Karanlık Lise 2 – Bölüm 4


2 Ay Sonra

“Güneş, yine mi dışarı çıkıyorsun?”

Burak’ın sorusuna karşılık olarak, elimi kapının kolundan çekip ona döndüm ve “Evet,” dedim. Üstünde pijamaları vardı ve yeni uyanmıştı. Diğer herkes uyuyordu.

“Saat kaç?” diye sorduğunda, telefonumdan saate baktım.

“Ona çeyrek var,” dedim.

“Kahvaltıyı yine Kayhanlarla mı edeceksin?”

“Evet.”

“Biliyorsun değil mi, gerçekten mutluyuz. Geldiğimiz ilk haftadan bu yana gerçekten iyileştin. Bazı günler neredeyse hiç eve gelmiyorsun. Ancak akşam yakalayabiliyoruz seni,” dediğinde elinde tuttuğu bardaktan bir yudum daha su içti.

“Yeni arkadaşlar edinmem konusunda ısrar eden sizdiniz,” diye sözüme başlarken, Burak “Hayır, hayır! Yanlış anladın. Biz gerçekten sorun falan etmiyoruz Güneş, aksine mutluyuz. Sonunda birtakım kötü olayları arkanda bırakabildin. Çoğu kişi yapamaz,” dediğinde, gerçekten bunu anlatmak istediğini anlamıştım. Benim için seviniyorlardı. Keşke ben de onlar kadar kendim hakkında mutlu olabilseydim.

Tekrar gülümseyip kapıyı açtığımda “Öğlen yemeğinde geleceğim. Umarım Şevvaller onlarla yemem için ısrar etmezler,” dedim. Ardından da “Sahilde olmayız yine. Geziyoruz hep, neyse… Ben kaçtım!” dedim ve evden çıkıp ardımdan kapıyı kapattım.

Derin bir nefes alıp verdim ve bileğimdeki tokayla saçımı at kuyruğu yaptım. Elimde tuttuğum şapkayı başıma geçirdim. Soldaki plaja doğru baktığımda Emre, Şevval ve Damla’nın omuzlarında havlularıyla denize gittiklerini gördüm. Muhtemelen her günkü gibi Kayhan ve diğerleriyle buluşacaklar, önce beraber kahvaltı edecekler ardından denize girip sörf yapacaklardı.

Kayhan, kız kardeşi Hemraz ile beraber en iyileriydi. Ardından Emre ve Damla geliyordu. Şevval diğer kızlarla voleybol oynarken, bir yandan da Kayhan büfeye gidip öğle yemeklerini söyleyecekti. Yemekten sonra, gölgede sohbet edip güneş geçince de tekrar sörf yapacaklardı. Akşam olduğunda hepsi birinin evinde toplanacak ve yemek yiyeceklerdi. Gece tekrar plaja çıkıp ateş yakacaklardı, ardından şişe çevirmece, bilmem ne, oyunlar oynanacaktı veya yan sitedeki partilerden birine katılacaklardı. Gece 2-3 civarında herkes evlerine dağılırken, Kayhan, Emre ve birkaç kişi daha birazcık da olsa bu saati uzatacaklardı. Çok içmiyorlardı, Bazen belki bir-iki bira ve ardından onlar için gün biterdi.

Bunların hiçbirine katılıyor muydum?

Hayır.

Hepsini yalnızca bir kenarda gözlemlemiştim.

Zamanlamamdan nefret ediyordum. Geç kalmıştım. Hemen arkamı onlara doğru dönüp sağ tarafa hızlı adımlarla yürümeye başladım. Konuştuklarını duyabiliyordum.

“Hey, Güneş miydi o?”

Emre’nin bu söylediğini duyar duymaz daha da hızlandım ve sokaklardan birine daldım. Biraz daha ilerledikten sonra sağdaki dar sokağa saptım. Ardından sola ve biraz yokuş çıktım. Yolu yeterince ezberlemiştim artık. Bahçesindeki bitkilerin bakımsızlıktan ağaçlarla birleşip büyük otlara dönüşmüş olduğu büyük, görkemli ve eski, rengi solmuş pembe evi görünce şapkamı çıkardım.

Evin arka tarafına dolaştıktan sonra bahçedeki bitkilerin en seyrek olduğu yerdeki tel duvarın ufak aralığını gördüm ve deneyimli bir dikkatle elimle kaldırdım. Altından geçtikten sonra teli tekrar eski haline getirdim ve bahçeye baktım.

Evim evim güzel evim.

Bahçenin önündeki posta kutusuna gidip içine sakladığım kitapları çıkardım.

Tüm yaz boyunca hem dizi izleyip hem de hedeflediğim kitapları okumak istemiştim ama bu aralar diziden çok kitaplar çekiyordu beni. Başka insanlar olmak istiyordum. Yeni bir dünyada yeni bir insan olup farklı şeyler yapmak, yeni insanlarla tanışmak istiyordum. Gerçekte bunu yapacak enerjim yoktu çünkü. Diziler de bunu sağlayabiliyordu bazen, ama kitaplar kadar seni içlerine alamıyorlardı. Okuduğum karakter olmak, orada ve birkaç saatliğine de olsa kendi hayatımı unutabilmek kaçış noktamdı. Geçmişimi unutabiliyordum.

Tam da ihtiyacım olan şeydi.

Getirdiğim tüm kitapları bitirmiş, üstüne her geçen gün yeni kitaplar almıştım. Şu an buraya saklamış olduğum dört yeni kitap vardı. İçlerinden ilk elime geleni aldım ve posta kutusunu geri kapattım.

Evin arka bahçesindeki arka kapının duvarına yaslanmış, boyası akmış iki kişilik demir salıncağa oturdum. Buraya geldiğimiz ikinci haftada, Esma ile yürüyüş yaparken burayı görmüştüm, bir sonraki gün de yalnız gelip telin açık kalan kısmından bahçeye girmiştim. Burası yalnız kalabildiğim ve kimseye hesap vermek zorunda olmadığım bir yerdi. Evin ve bahçenin görünüşüyle pencerelerdeki satılık yazısını birleştirdiğimde, uzun yıllardır satılamadığını anlamıştım. Buradaki en büyük evdi ve en büyük bahçeye sahipti, bu yüzden çok pahalı olmalıydı.

Cebimden iPod’umu çıkardım ve çalma listesini başlatıp, yeni kitabımın kapağını açtım.

Kısacası şu iki ay şöyle geçmişti: Esma, Helin ve Burak, benim sahildeki Bodrum gençleriyle -yani Kayhan, Emre ve diğerleri ile- çok iyi arkadaş olduğumu, günlerimin çoğunu onlarla eğlenerek geçirdiğimi düşünüyorlardı. Bizimkiler her gün aynı saatte denize gidiyorlardı ve şansıma, o saatlerde Kayhanlar yan sitenin plajındakilerle voleybol maçı yapıyor oluyorlardı. Bizimkiler Kayhanları, Kayhanlar da bizimkileri görmüyordu. Birbirlerini görseler benim sürekli yalan söylediğimi anlarlardı.

Helin hakkında başlarda kendimi kötü hissediyordum ama Doğukan sıklıkla buraya gelip bizimle kalmaya başlamıştı, bu yüzden Helin, Burak’la Esma’ya üçüncü tekerlek olmaktan kurtulmuştu. Doğukan’ı ilk kez Bodrum’a geldiği akşam, yemeğe otururken gördüğümde ister istemez yanında Demir’in de olabileceğini düşünmüştüm. Basit bir ümitti. O yoktu. Bir yanım rahatlarken diğer yanım da burada olmasını istemişti. İki koca ay geçmişti ve ben hâlâ o konuda bir çıkış yolu bulamamıştım.

Öğlenleri bizim sahilden, evden ve büfeden uzakta, diğer siteye yakın yerlerde yemek yiyordum. Bazı günler hiç acıkmıyordum, bazen de bakkaldan birkaç şeyle geçiştiriyordum. Şimdiden üç kilo vermiştim.

Güneş batmaya başladığında dönme zamanımın geldiğini anladım, posta kutusuna kitabımı koyduktan sonra tellerin arasından geçip yola koyuldum. Saatlerce hiç sıkılmadan kitap okumuştum. Evin kapısına geldiğimde “Bir gün daha bitti,” diye düşündüm. “Selam!” diyerek içeri girdiğimde salonun boş olduğunu gördüm. Yukarıdan da ses gelmiyordu. Holden geçip bahçeye baktığımda, üçünün de çimlerin üstüne kurulmuş kahverengi masada oturduklarını gördüm. Bir şey konuşuyorlardı. Yanlarına oturdum.

“Gününüz nasıl geçti? Benim güzeldi. Önce yine her zamanki gibi kahvaltı ettik, daha sonra da Kayhan bana sörf yapmayı öğretti. Aslında… öğretmeye çalıştı diyebiliriz çünkü hiç beceremedim! Her seferinde düştüm,”

“Bize yalan söylediğini biliyoruz.”

Aa, bu hiç iyi değildi işte.

“Bugün Emrelerle mi karşılaştınız? Evet, bir ara onların yanından uzaklaştım. Sahil çok sıcaktı ve gölgede biraz oturdum. Ama sonra yanlarına döndüm. Herhalde o sırada onları görmüş olmalısınız,”

Durumu kurtarmak için yalan üstüne yalan söylemeye devam ediyordum. O eski evde her günümü kitap okuyarak geçirirken birkaç yalan da düşünmüştüm. Yoksa hemen bir anda böyle detaylı yalanlar uydurabilecek yeteneğe sahip değildim. Esma “Hayır. Başından beri bize yalan söylüyordun. Onlarla hiç buluşmadın, bir kere bile… Değil mi Güneş?” diye sorduğunda ne diyeceğimi bilemedim.

Burak “Bugün Esma biraz halsizdi ve öğlen sahilde bayıldı. Gerçekten bayıldı Güneş. Bu ciddi bir olay. Seni bulmak için diğer sitenin plajında voleybol oynayanlara baktım. Emre’yi gördüğüm anda hemen yanına gidip seni sordum. Bana ne dedi biliyor musun?”

En azından iki ayı çoktan kurtarmıştım.

Helin “Onlarla sadece bir kez konuşmuşsun. O da benim seninle beraber sahilde yürüdüğüm gün,” dedi.

“Esma ne oldu? Şimdi iyi misin?” diye sorduğumda, Esma “Güneş, ben iyiyim, ciddi bir şey değildi. Gerçekten çok sıcaktı ve fazla güneşte kalmıştım. Yanımda sen de olsaydın mutlu olurdum ama yoktun. Söylesene Güneş iki aydır sen neredeydin? Her gün sabah erkenden evden çıktın, bazen öğlen yemeğine yanımıza geldin, bazense hiç gelmedin. Seni ancak akşam yemeğinde görebiliyorduk,” dedi.

Burak “Nerelerde saklandığından çok, kimlerle saklandığın önemli. Güneş, başına bela açmadın değil mi?” diye sorduğunda kimsenin abilik rolüne bürünmesi gerekmiyordu. “Hayır! Hayır. Gerçekten yanımda kimse yoktu. Hep yalnızdım. Size yemin ediyorum ki başıma bela da açmadım. Aslında hiçbir şey yapmadım. Bu iki aydır tek yaptığım şey kitap okuyup kafamı dinlemekti. Gerçekten…” diye kendimi savundum.

“Ya daha önemli bir şey olsaydı? Esma’ya veya aramızdan birine daha kötü bir şey olsaydı ve seni arasaydık? Her gün telefonunu evde bırakıyorsun! Nerede olduğunu bilmemiz senin için önemsiz gibi geliyor olabilir ama önemli Güneş. Kendinde değildin! Ya kendine zarar verseydin? Kendimizi suçlu hissetmeyeceğimizi mi sanıyordun?” Helin’in söyledikleri karşısında verecek bir cevap yoktu. Haklıydı, her zamanki gibi hepsi yine haklıydı.

Burak “Bu böyle olmaz. Bundan sonra senin yanından bir dakika bile ayrılmıyoruz Güneş. En azından senin iyi olduğundan emin olana kadar,” dediğinde ayağa kalktım.

“Siz annem değilsiniz, babam da değilsiniz! Biliyorum iyiliğimi düşünüyorsunuz ama beni sıkıyorsunuz. Kimseyle konuşmak istemediğim gerçeğini neden göremiyorsunuz? Haklısınız evet, ama ben iyi değilim ve yeni insanlarla arkadaşlık etmenin beni iyi yapacağını da düşünmüyorum. Garantisi yok, tamam mı? Artık kimsenin garantisi yok. Kayhan, bir bakmışım uzaktan bir amcamın katili çıkar, Şevval de torunlarımın katili olur, Hemraz bizi bir yere götürürken kaza yapar. Bilmiyorum tamam mı! Bilmiyorum!”

Çatı katına çıkıp yatağa uzandım, gözlerimi kapattım. Demir’i iki aydır görmemiştim, sadece fotoğraflarına bakabiliyordum. Zaten ikimizin bulunduğu fotoğraf sayısı da sadece birdi. O da müzikalde, sahnede sonuçları beklerken tam arkamda durduğu fotoğraftı. Telefonu elime aldım. Halam iki kez, Arda da bir kez aramıştı. Onları sonra arayacağımı aklıma yazıp galeriye girdim. Bu fotoğrafta, sahnede benim elimi tutuyordu. Buradan belki görülmüyordu ama gerçek buydu. Gizlese de gizlemese de. Sanırım ilişkimizin özeti de buydu. İyi şeyler hep az yaşanırdı aramızda ve çoğu görünmezdi. Sadece ikimiz biliyorduk, sadece ikimiz hissediyorduk.

Telefonumu kapattıktan sonra uykuya dalmak için gözlerimi kapattım.

“Dün söylediklerim için özür dilerim,” dedim. Yeni bir günde kendimi affettirmek istiyordum. Dün fazla çıkışmıştım.

Burak “Hmm… Bu da bir gelişme,” deyip gülümsediğinde diğerleri de gülümsedi.

Esma “Hadi yemeye başla,” dedi.

Kahvaltı bittiğinde Helin “Saat kaç?” diye sordu. Tam o sırada kapı çaldı.

Esma “Sanırım sürprizi sürpriz geçiyor,” dedi.

“Kim geldi?” diye sorduğumda Burak “Neden gidip kapıya bakmıyorsun?” diye karşılık verdi.

Ayağa kalktım ve salondan geçerek kapıya ilerledim. Kalbim atmaya başlamıştı. Demir miydi? Olamazdı. Kapıyı açtığımda, siyah kalın çerçeveli gözlüklerinin arkasında yeşil gözlerle bana bakan Arda’yı gördüm.

“Arda!”

“Sürpriz! Civcivim beni özlemiştir diye düşündüm,” dediğinde boynuna atladım. Arda’yla en son ne zaman konuşmuştum? Sanırım iki hafta önceydi.

Arda, elindeki bavulu bıraktı ve o da bana sarıldı. Onu bu kadar özlediğime inanamıyordum. Yeni insanlar tanımak ve onlar tarafından hayal kırıklığına uğramak istemiyor olabilirdim ama beni asla bırakmayacak ve hayal kırıklığına uğratmayacak eski dostlarımı da kendimden uzaklaştırdığımı fark etmemiştim. Bu, gerçekten iyi gelmişti.

Arda beni yere indirdiğinde “Senin boyun mu uzadı?” diye sordum.

“Evet, değil mi? Sanırım ergenlik bende biraz garip işliyor. Aslında bu iki ayda sabahları spora gidip öğleden sonra da kafede çalışmaya başladım. Önce biraz dövüş sanatları, detayına girmeyeceğim çünkü senin ilgini çekmeyeceğini adım gibi iyi biliyorum, ardından da yüzmeye katıldım. Sonra da babamın yanına dönüyordum işte.” dedi.

“Eee muhteşem odamı gösterin bakalım,” diye eklemeyi unutmadı. Sırayla Helin ve Esma’ya sarıldı, ardından da Burak’ın elini sıktı ve omzuna vurdu.

Erkekler ve selamlaşma şekilleri…

Esma “Kahvaltı ettin mi? Biz de bahçede yiyorduk,” diye sorduğunda, Arda “Otobüste yedim biraz ama açım, hem de çok. Bavulu yukarı çıkarayım, geleceğim,” dedi.

“Tamam siz bahçeye dönün, ben Arda’ya yukarıyı gösteririm,” dedim.

“Civciv gönüllü oldu.”

Arda bizimkilere gülümserken Helin “İşe yaramaya başladı bile,” dedi.

“Siz mi çağırdınız?” diye sorduğumda, Burak “Evet. Bir süredir aslında aklımızdaydı ama dün gece artık aramamız gerektiğini anladık. Açıkçası hemen bu gece yola çıkacağını söyleyen mesajını bu kadar çabuk beklememiştik ama…” dediğinde, Arda “Civcivim bana ihtiyaç duymuş. Her ne kadar şimdi yüksek sesle bunu itiraf etmeyecek olsa da, içten içe o da biliyor,” dedi.

“Evet, itirafı çok beklersin canım,” diye ona karşılık verdim ve dil çıkardım.

İlk kata çıktığımızda “Burada bir oda boş, şurada Esma ve Burak kalıyor, yanlarında da Helin. Bazen Doğukan gelebiliyor, o zaman da Helin ile beraber kalıyorlar tabii ki,” dedim.

Arda “Oldu. Tabii. Esma ve Burak her zaman, Doğukan’la Helin de bazen bu katta kalacaklar ve ben de onlarla dip dibe yatacağım öyle mi? Güneş, geceleri uyumak istiyorum,” dediğinde kahkaha attım.

“Saçmalama Arda,” diye gülmeye devam ettiğimde “Ben ciddiyim. Hem Burak’la aramızda gizli bir sözleşme gibi bir şey var. Aslında her erkekle erkeğin arasında vardır ve bu olay…” derken yan yana olan odaları gösteriyordu. “… o sözleşmeye hiç uygun değil. Zorunda kalınmadığı sürece uygun olmaz,” dedi.

“Tamam. Sizin bu görünmez sözleşmeniz hakkında daha fazla detaya ihtiyacım olursa emin ol sorarım ama şimdilik yeterli.”

“Bu merdivenler, evet doğru, bir kat daha var. Dışarıdan bakılınca normal bir kattan biraz daha küçük görünüyor ve sadece pencere görünüyor,” deyip merdivenleri çıkmaya başladığında, “Çatıda ben kalıyorum. Tabii bir tane daha çift kişilik yatak var,” dedim. Yukarı çıktığımızda, Arda bavulunu boş olan yatağın yanına koydu ve “Güneş… bana bunlarla gel. Burası çok güzel. Üstelik en azından uyuyabileceğim. Tabii sen burada yeni muhteşem arkadaşlıklar kurmamışsan?” dediğinde gülmeye başladı.

“Evet, çok beklersin Arda,” deyip yatağımın üstüne oturdum.

Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından o da kendi yatağına oturdu. “Anlatmak ister misin?” diye sorduğunda ona baktım.

“Neyi?”

“Hadi ama Güneş!” dediğinde “Hayır,” dedim.

“Peki. Hadi aşağı inelim. Bir an önce kahvaltı etmek istiyorum.”

Arda hakkındaki en sevdiğim şeylerden biriydi bu. Eğer bir şeyi o anda anlatmak istemiyorsam zorlamazdı, ardından istediğim ve kendimi daha iyi hissettiğim bir zamanda gelip onunla paylaşacağımı bilirdi. Aşağı indiğimizde, kahvaltımıza Arda’yla devam ettik. Bizimkiler Arda’yla, müzikal için Ankara’ya giderken tanışmışlardı ve o günden beri çok olmasa da birkaç kez görüşmüşlerdi. Şimdi ise sanki Arda onların benden de eski arkadaşlarıymış gibi sohbet ediyorlardı.

Kahvaltıdan sonra hep beraber sahile indik ve denize girdik. Geldiğimizden beri ilk defa denize giriyordum. Sanırım yaz şimdi başlamıştı.

Evet, Demir yanımda değildi, onu yanımda isteyip istemediğimden de emin değildim. Boş geçirdiğim iki ay bana bu konuda hiç yardımcı olmamıştı. Sanırım bunun üstünde sürekli düşünüp kendimi depresif hallere sokmak da çözüm üretmiyordu. İyi olansa arkadaşlarımın yanımda olmasıydı. Helin, Esma, Burak ve Arda. Bana bu yolda yardımcı olmak istiyorlardı. Sanırım onlara izin vermeliydim. Demir sorunumu çözmek için ne kadar zamanım vardı bilmiyordum ama emin olduğum tek bir şey vardı: Onu delicesine seviyordum ve sorunun bu olduğunu anlamama çok az kalmıştı.

error: Bu içerik koruma altındadır.