1 Hafta Sonra
Kapının açılıp kapandığını duyduğumda, kimin geldiğini görmek için yerimden bile kıpırdamadım. Bir elimde kumanda, diğer elimde ikinci paketini daha yeni açtığım Damak çikolatam vardı. Köşe koltuğa yayılmış bir şekilde Netflix izliyordum.
“Güneş, sen şaka mı yapıyorsun?”
Esma’nın sesini duyduğumda, Burak ve Helin’le birlikte sahilden döndüklerini anladım.
Helin “Saatin kaç olduğundan haberin var mı?” diye sordu.
“Hayır. Neden?” dedim.
“Saat altı buçuk oldu ve sen hâlâ aynı pozisyonda, aynı noktada, aynı kıyafetlerle ve aynen seni saatler önce bıraktığımız yerde duruyorsun!”
“Ne ara altı buçuk olmuş, fark etmedim bile,” diye cevap verdiğimde, bir kare çikolatayı daha ısırdım.
Burak “Güneş, doğru düzgün yemek yemiyorsun ve sehpanın üzerindeki abur cubur çöpleri… Hepsini bugün mü yedin?” diye sordu, başımı evet anlamında salladım. Helin “Gerçekten bir çözüm bulma zamanı geldi. Bak bir hafta geçti, tamam yas tuttun, ne bileyim işte duyguların karışıktı falan, ki hâlâ da olabilir. Ama bu kendini harcaman gerektiği anlamına gelmiyor ki. Tam bir haftadır evden bir adım dışarı çıkmadın. Bahçede bizimle bile oturmadın. Hemen ayağa kalk ve yukarı çık. Üstünü değiştiriyorsun,” dedi ve annelik görevini üstlendi.
“Helin, ben iyiyim. Ne güzel dinleniyorum işte. Yaz tatilinin anlamı, saatlerce boş boş yatıp abur cubur yemektir.”
Esma “Ama bak şu an İstanbul’da değilsin. Bodrum’dayız ve en güzel sahillerden birinde kalıyoruz. Böyle bir tatili bir daha nerede bulacaksın? Üstelik yanında biz de varız! Zamanını boşuna harcıyorsun,” dedi.
Burak “Evet Güneş, kızlar haklılar bu sefer. Bir hafta sana dokunmadık ama artık yeter,” diyerek onlara katıldı.
Bu da neydi böyle? Kendimi, How I Met Your Mother’daki müdahale toplantılarından birinde gibi hissediyordum. Kötüydüm ve evden çıkmak, gezmek gibi bir niyetim de yoktu. Uzandığım yerde doğruldum ve bir kare daha ısırdım. Burak elimden paketi aldı. “Hey! O benim!” dediğimde Esma “Ben göstereceğim sana… Benim yemeklerimi yememek neymiş göreceksin küçük sarışın!” diye bağırıp elindeki plaj çantasını bıraktıktan hemen sonra üstüme atladı.
“Hey, kes şunu! Esma! Hayır!” derken, Helin de “Hak ettin Güneş. Ben de geliyorum!” diye bağırıp o da koltuğa atladı ve ikisi de beni gıdıklamaya başladılar. Burak “Aaa… Bu beni aşıyor. Ben yukarı çıkıp duşa giriyorum,” dedi.
“Hayır evden çıkmayacağım. Helin! Bırak beni! Üstümden kalkın!”
Durdular ama üstümden hâlâ kalkmamışlardı. Helin “Sanırım birileri dersini almamış Esma. İkinci raunda hazırlansan iyi olur Güneş ışığım!” der demez “Tamam! Tamam!” deyip aralarından çıktım ve ayağa kalktım. En son ne zaman bu kadar gülmüştüm?
Her ne kadar dışarı çıkma taraftarı olmasam da, eğer bunu yapmazsam sürekli laf edeceklerini biliyordum; bu yüzden bir gün de olsa razı oldum ve hazırlanmak üzere merdivenleri çıkmaya başladım. Helin aşağıdan “Hoş şeyler giy! Tahmin et kim kiminle en yakın arkadaş?” diye seslendiğinde Esma onun cümlesini tamamlayıp “Emre ve Kayhan. Sürekli beraberler ve takıldıkları büyük bir arkadaş grupları da var,” dedi.
Çatı katına, yani odama ulaştığımda hâlâ Helin’in sesini duyabiliyordum.
“Kayhan’ı bir de mayoyla görmelisin! Bakalım kimi o zaman eve zar zor sokabileceğiz?” diyordu.
Ha ha. Çok komik.
Dolabıma ilerledim ve kıyafetlerimi gözden geçirdim. Beyaz kısa şortum ve hemen karnımda biten, siyah, üzerinde “Normal people scare me” yazan American Horror Story tişörtümde karar kıldım. Kıyafetleri yatağımın üstüne attıktan sonra pencereye gidip perdeyi kapattım.
Perde ve pencere konusunda artık fazlasıyla akıllanmıştım.
Evde duruyor olabilirdim ama en azından pis pis de oturmuyordum. Bu sabah yıkanmıştım ve şimdi işime yarıyordu. Saçlarım temizdi. Topuzu açtım, başımı öne eğip taradım. Saçlarım kıvırcık değildi, çok düz de değildi. Hafif dalgalıydı. Bir kere taradıktan sonra güzel görünüyordu, ayrıca uğraşmam gerekmiyordu. Tabii temizken… Öbür türlü tam bir felaketti. Sahilde yürüyeceğimiz için, elime siyah parmak arası terliklerimi aldım ve aşağı indim. Kapının hemen önünde Helin’i hazır bir şekilde görünce şaşırdım.
“Sen ne ara..?”
“Güneş, ne kadar yavaş giyindiğinin farkında değilsin. Ben hızlı değilim yani,” dedi.
Helin mutfağa bakıp Esma’ya “Yine daldın mutfağa. Her gün sen yemek yapmak zorunda değilsin biliyorsun di mi? Günleri bölüşelim,” dedi.
Esma “Dün sen yaptın. Bugün de ben yapayım. Hem sorun etmene gerek yok. Ben çok seviyorum,” diye cevap verdi.
Helin “Neyse bunu konuşalım ama, her gün her gün sen yoruluyorsun,” dediğinde, Esma “Siz gitmiyor muydunuz? Hani sevgilimle biraz baş başa mı kalsak? Hadi yürüyün,” diye söylendi. Helin’le aynı anda kahkahayı bastık. Helin “Bizim Esma bir anda süper aşçı/sevgili rolüne girdi. Hemen kaçmalıyız Güneş,” dedi.
“Aynen, yoksa birazdan ketçaplarla ateş etmeye başlayacak,” dedim.
Evden çıktık ve doğruca sahile indik. Yürüyüşe başladığımızda bir yandan çevreyi inceliyordum, bir yandan da Helin’i dinliyordum.
“Öğle saatlerinden bu saatlere kadar çok dolu oluyor. Bayağı eğlenceli burası. İşte yediden sonra da insanlar evlerine dönüyorlar. Tabii gelseydin bilirdin. Bir kez bile bizimle gelmedin,” diye bana yeniden kızdığında, nasıl cevap vereceğimi bilemedim. “Güneş, sorun vücudun falansa, ne bileyim bikini giymekten falan çekiniyorsan sana bir çift lafım olacak: Harika bir vücudun var. Eşcinsel olsam seni ölümüne keserdim, bak ciddi söylüyorum!” dediğinde gülmeye başladım. “… Hey gülme! Ciddiyim! Bunları kullanman lazım güzelim,” dedi ve eliyle benim vücudumu gösterdi.
“Helin, vücudumla ilgili bir sorunum yok. Sadece pek insan içine çıkmak istemiyorum. İçimden gelmiyor,” dedim. Helin’le iskeleyi de geçtiğimizde bana “Güneş, üç dakikalığına bencil olmama izin verir misin?” diye sordu. Anlamayan gözlerle “Evet?” dediğimde hemen konuşmaya başladı.
“Bak, bir haftadır sen evden çıkmıyorsun, biz üç kişi sürekli dolaşıyoruz. Esma ve Burak’a üçüncü tekerlek olmaktan nefret ediyorum. Onlar çiftler ve böylesine romantik bir yere tatil yapmaya geldik. Ben yalnız kalmayayım diye nereye giderlerse beni de çağırıyorlar. Esma’nın nasıl iyilik meleği olduğunu bilirsin. Az önce evde bize ilk defa Burak’la yalnız kalmak istediğini söyledi. Şu ana kadar hiç böyle açık açık söylememişti, bu demek oluyor ki…”
“Özür dilerim Helin. Hiç farkında bile değildim ve senin bu konu hakkında neler hissettiğini anlayabiliyorum. Gerçekten özür dilerim. Dikkat edeceğim. Keşke önceden söyleseydin,” dediğimde bu sefer o benim sözümü kesti. Durdu ve karşıma geçti. “Güneş, ne kadar zor günler geçirdiğini biliyorum. Hepimiz biliyoruz ve senin yanındayız. Sana destek oluyoruz. Doğruca böyle bir şeyi söyleyemezdim. Öyle üzgündün ki… Hâlâ da içten içe öylesin aslında biliyorum. Neyse konuyu kapatabiliriz. Üç dakika bitti,” dedi ve bana sarıldı. Tekrar yürümeye başladığımızda “Aramıza döndüğüne sevindim,” dedi.
“Çok alışmasanız iyi olur. Parti havamda değilim.”
“Şu an yaz tatilindeyiz Güneş! Gez, toz ve eğlen! Yeni insanlarla tanış. Demir’le ayrıldınız, üstünden sadece bir hafta geçti. Hemen bir sevgili bul demiyorum tabii ki ama en azından birileriyle tanışabilirsin. Arkadaş ol. İlla bir çocuğun dudaklarına yapışacaksın diye bir şey yok,” dediğinde “Bir de yapışsaydım zaten!” diyerek karşılık verdim. Helin “Sadece açıl. İçine kapanık yaşayamazsın. Zor biliyorum ama Demir’in durumunu ne kadar erken kabullenirsen o kadar iyi,” dedi.
Durduğumu fark ettiğinde o da durdu ve yanıma geldi. İçimi dökmek istiyordum.
“Başka birini istemiyorum Helin, onu istiyorum. Ailemi onlara veda bile edemeden benden alan ve bunu bir yıl boyunca saklayan birini istemiyorum Helin! Lanet olsun! Her şeye rağmen ona karşı hala hislerim var, bundan nefr.et ediyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Kafam allak bullak,” deyip ağlamaya başladığımda bana sarıldı ve hemen dik durmamı söyledi. Elleriyle gözyaşlarımı sildi.
“Güneş, bir sorun mu var?” Yakalanmıştık. Helin durumu toparlamaya çalıştı ama işe yaramamıştı. Emre “Ağlıyor musun?” diye sordu. “Hayır. Alerjim var,” dedim. Sesim tahmin ettiğimden daha normal çıkmıştı. Sanırım bu işte gittikçe ustalaşıyordum.
Evet, Güneş, ağladıktan sonra üzgün olduğunu çaktırmamak konusunda ustalaştın. Aferin sana. Tam da ustalaşılması gereken bir konuydu zaten.
Emre “Öyle mi? Neye alerjin var?” diye sorduğunda ben bir cevap uydurana kadar Helin “Yeni insanlarla tanışmaya,” dedi.
Helin’e dirseğimi geçirdim.
Emre “Hmm, kötü bir hastalık. Sevgiliniz var mı?” diye sordu. Helin “Benim var, ama onun yok,” dedi ve beni onlara doğru arkamdan itti. Ne yapıyordu bu? “Neyse, ben bir eve gideyim, Esma’nın yardıma ihtiyacı vardır,” diye sözünü tamamladığında “Hani üçüncü tekerlek olayı falandı, ne oldu onlara?” diye arkasından seslendim
“İyi eğlenceler!” diye bağırdı.
Kumpas!
El sallayıp gittiğinde, tekrar Kayhan’la Emre’ye döndüm.
“Benim de sevgilim var. Aslında yok. Vardı, yani sanırım, ama sonra bir şeyler oldu ve…” derken, Emre sözümü kesip “Alınma Güneş ama ben sadece esmerlerden hoşlanırım. O gün çatı katı olayı için de özür dilerim, işin gır gırıydı.”
Kayhan “Çatı katı olayı?” diye sorduğunda hemen ona dönüp “Uzun hikâye,” dedim. Bir kez daha rezil olamazdım. Emre “Neyse. Ben bizim kızların yanlarına döneyim. Ah Helin, ah…” diyerek uzaklaştı ve Kayhan’la yalnız kaldık. Kusura bakma Emre ama Doğukan’ın gazabına uğramanı hiç de tavsiye etmezdim.
Garip ve sessiz geçen birkaç saniyenin sonunda Kayhan “Yürüyelim mi?” diye teklif etti.
“Eve gitsem daha iyi olacak,” diye sözüme başladığımda, “Alerjin epey kötü bir durumda sanırım. Yıllardır bu hastalıkla savaşıyor olmalısın. Hadi, benimle yürü. Belki açılırsın,” deyip gülümsedi. Kabul etmek beni öldürmezdi değil mi? Sonuçta günün sonunda kendimi Kayhan’ın kollarında bulmayacaktım.
Kalbinde, kanında, damarlarında Demir varken, bayağı zor olurdu Güneş.
Beraber yürüyüşe devam ettik. Böylelikle eve gidince, Helin en azından bir günlüğüne beni rahat bırakabilirdi. Kayhan benim konuşmadığımı görünce aynen o gün fırtına geçene kadar büfede durduğumuzda yaptığı gibi konu açmaya başladı. “Kesinlikle sizi takip ettiğimi falan düşünme ama bir haftadır arkadaşlarını sahilde görüyordum ama sen yoksun. Yaşadığın şehre mi döndün?” diye sordu.
“Hayır, İstanbul’a dönmedim. Burada, evdeydim.”
Karşımızdan gelen kızlı erkekli bir arkadaş grubu Kayhan’a seslendiğinde, Kayhan onlara kibar bir şekilde selam verdi. Kızlar bikinilerinin üstüne sadece bir şort giymişlerdi, erkeklerse aynen Kayhan gibi sadece mayoyla geziyorlardı ve bu sayede “Ben spor yapıyorum,” diye bağırmalarına gerek kalmıyordu. Vücutları mankenleri aratmayan bu kızlardan kumral saçlı, elinde voleybol topu tutan biri öne çıktı. “Bizim sahaya gidiyoruz. Katılacak mısın?” Kayhan onların yanlarına sonra katılacağını söyledi.
“İstiyorsa arkadaşın da gelsin. Kişi eksiğimiz yok, Melisa ve Irmakların ekip de oradaymış, az önce Emre aradı ama yine de gelebilir. Arada oyuncu değiştiririz,” dediğinde, kızın beni de oyunlarına davet etme nezaketi göstermiş olmasını takdir ettim. Kayhan dönüp “İstiyorsan..?” diye sormaya başlarken hemen bahanemi bulup “Ben bacağımdan ameliyatlıyım, bir süre daha zorlamasam iyi olur,” dedim.
Bir yılı geçmişti ve doktorum en az altı ay önce bana istediğim gibi spor yapabileceğimi söylemişti. Yine de oynamak istemiyordum. Burada durmak bile istemiyordum ki! Kız “Aaa geçmiş olsun. Sakatlandın mı? Nasıl oldu?” diye sorduğunda hemen evet deyip konuşmadan kurtulabileceğimi düşünmüştüm ama kızın fiziğine ve elinde tuttuğu topa bakılırsa, sporla ilgili herhangi bir soruda foyamın ortaya çıkışı muhtemeldi. Bu yüzden “Trafik kazası,” dedim.
“Çok geçmiş olsun. Ama yine de gelip izleyebilirsin. Emin ol sıkılmazsın, Kayhan iyi bir sörfçü olabilir ama çok komik voleybol oynar, bana güven,” dediğinde Kayhan da, oradaki kızlar ve oğlanlar da gülmeye başladılar.
“Belki başka sefere,” deyip gülümsedim, Kayhan’a döndüm. “İstiyorsan arkadaşlarınla gidebilirsin. Sahilden çok uzaklaşmadık, hemen eve dönebilirim,” dedim. Kayhan “Güneş’e buraları gezdiriyordum. Bodrum’a ilk gelişiymiş,” dedi. “Güneş demek… Ben Damla,” dedi. Yanındaki diğer iki kızdan uzun, kumral, dalgalı saçlarıyla denizkızlarına benzeyen ela gözlü olan, “Ben Hemraz. Kayhan’ın kardeşiyim,” dedi. Bir Kayhan’a bir de Hemraz’a baktım.
“Çok benziyorsunuz. Özellikle gözleriniz,” dediğimde, Hemraz “Evet. Herkes öyle diyor. Neyse işte, aramızda iki yaş var. Tanıştığıma memnun oldum,” dedi ve diğerlerinin gittiği tarafa doğru gitmek için bir adım attı. “Şevval, geliyor musun?” diye sorduğunda, Hemraz ve Damla’dan biraz daha kısa, yaklaşık benim boyumda olan siyah saçlı, siyah bikinili ve şortlu kız “Ben de Şevval. Duydun zaten,” dedi.
Tekrar yalnız kaldığımızda Kayhan’a “Benimle gelmek zorunda değilsin, bunu biliyorsun. Ben de eve dönmek için fırsat arıyordum zaten,” diye tekrarladım.
“Demek benimle yürümek bu kadar kötüydü ha? Yüzümüze vurmasaydın daha iyi olurdu.”
Gülerek “Hayır, çok kötü değildi ama idare ederdi işte,” dedim.
Biraz daha ilerledikten sonra geri dönüş için yönümüzü değiştirdik.
“Sana iğrenç bir espri yapayım mı?” diye sorduğunda, “Hadi yap bakalım,” dedim
“Güneş! Batıyorsun!” sahile baktım. Güneş batmak üzereydi ve gökyüzünde turuncu – sarı izler bırakıyordu. Çok güzeldi. “Ne yani, ne kadar iğrenç olduğu hakkında yorum yapmayacak mısın?” diye sordu.
“İyi denemeydi ama yeterince iğrenç değildi. Deli gibi saçma espriler yapan bir arkadaşım var zaten, ondan alışkınım.” Arda şu sıralarda İstanbul’da Semih Amca’yla, yani babasıyla kafeyi idare ediyordu. Normalde benim de İstanbul’da kalıp ona yardım etmem gerekiyordu ama karne gününde öğrendiklerimden sonra, o da tatile gidip oralardan uzaklaşmamın iyi olacağını düşünmüştü. Asıl sorun olan, halam ve eniştemden, üç koca ay boyunca Bodrum’da arkadaşlarımla bir evde kalmak için izin almaktı. Onlara bunu ilk olarak sorduğumda “Bakarız,” diye geçiştirmişlerdi fakat o lanet cuma günü, Demir hakkındaki gerçekleri öğrenip eve gitmemle beraber, halamın da eniştemin de başından beri Demir’in kazayla olan ilgisini bildiklerini çözmem zor olmamıştı. Eniştem bana birkaç açıklama yapmaya çalışmışsa da o hızla bavulumu toplamıştım.
Onlara o kadar kızmıştım ki, bana izin vermek zorunda kalmışlardı.
“Güneş?”
Kayhan’ın sesini duyduğumda daldığımı fark ettim.
“Efendim?” diye cevap verdiğimde “O saçma esprileri yapan arkadaşın bugünkü ağlama sebebin miydi?”
Ağlama meselesini çoktan şakayla da olsa kapattığımızı düşünüyordum.
“… Sevgilin miydi? Ayrıldınız mı?” diye devam ettirdiğinde, “Hayır! Arda’ydı. Benim çok yakın bir arkadaşım. On yıldır arkadaşız. Hatta, yaz sonu on bir yıl olacak. Vay be,” dedim.
“Ben de Emre’yle öyleyim. O da burada büyüdü. Daha doğrusu beraber büyüdük.”
Sahilde Helin’le ilk yürümeye başladığımız noktaya, yani bizim evin sokağına döndüğümüzde kendimi savaşa hazırlıyordum. Bizimkilerin soru yağmurunun kurbanı olacaktım.
“O gün fırtınada beni ölüme terk etmediğin için teşekkür ederim,” dedim. En azından bunu borçluydum.
“Gerçekten aklından neler geçiyordu? Denize bakıyordun ama sanki o dalgaları görmüyordun.”
“Aklım başka yerlerdeydi, neyse. Ben seni daha fazla bekletmeyeyim. Çoktan oyuna başlamışlardır.”
“Ben geç kaldığım için mutlu bile olabilirler. Gerçekten çok kötü voleybol oynarım, hem de çok kötü,” deyip üzülmüş gibi suratını düşürdüğünde gülümsedim. Eğer farklı zamanlarda olsaydık ve aklım da bu kadar karışık olmasaydı, Demir olmasaydı eğer, belki bir ihtimalle Kayhan’dan hoşlanabilirdim. Şu an imkansızdı. Kalbim, bedenim, bundan ne kadar çok nefret etsem de, her şeyimle Demir’e aittim. Bu durumu çözene kadar o işlerden uzak durmalıydım. Suratımdaki gülümsemeyi sildim. “Neyse, ben eve dönsem iyi olur, sen de Damlaların yanına…”
“Damla’yla sevgili değiliz. Bilgin olsun,” dediğinde “Bilmem, aranızda bir çekim vardı sanki, yani en azından bana öyle geldi,” dedim ve bir adım geri gittim. Bir an önce konuşmanın bitmesini, Kayhan’ı başkasına yamayıp oradan kaçışımın gerçekleşmesini istiyordum.
“Neyse,” dediğinde ben de bir adım daha geriye gidip “Neyse,” dedim.
“İyi akşamlar,”
“Güneş!” diye seslendi. Yanıma geldi. “Bana söylemedin.””Neyi söylemedim?” “Gerçek ağlama sebebini.” “Alerjim var işte. Sosyalleşmek konusunda biraz takıntılı davranıyorum, bilirsin, konuşmuyorum, evden dışarı çıkmıyorum,” diye tam senaryo yazmaya başlarken, bana yaklaşıp “Güneş, gerçeği söyleyebilirsin,” dedi. “Eski erkek arkadaş meseleleri. Klasik ergen konusu işte. Bilmek istemezsin. Anlatmaya başlarsam daha ilk kelimeden uyuyakalırsın. Ciddiyim…” derken, birbiri ardına yalan söylüyordum. Demir’le yaşadıklarımızdan dört sezonluk dizi çıkacağını biliyordum ama Kayhan’a ne diyecektim ki? Âşık oldum, bir sürü zorluk atlattık; bıçaklanma olsun, müzikaldeki sabotaj olsun, mezarlık maceraları olsun… Sonra bir baktım ki ailemi öldüren kişi aslında sevdiğim adammış! Çok sıkıcı değil mi? Sıkıcı olduğunu söylemiştim mi diyecektim? “Anlatmak istemiyorsun. Bunu anlamak zor değil. Eğer biriyle konuşmak istersen,” dedi ve kollarını iki yana açtı. Evet, kaslarını daha çok ilgi odağı yap Kayhan, çok iyi gidiyorsun. “Ben buradayım. Yerimi biliyorsun.”
Kayhan’ın tüm bu yakışıklı görünüşünün ve tatlı konuşmalarının altında kötü bir niyet olmadığını biliyordum ve ses tonu bile ona güvenmemi sağlıyordu lakin şu an bunları düşünemezdim. Düşünecek ne halim ne de kafamda boş yerim vardı.
“Belki sonra. Aklımda bulunduracağım.”
“Görüşürüz.”
Attığı birkaç adımdan sonra arkasını döndü ve bana el salladı.
Gülümseyip elimi hafifçe kaldırdım, ardından ben de sola dönüp sahilden çıktım.
Kapıyı çalmadan önce bir an bekledim. Yine Esma’nın muhteşem yemek kokuları geliyordu. Kendimi toplamalıydım. Derin bir nefes aldım ve bugünlük son kez Demir’in yüzünü, gökyüzünü aratmayan gözlerini aklıma getirdim.
Kimi kandırıyordum ki, aklımdan hiç çıkmıyordu! Gözlerimi kapattım ve tekrar nefes aldım. Ağlama Güneş. Artık yeter. Kapıyı çaldım. Çoğu zaman işe yarayan ve beni yarı yolda bırakmayan sahte gülümsememle beraber kapının açılmasını bekledim. İçeri adımı attığımda artık gelecek tüm soru yağmurlarına hazırdım.