Esma “Ne oldu şimdi?” diye sorduğunda, ona dönüp “Bilmiyorum,” dedim. Helin hâlâ arabaların gözden kaybolduğu sokağa bakıyordu. Burak “Cevap da vermezler ki şimdi arasak…” dedi. Helin bize bakıyordu. “Doğukan’ı da geçtim, Demir bile bu kadar endişeli göründüyse nereye gittiklerini bilmeye korkuyorum.”
Bir cevap almak için bana baktıklarında “Dediğim gibi, bana öyle bakmayın, ben de bir şey bilmiyorum. Tek bildiğim Demir’in birkaç kez telefonla konuştuğu,” diyerek açıklamamı yaptım.
Eve geri girip kapıyı kapattığımızda hâlâ şaşkındık. Salondaki koltuklara oturduk. Helin “Okulda görüşürüz dediğine göre pazartesiye kadar geri gelmeyecekler demektir,” dedi.
Burak “Zaten bugün de bitti. Dört gün kaldı. Cumartesi günü İstanbul’a geri döneceğimize göre iki gün sonra onları bulup sorarız. Bu kadar endişelenmenize gerek yok,” diyerek bizi rahatlatmaya çalıştı.
Esma “Aynen, burada Demir ve Doğukan’dan bahsediyoruz. Başları ne kadar belaya girebilir ki?” deyince, Esma’ya hak verdim. Onların başları belaya girmezdi, onlar başkalarını belaya sokarlardı. Ne yani, bunun beni rahatlatması mı gerekiyordu? Arda burada olsaydı “Mafya babasıyla çıkarsan tabii ki en azından bu cümlenin seni rahatlatması gerekir civciv” derdi.
İstemeden de olsa bu cümleyi aklımdan geçirdiğimde gülümsedim. Helin bana dönüp “Sen gülümsediğine göre benim kadar endişelenmiyorsun? Güneş bir şey biliyorsan söyle. Meraktan ölürüm,” dedi.
“Hayır, hayır bilmiyorum. Sadece aklıma Arda geldi,” dedim.
Burak “Evet, çocuk ancak Demir gidince aklına geldi tabii,” diye söylendi. Ona anlam veremediğimi anlatan gözlerle baktığımda, bana “Ne? Onu kırdın Güneş. Geri dönünce bir yolunu bulup nasılsa barışırsınız diye düşünüyorsan eğer, sana kolay gelsin derim,” dedi. Aslında bir bakıma barışacağımızı düşünüyordum, çünkü Arda’yla olan kavgalarımız en fazla bir gün sürerdi ve günün sonunda bir şekilde eski halimize dönerdik. O buradan gitmişti ve aramıza mesafe girdiği için hâlâ eski halimize dönememiştik. Hatta konuşmamıştık bile. Burak doğruyu söylüyordu ama İstanbul’a dönünce Arda’yla bahsettiği kadar zor olmazdı, değil mi?
Gece yatağıma yattığımda elime telefonumu alıp Demir’i aradım. Açıp bir açıklama yapacağını falan mı düşünmüştüm acaba bilmiyordum ama yine de şansımı denemek istedim. Telefonu çaldı ama ikinci çalıştan sonra meşgule aldı. Şu an yolda olduğunu biliyordum ve bir an önce bulunmak istediği yere gidebilmek için arabayı oldukça hızlı kullandığından emindim. Endişelenmemek elde değildi. Helin’i anlayabiliyordum çünkü ben de onun gibi neden apar topar gittiklerini merak ediyordum. Önceki geceye kadar hep, acaba ona güvendiğim için aptallık mı ettim, diye düşünüyordum. Bu düşünce aylarca aklımdan çıkmamıştı. Sonunda bir şeylere inanmaya başlayıp bize inanmıştım fakat her şey tekrar tüm renkliliğini yitirmişti. Birilerine güvenmenin hata olduğunu ben, Demir’in kazayı yapan kişi olduğunu sandığım zamanlarda düşünüyordum fakat geri gelip olanları açığa kavuşturması her şeyi değiştirmişti. Yeniden güvenimi kazanmıştı.
Peki şimdi ne oluyordu? Nereye ve neden gitmişti?
Tekrar güvenime ihanet edip beni üzebilir miydi? Sahilde bana kalbini açan Demir bunu yapmazdı.
Umarım yanılmazdım.
Mesaj bölümünü açıp Demir’in ezberimdeki numarasını rehbere gerek kalmadan tuşladıktan sonra mesajı yazdım ve ardından gönderdim.
Gönderilen: Demir
Nereye ve neden gittiğini bilmiyorum ama lütfen dikkatli git.
Mesajı gönderdikten sonra gözüm eski konuşmalara takıldı. Arda’yla olan konuşmamı açtım.
Onunla en son buradan giderken konuşmuştuk ve bir daha ne ben onu aramıştım, ne de o beni. En son on iki dakika önce çevrimiçi olduğunu gördüğümde, ona yazmaya karar verdim.
Gönderilen: Arda
Nasılsın?
On iki dakikadır çevrimiçi olmamasına rağmen mesaj sesini duyunca hemen telefonuna bakacağını biliyordum çünkü büyük ihtimalle odasında gitar çalıyordu.
Telefonumun tuş kilidini kapatıp yatağıma bıraktım. Birkaç dakika aradan sonra neden hâlâ cevap gelmediğini anlamak için mesajlara baktım ve Arda’nın mesajımı okuduğunu ama cevap vermemiş olduğunu gördüm. Sabah onu aramayı aklıma koydum ve telefonumu şarja taktım. Tam tekrar yatağa yatacaktım ki “Hâlâ uyumadın mı?” diye soran Helin’in sesini duydum. Merdivenleri çıktıktan sonra yanıma geldi ve yatakta yanıma yatıp bana sarıldı. “Sence ne olmuş olabilir?” dediğinde “Bilmiyorum ama önemli olmasa bu şekilde çıkmazlardı,” diye cevapladım. “Doğukan’ı on kere, Demir’i de iki kere aradım. Doğukan her seferinde ya biriyle konuşuyordu ya da direkt meşgule aldı…” dediğinde kollarımdan ayrılıp yatağımda oturur pozisyona geçti. “… Sen nasıl bu kadar sakin durabiliyorsun?” diye sordu.
“Ben de en az senin kadar nereye gittiklerini ve “bir tane daha” nın ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorum. Sakin değilim. Sadece öyle görünüyorum. Sen benden daha uzun süredir onları tanıyorsun, bunu biliyorum ama sanırım artık Demir’in bir açıklama yapmadan gitmesine alıştım,” dedim.
“Sana da en ufak bir şey söylemedi değil mi? Yani, ne bileyim, telefonla konuştuğunu söyledin. Bir kelime bile duymadın mı?”
“Eğer beni ilgilendirseymiş söylermiş… Tek kelime bile alamadım.”
“Off,” deyip nefesini verdikten sonra daha sakin bir sesle “Belki de gerçekten bizi ilgilendirmiyordur,” dedi. “Demir benim sevgilim ve onun başına gelen her şey,onun her problemi, üzüntüsü, neşesi, her söylediği beni de ilgilendirir. Birini böyle bir bağ ile hayatına alıyorsan eğer, ona olabildiğince yakın olmaya çalışırsın. İşe yaramazsa yaramaz. Yoktur o bağ… Ama onun hakkındaki en saçma şeyleri bile öğrenmek istiyorsan öğrenmelisin. Sevgili olarak bu senin hakkındır,” dediğimde Helin “Evet,” diye cevapladı. Bir an önce İstanbul’a dönmek istiyordum ve bunun iki nedeni vardı. İlk olarak Arda’ya o gittikten sonra burada olan her şeyi anlatmak istiyordum. Her ne kadar Demir’den nefret ediyor olsa da gerçekleri o da öğrenmeliydi.
Emindim. Ona gerçekleri; yani ailemi Demir’in öldürmediğini anlattığım zaman beni anlayacaktı ve tekrar eskisi gibi olacaktık. Bana gitar çaldığı zamanları özlemiştim. O, şarkıyı gitarda çalarken sadece benim söylememi tercih ediyordu. Kendisi her seferinde “Ben okulda İstiklal Marşı’nı söylerken bile yanımdan kaçıyorlar,” diyerek benim ısrar etmemi engelliyordu.
Arda’yı hiç şarkı söylerken duymamıştım. Şu anda fark ediyordum. Bu kadar yıldır arkadaştık fakat onun gitar çalmadığı, benim şarkıyı söylemediğim günler sayılıydı. Tüm bunlara rağmen onu bir kez bile söylerken görmemiştim. Sanırım gerçekten sesi kötüydü. Ama o kadar güzel gitar çalan bir insanın sesi, bahsettiği kadar kötü olamazdı.
Helin aşağı indikten sonra yatağımda uzandım.
Yatağın içine girip gözlerimi kapattım ve İstanbul’a dönmek istememin ikinci sebebi olan mavi gözleri düşündüm. Ses tonuyla her konuştuğunda bir duygu fırtınasına kapılmamı, kokusunu her duyduğumda gözlerimi kapatıp sadece o kokuya odaklanmayı istememi, sert de olsa davranışlarıyla ona çekilmemi sağlayan siyahlar içindeki Demir’i düşündüm ve uykuya daldım.
Cumartesi günü bavullarımızı arabaya yerleştirirken Arda’yla ilkokuldan arkadaşımız olan Elif ‘i gördüm. Bana yaklaştı ve “O berbat geceden beri seni arıyordum. Öğle saatlerinden akşam sekize kadar hep şehirdeydim. Sadece sabah erkenden denize girebiliyorum, yurtdışı üniversite başvurularımla uğraşıyordum.” dediğinde ona gülümsedim.
“Biz de hep öğlen ve akşama doğru sahilde oluyorduk. Sahile hep bakındım ama yoktun. Kayhan’lara da soramazdım işte, biliyorsun.”
Elif sırıtarak “O gizemli çocuk senin harbiden sevgilindi! Kavgayı sarhoştur ya da kafası güzeldir diye başlattığını düşünmüştük kızlarla. Kayhan, Emre ve diğerleri o geceden sonra sizin hakkınızda tek kelime etmediler. Evini sormayı denediğimde net bir şekilde Kayhan bana ‘Onlarla uğraşma,’ dedi. Tek dilediğim eski arkadaşımı görmekti…” dediğinde ona sarıldım.
“İstanbul’a dönüyoruz bugün, hatta birazdan yola…” derken Elif sözümü kesti.
“Sabah bu kadar erken kalkmasaydınız dönüş yolu için karşılaşamayacaktık bile! İnanamıyorum Güneş. Bağlantımız bir anda kopmuştu ve burada karşılaşmamız bir işaret. Beni ara olur mu? Konuşalım, senin şu dev gibi olan çocuğu anlatırsın…” deyip göz kırptığında derin bir nefes alıp bıraktım.
“Onu ne sen sor ne de ben söyleyeyim.
Elif ‘i bizimkilerle tanıştırdıktan sonra Elif “… Ben sizi bekletmeyeyim. Zaten yirmi dakika içinde benim bir öğretmenle buluşmam gerekiyor,” dedi. Helin ve Burak da Elif ‘e selam verdikten sonra Elif bana sarıldı. “Arda Bey’e selam söyle, olur mu? O da senin gibi… Unuttunuz gittiniz beni, Bodrum’a taşındık alt tarafı… Yüzde yüz eminim ki hâlâ gitar çalıyordur. Tekrar görüşmezsek o gitarı kafasında kırarım,” derken bana kızgınmış gibi baktı.
İstanbul yolunda geçen her saatle eve daha da yaklaşıyorduk. Yolculuğun sonlarına doğru sıcaklık farkı kendini hissettirmeye başlamıştı. Bodrum sıcağından sonra buralar cennet gibi geliyordu. Tabii birkaç gün sonra okul açılıyordu ve tüm cennet hayalleri suya düşecekti.
Arabayı Helin sürüyordu. Bir önceki molada yerleri değiştirmiştik ve Burak’la Esma arkaya geçmişlerdi. Esma yine uyuyordu ama biraz sonra uyandırmamız gerekecekti, çünkü neredeyse onun evine gelmiştik.
“Esma uzun yollarda hep uyuyor,” dediğimde Burak “Evet, sevmiyor. Sanırım ona sıkıcı geliyor,” diye cevap verdi. Esma’yı uyandırdığımızda onun evinin önünde duruyorduk. Arabadan inmeden önce “Güzel bir tatildi,” dedi. Ben de hemen “Helin, teyzene gerçekten çok teşekkür ettiğimizi söyle,” dedim unutmadan. Burak da “Evet, o teyzeyle ben de tanışmak istiyorum. Beni evlat bile edinebilir. Hiç sorun olmaz,” diye ekledi. Güldük. Esma “Neden biri ne zaman komik bir şey söylese aklıma Arda geliyor?” diye sorduğunda, ona “Merak etme, yalnız değilsin,” dedim. Elimdeki bavul ve sırtımdaki çantamla eve girdiğimde halam ve minik kuzenim Mert, beni kapıda karşıladılar. Eniştem sanırım yine karakoldaydı.
Onlara gülümsedim. Aynen akşam eniştem işten geldiğinde de gülümseyeceğim gibi.
Demir’in ailesinin ailemle olan ilgisini biliyorlardı ve bana yalan söylemişlerdi. Evde, odamda, yatağımda Bodrum’a gitmeden önce ağlamaktan kendimi yitirdiğim iki gece geçirmiştim ve gözümün içine baka baka bana hiçbir açıklamada bulunmamışlardı.
Biliyorlardı, tüm bu zaman boyunca biliyorlardı fakat bana söyleme gereği duymamışlar mıydı?
O gün bana “Eğer Demir’i gerçekten seviyorsan onunla beraber olmana izin veriyoruz,” derlerken akıllarından ne geçiyordu? Tamam, Demir’in dışarıdan bakılınca ve siciline göz gezdirilince -ki belki de yarısı babasının hatasıydı- pek de iyi biri gibi durduğu söylenemezdi. Halamlar başlarda onunla görüşmemem gerektiğini söylerlerken sadece bu aklımdan geçiyordu. Sadece onun iyi biri olduğunu bilmedikleri için ondan uzak durmamı söylediklerini sanıyordum. Demir’i benim tanıdığımdan daha iyi ve gerçekçi şekilde tanıyorlardı fakat beni acıdan kıvranırken kendimle ve sandığım şeylerle bırakmakta sakınca görmemişlerdi.
Ama onlar ne olursa olsun bana kimsesiz olmadığımı kanıtlamışlardı. Yaşayacak bir ev vermişlerdi. Ailemin yokluğunda onları aratmamak için ellerinden geleni yapmışlardı. Bundan emindim işte. Bu yüzden onlara ne kadar istesem de kızgın kalamazdım.
Gülümsedim.
Artık yeniden başlayacaktım. Hepsi geride kalıyordu benim için. Kayhan, Emre, Bodrum, gizlice geçirdiğim iki ay, saatlerce durmadan ağladığım günler, geceler… Cenk, Cansu’nun yaptıkları, okuldan atılmam ve ailem…
Hepsini artık geçmeye hazırdım. Yeni bir ben olacaktım. Yeni bir Güneş. Güneş’in yaptığı da bu değil midir? Her sabah aynı yerden, doğudan doğar ve her akşam batıdan batar. O gün başına gelenler önemli değildir. Her ne kadar kötü bir şey başına gelmiş olsa da o yine aynı zamanda, aynı şekilde, aynı görkemiyle her sabah doğmaya devam eder.
Aldırmaz; yaşadıklarına, yaşayacaklarına.