asla kaçırılmayacak fırsatlara…
ÖNSÖZ
Hayatımın en saf gözyaşları bu kitabın son otuz sayfasına damladı.
Hatırlıyorum; Karanlık Lise 2’yi kafamda ilk kurguladığım akşam, odamdaki boş duvara bakıp on beş dakika boyunca ağlamıştım. Adım atmak üzere bulunduğun macera öyle güzel ve özel ki yazan ben olmama rağmen tarif etmekte zorlanıyorum. O akşam zihnimde beliren olaylar, diyaloglar ve özellikle kitaba yakıştırdığım son bölüm beni hem yıkacak hem de yıktığı yerden tüm parçalarımı dünyadaki en kuvvetli iple yeniden saracaktı. Öylesine bir maceraydı ki çıkmak üzere olduğum, çok geçmeden rotamı şu an ellerinde tuttuğun sayfaları seninle paylaşmak için sabırsız bir çocuk gibi klavyenin üzerinde oradan oraya bir an önce zıplamaya çevirdim.
Lise üçüncü sınıftaydım.
Derslerde tahtayı en hızlı ben deftere geçirirdim çünkü üç saniyelik bir boşlukta bile en arka sayfada beni bekleyen bu kaçamak evren adımı sayıklardı. Ailece düğüne giderdik, annembilgisayarımı götürmeme izin vermediği için abiye elbisenin bir yerine sakladığım kare defterle kurşun kalemi çıkarır masada saatlerce kitap yazmaya devam ederdim. Hiçbir şey duymuyor,hiçbir şey görmüyor, yalnızca daha yazmadan bile beni böylesine etkileyen bu kitabı bir an önce en derinine kadar yaşamak istiyordum.
Birkaç ay sonra kitap bitti. Karanlık Lise 2, artık asla ama asla unutamayacağımız yerlerden bizi yakalayıp iliklerimize kadar işlenmişti.
2015 – 2016 yıllarında kaleme aldığım seriyi 2022 yılında yeniden elden geçirdim. Bu revizyon kararımın birkaç sebebi vardı fakat en kuvvetlisi günümüz toplumsal cinsiyet eşitliği ve feminizm kavramlarının ben on altı yaşındayken deneyimlediğimizden çok daha güzel yerlere ulaşmış olmasıydı. Umuyorum yeni haliyle de çok seversin, rafına veya başucuna kabul edersinbu satırları.
İlk kitap da eğlenceliydi fakat hayal gücümün gerçek durak bilmez yolculuğu bu kitap ile başladı.
Güneş, Demir, Arda, Esma, Burak, Helin, Doğukan ve Cansu’nun seni götüreceği çok yer var.
Keyifle oku, kalbini serbest bırak.
༯ 1. Bölüm ༯
“Ee beğendiniz mi?”
Helin’in sesiyle kulaklıklarımı çıkarttım ve iPod ile beraber çantama koydum.
Arabadan indim. Burak “Bodrum’un merkezine de çok yakınız. Sahil buradan bile görünüyor. Harika,” dedi ve kolunu Esma’nın omzuna attı. Helin “Hayır, evden bahsediyorum,” derken bir yandan da büyük, üç katlı beyaz yazlığı gösteriyordu.
Esma “Evin büyük olduğunu söylemiştin ama üç katlı olduğunu niye söylemedin? Her katta başka bir komşu falan mı kalıyor?” diye sordu.
“Hayır. Komple bizim. Teyzem geçen sene emekli olunca İstanbul’daki evini, arabasını, her şeyini sattı ve bu evi aldı. Şimdilik biz buraya tatile geldik diye annemlerde, yani İstanbul’da kalıyor.”
Burak “Evi bize bırakması için teyzeni nasıl ikna ettin?” diye sordu. Helin “Açıkçası ben bir şey yapmadım, kendisi önerdi. İşte şimdi son sınıf olacakmışız, dersler ağır gelecekmiş, sınava girecekmişiz falan… Kısacası iyi bir tatil geçirmemizi istedi,” diyerek cevapladı.
Esma beni konuşmaya katmak için çabalayan insan görevini bir kez daha üstlenmişti.
“Güneş, sen beğendin mi?”
“Evet, evet, çok güzel,” dediğimde, dudaklarımın kurumuş olduğunu fark ettim. Saatler süren araba yolculuğumuzda onların sohbetlerine sadece iki kez katılmış olduğumu varsayarsak, sanırım bugün pek konuşmamıştım.
Burak bagajı açıp bavullarımızı indirirken Helin de çantasından evin anahtarını çıkarmıştı. Eve girdiğimiz anda Esma ıslık çaldı. “Vay be, şu teyzenle bir de biz tanışsak.” Giriş kapısının ilerisinde salon başlıyordu. Salonla mutfak birleşikti. Evin duvarlarının hep beyaz olmasına karşın mutfak tezgâhları koyu kahverengiydi. Televizyonun karşısındaki duvarla bütünleşen bir köşe koltuk, diğer tekli koltuklarla takım halindeydi.
Burak “İyi yayılacağız anlaşılan,” dedi.
“Ben yukarı çıkıyorum, odalara bakacağım,” dedikten sonra bavulumu tuttuğum gibi merdivenlere yöneldim.
Burak “Güneş ben çıkarırım, saçmalama, taşımana gerek yok,” dediğinde gülümsedim ve teşekkür ettim. Esma “Biz de yukarı çıkalım, oda dağılımını yapalım,” diye teklif edince diğerleri de arkamızdan geldi.
İkinci katta üç yatak odası ve bir de banyo vardı. Helin “Ve karşınızda orta katımız,” dedi. Esma hemen merdivenlerin karşısındaki odaya koşup iki kişilik yatağın üstüne atladı. “Burası bizim!”
Helin de “Yayılmayı severim, bilirsiniz,” diyerek Esmaların yan odasına geçip diğer iki kişilik yatağın üstüne oturdu. Orta katta tek boş kalan oda, merdivenlerin sağındaki odaydı. Odanın kapısını itip içeriye baktığımda diğer iki odadan daha küçük olduğunu ve içinde tek kişilik yatak olduğunu gördüm. Helin “Güneş, istiyorsan çatı katına bak. Orada iki tane iki kişilik yatak var,” diye önerdi.
“Ve bana bunu şimdi söylüyorsunuz,” gülümsedikten sonra geniş çatı katına çıktım. Her yer parkeydi ve çatı katı, o iki büyük odanın toplamı kadar bir alana sahipti. Esma aşağıdan “Ben de bakacağım!” diye seslendikten sonra Burak’la birlikte yukarı çıktı. “Çok aceleci davrandınız galiba,” dedim. Ardından eğer isterlerse hala yerleri değişebileceğimizi ekledim.
Esma “Hayır! Bizim odada küçük bir televizyon var. Sevgilimle keyif yapacağım,” dedi.
Burak “Hadi seni rahat bırakalım da yerleş Güneş. Bavulunu da çıkardım,” dedi.
İkisi de indikten sonra bavulumu odanın köşesinde açtım. Sol taraftaki yataktan sonra arada iki küçük merdiven vardı ve büyük kıyafet dolabı geliyordu. Ardında da ikinci bir iki kişilik yatak vardı. Ferah, geniş bir alandı. Terlediğimi ancak soldaki yatağın yanındaki vantilatörü gördüğümde fark ettim. Burası gerçekten çok sıcaktı.
Karşılıklı duran iki pencereyi de açtım. Yeterli gelmeyince vantilatörü de çalıştırdım. Bavulumdaki kıyafetleri dolaptaki askılara yerleştirdikten sonra ayakkabılarımı ve terliğimi de dolabın altındaki bölmeye koydum. Yanıma normalde okumak için sadece altı kitap alacaktım -sonuçta üç ay boyunca burada kalacaktık- ama önceki gün bavulumu hazırlarkenki depresif halimden sonra, bu yaz sosyalleşmek yerine daha fazla kitap okumak istediğimde karar kılmıştım.
Sonuç tabii ki yanıma aldığım on kitap ile karşımdaydı.
Kısacası bavulumun ağırlığının sebebi kıyafetlerim değildi.
Kitaplarımı dolabın karşısına, merdivenin yanındaki raflara dizdim. Diğer ıvır zıvırları da yerleştirdikten sonra tam yatağa uzanacaktım ki, Helin alt kattan “Güneş, biz alışverişe gidiyoruz, geliyor musun?” diye seslendi. Aslında sadece yatıp telefonuma önceden yüklediğim Merlin bölümlerini bitirmek istiyordum ama aklıma tüm bir yaz onları tek bırakıp içinde bulunduğum saçma psikolojik duruma uygun şekilde asosyal biri haline geleceğim gelince son bir jübile için “Evet! Bir dakika üstümü değiştirip geliyorum,” diye aşağıya bağırdım. Ayağa kalktım ve üstümdeki kısa kollu tişörtü çıkardım. Terliyordum. Açık mavi renk sutyenimin askılarına uyan bir bluz seçtim ve yatağın üstüne attım. Vantilatörü kapattım. Elime tekrar giyeceğim bluzu aldığımda, camda gözüme bir şey çarptı. Biraz daha yaklaşıp baktığımda karşıdaki evin çatı katı penceresinden birinin beni izlediğini fark ettim.
El salladı. Ona el hareketi çektim ve perdeyi kapattım. Bir de röntgenci eksikti başıma zaten.
Bluzumu giydim ve saçlarımı topladım. Güneş gözlüğümü de aldıktan sonra aşağı indim.
Helin, evi kilitledikten sonra Burak’a “Bırak bu sefer ben kullanayım, saatlerdir sen kullanıyordun, özledim bebeğimi,” dedi. Burak da anahtarları Helin’e verdi. Tam arabanın kapısını açıyordum ki arkamdan birinin “Selam,” dediğini duydum. Refleks olarak sesin geldiği yöne dönünce, bunun az önce el hareketi çektiğim çocuk olduğunu gördüm.
“Ben Emre. Sanırım yeni komşunuz oluyorum.”
Helin “Aa, dakika bir gol bir sosyalliği. Sevdik bunu. Ben Helin. Arkadaşlarım Esma, Burak ve Güneş,” dedi.
“Güneş demek… Mavi rengi severim,” dedi. Pencereden gördüğü sutyene veya gözlerime atıf yapıyor olabilirdi.
Mavi rengi eskisi kadar sevmiyordum artık.
“Evet, onu fark ettim zaten,” diye cevapladım.
Emre “Birileri çok huysuz sanırım,” dediğinde, Esma “Güneş’e bu aralar bulaşmasan iyi olur. Ciddiyim,” diyerek doğru bir tanıtım yapmış oldu. Demir hakkındaki gerçekleri daha cuma günü, yani iki gün önce öğrenmiştim. Öğrendiklerimin etkisi uzun bir süre daha geçmeyecek gibi görünüyordu.
Yola çıktığımızda birkaç saniyeliğine güneş gözlüğümü indirdim ve onu her düşündüğümde maalesef hakim olamadığım gözyaşlarımı sildim.
Helin fark etti. “Ben… Güneş, ben çok üzgünüm,” dedi.
Kısa bir sessizlik.Esma “Hepimiz öyleyiz,” diye ekledi.
Ben de kızlar… Ben de…
Alışverişi bitirip de eve geri döndüğümüzde onlara biraz yürüyüşe çıkmak istediğimi söyledim. Burak “Seninle gelmemizi ister misin?” diye sorduğunda, biraz yalnız kalmanın bana iyi geleceğini söyledim ve sahile doğru yürümeye başladım. Güneş batmak üzereydi ve havayı kara bulutlar kaplamıştı. Hava da esiyordu. Normalde bu saatte insanlar burada hâlâ yüzüyor olurlardı ama yağmurun yağacağını görüp evlerine gitmiş olmalıydılar.
Saçlarımı açtım. Ayakkabılarımı çıkardım ve elime alıp kumda yürümeye başladım. İskeleye geldiğimde gidip en ucuna oturdum. Ayaklarımı aşağıya doğru sallandırdım. Aklımda hep aynı düşünceler vardı; saniye saniye hep aynı kelimeler, aynı sorular ve aynı cevaplar.Bir şeylere yakın olmak ama ne kadar uğraşırsan uğraş, çabalarsan çabala o şeylere dokunamamak, onlara sahip olamamak… Zaten hayat bundan ibaretti.
Mutluluğu yakalamak üzereydim. Onu seviyordum. Hem de her şeyden çok. Beni tamamladığını hissediyordum. Hiç kimse onun birine değer verebileceğini düşünmemişti ama sonunda o, ondan şüphe eden herkesi şaşırtmıştı. Hiçbir zaman sesli söylememişti ama beni sevmişti. Bunu biliyordum, hissedebiliyordum, görebiliyordum. Her dokunuşunda, her nefesinde ve her bakışında… O gözlerin anlattıklarında bizi duyabiliyordum. Artık hiç kimseden veya hiçbir şeyden saklanmak zorunda değildi. Ben onun yanındaydım ve bana sahipti. İçini bana açabilirdi ve rahatlayabilirdi. Ben hariç herkes ona yabancıydı.
Gülümsedim. Hayatta çok kişiyi sevmemiştim ben. Başlarda hep saftım, hiçbir şey bilmiyordum ama zaman bana artık sert olmam gerektiğini öğretmişti. Yıkılmamayı ve ne olursa olsun ben olmayı öğretmişti. Evet, dediğim gibi çok kişiyi sevmemiştim, zaten bir daha kimseyi o kadar çok sevebileceğimi düşünmüyordum. Kimi sevsem kaybediyordum. Annem, babam, kardeşim ve Demir…
Demir; hayatımda tanıdığım en güçlü insandı. Kazadan sonra ben hiç gözümü kapatamamıştım, kimseye o kadar güvenememiştim. Ama Demir’in yanında kendimi ona bırakabiliyordum. Bitti mi yani? Bu muydu? Ne hakla güvenmiştim ki ona? O, Demir Erkan’dı. Mutlaka bir şeyler saklıyordu.
O karanlık olandı. İnsanlar onun gölgesinden bile korkardı. Kendimi o gölgede güvende hissederken ne düşünüyordum? Mutlu olacağımı mı sanmıştım? Ha, evet olmuştum da, ama sonuç neydi? Hayal kırıklığı mı? Nefret mi? Öfke mi? Aşk mı? Hiçbiri değildi. Onun hakkında hissettiklerimin hepsinin yalan olduğunu, ben o gün o gazete haberini okurken anlamıştım. Ona çok sinirliydim. Ailemi öldürmüştü… Bir hiç uğruna üç insanın hayatına kıymıştı. Ama asıl olay bu da değildi. Yağmur yağmaya başladığında bacaklarımı kendime çektim ve sarıldım. Üşümeye başlamıştım ama aldırmadım. Nasılsa onun yokluğunda daha çok üşüyecektim. Yağmur yağmış, rüzgâr esmiş… Ne ki?
Ağlamaya başladığımda kendimi tutmadım. Sonunda, iki gündür içimde tuttuğum o fırtınayı serbest bırakıyordum. Evet, Demir, ailemi öldürmüştü. Ne kadar üzgün ve kızgın olduğumu kelimelerle ifade edemezdim ama şu anda ağlamamın nedeni bu değildi. Benimle mezarlığa geldi. Bana destek oldu. Yanımda durdu. Biliyordu ama hiçbir şey söylemedi. Onların isimlerini gördü, benim soyadımı da biliyordu. Başından beri biliyordu. Beni kullandı. Duygularımla oynadı. Belki gerçekten beni sevmişti ama benden böyle bir şeyi sakladıysa eğer… Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Karne günü gazete haberini okuduktan sonra o kâğıdı dosyaya geri koymamıştım. Şokun etkisiyle kâğıdı katlayıp cebime koyduğum gibi ofisten çıkmıştım. Akşam eve gittiğimde elimde telefonu tutuyordum. Demir zaten benimle konuşmak istemediğini yeterli derecede dile getirmişti.
Sadece son bir mesaj demiştim kendime ve ezberlediğim numarasını mesaj yerine girmiştim.
Gönderilen: Demir Haklısın. Birbirimize göre değiliz.
Şimdi ondan kilometrelerce uzaktaydım. Sonunda kendimi özgür hissetmem gerekiyordu. Böyle hissedebilmek için de yapmam gereken tek bir şey vardı. Şortumun cebinden o katlanmış, cuma gününden sonra defalarca okuduğum gazete haberini çıkardım.
Son bir kez daha okudum; okumayı bitirdiğimde çoktan ıslanmış ve kelimeler birbirlerine karışmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım. Bu kâğıt parçasını ıslatan yağmur damlaları, aslında gözyaşlarımdı. Buna inanıyordum. Dizlerimi öne uzattım ve tekrar bacaklarımı aşağı sallandırdım. Denize doğru eğildim ve kâğıt parçasını serbest bıraktım. Şimşek çaktığında başımı yukarı kaldırdım, yağmur beni ıslatmaya devam etti. Artık olmuş olanları veya olacak olanları düşünmek istemiyordum… Onu düşünmek istemiyordum. Onu düşünmenin bana acı vereceğini biliyordum, çünkü onu seviyordum.
Her gün yeni bölümler gelmeye devam ediyor. Eğer beni takip ediyorsan, kitabı da okuyorsan, bana sosyal medyadan herhangi bir paylaşımıma yorum yaparak “2. kitaba geçtim” gibi bir şey yazar mısın? Bu sayede ikinci kitaba geçtiğinizi takip edip sizinle senkron kalabilirim. Yorumlarınız benim için çok değerli. İlginize çok ama çok teşekkür ederim Gölge Ailesi! Beni çok mutlu ediyor ve bölümleri hızlı yüklemem konusunda bana motivasyon veriyorsunuz <3