Karanlık Lise 2 – Bölüm 39


Esma’nın ailesi hastaneye gelince, onları ve Burak’ı Esma’yla bırakarak, evrenin bize sonunda sunmuş olduğu rahatlık ve mutlulukla Esma’nın kaldığı odadan çıktık. Rahatlamanın üzerimizdeki etkisini en çok gözyaşlarımızla ve birbirimize gülümseyişimizle belli ediyorduk. Helin koridorda duran ilk koltuğa oturdu ve ağlamaya devam etti. Doğukan onun yanına oturdu ve ona sarıldı.

Bir omzumla duvara yaslandım ve çevremdeki yüzlerin mutluluklarını izlerken derin bir nefes alıp verdim.

Kurtulmuştu.

Esma yaşıyordu.

Bizimleydi ve önünde, sevdiği insanlarla beraber geçireceği upuzun bir hayat vardı. Sanırım her zaman iyiler kaybetmiyordu. Bu sefer biz kazanmıştık.

Ben kazadan sonra uyandığımda annemi, babamı ve kardeşimi çoktan kaybettiğim haberini anında almıştım. Ama burada durum farklıydı. Biz, Burak, okuldakiler, Ayhan Hoca… Hepimizin gözleri önünde uzanmıştı Uyuyan Güzel.

Sonunda arkadaşlarına ve prensine kavuşmuştu.

Savaş, Demir’le ne konuşuyordu duymadım ama Demir en son, ona bir şey için onay veriyormuşçasına başını salladı. Ardından Savaş bizlere veda ettikten sonra merdivenlere doğru yürüdü. Arda ise Esma’nın odasının kapısında Burak’a bir şey söyledi ve ardından onu odada bırakarak yanımıza doğru yürümeye başladı.

Demir bana baktı.

Gözlerimiz kesiştiğinde konuşmamıza gerek yoktu.

Gülümsedi. Benim ne kadar mutlu olduğumu biliyordu.

Gözyaşlarımı durdurmayı başardım, burnumu hafifçe çektim ve ardından benden birkaç metre ötede duran sevgilimin gülümseyişine karşılık verdim.

Gülüşüne karşılık verdiğimi görünce dudakları daha da yukarı kalktı ve beyaz dişlerinin görülmesine izin verdi. Yüzü kızarmıştı. O da mutluydu, hem de çok.

“Gel buraya fıstık.”

Duvara yaslandığım ve dengemi koruduğum omzumu çektim ve birkaç adım attıktan sonra kendimi Demir’e sarılırken buldum.

Başımı göğsüne yaslamıştım ve kollarımı da belinden ona dolamıştım. O da bana sarıldı. Başını eğip dudaklarıyla, beni başımın üstünden dört kere öptü.

Ara ara duyma ihtiyacı duyduğum kokusunu içime bir kez daha çekerken, onun gözlerine bakmak istedim. Kollarımı gevşettim ve ardından başımı biraz geriye yatırıp ona baktım ve bilmesini ve sürekli hatırlamasını arzuladığım, kendini en kötü hissettiği zamanlarda da benim tutunduğum gibi tutunmasını istediğim ilk şeyi söyledim:

“Seni seviyorum Demir Erkan.”

Birine onu sevdiğinizi söylemek, belki de çok büyük bir şeymiş gibi görünmeyebilirdi. Ama benim için böyle değildi. “Sevmek” kelimesini insanlar en basit haliyle kabul edip neredeyse her gün birbirlerine söyledikleri için değerini yitirmişti sanki. Aynı şekilde “aşk” kelimesi de böyle harcanıyordu.

Fakat ben herkes gibi bu kelimeleri sıradan kabul etmiyordum. Belki de çok kitap okuyor, film ve dizi izliyordum, fazla hayal kuruyordum ama umurumda değildi. Özel kelimeler, özel anlarda, özel insanlara harcanmalıydı.

Ve Demir, hayatımda asla kaybetmek istemediğim en özel parçaydı.

“Ben de seni, fıstık.”

“Bu fıstık olayına da iyi alıştın, henüz bir şey demedim ama bakalım.”

Hâlâ onun kollarındaydım ve bu, her geçen saniye kendimi daha da iyi hissettiriyordu. “Sanki hoşuna gitmiyor balım,” dedi ve beni yanağımdan öptü.

Fazlasıyla hoşuma gidiyordu. “Öyle bir itirafta bulunduğumu hatırlamıyorum. Bu arada, nereden çıktı bu sevgi pıtırcığı olayları?”

“Sevgi pıtırcığı olayları mı? Az önce bana bu soruyu sorarken bile ilgili kelimeleri söylettiğine inanamıyorum Güneş.”

Demir’in ses tonunda alışkın olmadığım bir rahatlık vardı. Mutlu, Demir Erkan. Sanırım onu hep böyle görmek isterdim. Tabii bunun için yapabileceğim en iyi şey onun hep mutlu olmasını sağlamaktı. Yine bencillik yapıyordum. Asıl amaç onu mutlu etmek değildi, kendi mutluluğum onu mutlu görmek olduğu için, onu mutlu etmek istiyordum.

“Yine ne düşüncelere daldın sen?” deyip gülümsediğinde, kafamdaki soruları ve düşünceleri dağıttım.

Arda “Gülüşüne dalmıştır, kaybolmuştur falan. Kızlar çapında azıcık ilah sayılırsın da sen,” deyip araya girdi, Demir gözlerini devirip Arda’ya baktı.

“Hadi Arda, ölçekleri kısmana gerek yok. Gerçekten azıcık mı öyleyim?” diye cevap verdi ona, bu egosu yüksek olan Demir’in, bir buçuk yıl önce tanıştığım Demir gibi olduğunu gördüm.

Eskiden kendini beğenmiş tavırlarıyla maksimum özgüvene sahip biriydi. Sadece, duygusal açıdan ne kadar eksik olduğunu henüz bilmiyordu, o sadece siyah renkle kendini bütünleştiren mavi gözlü çocuktu.

Arda “Sende ne bulduklarını görebiliyorum, ama ne bulamayacaklarını da biliyordum zamanında. Her neyse. Herkes toplaşsın!” dedi. Demir, Arda’nın ona atmaya çalıştığı laf karşısında cevap verme gereği duymadı ve tekrar bana bakıp beni yanağımdan bir kez daha öptü. Doğukan “Arda, bağırmasına oğlum, gece gece hastanede milleti uyandıracaksın,” dediğinde, diğerlerine bakabilmek için, arkamı Demir’e dönmek zorunda kaldım. Tam Demir’le sarılmamız sona erdi diye kendimi küçük bir boşluğun içinde hissetmeye başlarken, Demir bana arkamdan sarıldı ve kollarını benim önümde birleştirdi. Onun bana yeniden sarılmak isteyeceği, hatta böyle bir şey yapacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Bu yüzden şaşırdım, fakat belli etmedim. Demir’in içimdeki mutluluğu bir kat daha artırmasına izin verirken, bir yandan da Arda’yı dinlemeye başladım.

“Kısa bir süremiz var ve bu süre içerisinde elimizden gelen en iyi şeyi yapmalıyız, öncelikle Helin, siz Doğukan’la,” derken, Helin, Arda’nın sözünü kesti ve “Dur dur dur! İyice motora bağladın. Planlamamız gereken şey ne?” diye sordu.

Arda dördümüzle de sırayla göz teması kurduktan sonra “Planlamamız gereken bir düğün var arkadaşlar,” dedi.

Demir “Ha, bir de düğün eksikti zaten,” dediğinde, Arda ona dönüp “Kardeşim, bizde işler böyle. Sizin mafya cephesinde gelini kaçırıyor musunuz, ne yapıyorsunuz bilmiyorum ama bizim gelenek göreneklerde biz cicili bicili düğün yapıyoruz. Esma ve Burak da zaten en güzelini hak ediyor, yanlış mıyım?” diye sordu.

O sırada Doğukan “İyi de, bizim planlamamız ne alaka? Yani ne bileyim, aileleriyle anlaşmaları, onların ayarlamaları falan gerekmez mi?” diye sordu.

Arda “O iş Burak’ta. Burak aile işlerini hallediyor. Burak’ınkiler zaten dünden razılar, biliyorum, tanışmıştım annesi ve babasıyla. Esma’ya bayılıyorlar. Esma’nın ailesinin de şu olaydan sonra kızlarını kıracağını sanmıyorum. Demir’le Güneş; yüzükleri, gelinlik ve damatlığı halledecekler çünkü biliyoruz ki para Erkan kardeşimizde, senle Helin de hastanede kalıp gerekli testleri halledeceksiniz. Sonradan size bir görev daha vereceğim, bu yüzden telefonlaşacağız. Ben de Serkan Amca’yla konuşup bize valilikten nikâh memuru ayarlamasını isteyeceğim, ardından müracaatı halledeceğim,” dedi. Demir, sadece benim duyabileceğim bir sesle Arda’yı taklit ederek “Para Erkan kardeşimizde,” diye fısıldadı ve ardından ona küfretti. Hâlâ bana arkamdan sarılıyordu ve bunu fırsat bilip dirseğimi karnına geçirdim.

Bir anlık refleks olarak vücudu biraz benden uzaklaştı fakat canını istediğim kadar yakamamış olmalıydım ki kollarıyla bana sarılmayı kesmedi. Kulağıma eğilip “Kabul et, hak etti,” dedi.

Ona tam cevap verecekken, Helin, Arda’ya “Oğlum, biz ne anlarız düğünden önce yapılması gereken testlerden?” diye sorduğunda, Arda “Hastanedeyiz. Herhangi bir doktora sorsan, hatta Google’da bile aratsan bulabilirsin,” diyerek Helin’e yanıt verdi.

Doğukan “Tamam. Ben varım bu işte. Önemli olan onları mutlu etmek,” dedi.

“Sonuna kadar varım,” dedim ve gülümsedim.

Helin “Her şey çok güzel olacak. Esma yeni hayatına mükemmel bir başlangıç yapacak,” dedi ve oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Doğukan da onunla birlikte ayağa kalktı ve üstündeki gri montun fermuarını yukarı çekti.

Üçü de Demir’e bakıp ondan cevap beklerken, ben de başımı kaldırıp ona baktım. “Hadi ama,” dediğim zaman “Tamam, tamam,” dedi ve ardından gözlerini Arda’ya sabitledi. “Eğer bana bir kere daha kardeşim dersen, gözlüklerini ve gitarını birleştirip asla kaybetmeyeceğin bir yere koyarım kardeşim,” dedi iğneleyici bir ses tonuyla.

Arda, yaptığı spora ve aldığı MMA eğitimine güvenerek “Merakla bekliyorum o günü,” diye cevapladı Demir’i. Pis pis sırıtıyordu.

Doğukan “Saat kaç oldu ya? Hadi gidelim, hepimizin rahat bir uykuya ihtiyacı var,” dediğinde, Demir anında “02.17” diyerek cevap verdi. Arda ona dönüp “Yemin ediyorum bu adamda bir iş var, daha bakmadan saati biliyor. Nesin sen Doctor Strange mi?” dediğinde, Demir “Sadece iki dakika önce bakmıştım. Hadi gidelim artık,” dedi ve beni belimden destekleyip merdivenlere doğru yürümemi sağladı.

Yarın sabah erkenden işe koyulma sözünü birbirimize verdikten sonra, arabalara dağılmak için otoparka yürüdük. Helin ve Doğukan, Doğukan’ın klasik arabasına binerlerken, hastanenin otoparkına bir polis aracı girdi. Araç park haline geçtikten sonra kapısı açıldı. İçinden çıkan sivil adamın bize doğru gelmeye başladığını görünce, eniştem olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Eniştem, Arda’yı selamladıktan sonra “Esma nasıl?” diye sordu. Kısaca durumu özetledim ve Burak’la evleneceklerini de söyledim. Gerçekçi bir yaklaşımla “Normalde bu yaşlarda evlenenler ileride büyük bir oranda boşanıyorlar ama Esma’nın durumu çok farklı. Onunki gibi durumlarda zaman her şey. Bu yüzden destekliyorum,” dedi.

“Ne yani, bizim için zaman önemli değil mi? Dışarı çıkmak, hayatı yaşamak, üniversite sınavına girmek, sanat akademisinin yetenek sınavı için kabul beklemek?” diye sorarken, bir yandan da enişteme bir şeyler ima etmeye çalışıyordum.

Eniştem “Tabi bunların hepsi seni öldürmek isteyen bir seri katilin yokluğunda yapılması gereken şeyler. Varken değil. Tekrar bu konuyu konuşmayalım istersen Güneş,” tartışmayı daha başlatamadan kaybettiğimi anladım ve sustum. Dördümüz arasında garip bir sessizlik olduktan sonra, eniştem “Esma’yı ben de görmek istiyorum, bir yukarı çıkıp geleceğim. Ardından beraber dönelim, merkezden Salih’in aracını ödünç aldım, bekle beni,” dedi ve hastaneye doğru yürümeye başladı.

Arda “Serkan Amca, aslında şu evlilik konusunda memur işlerini soracaktım,” deyip ona yetiştiğinde, konuşmaları bitmedi ve Arda onunla beraber hastaneye girdi.

Demir “Baş başa kaldık,” dediğinde, sesinin yakınlığına şaşırıp ona baktım. Tam yanımda duruyordu. Ne olduğunu anlamadan, beni belimden kavrayıp vücudumun da ona dönmesini sağlamıştı. “Birilerinin keyfi yerinde sanırım,” deyip gülümsediğimde, o da gülümsedi. “Evet ve sanırım sigara bile bana hiç bu kadar keyif vermemişti,” dedi.

Bencilliğim beni benden alırken, onu öpmeye başlamak istiyordum. Mutluydu ve keyfini artırabilmek, ona zevk verebilmek için daha yakın olmak istiyordum ki aldığı zevki sağladığım hissiyle kendimi tatmin edebileyim. Fakat eniştem biraz sonra gelecekti ve bizi o durumda yakalaması hiç uygun olmazdı.

Saat gecenin iki buçuğu olmasına rağmen hiç de yorgun gözükmeyen gözlerine baktım.

“Sana sigaranın bile hiç verememiş olduğu bu keyfi ne verdi peki?”

Hiç düşünmeden “Kazanmak,” dedi.

Hayatı kayıplarla ve eksikliklerde dolu olan tek insan ben değildim. Her ne kadar mükemmel görünse de, düşünse de, yaşıyormuş gibi bir izlenim verse de, Demir de benim gibiydi. Hatta onun eksiklikleri daha çocukken başlamıştı. O bu eksikliklerini nasıl kapatacağı konusunda kötü de olsa bir çözüm bulup ilerlediğinde, ben daha yeni yeni çözüm bulma uğraşlarındaydım. Güçlü olmak konusunda ondan öğrendiğim ve öğreneceğim çok şey vardı ki, tek kelimeyle eşsiz mavi gözlerinin ve gizemli kişiliğinin yanında beni ona çeken ilk şeylerden biri de bu olmuştu. Bir zamanlar benden çok ama çok yukarıda, üstün ve tecrübeli gördüğüm, özendiğim kişinin bir konuda benimle aynı fikirde olması mükemmeldi. Kazanmıştık. Ben de böyle hissediyordum. “Ve tabii ki sen. Sen benim diğer yıldızlardan daha yakınımda– Lanet olsun. Hemen eve gitmem gerekiyor!” dedi ve beni kendinden uzaklaştırdı.

Merakla “N’oldu?” diye sorduğumda “Sen, benim fıstığım, az önce bana uzun süredir tamamlayamadığım beste hakkında mükemmel nota verdin. Hatta birkaç, tamam bir sürü!” dedi ve hızla cebinden arabasının anahtarını çıkardı.

“Ama daha eniştem gelmedi…” derken sağıma bakmamla, eniştemin Arda’yla birlikte hastaneden çıktığını gördüm.

Demir “Üzgünüm Güneş ama bunu yapmadan seni bu gece bırakmazdım,” dedi.

“Neyi yapmadan?” diye sorar sormaz, Demir’in dudaklarını dudaklarımda hissettim.

Dudaklarının tek bir dokunuşuyla karnımda alev alev yanmaya başlayan ve her salise ile daha çok yere yayılan yangını hissetmemi sağlayabiliyordu.

Demir’le birden fazla kez öpüşmüştük fakat bir insan her defasında, en ufak bir parçasından bile bu kadar etkilenebilir miydi? Bu olağan mıydı? Normal miydi?

Arda’nın tanıdık sesini duyduğumuzda, Demir dudaklarını benden ayırdı ve ellerini de yüzümden çekti. Hava aydınlık olsaydı eniştem bizi hastanenin kapısından bile fark edebilirdi ama saat gece iki buçuk olunca, şans bizim lehimize olmuştu. Demir kulağıma eğilip “Güneş, sen beni hasta edeceksin,” diye fısıldadıktan sonra, eniştemi karşımda görmemle, Demir’in ses tonunun üzerimde bıraktığı son etkiden kurtulmaya çalıştım. Dediğim gibi, sadece çalıştım.

“Hazır mıyız? Arda da geliyor. Semih on yedi yaşındaki bu genci gece vakti sokaklarda bıraktığımı öğrenirse beni öldürür,” dedi ve güldü.

Arda öksürürmüş gibi yaptıktan sonra “On sekiz,” dedi.

Eniştem “Biliyorum Arda ya, dalga geçiyorum seninle. Hadi Demir, Güneş’i getirdiğin için sağ ol,” dedi.

Demir bana baktı ve yaklaşık üç saattir özel, samimi ve yeni bulduğum ses tonunu bir yana bırakıp, eski haline döndürdüğü ciddiyetiyle “Ne demek, görevimiz. Bu arada yarın sabah tekrar alacağım çünkü yüzük almaya gideceğiz,” diye cevap verdi.

Demir’den bu cümleyi duymak neden içimde hayalindeki düğün planlarıyla kafayı bozmuş ergen kız duyguları uyandırmıştı? Arda “Evet ve gelinlikle damatlık. Güneş’in zevkine güveniyorum da sana pek güvenemeyeceğim. Sana kalsa gelinliği de siyah alırsın,” dedi.

Güneş. Konuya odaklan. Esma ve Burak’ın düğünü. Seni öldürmek isteyen bir seri katil sokaklarda gezerken, Demir’le birlikte alışverişe gitmek için izin kopartmak.

Evet, yüzük, gelinlik ve damatlık alışverişi.

Eniştemden beklemediğim bir rahatlıkla bana “Tamam ama yine belirlediğim bir koruma sizinle olacak, aynen önceden olduğu gibi,” dedi.

Demir “Bana uyar,” dedi.

Normalde Demir böyle şeylerden hoşlanmayan bir tipti fakat olasılıkları göz önünde bulundurduğumuzda, belli etmese de eniştem kadar o da bir korumanın sürekli beni izlemesini istiyordu. Aylar sonra alışverişe hem de Demir’le, hem de bir düğün alışverişine çıkacağım düşüncesiyle “Tamam,” dedim. Demir “Yalnız benim hemen gitmem gerekiyor, unutmamam gereken çok önemli bir işim var. Hadi Güneş,” eniştemin sorun etmeyeceği, hatta onaylayacağını bildiğim bir şekilde beni başımdan öptü, “… Yarın sabah görüşürüz. Hemen yat, oyalanma. Size de iyi akşamlar,” dedi Arda’yla enişteme toplu bir şekilde selam verdi, ardından büyük bir hızla arabasına binip yola çıktı.

Arabadaki sessizliği Arda bozdu ve “Güneş, sen de ufak ufak araba kullanmayı öğrensen diyorum. Neredeyse on dokuz yaşında olacaksın,” dedi. On dokuz sanki çok geç bir yaşmış gibi.

Eniştem “Bu aralar öyle aksiyonlara girmesek diyorum. Yarın dışarı çıkmana izin verebilmek için bile iki kere düşündüm,” dedi.

“Asıl üniversite sınav sonuçları açıklandıktan sonra yetenek sınavına girebilecek miyim, ben onu merak ediyorum,” dedim.

Arda “Güneş, mızmızlanmayı kes. Üniversite sınavından öyle tam puan almak falan gerekmiyor, biliyorsun. Barajın belirtilen kadar üstüne çıkman yeterliydi, çıkmışsındır da. Başvuru için hangi videonu gönderdin?” diye sordu.

“Başvuruyu Demir gönderdi. Sanırım geçen sene müzikaldeki A Great Big World & Christina Aguilera – Say Something’i göndermiş,” dedim.

Arda “Tamamdır o zaman, bu iş kesin. Şarkını seçtin mi?” diye merak ettiğinde, eniştem “O videoyu göndermişse o şarkıyı söylemen gerekmez mi?” diye sordu. “Hayır, istediğini seçebiliyorsun. Aslında Say Something’i düşündüm fakat sanırım orası için yetersiz kalır,” dedim.

Arda “Haklısın. Sia’dan Chandelier, Titanium falan mı denesek?”

“Yok artık, orada küçük sarı bir civcivin patlayışını izlemek istemiyorsan başka bir şeyler düşünelim,” dedim gülerek.

Arda “Niye, nesi var ki şarkıların? Gayet güzel ve zor şarkılar. Üstelik sen hayli hayli söylersin, söylüyorsun da,” dedi.

“Söylüyorum ama o şarkıları artık herkes söyleyip çalıyor. Aynen Adele – Rolling In The Deep gibi. Harika şarkılar, ama kısa sürede o kadar çok kişi tarafından kullanıldılar ki, artık onlarla seçmelere girmenin bir anlamı kalmıyor. Daha özgün bir şeyler olmalı,” dedim.

Arda “Şarkıyı boşver de müzik aleti işini ne yapacaksın? Demir sana birkaç haftada piyano çalmayı hayatta öğretemez. Piyano öyle kolay bir iş değil,” dedi.

“Bilmiyorum. Aynı şeyi ona sorduğumda bana müzik kulağım olduğunu ve çalışırsam yapabileceğimi söyledi. Henüz hiç çalışabilme fırsatı bulamadık tabii,” diyerek yanıtladım. Arda “Piyanoyu boşver. Gitar daha kolay. Yani, bir konuda veya müzik aletinde ustalaşmak tabii ki zordur ama bu kadar kısa sürede piyano değil de gitarla uğraşırsan daha çok ilerlersin,” diyerek, bana öğretmeyi önerdi.

Aslında mantıklıydı. İyi olabilirdi de ama Demir’in buna nasıl bir tepki vereceğini bilemiyordum. Arda yine düşüncelerimi okuduğundan emin olduğum bir şekilde “Tabi Demir kardeşimiz seninle o kadar vakit geçirdiğim için kaç kemiğimi kırar, bilemiyorum civciv,” dedi. Eniştem güldü.

“Yapma ya, Demir aslında olgun çocuk. Bir şey diyeceğini sanmıyorum.” Enişteme baktım ve “Sen olayları bilmiyorsun, Arda’yla birbirlerinden nefret ediyorlar,” dedim.

Arda “Neymiş neymiş, bir daha ona “kardeşim” dersem gözlüğümle gitarımı birleştirip bir şeyler yaparmış da… Sanki küfür ettik,” dedi sıkıntılı bir sesle.

En yakın arkadaşım ve sevgilim tarafından paylaşılamıyordum. En yakın arkadaşım en yakın arkadaşımdı, sevgilim de sevgilimdi. Kavramlar bu kadar net ve basitti. Neden sürekli birbirlerine laf atma çabasına giriyorlardı ki?

Arda “Neyse. Sen kendine uygun bir şarkı bulursun, ama mutlaka bana haber ver. Meraktan ölürüm yoksa,” diyerek sözünü tamamladığında, onun evine gelmiştik.

Demir’le hastaneye gelirken on beş dakikalık yolu kırk beş dakikada katettiğimiz için yol uzun gelmişti. Şimdi ise yol açılmış, kaza ortadan kalkmıştı. Aslında enişteme de aceleyle nereye gittiğini sorabilirdim fakat sormak istemiyordum. O hataya birkaç kere düşmüştüm ve her seferinde beni geçiştirip “Boşver, önemli bir şey değil,” diyordu. Sanırım hayatta her gün her saat felaket şeyler oluyordu ve bazılarını bilmemem daha iyiydi. Arda’yla vedalaştıktan sonra kendi evimize geldik. Eniştemle arabadayken Esma’dan söz ettik. Eve geldiğimizde çoktan Esma’nın uyandığını öğrenmiş bulunan halama bunu nasıl öğrendiğini sorduğumda, eniştemin ona mesaj gönderdiğini söyledi. O duygu fırtınasında telefonuma bakıp merak ettikleri halde eniştemle halama Esma’nın iyi olduğunu söylemeyi akıl edememiştim. Bunun için onlardan özür dilediğimde beni anlayışla karşıladılar ve ardından saatin çok geç olduğunu söylediler. Odama girdim. Demir’in, eğer görürse yüzde yüz dalga geçeceği fakat çok sevdiğim için asla umursamayacağım mavi ve kelebekli pijamamı giydim, ışığı kapattım, ardından telefonumu elime alıp yatağa girdim.

13 yeni mesaj.

Bunlardan iki tanesi Arda, Esma, Burak, Helin, Doğukan ve benim bulunduğum konuşma grubundandı. Demir grupta yoktu çünkü bana o ciddi sesiyle “Ne gerek var?” demişti. Ben de kasmamıştım.

Gönderen: Arda

Yarın sabah erkenden görevinizin başına. Güneş’in eniştesiyle konuştum ve eğer her şey tamam olursa yarın akşam olayı gerçekleştirebiliriz. Nikâh memurunu o ayarlayacak. Müracaat işlemlerinin de hızlı olması konusunda bana yardım edecek. Yarın akşam altıda herkes hastanede olsun. Şunlara en güzel günlerini yaşatalım 🙂 (02.56)

Atagül Lisesi’ne geldiğim zamanlarda, Arda, öncesinden ne Burak’ı ne Esma’yı ne de Helinleri tanıyordu fakat bugün geldiğimiz noktada onlarla bu kadar iyi arkadaş olması beni mutlu ediyordu. Birlikte olmak istediğiniz kişiler zaten kendi istekleriyle bir araya geliyorlarsa, sürekli olarak farklı yönlere gitmeniz gerekmiyordu. Bunun dışında Arda zaten mükemmel bir arkadaştı ve benimkilerin de, benim sahip olduğum bu mükemmel arkadaşa sahip olmaları gerçekten çok güzeldi. Aynı şekilde benimkiler de asla arkadaşlarını yolda bırakmayacak dostlardı ve Arda’nın da böyle dostlara ihtiyacı vardı.

Gönderen: Helin

Tamam. Doğukan da yanımda. Testlerin neler olduğunu öğrendik ve yarın halledeceğiz. (02.58)

Okuduktan sonra ben de bir mesaj attım:

Tamamdır. Korumam, sevgilim ve ben bir ekip halinde hizmetinizdeyiz. İyi geceler herkeseee! Bugün muhteşemdi 🙂 (03.11)

Ardından diğer on bir mesajın hepsinin aynı kişiden gönderildiğini gördüm.

Demir ve üst üste on bir mesaj?

Merakla mesajları görmek için adının üstüne dokundum.

Gönderen: Demir

Balım, sanırım beste tamam. (03.02)

Ama emin değilim. (03.04)

Ve bilirsin, emin olmamaktan pek hoşlanmam. (03.04)

Sanırım emin olabilmek için seni bir kez daha öpmem lazım. (03.06)

Hem de acilen. (03.06)

Neden durup durup mesaj atıyorum? (03.08)

Bana da kafayı yedirdin fıstık. (03.08)

Az önce nakaratı bir kez daha çaldım. Bu parça… çok sen. (03.09)

Sanırım uyuyorsun, aferin. (03.10)

Yarın saat 10’da aşağıdayım. Bekletme. Yoksa sonuçlarına katlanırsın. (03.10)

Sonuçları dediğim de, şu anda bu mesajları okurken fazlasıyla merak ettiğin ve duymak için çıldırdığın bestemi dinletmemek olabilir mesela, merak etme. İyi günümdeyim, ağır cezalar yok. Zaten ceza yok. Tamam, gerçekten kafayı yedirdin bana. Daha yazmayacağım. Telefonu uzağa koyuyorum. (03.10)

Suratımdaki olağanüstü sırıtış yüzümdeki tüm kasları etkilerken, engellemek için hiçbir şey yapmadım. Beni gülümsettiği mükemmel dakikalardan birini daha yaşıyordum. Ona cevap yazdım.

Sen âşıksın 🙂 (03.12)


Finale çok yaklaşıyoruz kafayı yiyeceğim ::) Lütfen bölümü okuduktan sonra ve finale dair neleri tahmin ettiğini bana tiktok yorumu olarak yaz! Okumak ve sohbet etmek için sabırsızlanıyorum

error: Bu içerik koruma altındadır.