seni üzeceğini biliyordum. Sana hep söylemeye çalıştım, Güneş, ama beni dinlemedin.” Arda’ya cevap verecek yüzüm yoktu çünkü haklıydı. Gerçekten de neredeyse her gün bana aynı şeyleri hatırlatmıştı.

Demir’e güvenemiyorum Güneş, Ona bir türlü ısınamadım Güneş, Seni üzecek Güneş, o iyi biri değil Güneş…

Sadece Arda da değil, başta Esma, Helin ve Burak da aynı şeyi söylemişlerdi. Ailem de… Tabii eniştem ve halam en sonunda razı olmuşlardı. Demir’i tanıdıkça arkadaşlarımın da onun iyi yanlarını görmelerini istemiştim. Demir’i benim gördüğüm gibi tanımalarını istemiştim. Kızlar ve Burak da sonunda iyi olduğuna inanmışlardı. Bir tek Arda ondan içten içe nefret ediyor gibiydi.

Nefret etmesi gereken tek kişi Arda değilmiş demek ki, öyle değil mi?

“Bana bunu yaptığına inanamıyorum,” dedim.

Sonunda ağlamayı kesip konuşabilecek hale gelmiştim. Sinirlerim bozulmuştu ve bu da göz yaşlarıma vurmuştu. Artık bu kadar zırlamak yeterdi. İşin eğrisi doğrusu neyse bir açıklama bekliyordum.

“Bana genelde her şeyini anlattığını biliyorum ama arada hiç sakladığın bir şey oldu mu?”

Arda’ya bakıp hayır anlamında başımı salladım. “Ne bileyim, kavgalı falan mıydınız? Son zamanlarda tartıştınız mı? Yoksa…”

“Yoksa ne?”

“Güneş, bunu bana söyletme.”

Neyden bahsettiğini adım gibi biliyordum. “Sence de gerçekten benden seks yapmadığımız için ayrılmış olabilir mi?” diye sordum. Sonuçta eskiden neredeyse her gün, her gece ayrı bir kızla beraberken benimle yakınlaştığından beri kimseyle birlikte olmadığını iddia ediyordu.

Demir’i şu ana kadar hiç yalan söylerken görmemiştim ama bugün beni sevmediğini söylerken sanırım içten içe yalan olması için dua ediyordum.

“Demir’i tanıdığım kadarıyla eğer bir kızla çıkmayı göze almışsa, hele hele seninle çıkmayı göze almışsa sonuçlarını önceden bilerek bu işe girişmiş olmalı.”

Ona bakıp gözümü devirdiğimde “Seni aşağılamak için söylemedim, ne demek istediğimi anladın işte,” dedi.

“O zaman neden bana böylesine özel bir hediye verdikten, ailemin mezarına benimle geldikten ve eniştemle halamın haberinden sonra böyle yaptı?”

“Bilmiyorum ve asla öğrenemeyeceğiz. Sanırım telefonda gayet ciddiydi,” dedi. Tanıdığım Demir, benim Demir’im beni bir telefonla bırakacak tipten biri değildi. Mutlaka bir sorun olmalıydı.

Beni sevmediğini söyleyene kadar böyle düşünüyordum ama şu anda neredeyse tüm ümitlerimi tüketmiştim. Demir kalbimi çok ama çok kırmıştı.

“Aslında, bir fikrim var,” dedi ve ardından açıklamaya başladı. “İş çıkışında ben babamın arabasının anahtarlarını alırım, bir bahane uydururum işte. Sen Demir’in evinin adresini biliyorsun değil mi?” diye sordu.

“Evet ama buna değer mi bilmiyorum.”

“Bana bak Güneş,” dedi ve beni kendine döndürdü. “Sen istediğin cevabı hak eden bir kızsın tamam mı? Aptal herifin teki senden ayrıldığını söyleyecek ve sen tek kelime hesap sormadan öylece kabul mü edeceksin? Gece elinde Nutella ve kaşıkla uyuya mı kalacaksın? Hayır. Benim sarı civcivim bunların hiçbirini yapmayacak. Çıkışta o büyük ve iğrenç evine gidip o zengin züppeden bir açıklama isteyeceğiz.”

Gülümsedim ve Arda’ya sarıldım. On saniye önce hissettiğimden daha güçlü hissediyordum kendimi. Yok olan özgüvenim yerine gelmişti ve bunu Arda sağlamıştı. “Şimdi ayağa kalk ve ağlamayı kes Güneş. Işıldaman lazım.”

“Hâlâ bu esprilerinle iğrençsin Arda, biliyorsun değil mi?” dedim ve beni ayağa kaldırmasına izin verdim. Kafam gözlüğüne çarptı. Gülerek ovuşturdum. Arda sanırım lens işine pek alışamamıştı ve eski, kalın, siyah çerçeveli tanıdık gözlüğüne geri dönmüştü.

Akşam olduğunda üstümü değiştirmek için kafenin tuvaletine girdim. Normal kıyafetlerimi giydikten sonra çantamdan tarağımı çıkardım ve saçımı taradım. Tarağı yerine yerleştirirken Esma’nın zorla çantama sıkıştırdığı kırmızı rujun, allığın ve rimelin çantamda durduğunu fark ettim. Üçünü de elime alıp çıkardım. Rimelle kirpiklerimi hacimlendirdim. Allıkla yanaklarımı daha canlı hale getirdim ve rujla dudaklarımı kırmızıya boyadım. Saçlarımı elimle sağ tarafıma attım. Bol olan tişörtümü eteklerinden tutup katladım ve uygun iki yerden çekip düğüm attım. Tişörtümün tam göğsümün altında biterek karnımı açıkta bırakmasını sağlamış oldum. Altımda da dar pantolonum vardı.

Kendime baktım. Ruj ve rimel beni daha da fark edilebilir kılıyordu. Demir’in ilgi çekici bulduğu o kızlara çok az da olsa benzemiştim. Bunu düşünmemek elde değildi. Arda’nın babasının arabasına bindiğimde Arda çoktan içeride beni bekliyordu.

Bana garipçe baktı.

“Beğenmedin mi?” diye sordum.

“Biraz, biraz değişik olmuşsun,” dedi.

“İyi yönde mi kötü yönde mi?” diye sorduğumda “Uygun kelime sanırım seksi,” dedi.

“İyi. Şimdi yola çıkalım,” dedim.

Demir’in evinin yolunu hatırlamamak elde değildi. En başlarda biyoloji ödevi yapmak için oraya giderken arabada neredeyse hiç konuşmadığımız için dışarıyı, yani yolu izlemekten başka bir şey yapmamıştım. Evin önüne park ettiğimizde Arda “Söylediğin kadar varmış,” dedi. Önünde durduğumuz, tanıdık beyaz köşke baktığımda derin bir nefes aldım.

“Arda, sen burada kal. Onunla kendim konuşmalıyım. En azından bunu yapmalıyım, lütfen,” dedim. “Tamam. Ama yardıma ihtiyacın olursa bir bakış atman yeterli. Camdan sizi izliyor olacağım,” diye cevapladı.

Arabadan çıkıp evin girişine doğru ilerledim. Merdivenleri çıktıktan sonra kapının önünde durdum ve zile basmak için elimi kaldırdım. O anda ne hissediyordum bilmiyordum. Demir beni günlerdir erteliyordu, görmezden geliyordu. Demek ki benden ayrılmak istediği içindi. Evet, bu açıklığa kavuşmuştu ama neden beni bırakmak istediği konusunda aynen Arda’nın dediği gibi bir cevaba ihtiyacım vardı. Demir şu ana kadar hayatında sadece bir kişiye açıklama yapıp hesap vermişti. O kişi de bendim. O gece kızlarla pijama partisi yaparken evime gelip bana aslında Cansu’yla yatmadığını ve gerçekleri anlatmıştı. Eğer o zaman bunu yapabildiyse şimdi de yapabilirdi. Hatta… Asıl şimdi yapması gerekirdi. Onunla bu kadar şey paylaşmıştık ve ben o her gün kullanıp atabildiği kızlardan değildim. Zile bastım.

Bir dakika…

Gerçekten ben öyle kızlardan değildim.

Ne yapıyordum böyle? Hemen tişörtüme attığım düğümü çözüp eski haline dönmesini sağladım. Saçlarımı geriye attım. Ruju da silecektim de kapı açıldı. “Güneş?”

Demir’i gördüğüm anda tüm sormak istediğim sorular, kızgınlığım, öfkem… Her şey havaya uçmuştu. Gözlerimi günlerdir göremediğim ve her saniye aklımdan çıkartmadığım o mavi gözlerinden alamıyordum.

“Seni dinliyorum,” dedim.

“Söylenecek bir şey yok. Bitti. Bir daha buraya gelme,” dedi ve kapıyı suratıma kapattı.

Şok içerisindeydim.

“Demir, aç şu kapıyı! Henüz bitmedi! Bana neden bunu yaptığını söylemediğin sürece de asla bitmeyecek, anladın mı?” Bir yandan kapının arkasından beni duyabilmesi için bağırırken diğer yandan da zile basıyor ve kapıyı yumrukluyordum. “Demir lütfen! Kapıyı aç! Konuş benimle!” Ses gelmiyordu. Ağlamayacaktım. Demir’e savunmasız olduğumu gösteremezdim. Hayatta sadece kendisinin güçlü olduğunu düşünüyorsa yanılıyordu. Ben de güçlüydüm. Ona karşı olabileceğim en güçlü kişi olmak zorundaydım, en azından ağlamamak için…

Zili çaldım, çaldım, çaldım.

Kapıya vurmaktan en sonunda ellerim kızardığında arkamı döndüm ve merdivenlerden inmeye başladım. Aklıma onunla ilgili anılarım geldikçe ona daha çok kızıyordum.

“Hâlâ aynı şeye mi üzülüyorsun?”

“Sadece… Sadece… ilk öpüşmemin böyle olmasını hiç istemezdim.”

Demir’in karşısında en çok utandığım, kendimi küçük gördüğüm gündü o gün. Cenk tarafından aşağılanmıştım, üstüne onu arama hakkım olmadığını açıkça belirten Demir’den yardım istemiştim. Beni gelip alması bile büyük bir olaydı. Ama asıl sonra olanlar önemliydi…

“Peki bu nasıl?”

Anlamadığım bir anda karşıma geçmişti ve bana yaklaşmıştı, kolunu belime sarıp beni kendine çekmişti. Öpmeye başladığı anda asıl gerçek ilk öpüşmemin o olduğuna karar vermiştim. Hissettiğim duygular beni yakıyordu. Vücudumun her bir yerinde onu hissetmek istiyordum. Dudaklarının yetmeyeceğini anlamıştım o gün ben. Demir’i istiyordum. Onunla beraber olmak istiyordum. Onunla zaman geçirmek ve onu tanımak istiyordum. Arkamda olup bana güvenmesini, beni korumasını istiyordum. Kötü hissettiği zamanlarda bana gelmesini, anlatmasını ve çare bulmasını istiyordum.

O günü anımsadığımda yanağıma gözümden bir damla damladı. Merdivenin son basamağında durdum.

Bu bitemezdi. Henüz ve böyle bitemezdi.

Böylece çekip gidemezdi.

Arkamı döndüm ve merdivenleri tekrar çıktım. Kapının önünde durdum. Bu sefer çalma gereği duymadım, kapının hemen arkasında olduğunu ve beni dinlediğini pekala biliyordum.

“Demir sen nesin biliyor musun? Tam bir korkaksın! Beni sevmediğini söylerken telefonun arkasına saklanmıştın, şimdi de kapının arkasına saklanıyorsun! Hayatın boyunca saklanmak dışında başka hiçbir şey yapmadın sen. Korkunun ve saygının arkasına saklandın, kendinle beraber duygularını da sakladın ve kimsenin görmemesini sağladın. Kendini siyah kıyafetlerin içine ve karanlığa gömdün. Nedenini bilmek ister misin? Çünkü korkağın tekisin! Bir kızla bile konuşmaya cesaret edemiyorsun! Seninle konuşuyorum!”

O sırada kapı açıldı ve bana doğru, dışarıya bir adım attı.

“Korkak olduğumu söylüyorsun, şimdi çıktım ve seninle konuşuyorum. Ne diyeceksin? Kelimelerin arkasına mı saklanıyorum ha? Güneş! Git artık!”

“Nedenini söyle,” dedim.

Bana böyle umutsuzca, hissizce bakıyor olması paramparça ediyordu.

“Seni sevmiyorum,” dedi.

Gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu.

“Bana bak! Gözlerime bak ve tekrar söyle,” dediğimde mavi gözlerini benimkilere kitledi. Demir asla benim olduğum kadar üzgün bakmıyordu, ağlamıyordu, sesi de titremiyordu. Aynı kararlılıkta ve keskinlikte konuşuyordu. Cevap vermek için ağzını açtı ama söylemek istediği kelimeyi söylemek için biraz duraksadı.

“Güneş. Seni sevmiyorum,” dedi.

O an ifadesi değişti. Demir’e doğru bir adım atıp yüzüne dikkatlice baktığımda gözlerinin dolduğunu ve kıpkırmızı olduğunu gördüm. “Gözlerin öyle demiyor ama,” dedim.

Son cümlemi söyledikten sonra Demir bana baktı, ardından geriye gidip kapıyı çarparak kapattı.

Tuttuğum nefesimi bıraktım ve arabaya ilerledim. Ardaa her şeyi duymuştu. Hiçbir şey sormadan radyodaki şarkıya karıştım. 4Yüz – Ne Senle Ne Sensiz çalıyordu, bir de bu eksik değilmiş gibi.

Gece hiç uyuyamadım. En sonunda kalkıp saate baktığımda gecenin dördü olduğunu gördüm. Yarın karne alacaktık ve mosmor gözlerle okula gideceğimden emindim. Umrumda değildi. Sabah Helin’le okula geldiğimizde Esma’yla buluştuk.

Helin “Burak nerede?” diye sorduğunda Esma “Uyuyakalmış ya, yarım saate yetişir ama otobüse biniyormuş,” diye cevapladı.

“Esma, Demir Güneş’ten ayrılmış. Bana arabada hiçbir detay söylemedi ama acil bir toplantıya ihtiyacımız var,” dedi.

“Hâlâ buradayım biliyorsunuz değil mi?”

Esma “Ne?! Ama neden?” diye sordu. “İşte ben de onu merak ediyorum,” dedim.

Okuldaki herkes bahçedeydi, karneler sınıf öğretmenleri tarafından bahçede verilecekti, içeride hiç öğrenci yoktu. Ya millet tam karne saatinde, yani bir saat sonra, gelecekti, ya da bahçedelerdi. Bu fırsattan yararlanıp Helin ve Esma’yla bizim sınıfa gittik.

Esma “Anlat!” deyince olayları özet geçtim. Helin “Demir elimde kalacak. Masal’dan kurtuldum ondan da sen kurtulabilirsin. Arkandayız,” dedi.

Esma “Sana neden senden ayrıldığını söylemedi ki? Anlayamadım ben. Demir seni seviyor. Hatta yemin bile edebilirim,” dedi.

“Bir de ben anlasam gerçek nedenini zaten, burada olmazdık.” Derin bir iç çektim. Sanıyorum bu macera da buraya kadardı. Yok yere iki günlük bir şey için de zaten bu kadar üzülmeye değmezdi. Kendimi acilen toparlamam gerekiyordu.

“Çocuğun daha bu okula neden geldiğini bile bilmiyoruz, bunu nereden öğrenmeyi bekliyoruz ki?”

Helin’in dediğine hak veriyorduk.

“Onun bu okula neden geldiğini kimse mi bilmiyor?” diye sorduğumda Helin “Doğukan bile bilmiyor,” diye cevapladı.

Esma “Ama mutlaka Çağatay biliyordur,” diye ekledi.

Helin “O da zaten bizim meraklı sorularımızı yanıtlamak için yanıp tutuşuyordu,” diye dalga geçti.

Demir’e değer veriyordum. Pek çok sırrı olduğunu biliyordum ama uzun zaman önce bir karar almıştım. İyi ya da kötü, onu her şeyiyle tanımak istiyordum. Bu okula gelen herkesin bir geçmişi vardı. Bir sürü kötü geçmiş… Bunu Atagül Lisesi’ne geldiğim ilk günde öğrenmiştim ben.

Buranın kötü yanlarının yanında iyi bir yanı da vardı. O seni her gittiğin yerde takip eden, peşini bırakmayan geçmişin üzerinde bir damga bırakmıyordu. Etiketin yalnızca buraya geldikten sonraki davranışlarınla “Fırsatçı” olarak değişebiliyordu.

Burada herkes aynı durumda olunca, geçmişte olanların bir önemi kalmıyordu. İşte bu yüzden sana bir başlangıç fırsatı veriyordu.

Helin “Demir, Dilan ve Gökhan Erkan’ın oğlu. Ülkenin en iyi müzisyenlerinin tek ve değerli oğlu. Doğduğundan beri rahat bir yaşam sürmüştür, hiç zorda kalmamıştır. Böyle bir okula neden gelsin ki? Başından beri neden burada?” diye sorduğunda ayağa kalktım.

“Çağatay Abi’nin ofisinde her öğrencinin dosyası var. Oraya girmeliyim,” dedim. Esma “Sen dosyalarımızın yerini nerden biliyorsun?” diye sordu.

“Cansu, Cenk ve Demir’le sorguya çekildiğimiz zaman Demir, Cenk’in uzaklaştırma almasının hafif bir ceza olduğunu söyledi; Aynur Hoca Demir’e “İstiyorsan senin dosyalarını açıp karşılaştırmayalım” tarzı bir şeyler söyleyerek cevap vermişti. Bunu söylerken elini Çağatay Abi’nin masasının yanındaki çekmeceleri işaret etmişti,” dedim.

“Demek ki orada! Ama ya kilitliyse?” dedi Helin.

Esma “Anahtarın yerini biliyorum,” dedi. Ona döndüğümüzde “Okulun tüm kapılarına ve dolaplarına ait anahtarlar tiyatro kulisinin kapısının arkasındaki anahtarlıkta asılı. Tam kostümlerin arkasında olduğu için gizlediklerini falan sanmışlar ama genelde kostümleri düzenleyen kişi ben olduğum için anahtarlığı hep görüyorum,” diye açıkladı.

Helin “İyi de o çekmecenin anahtarının orada olduğu ne malum?” dedi.

“Emin ol orada. Adam utanmasa evindeki çorap çekmecesinin anahtarını da oraya asacak. Güneş, her anahtarın altında nerenin anahtarı olduğu yazıyor. Kolayca bulursun.”

“Tamam, ben anahtarı alıp Çağatay’ın odasına gireceğim. Ama bunu yapmak için odanın boş olması gerekiyor,” dedim. Sınıf kapısının kapanma sesini duyduğumuzda Cansu’yu gördük. Bizi dinlemişti. Gelip yanımızdaki sıraya yaslandı.

“Bir de bu eksikti,” dedi Helin.

Esma “Bak Cansu, ispiyonlayacaksan eğer seni şu sıraya iple bağlamaktan çekinmem haberin olsun,” dedi.

Cansu ellerini havaya kaldırıp “Yardım için buradayım tatlım, sakin ol. Bir dahakine kapıyı kapatıp planlarınızı yaparsınız,” dedi.

Motivasyonunu sorgulamama dahi gerek yoktu. Bana karşı mahçuptu. “Cansu önerin ne?” diye sordum.

“Çağatay’ın odasına sızmak istediğinizi duydum. Bunun için odanın boş olması gerekiyor ve bunun için en uygun saat de…” dediğinde hoparlörden Çağatay’ın sesi duyuldu. “Evet… bu yılı da atlattık. Öncelikle Ayhan ve Hülya Hocama teşekkür etmek istiyorum. Basketbol takımına da başarılarından dolayı…” Cansu “… Tam şu an,” diye cümlesini bitirdi.

Helin “Evet! Çağatay o meşhur karne günü konuşmasını yapacak. En az on dakikan var şu an. Biz de dikkat çekmemek için bahçeye ineriz,” dedi. Hemen çantamı boynuma taktım ve sınıftan çıktım. Önce Esma’nın dediği gibi gidip anahtarı aldım ve ardından müdürün odasına girdim. Çekmeceye doğru ilerlediğimde bir yandan da Çağatay’ın konuşmasını dinliyordum. “… Voleybol takımımız ise…” Çekmeceyi açmaya çalıştığımda kilitli olduğunu gördüm. Ardından anahtarı sokup çevirdim ve böylece çekmecenin açılmasını sağladım.

A, B, C, D… diye bakarken dosyaların soyadlara göre dizildiğini anladım. Gözlerim hemen E harfini aradı. Erkan…Erkan…Erkan… Buldum! Demir Erkan!

Dosyasını açarken Çağatay Abi “.. Müzikal ekibimiz İstabul üçüncüsü olup Türkiye elemelerine …” diye konuşmasına devam ediyordu. Dosyayı açtığımda önce karşıma disiplin cezaları, yani Aynur Hoca’nın notları çıktı. Okula geç kalma, devamsızlık, sınavlara girmeme, sınıfta kalma…

Sayfaları çevirdikten sonra sonunda buldum! Bu okula kaydolurken doldurulan ilk kayıt formunu gördüm. Aile bilgileri, adres bilgileri…

Okula giriş nedeni: Rehberlik tarafından onaylanarak ailesinin isteği üzerine dosyasına yazılmaması kararına varılmıştır.

Nasıl yani?

“… Müzikal ekibimizin İstanbul üçüncüsü olup ödül kazanmasını sağlayan asıl isim Güneş Sedef! Acaba buraya gelebilir mi? Güneş? Bir konuşma yapabilir misin?…” Adımı duyduğum anda elimdeki dosyayı yere düşürdüm. İçindeki tüm o disiplin kâğıtları dökülünce büyük bir hızla geri toparlamaya çalıştım. “… Esma’nın söylediğine göre karne gününe birazcık geç kalacakmış. Neyse, gelince tebrik ederiz. Yüzme takımımızı bu sene yine elemeleri geçemedi ama…” Çağatay Abi’nin konuşmasının devam etmesi üzerine derin bir nefes alıp verdim. Daha vaktim vardı.

Kağıtların arasında bir gazete haberini yerden aldım. Demir’in dosyasından düşmüş olmalıydı. Geriye kalan tüm kâğıtları toplayıp dosyaya koyduktan sonra gazeteden kesilmiş olan tanıdık haberi okumaya başladım.

Dün İstanbul otoyolunda gerçekleşen kazada Sedef Ailesi’nden üç kişi hayatını kaybetti. Kızları G. Sedef ise yoğun bakımda. Yetkililer kazadan kurtulan tek kişinin G. Sedef olmadığını belirtti. Diğer araçta bulunan kişi/kişilerin de hayatta kaldığı düşünülüyor. Kazanın ardından asıl hatalı olan araç sürücüsü/sürücülerinin arabalarını delil bırakmamak kastıyla yolun kenarında ateşe verip olay yerini terk ettikleri söyleniyor.

Bir yıl önce her gün defalarca okuyup ezberlediğim bu haberin karşıma tekrar çıkması tesadüf olamazdı. Kâğıt parçasının arkasını çevirdiğimde ise daha önce hiç dikkat etmediğim bir şey gördüm.

Gazete kağıdının hemen arkasındaki haberlerdi bunlar.

İsimlerinin yazılmasını istemeyen ünlü sanatçı ailenin tek oğlu D.E, dün gece alkollü bir şekilde araba kullanırken polisler tarafından yakalandı ve karakola getirildi.

Tutunacak bir yer aradım.

Elimdeki kâğıt parçasını cebime koydum ve Çağatay Abi’nin masasına yaslandım.

Aldığım nefes ciğerlerime, kalbimin pompaladığı temiz kan vücudumun geri kalanına ulaşmıyordu. Bir anda karnımda başlayan ağrı, sanki binlerce kez bıçaklanmışım hissi veriyordu. Ailemi öldüren Demir miydi? Beni o mu arabadan çıkartmıştı? Ailemi kaybedince beni her gün tekrar tekrar zaten öldürmüştü. Bana bunu nasıl yapardı?

Her şeyi biliyordu.

Ailemi öldüren kişinin kendisi olduğunu biliyordu ama yine de ona âşık olmama izin vermişti.

Onu nasıl affedecektim? 

⋆⁺₊⋆ ☀︎ ⋆⁺₊⋆

İlk kitabın sonu.

Karanlık Lise 2 ile üç kitaplık macera devam ediyor…

Instagram & TikTok: alyaoztanyel takip etmeyi unutma!

error: Bu içerik koruma altındadır.