Karanlık Lise 2 – Bölüm 10


Demir’i elinden tutup eve doğru çekmeye çalıştığımda sadece bir adım bana doğru geldi. Gülümsedi.

“Şimdi ne var?” diye sorarken gülümsüyordu.

“Bahçede kahvaltı yapacağız, hadi gel,” dediğimde elimi bıraktı ve olduğu yerde durdu. Gülümsemesi silinmişti.

“Neden gelmiyorsun?”

“Güneş, sen git. Ben aç değilim.”

“Demir, saçmalama, hadi gel,” deyip kapıyı açtığımda durdum ve arkama baktım. Demir hâlâ olduğu yerde bekliyordu. “Orada sizinle oturmamın iyi bir fikir olacağını sanmıyorum. Ben böyle ‘arkadaş’ olaylarına pek girmem. Birileriyle zaman geçirmem ben. Sen farklısın. Ben alışkın değilim,” dediğinde, kapıyı kapatıp Demir’in yanına gittim.

“Doğukan da orada, rahat ol, hadi ama kırma beni. Alt tarafı kahvaltı edeceğiz,” dediğimde, Demir “Sen git, Güneş. Ben bir sigara daha içeceğim,” dedi ve cebinden sigara paketini çıkardı. İçinden bir dal alıp dudaklarının arasına koydu. Paketi cebine geri yerleştirirken diğer cebinden de çakmağını çıkardı.

“Hayır,” dedim ve çakmağı tuttuğu elini tuttum. Onu durdurdum. “Hayır Demir. Bir sigara daha içmeyeceksin. Gelip bizimle oturacaksın ve kahvaltı edeceksin. Hiçbir konuşmaya katılmak zorunda değilsin, söylenenlere gülmek veya tepki vermek zorunda değilsin. Yani kısaca her zaman olduğun gibi olman yeterli. Sadece kahvaltı et. Orada istenmediğini düşündüğünü biliyorum ve dürüst olacağım, kızlar ve Burak seni benim veya Doğukan’ın tanıdığı gibi tanımıyorlar. Ama ben tanımalarını istiyorum, tamam mı?” dediğimde, şaşırmış bir şekilde beni dinlemeye devam ediyordu. Onun bu dikkatini bir daha uzun bir süre yakalayamayacağımı düşünerek sözüme devam ettim.

“Sen istenmediğin ortamlarda bulunmaktan korkan biri değilsin Demir. Belki de bir şeylerden, birilerinden çekinebilecek en son kişisin. Şimdi…” derken elindeki çakmağı aldım ve cebine geri yerleştirdim. Ağzındaki sigarayı da aldım. “… Benimle o eve geliyor ve o masaya oturuyorsun.”

Vereceği tepkiyi çok merak ediyordum. Kızmasını ve ‘bana istediğini yaptıramazsın’ bakışlarını bekliyordum ama onların aksine “Bugün dua et ki iyi günümdeyim Güneş,” dedi ve tuttuğum sigarayı elimden aldı. Ona ilk defa ne yapması gerektiğini söylemiştim ve şaşkınlığı sesinden de belli olmuştu.

Sanırım ona alışkın olmadığı şeyleri yapmaya devam ediyordum.

Gülümsedim ve Demir’in önünden eve yürüdüm.

Bahçeye çıktığımızda Esma, Burak, Helin ve Doğukan kahvaltı ediyorlardı. Bizi gördükleri anda sesler kesildi.

Esma “Aaa Güneş…” dediğinde Helin de yandan “Ve Demir,” diye ekledi.

Kızlara ‘ben size ne demiştim’ bakışlarımı gönderdikten sonra, Esma “Neyse, Doğukan en son ne anlatıyordun?” diyerek biz gelmeden önce başlamış olan konuşmayı devam ettirdi. Oturmadan önce Demir arkamdan yaklaştı ve kulağıma “Bunların karşılığını en yakın zamanda alacağımı unutma sarışın kız,” diye fısıldadı ve ardından yanıma oturdu. Bir anlık şaşkınlıktan sonra ben de yerime oturdum. Demir’in son söylediği istemsiz olarak vücudumda yine o garip etkiyi bırakmıştı. Kimsenin kimseyi yumruklamadığı, yani Demir’in bulunduğu bir ortama göre iyi geçen beş dakikanın ardından Esma, Demir’e dönüp “Ee Demir, Bodrum’a hangi rüzgâr attı?” diye sordu.

Bu sorunun cevabını masadaki herkes biliyordu ama sanırım Esma, sonunda Demir’i konuşmaya katmak istiyordu. Bu iyi bir şey miydi? Bence iyiydi ama nedense içimde bu işin sonunun böyle iyi bitmeyeceğine dair bir his vardı.

Helin “Kayhan’ları ölene kadar dövmek için olabilir mi acaba,” derken masanın altından bacağına tekme attım. Bana bakarak “Ahh!”

“İyi misin?”

“Sanırım böcek ısırdı,” dedi. Kaş göz işaretlerim devam ediyordu. Uyarıyı almış olmasını umuyordum.

Esma dikkatleri tekrar Demir’e yönelterek “Evet Demir, ne diyordun?” diye sordu.

Demir “Niye insanlar cevaplarını bildikleri soruları sorarlar ki?” dedi kimseyle göz teması kurmadan.

Esma bana baktı ve derin bir nefes aldı. Ardından tekrar “Doğukan’la uzun zamandır tanışıyorsunuz, öyle değil mi Demir?” diyerek tekrar şansını denemek istedi. Demir “Evet,” dedi ve tekrar kahvaltısına geri döndü. Esma bana baktı ve ellerini havaya kaldırdı. Dudaklarını oynatarak “Daha ne yapabilirim?” diye sorduğunda bir şey diyemedim.

Burak, “Üç yaşından beri piyano çaldığın doğru mu?” diye sorduğunda, Demir başını kaldırıp ona baktı.

“Ben de bu his neden tanıdık geliyor diyordum, kendimi karakolda sorgulanıyormuş gibi hissediyorum,” dedi.

“Demir, sadece seni tanımaya çalışıyorlar,” deyip araya girdiğimde, bana döndü ve sinirli bir şekilde “Çocuk adımı Google’da aratmış! Beni oradan ne kadar daha iyi tanıyabilir ki?” dedi. Şaka yapmıyordu. Burak “Sadece Güneş’i kırmamak için seninle konuşmaya çalışıyoruz Demir, bu kadar kaba olmana gerek yok,” dedi. Sesler yükselmeye başlamıştı.

Herkes birbiriyle yüksek sesli konuşurken, bense Demir’i sakinleştirmeye çalışıyordum. Demir de bana burada oturup insanlarla kahvaltı etmenin ne kadar saçma bir şey olduğunu söylüyordu, ayağa kalktı.

Tam pes edecekken Doğukan araya girdi ve “Hey!” dedi.

“… Herkes çenesini kapatsın! Demir, sen de yerine otur. Herkes bir dakika sussun.”

Herkes susmuştu ve Demir’e bakıyordu. Demir bir bana bir de Doğukan’a baktı. Ardından yavaşça sandalyesine oturdu. Yumruklarını gevşetti. Her şeyi yapabilen bir insan için, bir arkadaş ortamında bulunmak ne kadar zor olabilirdi? Doğukan “Güzel, şimdi… İnsanların konuşmak istemediği şeylerden değil de konuşmak istedikleri şeylerden bahsedelim. Mesela…” derken Burak, Doğukan’ın yapmaya çalıştığı şeyi anladı ve Esma’ya “Mesela dün akşam yaptığın lazanya harikaydı. Yapmayı nereden öğrendin?” diye sordu.

Doğukan da Burak’a katılıp “Aynen, harikaydı,” tarzında şeyler söyledi. Esma biraz garipseyerek anlatmaya başladı ama anlattıkça ortam normale döndü.

“Aslında annemden öğrenmiştim. İlk yapmayı öğrendiğim yemek oldu…”

Esma’nın yemek tarifi bittikten sonra ben Helin’e onun ruh halini anında iyileştirebilecek en iyi soruyu sordum. “Helin, bu aralar Beşiktaş neler yapıyor? Maçlar nasıl gidiyor?” diye sorduğumda, Helin hemen bana baktı ve sanki dün akşamdan bu soruya çalışmış gibi cevap vermeye başladı.

“Sonunda birileri sordu! Şampiyonlar liginde ön elemede Arsenal’le oynadı, onların sahasında bile Arsenal’in özelliği olan topla fazla oynamayı ikinci plana attı. Her ne kadar yenilsek de oynadığımız en iyi oyunlardan biri oldu. Çok beğenmiştim o maçı,”

Doğukan, Helin’e dönerek “Futbol konuşurken o kadar seksi oluyorsun ki,” dedi.

Helin’i dudağından öpmeye başladığında yanımdan ufak bir gülme sesi duydum. Ama saniyelikti. Demir’e dönüp baktığında yine o çok belli olmayan gülümsemesini gördüm. Gözleri hâlâ tabağında ve yediklerindeydi ama konuşulanları dinliyordu ve gülmüştü. Az da olsa gülmüştü ve onun o ufak gülme sesini duyduğum için kendimi çok şanslı hissediyordum. Acaba nasıl kahkaha atıyordu? Hiç görmemiştim ama açıkçası Demir’i kahkaha atarken görmek muhteşem olacaktı.

Tabii önce onu güldürmen gerek Güneş.

Kahvaltıdan sonra her gün yaptığımız gibi denize gitmek için hazırlanmaya başladık. Demir benimle çatıya çıktığında ona “Denize gireceksin, değil mi?” diye sordum.

“Açıkçası tatil için gelmemiştim, mayo getirmedim.”

“Eminim Doğukan veya Burak sana bir şeyler ayarlayabilir…” derken merdivenlerin ordan yükselen mayo ve düz, beyaz bir tişört Demir’in kucağına düştü. Doğukan aşağıdan “Bir şey değil,” diye seslendi.

Mayo griydi, tişört ise beyazdı.

Demir, tişörtün rengini sevmeyince aşağıya “Bunun siyahı yok mu?” diye seslendi.

Doğukan’ın Helin’le kaldığı odadan geldiğini tahmin ettiğim ses, “Giy ve sadece teşekkür et,” dedi.

“Doğukan gibi bir arkadaşa sahip olduğun için şanslısın,” dedim gülerek.

Demir, “Hayır, bence birazdan sen önümde mayo giyeceğin için şanslıyım,” deyip Arda’nın burada kaldığı zamanda uyuduğu yatağa oturdu.

“Ha ha ha. Arkanızı döneceksiniz Demir Bey,” dedikten sonra dolabıma ilerleyip siyah bikinimi aldım.

Demir “Hayır, onu giyme,” dedi.

“Bodrum’dayız, bir tatil yeri… Sahil… Denize gireceğiz..?”

“Ondan demiyorum, siyah bikini ile seni hayal edince, ne bileyim… Fazla seksi.”

Eğer gerçekten giymek isteseydim, Demir’le bikini konusunda kapışmaya devam edebilirdim ama benim için fark etmezdi. Siyah bikinimi bırakıp mavi olanı elime aldığımda gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. Yanaklarımın kızardığından emindim.

Telefonu çalmaya başladığında Demir “Beş dakika sonra çalsa ne olurdu…” diye söylenerek telefonunu açtı.

“Evet, iki mi? Bir saniye bekle…” dedikten sonra merdivenlerden aşağı indi ve beni yalnız bıraktı.

Kimin aradığını bilmiyordum ama giyinmek için bana zaman kazandırmıştı. Mayomu ve üstüne de ince, beyaz elbisemi giydikten sonra aşağı indim. Hepimiz salonda toplandığımızda “Demir nerede?” diye sordum.

Burak “Kıyafetlerini değiştirdi, sonra dışarıya çıktı. Sanırım hâlâ telefonla konuşuyor,” diye cevapladı.

Hep beraber sahile inmek için dışarı çıktığımızda Demir’i gördüm. Dizinin biraz üstünde biten gri mayoyu ve temiz tişörtü giymişti. Onu ilk defa siyah haricinde bir renk giyerken görüyordum.

Bizi görünce telefona birkaç kelime daha söyledi ve ardından kapattı.

“Kim aradı?” diye sorduğumda “Önemli biri olsaydı söylerdim,” diyerek cevapladı.

Şunu da biliyordum ki önemsiz biri olsaydı beni giyinirken bırakıp aşağı inmezdi.

Burak “Şimdi, asıl sorun etmemiz gereken şey Kayhanların da muhtemelen sahilde olduğu,” dediğinde, herkes Demir’in tepkisini görebilmek için ona baktı. Kayhan’ın adını duyduğumda önceki gece beni zorla çekip öptüğünü hatırladım. Canımı yakmıştı. Sarhoştu. Kayhan eğer sarhoş olmasaydı böyle bir şeyi asla yapmazdı, bundan emindim ama olan olmuştu. Önceki gece Demir’in orada olması şans mıydı bilmiyordum ama Kayhan’ı engellemişti.

Doğukan “Bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Zaten herif kendi kaşınmış,” dedi. Az da olsa olanları onlara kahvaltıda anlatmıştık.

Sahilde yer bulduğumuzda şezlonglara yerleştik. Burak “Al işte, başlıyoruz,” dediğinde, başımı kaldırıp büfenin olduğu tarafa baktım. Kayhan aralarında yoktu ama Emre, ekiplerindeki herkesi toplamıştı. Demir hiç rahatını bozmadan oturmaya devam ediyordu. Ona “Demir lütfen, muhtemelen gelip sana laf atacaklar ama bundan başka bir şey yapmazlar. Bunlar öyle çocuklar değil. Sizin bardakilerle alakaları yok,” dediğimde bana bakıp “Sen bunlarla çok zaman geçirmişsin bu yaz,” dedi. Emre gelip “Merhaba Güneş. Dün gece tanımadığını söylediğin adamla yan yana oturuyorsunuz şu an demek,” dediğinde, ona cevap vermek istedim. Demir bana baktı ve bakışından susmamı istediğini anladım. Bir şey demedim. Böyle konuşmalarda daha tecrübeli olduğunu tahmin etmek zor değildi.

Elif ‘in sevgilisi Taner, gözüyle yanağı arasında kalan büyük morluğu gösterirken “İçimden bir ses onu önceden tanıdığını söylüyor ama…” diye ekledi.

Taner’le Emre’nin arasında duran, dün akşam bizimle sahilde olan ama adını hatırlayamadığım uzun boylu çocuk, bileğini sarmıştı. Bileğini gösterdikten sonra “Senin neyin bu kadar özelmiş bir anlayalım,” deyip bana yaklaştı. Demir ayağa kalktı ve onu durdurdu. Demir’in kalkmasıyla Doğukan da ayaklandı. Burak da uzandığı şezlongda oturur pozisyona geçti. Doğukan, Demir’in yanına geldi, gelecek herhangi bir işareti bekliyor gibiydi.

Taner “Ooo demek kavgacı çocuğumuzun arkadaşı çoktandır buradaydı. Dün gece az kişiydik. Şimdi fazlayız. Şansınızı deneyin istiyorsanız,” dedi.

Objektif olarak duruma baktım. Dün gece Demir, onlara karşı tek başınaydı ve sonuçlar ortadaydı. O zaman bu çocuk neyin kafasındaydı?

“Berkay, Taner, Bırakın artık!”

Önümüzde duran topluluğun dikkati arkaya çekilmişti. Aralarından Kayhan çıktığında elinde bir buz torbası vardı. Buz torbasını sol gözünün üstünde tutarken Demir’in karşısına geçtiğinde torbayı indirdi. Gözünü zar zor açabiliyordu. Dudağı da patlamıştı. Demir’in dün gece çevirdiği -ve neredeyse kırma noktasına getirdiği- kolu baştan aşağı sargılıydı. Tanınmayacak halde değildi ama gerçekten kötü görünüyordu.

“Benim adım Kayhan ve dün gece sarhoştum. Eğer aklım başımda olsaydı kız arkadaşına hiçbir şekilde öyle davranmazdım. Güneş’in bir sevgilisi olduğunu bile bilmiyordum. Her sorduğumda geçiştirmekten başka bir şey yapmadı,” deyip bana baktığında gözlerimi ondan ayırdım. Onunla göz teması kuramazdım. Utançtan mıydı, sinirden miydi, kırgınlıktan mıydı, canımı yakmasından dolayı mıydı emin olamıyordum ama bakamazdım.

Ben, Kayhan’ın bakışlarını hâlâ üzerimde hissedebiliyorken Demir, Kayhan’ın başını çenesinden tutup kendine doğru çevirdi.

Kayhan ses çıkartmadı ama boynundaki kızarıklıklardan dolayı Demir’in bu hareketiyle canının yandığından emindim. Demir onu bıraktığında Kayhan konuşmaya devam etti ve “Özür dilerim. Kendimde değildim,” deyip tekrar bana baktı.

“… Özellikle senden Güneş , sonra da…” derken, Demir yine aynı şekilde Kayhan’ı çenesinden kendine doğru çevirdi, “Demir,” dedi.

“… Ve Demir’den,” dedi Kayhan.

İki adım geri gitti ve son bir kez bana baktıktan sonra arkasını döndü. “Burada işimiz bitti,” dedi. Kalabalık dağılmaya başladı. Kayhan’ın aklı başında ve saygılı biri olduğunu biliyordum ama dün gecenin ardından özür dilemeye gelmiş olması, gerçekten onun tahmin ettiğimden daha onurlu olduğunu gösteriyordu.

Esma “Ucuz atlattık,” derken Helin de “Endişelendim. Çok kalabalıklardı,” dedi.

Hepimiz az önceki gerilim dolu konuşmanın şokunu atlatıp yerlerimize geçtiğimizde Demir, Doğukan’ın ona verdiği tişörtü çıkardı ve düzeltmeden çantama tıktı. Vücuduna bakmamak elde değildi. Onu görmediğim bu üç ayda biraz daha kas yapmış olmalıydı. Hani bazı erkekler vardır ve artık iğrenç denecek kadar kas yığınına dönerler ya… Onlarla yakından uzaktan alakası yoktu. Daha çok, kolları ve omuzlarının genişliği ön plandaydı. Karnındaki kaslar six pack gibi fazlasıyla belirgin değildi. Hafif çizgilerle görülüyordu.

“İlgini mi çektim yeni kız?” dedi.

Gözlerimi vücudundan ayırıp gözlerine baktım.

İlk tanıştığımız gün bana bunu sormuştu. Yanımda oturuyordu.

Demir gülümsediğinde ben de ona gülümsedim. Bana söylediği ilk şeyleri hatırlıyor olması içimi ısıttı. Detaylara önem vermeyen biri gibi görünüyor olabilirdi ama bu sabah Doğukan’ın arabasına yaslanırken beni öpmüştü ve tıpkı ilk öpüşmemiz gibi olmuştu. Her şeyi aynı yapmıştı. “Peki bu nasıl?” diye bile sormuştu.

Şimdi de bunu söylüyordu. Bana o gün, yaklaşık bir yıl önce yanında oturduğum, biyoloji ödevi için partnerim olan bu kaba, sert, umursamaz, sürekli siyah giyinen ve aynı onun gibi ruhsuz olan çetesiyle takılan, adından korkulan mavi gözlü çocukla, bugün burada böylesine güzel bir yerde tatil yapacağımı, sevgili olacağımızı ve onun bana değer vereceğini söyleselerdi herhalde sadece gülerdim. İnanmak için elimde tek bir kanıt bile yoktu.

Ya şimdi? Her şey farklıydı. Neler atlatmıştık… Ama eğer sevdiğiniz kişi Demir Erkan’sa ve o da size geri dönmüşse işte o zaman farklı bir şey beklemek imkânsızdı.

Ayağa kalkıp beyaz deniz elbisemi çıkardım. Havlumu çantamdan alıp şezlonga yaydım ve sonunda oturup uzandım. Krem almak için çantama uzandığımda Demir’in beni süzdüğünü gördüm.

“Asıl ben senin ilgini çektim galiba,” dediğimde “Yok, ondan değil,” deyip tekrar önüne dönerek denize bakmaya başladı. “… Sadece seni daha önce hiç bikiniyle görmemiştim,” dedi. “Dua et ki son olmasın,” deyip güldüğümde bana baktı ve “Sen bu bikiniyle böyle görünüyorsan o siyah bikiniyi giyince… Onu böyle çok kalabalık yerde giymeni istemiyorum, hatta bir daha hiç giymesen de olur. Tabii, baş başayken istediğin zaman giyebilirsin. Hiç sorun olmaz,” dedi.

“Uu, Demir Erkan birilerini kıskanıyor. Bugünleri de mi görecektik?” dediğimde, çantamda duran güneş gözlüğümü çıkardı ve kendi taktı.

“Alakası yok,” dedi.

“Evet Demir, eminim alakası yoktur…”

Konuşma bitmişti, ama gülümsememi hâlâ durduramamıştım.


Instagram hesaplarımız: alyaoztanyel ve alyaoztanyelkitaplari 

error: Bu içerik koruma altındadır.