“Hadi denize girelim.”
Helin, Doğukan’ı elinden tutmuş zorla iskeleye götürürken, Esma’lar da ayağa kalkmışlardı.
Demir’in gözünden gözlüklerimi aldım ve “Yeter bu kadar yattığın,” dedim.
“Ne kadar hareketli arkadaşların var,” diyerek bana karşılık verdi. Aklıma Cansu, Masal, Cenk ve diğerleri gelince “Neden? Seninkiler birbirlerini bıçaklıyor,” dedim.
“Okulda veya barda gördüklerinden bahsediyorsan eğer, onların hiçbiri benim arkadaşım değil,” dedi ve ayağa kalktı.
Geri geri iskeleye doğru yürürken bir yandan da onunla konuşuyordum. “Bak Demir, iletişim kuruyoruz. Güzel bir şey. Seni tanımaya başlıyorum. Peki… Tek arkadaşın Doğukan’sa eğer…” derken ayağım iskelenin girişindeki merdivene takıldı. Düşeceğim anda Demir beni kolumdan tuttu ve düşmemi engelledi. “İletişim kuracağım diye düz yolda yürüyemiyorsun.”
Burak, Esma, Helin ve Doğukan çoktan suya atlamışlardı. Esma “Çok soğuk!” derken, Burak gülüyordu.
Arkasına iyice yaklaştım ve bir anda Demir’i denize ittim. Aşağıya, suya baktığımda, Demir sudan çıktı ve saçlarını yüzünden çekti. “Sen şimdi görürsün,” dedi ve iskelenin merdivenlerine yöneldi. Ben kahkaha atıyordum. Demir’i öyle görmek o kadar güzeldi ki!
Demir, iskeleye ıslak bir şekilde çıktığında “Şimdi kim suya gidecek tahmin et bakalım,” dedi ve bana doğru yaklaştı. Kahkaha atmaktan konuşamıyordum. Beni kolumdan tuttuğunda “Çok soğuksun! Demir! Su buz gibiymiş! Bırak beni!” Bir yandan gülerken bir yandan da ondan kaçmaya çalışıyordum. O da gülmeye başladığında sonunda pes ettim ve bana sarılmasına izin verdim.
Üstündeki tüm ıslaklık bana da geçmişti ve su gerçekten buz gibiydi. Beni kucağına aldı ve iskelenin ucuna yürüdü. “Asıl şimdi güleceğim,” dedi ve beraber atladık. Sadece beni denize atmasını beklemiştim ama beraber atlamıştık.
Sudan çıktım, saçımı düzelttim ve Demir’e doğru ilerledim. Sağıma baktığımda Esma ve Burak, onların yanında Helin ve Doğukan, karşımda da Demir vardı. İskelenin hemen altındaydık ve su göğsümün hemen üstündeydi. Demir’in ise karnının biraz yukarısına geliyordu. Ona sarıldım ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Önce bana karşılık vermedi, tekrar sarılmadı ama birkaç saniye sonra o da bana sarıldı. Şu anı hiçbir şeye değişmezdim. Dostlarım ve Demir’le beraber, böylesine güzel bir yerde tatil yapıyorduk ve sorun yoktu. En son ne zaman bu kadar huzurlu olduğumu hatırlamıyordum. Belki de ailemi kaybetmeden önceydi…
Gözlerimi açmak istemiyordum. Bu anı içime çekmek, olabildiğince uzun sürdürmek istiyordum.
“Güneş, arkadaşların bize bakıyor.”
Demir’in sesiyle gözlerimi açtım ve ondan ayrıldım. Sahilde ve denizde tabii ki yalnız değildik.
Başımı kaldırdım ve Demir’in gözlerine baktım. Deniz onun gözlerine yansıyordu. Demir’e bakıp denizin dalgalarını görebiliyordum. “Ne yani, sevgilime sarılamaz mıyım?” diye sorduğumda, Burak arkadan “Bir koala bile tutunduğu dala daha az sarılır,” dedi. Yaptığı espriye sadece kendisi gülmüştü. Esma ona dönüp “Ne yani, Arda gitmeden önce bütün espri hünerlerini sana mı bıraktı?” diye sordu.
Arda.
“Arda’yla konuşmam gerekiyor,” dediğimde, Demir beni kendisinden ayırdı. “Neden? Bana senin hakkında yalan söyleyen o değil miydi?” diye sordu.
“Evet ama…” derken bir anda cümlemi nasıl devam ettirmem gerektiğini bilmediğimi fark ettim.
Arda’nın Demir’i geri göndermesinin sebebi beni korumaktı. Her ne kadar bu açıdan doğru olduğunu düşünsem de, şu an Demir’e baktığımda ne kadar büyük bir hata olduğunu görüyordum.
Bu konuyu sonra düşünülmesi gerekenler rafına kaldırdım. “Daha önce hiç yüzdüğünü görmedim,” dediğimde, Doğukan Demir’e seslendi.
“Şu boş sörfçülere nasıl yüzüldüğünü mü göstersek?” dediğinde, Demir bana “Sanırım şimdi göreceksin,” diyerek cevap verdi. Doğukan’ın yanına gitti. Onlara Burak da katıldı ve geniş, mavi dubaya kadar yarış yaptılar.
Sanırım kazananın kim olduğunu söylememe gerek yok, öyle değil mi?
Başta Demir olmak üzere sırayla Burak ve Doğukan da dubaya çıktıklarında, önceden orada oturan kızların bizimkileri kestiğini gördük. Helin “Sanırım duruma…” diye başladığında cümlesini tamamlayıp “… El atmamız gerekiyor,” dedim ve biz üçümüz de onların yanına yüzdük. Helin dubaya çıktığında hiç çekinmeden Doğukan’ın kucağına oturdu ve ayaklarını denize doğru sallandırdı. Bir yandan da bir koluyla ona tutunuyordu. Esma da Burak’ın yanına gidip oturduğunda, Burak Esma’nın elini tuttu ve onu yanağından öptü.
Demir’in hiç alışkın olmadığı ve yapmak istemeyeceği şeylerle dolu olan iki muhteşem çift görüyordum. Ne güzel.
Akşam olduğunda ikinci deniz faslımızı da bitirmiştik. Duş sırası olacağı için eve on dakika aralıklarla çift çift gidiyorduk. Demir “Biz biraz daha buradayız,” dediği için en son biz gidecektik. Sanırım sahili sevmişti. Akşam olduğu için sahil yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. Hava az da olsa serinlemişti. Demir giydiği mayonun üstüne tekrar, sabah çıkardığı beyaz tişörtü giyerken, ben de ince elbisemi giymiştim. Güneş birazdan batacaktı ve tahminlerime göre saat 19.20 falan olmalıydı. Demir’i biraz yürüyüş yapma konusunda ikna ettim. Kayhan’ların bu saatlerde içlerinden birinin evinde yemek yediklerini biliyordum bu yüzden sıkıntı çıkmayacağından emindim.
“Sandığın kadar kötü olmadı, değil mi?” diye sorduğumda bana “En son tam üç buçuk saat önce sigara içtim Güneş,” diye cevap verdi.
“Sanırım bu, iyi?”
“Sağlığım için iyi, benim için kötü.”
Elini tuttuğumda o gün okulda, koridorda tuttuğum ilk andaki gibi yine tereddüt etti. Sonra o da elimi kavradı. Tıpkı o günkü gibi.
Yavaş yavaş…
“Okul açılana kadar bizimle burada kalacak mısın?” diye sorduğumda “Zaten kaç gün kaldı ki? Beş mi?” diye sordu.
“Sanırım bu bir cevap değildi.”
“Belli değil.”
Yürümeye devam ettik.
“… Ve burası da diğer sitenin iskelesi oluyor. Şimdi geri yürüyelim, acıkmaya başladım,” dediğimde, “Ben de öyle,” dedi ve önüme geçip beni durdurdu. Ardından öpmeye başladı.
Eve döndüğümüzde çatıya çıktık. Ben yeni giyeceğim kıyafetlerimi elime aldıktan sonra duşa girmek için bir kat aşağı indim. Tam banyoya girecekken, Demir “Dua et ki yapmam gereken bir telefon görüşmesi var. Yoksa bugün duşta yalnız olmazdın,” dedi.
Bana söylediklerinin üstümde bıraktığı etkiye mi odaklansaydım yoksa bu telefon konuşmasının yapacağı ikinci “gizemli telefon” olduğuna mı?
Duştan sonra saçımı taradım ve kuruması için açık bıraktım. Aşağı indiğimde Demir hâlâ ön bahçede telefonla konuşuyor olmalıydı ki ortalıkta yoktu. Onu gizlice dinlemek için kapıya yaklaştığımda Esma mutfaktan “Güneş!” diye seslendi. Elinde hem bir tencere, hem iki bardak, hem de bir şişe kola vardı. “Esma bunları,” derken elinden bardakları ve kola şişesini aldım. “… Nasıl taşımayı düşündün ki?” dedim. Bana “Helin ve Burak bahçedeki hortumu tamir ediyorlar ve Doğukan’ı da görmedim. Sanırım dışarı çıktı,” dedi.
Esma’ya yardım edip her şeyi arka bahçedeki masaya taşıdıktan sonra oturduk. Helin “Doğukan nerede?” diye sorduğunda ben “Demir ön bahçede yarım saattir telefonda konuşuyor ve kiminle ne hakkında konuştuğu hakkında en ufak bir fikrim yok, Doğukan da belki onun yanındadır,” dedim.
Esma “Hayır. Burak’la onu arabaya binerken gördük. Belki merkeze falan gitmiştir, bir şeyler alacaktır,” dediğinde hepimiz Helin’e bakıyorduk. “Belki de oradadır, evet. Sigara almak için çıkmış olabilir. Gelir herhalde,” dedi ve yemeğe başladı. Esma onu durdurup “Demir’i beklememiz gerekmez mi?” diye sorduğunda Demir, evin kapısını açtı ve salona girdi. Ardından arka bahçenin sinekliğini de açıp tekrar kapattıktan sonra yanımıza oturdu. Helin “Doğukan markete mi gitti?” diye sordu. Demir sorunun kendine yöneltildiğini anladı ve “Evet,” dedi.
Yemeğe başladık. Demir’e “Sabah konuştuğun kişiyle mi konuşuyordun?” diye sordum.
“Hayır,” yemeğini yemeye devam ettiğinde “Benimle paylaşmak ister misin?” şeklinde onu açmayı denedim. Merak ediyordum ve sanırım sevgilisi olarak bunu bilmeyi istemem hakkımdı.
“Seni ilgilendirseydi sana anlatırdım Güneş,” diyerek bana aynı cevabı verdi. Demir’e tekrar bir soru soracakken Helin “Ben Doğukan’ı arıyorum. Neredeyse yarım saattir yok,” diyerek konuyu değiştirdi.
Burak “Evet bence de arayalım. Orası o kadar da uzak değil,” dedi.
Demir, Burak’a “Neden bu kadar meraklısınız ki? Sigara almaya çıkmıştır ya da bira falan alacaktır. İnsanlara azıcık rahat verin,” dedi. Ona döndüm. “Demir lütfen biraz daha kibar konuşabilir misin?” derken Burak sözümü kesip Demir’e “Dün gece yediğin halt yüzünden, yani Kayhan’ı ve onun arkadaşlarını dövmenden bahsediyorum, belki Doğukan’ın başı belaya girmiş olabilir Demir, hiç düşündün mü?” diyerek endişesinin nedenini belirtti.
Esma da Helin’in yanına, salona gitmek üzere ayağa kalktığında, Demir’e “Onun senin arkadaşın olduğunu biliyorlar ve tek yakalamış olabilirler. Sen millete rahatsızlık veriyor olduğumuzu düşünebilirsin ama tek yaptığımız şey onların arkasında durmak,” dedi. Ardından masadan kalkıp eve, salona geçti.
Demir bana dönüp fısıldadı, “Ben şimdi ne dedim?” diye sorarken “Sanırım katetmemiz gereken uzun bir yol var,” dedim. Helin’lerin yanına geçtim.
Esma bana dönüp “Telefonu meşgulmüş,” dediğinde Helin koltuğa oturdu.
Bir buçuk saat sonra, Esma on dakikada bir Doğukan’ı aramaya devam ediyordu. Hepimiz salonda oturuyorduk. Ben Helin’in yanındaydım ve ona önemli bir şeyin olmadığını, Doğukan’ın birazdan gelebileceğini anlatmaya çalışıyordum.
Esma “Yine meşgul…” dediğinde Burak “Anlamıyorum, telefonu kapalı da değil… Yani birileriyle tam iki saattir telefonda konuşuyor,” dedi.
Helin ayağa kalkıp Demir’in karşısına geçti.
“Bugün sen de birileriyle uzun uzun konuşuyordun. Doğukan da aynı kişiyle mi konuşuyor?” diye sordu, Demir cevap vermedi.
Helin bu sefer kesin bir şekilde “Doğukan nerede Demir?” diye sorduğunda, Demir ayağa kalkıp kendi yerine Helin’i oturttu ve “O iyi. Burada. Yakınlarda. Endişelenecek bir şey yok,” dedi. “Demir, Doğukan’la ne işler çeviriyorsunuz?” diye sordum. Bana baktı. Cevap vermeyişinden ve bakışlarından bilmek istemeyeceğim bir şey olduğunu anlamıştım.
Tam o sırada anahtar sesini duyduk ve ardından da kapıyı. Doğukan koşarak içeri girdi.
“Demir, bir tane daha,” dedi, Demir’in yüzündeki ifade anında değişti ve hemen televizyonun önündeki ufak masadan arabasının anahtarlarını, cüzdanını ve telefonunu aldı. Bana yaklaştı, beni alnımdan öptükten sonra “Üzgünüm. Okulda görüşürüz,” dedi, ardından kapıdan çıktı. Aynı şekilde Doğukan da çıkacakken Helin onu durdurdu ve nereye gittiklerini sordu.
Doğukan “İstanbul’a dönüyoruz,” dedi.
Helin “Ama neden? İki saattir kiminle konuşuyorsun? Nereye gidiyorsun?” demeye çalışırken, Doğukan onu dudağından öperek susturdu ve ardından o da kapıdan çıktı. Kapıyı geri kapatamayacak kadar aceleleri vardı. Arkalarından ön bahçeye çıktığımızda iki siyah arabanın farlarının sokağı aydınlattığını gördüm. Demir’in camı açıldı ve gaza basmadan önce son bir defa bana baktı.
Onu hiç böyle endişeli görmemiştim.
Sizce ne oldu? – Teorilerinizi okumak için sabırsızlanıyorum. TikTok’tan yorum olarak yazabilirsiniz bana <3