Karanlık Lise 2 – Bölüm 29


“Zaten bir kere de son dakikada bir şey çıkarmasan, sana yemin ediyorum ki sigarayı bırakacağım.”

Bir yandan Demir’in söylenmesini dinlerken diğer yandan da asansörden çıkıyordum.

“Önemli bir şey olmasa gerçekten dönmezdik, ama üzgünüm. iPod’um olmadan asla yola çıkamam. Hem, sana aşağıda bekleyebileceğini söylemiştim, sen benimle gelmekte ısrar ettin,” diyerek kendimi savundum ve çantamda evin anahtarlarını bulmaya çalıştım.

Demir “Halanlar tam da bizim acelemiz olduğunda evde olmazlar zaten,” dediğinde, kastettiği tüm ateşli şeyleri es geçip “Eniştem karakolda. Halamsa kuzenimi yuvaya vermek konusunda bir yıl beklemeye karar verdiği için aslında evde olmalıydı ama bugün alışverişe çıkmışlar,” diyerek açıklama yaptım. Anahtarımı bulup kapının kilidini açmaya başladım.

Demir “Çok yavaşsın,” diyerek boş yere söylenmeye devam ettiğinde, amacının beni sinir etmek olduğunu biliyordum ama cevap vermekten çekinmedim.

“Arabada bekleseydin,” dedim ve kapıyı açıp eve girdim. Demir de arkamdan geliyordu.

O “Sen şimdi iki saat o iPod’u bulamaz, beni de arabada bekletmeye devam edersin. İşte bu yüzden…” derken bir kırılma sesi geldi. Arkama dönüp Demir’e baktığımda, yere eğilmiş ve üstüne basıp kırmış olduğu küçük oyuncak arabayı eline almıştı.

“Bu bana nereden tanıdık geliyor?” diye sorduğunda, “Ateş’in arabasının aynısının oyuncak hali. Rengi bile aynı,” dedim Demir gri ve ufak olan kırılmış minivanın fotoğrafını çekerken.

“Kuzenine aynısını alırım. Sorun olmaz. Hem zaten fazlasıyla eskimiş. Grisi bile bir garip,” dedi ve üç parçaya ayrılmış, bir daha tamir edilmesi imkânsız oyuncağı kenara koydu.

“Tabii ki alırsın. Ama o babamındı ve gri olduğu için değil, eski ve onun olduğu için önemliydi. Ama sorun değil. Mert, yani kuzenim zaten daha çok küçük. Ortadan kaybolduğunu bile anlamaz,” dedim ve iPod’umu bulmak üzere odama girdim.

Alt tarafı bir oyuncaktı. Demir hâlâ salonun orada duruyorken, odamda gözlerimi kapattım ve derin bir nefes alıp verdim. Ardından gözlerimi açtım. Materyalist olmak istemiyordum. İnsanların anılarını eşyalara bağlayarak yaşayamazdım. Yanlışlıkla kırılması belki iyi bile olmuştu.

İPod’umu bulmam çok zor olmamıştı. Yatağımın hemen üstünde unutmuş olduğumu gördüm ve çantama attım. Salona döndüğümde, Demir “Hayret, on beş saniye sürdü,” dedi. Ona yapmacık bir şekilde gülümsedim ve ardından kapıya yöneldim. Demir, ben evi kilitlerken “Kuzenin onu çok mu seviyordu?” diye sorduğunda gülümsedim. “Ne oldu Demir? Kötü abi olarak anılmaktan mı korktun?” dedim ve anahtarı tekrar çantama koydum. Asansöre bindik.

“Dünyada benden ve ailemden nefret eden yüzlerce kişi olduğuna eminim. Bir kişi daha eklensin istemem,” dedi ve arabanın fotoğrafını çektiğinden beri elinde tuttuğu telefonundan saate baktı.

“En sevdiği oyuncağıydı ama gerçekten Demir, hiçbir şey olmaz. Daha çok küçük, görmeden aklına bile gelmeyebilir,” dedim ve onu rahatlatmaya çalıştım.

Okula geri döndüğümüzde herkes çoktan otobüse binmişti ve otobüs yola çıkmaya hazırdı. Demir arabasını okulun otoparkına park ettikten sonra, birlikte arabadan indik ve otobüse doğru yürümeye başladık. Burası tamamen son sınıflarla doluydu ve sadece bizi bekliyorlardı. Oturacak yer arayacakken, Cansu’nun seslendiğini duydum:

“Güneş! Demir! Size yer ayırdık!”

Cansu’nun sesinin geldiği yere baktığımda, otobüsün en arka kısmını komple Demir’in çetesinin kapladığını gördüm. Cansu, Ateş, Savaş ve Doğukan en arkadaki dörtlü koltukta oturuyorlardı. Tam neden Helin, Doğukan’la oturmuyor diye merak edip Helin’i aramaya başlayacaktım ki, Doğukan’ın, yani en arkanın bir önündeki koltukta Helin’in Esma ile oturduğunu gördüm.

Arkaya doğru ilerlemeye başladığımda, Demir de arkamdan beni takip ediyordu. Bugün müzik sınıfından çıkarken “Yanıma oturmak istediğinde görüşürüz,” demişti fakat bunu şakasına söylemişti. Bu yüzden sorun olmadı. Cansu ve Ateş’in önüne, Esma ile Helin’in hizasında sol tarafta kalan ikili koltuğu oturduğumuzda, ben cam kenarına geçtim.

Otoyola çıktık. Ayhan Hoca mikrofondan konuşmaya başladı:

“On beş dakika gecikmeli olarak yola çıktık ama sorun değil. Evet, her şeyden önce Esma arkadaşınıza teşekkür etmelisiniz. Her şeyi o organize etti,” dediğinde, ben alkışlamaya başladım. Doğukan da arkadan tezahürat yapmaya başladığında herkes bize eşlik etti. Esma gülümseyip bir kraliçe gibi selam verdi ve tekrar yerine oturdu.

” Dört gece Uludağ’da kalacağız ve beşinci günde de geri döneceğiz. Orada kulübe tarzı…” Ayhan Hoca konuşmasına devam ederken, Demir telefonunda birilerine mail atıyordu. Ben de Helin ve Esma ile sohbet etmeye başlamıştım. Demir en sonunda sıkılıp “Sen bu tarafa geç,” dedi ve kızlara daha yakın oturmamı sağladı. Aralık ayında olduğumuz için hava hemen kararıyordu. Esma bir süre sonra uyuklamaya başlamıştı bile. Helin “Bu kıza arabaya binince ne oluyor anlamıyorum?” dedi ve gülümsedi. “Müzikale giderken uyanık olduğu zamanları hatırlamıyorum bile,” diyerek cevapladım Helin’i.

Otobüs durduğunda mola verdiğimizi anladık. Demir, Doğukan’la Ateş’e baktı ve hep beraber aşağı indiler. Biz de Helin’le beraber onları takip ettik. Savaş da benim gibi sigara içmiyordu. Ayhan Hoca yanımıza gelip “Bir daha mola vermeyeceğiz, haberiniz olsun,” dedi ve bu haberi vermek için diğer öğrencilere doğru yürümeye başladı. Helin’e baktım. “Acaba Esma tuvalete gitmek ister miydi?” diye sordum. Helin sigarasını Doğukan’a tutturdu ve sonra “Hadi uyandıralım,” dedi.

Esma’yı uyandırdık ve hep beraber tuvalete gittik. Aynada toplu olan saçımı açarken, Esma çantasını tutması için Helin’e verdi.

Helin “Ne olur kalacağımız yer güzel olsun ya,” derken, Esma bir yandan Helin’e sesleniyordu:

“Otel gibi değil. Kamp da değil. İkisinin arası bir şey aslında. Bir sürü minik kulübe yan yana olacak ve…” derken Esma’nın telefonu çalmaya başladı.

Helin “Ben bakarım,” dedi ve Esma’nın çantasını açtı.

Telefon çalmaya devam ederken, Helin boş boş çantanın içine bakıyordu. “Helin açsana,” deyip onun yanına gittiğimde bana çantayı uzattı. Elime alıp içine baktım. Çanta, bir sürü ilaç kutusuyla doluydu.

Aralarından bir kutuyu çantadan çıkardım ve üstündekileri okumaya başladım. Kazadan sonra bana verilen ilacın aynısıydı elime gelmiş olan ilaç. Ailemden sonra aldığım psikiyatrik tedavide kullanmamı önermişlerdi. Tam o sırada Esma tuvaletten çıktı ve çantasındakileri gördüğümüzü anladı.

Çantasını elimden kaptığı gibi telefonunu aldı ve açtı.

“Efendim anne? Özür dilerim, uyuyordum otobüste. Evet, evet iyiyim. Aldım. Biliyorum…” diye konuşurken, biz Helin’e birbirimize bakıyorduk. Ne karıştırıyordu bu kız?

“Anne ben seni daha sonra arasam olur mu? Tamam. Görüşürüz,” dedi ve telefonunu kapatıp çantasının içine attı. Elimde tuttuğum ilaç kutusunu da alıp çantasına geri koydu ve fermuarı kapattı.

Esma bir bana bir de Helin’e bakıyordu.

Helin “Bir şeyler söyleyecek misin yoksa illa sormamız mı gerekiyor?” dedi ve lafı ağzımdan aldı.

Esma bir iki adım yürüdü ve sırtını duvara yasladı. Ardından konuşmaya başladı.

“Size gezinin sonunda söyleyecektim aslında. Ben psikiyatriste gidiyorum ve onun verdiği ilaçları düzenli olarak almam gerekiyor,” dedi.

“Nasıl yani? Ne zamandır gidiyorsun?” diye sorduğumda, Esma gözlerini tavana dikti ve biraz düşündükten sonra “Yaklaşık sekiz aydır,” dedi.

Helin “Sekiz ay mı? Sekiz! Ay!” dedi ve Esma’ya kızdı.

Esma “Helin, ne yapabilirdim? Psikolojik sorunlarımın olduğunu insanlarla paylaşmak istememem gayet normal bence, üstüme gelme lütfen,” dedi ve çantasını sırtına taktı.

Esma’ya yaklaştım:

“Ama nasıl bir sorunun var ki? Okulun ilk üçünde yer alıyorsun ve takdir alacağın her zamanki gibi kesin. Hepimizden daha çok şey organize ettin ve istediğin bir üniversiteye girebilme şansın bizden kat ve kat daha yüksek…” derken, Esma sözümü kesti ve “İşte öyle olmuyor,” dedi.

Öyle olmadığını tabii ki biliyordum. Ne hayatların arkasında ne problemler olabilirdi. Cümlelerim yanlış anlaşılmıştı. Tek isteğim ona destek olmaktı.

Helin “Neyin var Esma? Lütfen bizimle paylaş ki beraber atlatalım,” dedi. O sırada tuvaletlerden birinden Cansu çıktı. Tek başınaydı. Üçümüz de sessizce ona bakıyorduk.

Cansu ellerini yıkadıktan sonra bize doğru geldi ve “Özür dilerim. Özel bir konuşmaydı ve benim duymamı istemezdiniz ama merak etme Esma…” dedi. Başını kaldırıp Esma’ya baktı. “… Kimseye söylemeyeceğim.’ Hafifçe özür dilediğini anlatan bir şekilde gülümsedi ve oradan çıktı.

Helin kapıyı işaret ederek Cansu’yu kastetti ve “Buna daha sonra geri döneriz. Şimdi anlat hadi,” dedi.

Esma “Otobüse doğru yürüyelim mi? Yürürken anlatayım. Geçen sene Demir’le kaçırdığınız gibi otobüsü kaçırmak istemiyorum,” dedi bana bakarak.

“Hey! Sonu güzel bitmişti ama!” dedim gülümseyerek.

Helin “Yaa tabii. Bayağı öpüşmeli bitti. Naklen izledik,” dedi ve ardından otobüse doğru yürümeye başladık.

Esma “Aslında yazın tedavime daha çok odaklanmam gerekiyordu fakat sizinle Bodrum’a gelince bir sürü seans kaçırdım. İlaçları da sürekli unuttum,” dedi.

Helin “Yani Bodrum’da bayıldığın zaman…?” dediğinde, Esma “Ara ara oluyordu evet. Psikolojik olarak, düşündüklerime vücudum böyle tepki veriyordu,” diye karşılık verdi.

“Kaynağı sadece psikolojik nedenler miymiş? Neden hiçbir şey söylemedin bize? Bu gerçekten göz ardı edilmemesi gereken bir şey,” dedim.

Esma “Ne yapabilirdim Güneş? En yakın arkadaşımın sevgilisi aslında ailesinin katili çıkmıştı. Öte yandan da diğer en yakın arkadaşım, Doğukan ile sonunda açık bir şekilde çıkmaya başlamıştı ve morali oldukça yüksekti. Kimseyi kendi sorunlarım için üzmeye hakkım yoktu benim,” dedi otobüs görüş alanımıza girdiğinde.

Esma’yı durdurdum ve karşısına geçip omuzlarından tuttum.

“Bir daha asla, ama asla böyle bir şey söylemeyeceksin,” dedim. Helin “O ne demek ya? Esma sen delirdin mi? Biz hangi günler için duruyoruz o zaman? Madem üstünde stres vardı, birtakım problemlerin vardı. Neden bizimle hiç konuşmadın? Konuşabileceğini biliyordun,” dedi.

Esma kendi açıklamasını yaparken gözleri dolmaya başlamıştı.

“Her zaman her şeyde görev almak, birinci olmak, başarılı olmak için çabalıyorum ben ama o kadar yükleniyorlar ki bana. Ailem, öğretmenler, dershanedekiler… Bir kere başarılı olduğumu gördüler mi hep istiyorlar ve bilmiyorlar ki ben de bir insanım! Aynen senin şarkındaki gibi Güneş. Ne demeye çalıştığımı anlıyorsundur. Robot değilim. Sürekli sınavlardan yüz alamam. Mükemmel olamam. Burak’ın hak ettiği gibi bir sevgili ise asla,” derken Helin onu susturdu.

“Burak kim ki sen onun hak ettiği gibi biri olmaya çalışıyorsun?”

Helin’e katılarak Esma’ya “Kesinlikle. Asıl insanların sana layık olmaya çalışmaları gerekiyor. Sakın böyle düşüncelerle kendini yiyip bitirme Esma. Biz hep buradayız ve bundan sonra biz sana her konuda yardımcı olacağız. İstesen de istemesen de. Her konuda…” dediğimde, Esma dudaklarını birbirine bastırmış, gülümsüyordu. Gözleri hâlâ doluydu.

“Anladın mı?” diye sorduğumda, Esma evet anlamında başını salladı ve bana sarıldı.

Kulağıma “Teşekkür ederim Güneş,” diye fısıldarken, Helin yandan “Group hug!” diye bağırdı ve o da bize sarıldı.

Esma “Sizi çok seviyorum. Bunu biliyorsunuz, değil mi?” derken, elleriyle gözlerini siliyordu.

Otobüsün kornası ötmeye başladığında hızlı hızlı yürümeye başladık.

Tam otobüse bindiğimizde arkamı dönüp Esma’ya “Burak biliyor mu?” diye sordum.

“Hayır. Lütfen kimseye hiçbir şey söylemeyin. Yalvarırım size,” dedi.

Helin, Esma’ya “Bizi merak etme de, Cansu işini yakın zamanda halletmemiz lazım,” dedi ve ardından hepimiz yerlerimize geçtik.

“Oo prensesimiz gelmiş.”

Demir’in dalga geçtiğini anlamam için ona bakmama bile gerek yoktu.

“Bir kere de ben geç geleyim dedim,” diyerek kendimi savunduğumda, beni zorla cam kenarına oturttu.

“Korumayla konuştum, bizimle orada buluşacak,” dedi ve sağ kolunu omzuma attı, beni kendine çekti. Sırtımı onun bedenine, başımı da göğsüyle omzunun arasına yasladığımda, beni başımdan öptü.

Eniştem bu geziye gitmeme tek bir şartla izin vermişti, o şart da başımda duracak bir korumaydı. Her ne kadar kendisinin seçtiği bir koruma olmasında direttiyse de Demir özel ve oldukça pahalı olduğunu tahmin ettiğim, yabancı bir koruma tutmuştu. Eniştemi “Koruma korumadır,” diyerek ikna ettikten sonra geziye katılabilmiştim.

“Saçların çok güzel kokuyor,” dedi.

Hem “o” ses tonunu kullanıyordu hem de iltifat ediyordu. Sesi her zaman çekiciydi ama pek iltifat etmiyor oluşu, her güzel bir şey söylediğinde söylediği şeyi daha ilgi çekici kılıyordu.

Sanırım Demir’in de amacı genel olarak buydu. Kendisinden beklenmeyeni yerinde ve zamanında yaparak, kimsenin bırakamadığı etkiyi bırakabiliyordu.

Şoför ışıkları söndürdüğünde otobüs sadece koridorda, yerde bulunan mavi ışıklarla aydınlanmaya başladı.

Başımı biraz yukarı kaydırıp Demir’e “Bunu, doğum günü hediyeni bir an önce alabilmek için mi söylüyorsun?” diye sordum.

Demir “Lanet olsun, anlamanı beklememiştim,” dedi düz ve normal bir sesle. Günün her saniyesi benimle dalga geçmeye bayılıyordu. Ama garip olan şuydu ki, bunu yaparken üstünden tecrübesizlik akıyordu. Biriyle hiç bu kadar yakın olmamıştı.

Demir Erkan kimseye, bana olduğu kadar yakın olmamıştı.

Demek bir kişiye yakın olmak için bedeninin yakın olmasına gerek yoktu. Çıplak olmana gerek yoktu. İş eninde sonunda kalpte bitiyordu ve Demir şu ana kadar hiçbir kızla kalbini paylaşmamıştı.

Şu ana kadar onun benim olacağı gibi ben de onun ilki olamayacağım için üzülüyordum fakat üzülmemeliydim. Ben de onun ilkiydim. Belki de hiçbir kızın şu ana kadar olamadığı kadar.

İlk kahkahası.

İlk heyecanı.

İlk şaşırtanı.

Ona ilk kafa tutanı.

Ona neden siyah giyindiğini soran ilk kişi bendim.

“Her şeyin tam şu anda ve tam da burada durmasını istiyorum,” dedim Demir beni öpmeden önce.

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında “Neden High School Musical şarkı sözlerini çalarak konuşuyorsun?” diye sordu.

Kahkaha atmaya başladığımda o da gülüyordu ve parmağını dudaklarıma koyarak susmamı işaret etti. Otobüste pek fazla ses yoktu ve sanırım olması da hoş karşılanmayacaktı.

Kahkahamı kontrol altına aldıktan sonra, Demir’e “Sen High School Musical filmlerini nereden biliyorsun?” diye sordum.

“Hadi gözlerini kapat. Uyuyorsun,” dedi ve beni tekrar omzumdan tutup kendine bastırdı.

“Ama bir cevap bekliyordum,” dediğimde, Demir “Bence hediyem çok büyük bir şey ve bu yüzden gücünü toplamalısın. Saatin kaç olduğu umurumda değil. Gece iyi dinlenemediğini biliyorum,” dedi ve beni susturdu.

Demir’in High School Musical 3’teki Right Here Right Now şarkısını biliyor olmasını düşünürken, istemeden tekrar gülümsedim ve ardından gözlerimi kapattım. Ne kadar da yerinde bir sözdü; iyisiyle kötüsüyle, arkadaşlarım, en sevdiğim öğretmenim ile beraber Uludağ’a, son sınıf gezisine gidiyordum.

Tam da şu anda; başımızdan geçen her şeye rağmen sevdiğim, güvendiğim adamın kollarında, ona kendimi bu kadar yakın hissederken, hayatımda milyonlarca tehlike varken, tek dokunuşuyla hepsini birden unutturabilen mavi gözlü adamlayken her şeyin durmasını istiyordum.

Üniversite sınavlarını, halamlar üzerinde oluşturduğum yükü, Arda’yla aramın hâlâ tam olarak iyi olmayışını, rehin alınmamızı ve şimdi Cansu’yla beni hedef alacak bir seri katili unuttum. Verdiğim nefesle beraber gitmelerini sağladım ve rahatladım.

Demir yanımdaydı. Her şeye rağmen biz birbirimizin yanındaydık.

“Piyanoda babamın yardımı olmadan çaldığım ilk şarkı, ilk filmdeki What I’ve Been Looking For’un yavaş versiyonuydu,” dedi sessizce.

Gözlerim kapalı, gizlice gülümsedim.

Günler sonra ilk defa rahatça uykuya daldım. Tam da istediğim yerde, istediğim anda ve istediğimin yanında. 


Bugün ve yarın üniversite sınavına giren, girecek olan herkese başarılar diliyorum! Ufak bir motivasyon olması için bugün 5 bölüm birden yükledim. Her şey gönlünüzce olsun, sizin için en güzeli olsun <3

error: Bu içerik koruma altındadır.