Bölümlerin eğer bir şarkısı varsa genelde şarkılarına da yer veriyorum. Bir de benim kliplerim, kendi yazdığım şarkılarım var 🙂 Eğer dinlemek isterseniz Spotify’da ve Youtube’da bulabilirsiniz. Spotify’da playlist’lerinize eklerseniz çok destek vermiş olursunuz.
Bir klibimi aşağıya bırakıyorum merak edenler için.
Eğer olur da merak eder ve dinlerseniz, umarım beğenirsiniz <3
Arda’yı Kayhan’larla tanıştırdık ve tüm günümüzü sahilde geçirdik.
Kayhan, benim İstanbul’a döndüğümü sanmıştı. Haklıydı tabii. Burak, ona ve diğerlerine benim yerimi sorduğunda bilmediğini söyleyince o da endişelenmişti. Açıklama yapıp özür dileyene kadar o ve diğerleriyle aram biraz garipti. Hepsi her gün oradalardı. Kayhan, Emre, Damla, Şevval, Hemraz ve diğer adını bilmediğim en az altı kişi daha. Arda geldikten iki gün sonra, kendimi az da olsa daha iyi hissediyordum. Bir parçam rahatlamıştı. Artık geceleri daha rahat uyuyabiliyordum. Bu, Demir’i aştığım anlamına gelmiyordu. Sadece biraz daha iyiydim, o kadar. Onu unutabilmek mümkün değildi, en azından yanımda aklımı dağıtan arkadaşlarım vardı. Arda da hemen her zamanki gibi ortama hemen karışmıştı.
Akşam, Arda’yla iki gece önce başlayıp gelenekselleştirdiğimiz gece çatı sohbetimizi de bitirdikten sonra uykuya daldım. Sesler duyup gözlerimi açtığımda Arda’nın yatağında olmadığını fark ettim. Gözlerimi ovuşturduktan sonra yatağımın yanındaki küçük sehpanın üzerinden telefonuma uzandım ve saate baktım. Telefonun tuşuna bastığım anda çıkan ışık gözlerimi yaktı. Hemen parlaklığı azalttım.
03.17
Arda ya tuvalettedir ya da su içmek için aşağı inmiştir diye düşünüp telefonu sehpanın üstüne bıraktım ve ardından uzandım. Gözlerimi kapattığımda tekrar az önce duyup uyandığım sesleri duydum ve ayağa kalktım. Konuşma sesleri geliyordu ama çok kısıktı. Duymak neredeyse imkânsızdı. Fısıltı gibilerdi. Normalde uykum bayağı ağırdı ama şu son iki ayda o kadar az uyuyabiliyordum ki, en ufak bir şeye bile kalkabiliyordum. Merdivenlerin başına gidip aşağı doğru baktığımda, banyonun ışığının kapalı olduğunu gördüm. Helin’in odasını da buradan görebiliyordum, uyuyordu. Onu uyandırmamak için sessizce merdivenleri indiğimde Esma ve Burak’ın da aynı şekilde uyuyor olduğunu gördüm.
Arda telefonla mı konuşuyordu? Gecenin üçünde?
En alt kata da inebilmek için merdivenlerin başına geldiğimde duyduğum sesle irkildim.
“… Onu görmem gerek.”
Demir’in sesiydi! Eğer şuan rüya görmüyorsam, veya kâbus, bu Demir’in sesiydi.
Kendi kulaklarıma inanamayarak en yukarıdaki merdivene oturdum ve başımla aşağı doğru eğilip kapıyı izlemeye başladım.
“Demir, gitmelisin.”
Arda kapıyı aralık tutuyordu. Demir karşısında duruyordu. Kapının hemen dışındaydı.
O buradaydı.
Gözlerime inanamıyordum. Onu en son iki ay önce görmüştüm.
Ah… Onu o kadar özlemiştim ki!
“İçeri gireceğim,” deyip Arda’yı itmeye kalktığında, Arda buna izin vermedi ve Demir’in elini havada yakaladı.
“Çok şey değişti. Artık sana ihtiyacı yok.”
Arda bunu nasıl söyleyebilirdi? Demir’e ihtiyacım vardı, hem de kimseye ihtiyacım olmadığı kadar. Ben ve o, biz özel bir şeyi paylaşıyorduk. Bunu kimsenin anlamasını bekleyemezdim çünkü bir tek biz anlayabilirdik. Yaşadıklarımı düşünürsem, Demir başıma gelen hem en iyi hem de en kötü şeydi ama tüm benliğimle onu istemekten vazgeçemiyordum.
“Ama, ama ya benim ona ihtiyacım varsa?”
Demir’in kelimeleri kalbimi parçaladı. Sadece kalbimi değil, beni de parçaladı. Gözümden düşen damlalara hâkim olamadım. Arda “Git. Seni istemiyor. Seni görmek yine sorunlara yol açacak. Ona iyi gelmiyorsun Demir, kimseye iyi gelmiyorsun. Nereye gitsen orada bela oluyor ve yaptıkların… Lütfen. Daha fazla ısrar etme. Kapıyı kapatacağım,” dediğinde ayağa kalktım. Hemen aşağı inip Arda’yı kapının önünden iterek Demir’in karşısında durabilirdim.
Onu bir kez daha yakından görmek, gözlerine bakmak istiyordum. İki aydır uzaktık. Şu anda aramızda belki birkaç merdiven vardı ama hâlâ kavuşamayacak kadar uzaktık.
Bir sonraki merdivene ayağımı koyup aşağı inmeye çalıştım ama yapamadım. Onu şu anda görebiliyordum, o ise beni göremiyordu. Ağzımdan çıkacak tek bir kelimeyle bütün her şeyi şu anda değiştirebilirdim. Herhangi bir kelime, bir fısıltı! Duyardı ve o da beni görürdü.
Sonrasında ne olacaktı peki?
“Bunu söyledi mi? Beni istemediğini söyledi mi?”
Demir’in soruları karşısında Arda durakladı. Ben de öyle. Onu isteyip istemediğim konusu iki aydır kafamı yiyordu ama hiçbir zaman bunu sesli söylememiştim. Bir karar verip de arkadaşlarıma, Arda’ya söylememiştim.
“Evet,” dedi Arda.
Demir geriye doğru bir adım attı.
Arda “… Seni istemediğini, ailesine yaptıkların yüzünden bir daha seninle olmak istemediğini söyledi,” dediğinde, bir gözyaşım daha yanağımdan süzüldü.
Ben böyle bir şey söylememiştim.
Peki böyle bir şeyi düşünmüş müydüm? İşte bu konu hakkında kendime yalan söyleyemezdim. Hâlâ kararımı vermemişken aşağı inip onunla yüzleşmem doğru olur muydu? Söyleyecek ne kadar çok şey varsa bir o kadar da kelime eksikti dünyada.
Demir “Arda, onunla sadece bir dakika konuşmama izin ver. Onu ikna et. Bir şekilde yap bunu. Lütfen, ona söylemem gereken şeyler var…” diye başladığında, Arda “Hayır Demir! Onunla konuşmayacaksın, onu bir daha görmeyeceksin. Okulda ne olur bilmiyorum ama şimdilik onun yakınında dolaşmayacaksın. Ben de istemiyorum, o da istemiyor. Şimdi git. Burada işin yok. Bitti artık,” diyerek Demir’in sözünü kesti.
Demir, kapıdan daha da uzaklaştı ve arkasını dönüp arabasının yanına gitti. Arda hâlâ kapıyı kapatmamıştı. Demir’in gittiğinden emin olmak istiyordu. Görebilmek için iki basamak daha inmem gerekmişti.
Gözlerimin önündeydi. Onu görüyordum. Gidişini izliyordum, benden uzaklaşmasını, kim bilir kaçıncı kez.
Arabasının kapısını açtı ve binmeden önce Arda’ya baktı. Sinirliydi. Arabasına bindi ve kapıyı sertçe kapattı. Sessiz sokağı siyah, büyük araba kapısının kapanma sesiyle doldurdu. Arda’nın kapıyı kilitlemeye başladığını fark ettiğim anda hemen basamaklardan çıktım ve çatıya ulaştım. Kendimi yatağa atar atmaz gözlerimi kısık şekilde tuttum.Arda’nın ayak seslerini takip ettim. Yukarı geldiğinde yatağının kenarına oturdu ve biraz bekledi. Dirseklerini dizlerine dayadı ve başını avuçlarının arasına aldı. Birkaç derin nefesten sonra ellerini, saçlarından boynuna indirdi. Ardından yatağa uzandı ve bana arkasını döndü.
İstanbul’dan Bodrum’a gelmişti. Demir bunu yapmıştı.
Neden iki ay beklemişti? Ya da böylesi daha mı iyiydi? Onun hakkındaki gerçekleri öğrendikten hemen sonra yüzleşseydik ne olurdu? Veya yarın gelse ne olurdu? Beş dakika önce aşağı inseydim ve onun karşısına çıksaydım ne değişirdi aramızda? Ailemi öldürdüğü gerçeği bir anda silinebilir miydi hafızalardan? Hoş, silinse bile, gerçekleri kim nasıl örtebilirdi bir daha?
Cevaplarını bilmediğim ve öğrenmek isteyip istemediğimden de hâlâ emin olamadığım bu soruları erteledim ve gözlerimi kapattım.
Sabah uyandığımda Arda hâlâ uyuyordu. Dolaptan bikinimi ve plaj kıyafetlerimi aldıktan sonra aşağı indim. Banyoda giyindim. Burak ve Helin çoktan uyanmışlardı. Televizyonun üstündeki saatten, saatin 10.22 olduğunu gördüm.
“Günaydın. Esma Hanım hâlâ rüyalarda demek…” dediğimde Helin dirseğiyle Burak’ı dürttü ve “Çok yordun kızı galiba…” dedi. Ben de güldüğümde Burak da dayanamayıp gülümsedi ve ardından bir anda yüzünü ciddileştirdi.
“Yeterli,” dedi.
Bu hareketi Helin’in esprisinden on kat daha komik olduğundan dolayı yine Helin’le gülmeye başladık.
Esma merdivenlerden inerken “Neye gülüyorsunuz? Bir tek ben mi kaçırdım? İyi, Arda da hâlâ uyuyormuş,” dediğinde aklıma dün gece geldi. “Esprileri tek kaçıran ben değilmişim. Rahatladım.”
“Hadi Arda’nın kafasından aşağı buzlu su döküp onu uyandıralım,” dediğimde, Esma gülümsedi. “Bana bunlarla geleceksiniz işte,” dedi ve hemen mutfağa girdi. Biz de onu takip ettik. Orta boydaki bir tencereye buz gibi suyu doldurup içine de birkaç buz attı. Burak tencereyi eline aldı, sırayla onu takip ederek yukarı çıktık. Helin telefonunu eline aldı ve videoyu başlattı, “Ice bucket challenge’a hazır bir Arda görüyorum…” Burak’a dönüp “Tencereyi bana ver. Bu hak benimdir,” dedim. “Hay hay hanımefendi,” diye cevap verdiğinde tencereyi elime aldım ve yatağın başına geçtim. Tencereyi kafasının üstünde tutarken, dün gecenin hesabı olarak iç geçirdim ve içindeki her şeyi boşalttım.
Biz kahkahalara boğulurken Arda yatakta yerinden fırladı ve hemen ayağa kalktı. Bir yandan bağırırken bir yandan da tişörtünü çıkartıyordu.
“Bunu hak etmedim! Her zaman iyi bir çocuk olmuşumdur!”
“Belki de hak etmişsindir, belki de gelecekte hak edeceksin… Bilemeyiz,” dediğimde, Burak “Evet, önceden tedbirimizi alalım da,” diyerek bana katıldı. Esma, Arda’nın yatağının yanında duran sehpadan gözlüğü alıp Arda’ya uzattı. Arda “Sağ ol ama hemen denize gidiyorum, deniz bile daha sıcaktır,” dedi.
Helin “Evet ben de geliyorum, büfeden tost alırız. Değişiklik olur,” dedi.
“Ben çoktan mayomu bile giydim. En iyisi yer kapmaya gideyim,” dedim ve aşağı indim.
Terliklerimi giyip kapıdan dışarı çıktım. Sadece birkaç saat önce Demir tam burada duruyordu. Onun tanıdık kokusunu duyabilmek için derin bir nefes aldım ama boşunaydı. Çoktan uçup gitmişti. İşte bazı şeyler hiç de kalıcı değillerdi, aynı fırsatlar gibi. Bulduğun veya karşına çıktığı anda yakalayacaktın onları.
Peki ya çoktan o fırsatları, sahip olduklarını kaybetmişsen?
Ön bahçede dünden kuruyan havlularımızı topladım ve plaj çantamın içine koydum. Tam plaja doğru yürümeye başlıyordum ki bizim kapının açıldığını duydum. Arda, ben havluları toplayana kadar mayosunu giymiş, aşağı inmişti.
“Ne çabuk hazırlandın,” dediğimde “Sağ olun siz olmadan bunu başaramazdım. Ödülümü, buz gibi soğuk suyla pijama altımı ve tişörtümü ıslatıp beni derin uykularımdan uyandıran, bir an önce o ıslak kıyafetlerden kurtulup muhteşem kurulukta olan mayomu giymeye teşvik eden harika arkadaşlarıma ithaf etmek istiyorum,” dedi.
Cümleyi beynimde idrak etmeye çalıştıktan ve başarılı olduktan sonra “Ha ha. Yine formundasın,” dedim.
“Her zaman civciv.”
Bir anlığına da olsa ona olan kızgınlığımı unutmuştum ama unutmamalıydım. Bana hâlâ dün Demir’in geldiğini söylememişti ve gülümseyişinden, espriler yapmasından da henüz söylemek gibi bir niyeti olmadığı anlaşılıyordu. Demir’e yalan söylediği yetmezmiş gibi, dün bana onun geldiğini de haber etmemişti, yalanlarına devam ediyordu.
“Günaydın!”
Emre’nin sesini duyduğumuzda ikimiz de arkamızı dönüp ona baktık.
Arda “Selam,” diye cevapladığında, Emre’ye “Her sabah yan sokaktan Şevval’leri alıp plaja iniyorsun değil mi?” diye sordum.
Emre sorumu garip bulduğunu belli eden bir ses tonuyla “Evet?” diye cevap verdi.
Hemen çantamı açıp havluları Arda’ya verdim ve tutmasını beklemeden Emre’nin yanına gittim. Arda’ya “Biz Şevval ve Hemraz’ı almaya gidiyoruz. Sen havluları koyup yer tutarsın olur mu?” dedim.
Arda “Emre’yle mi gidiyorsun?” diye sorarken şaşkınlığı belliydi.
“Evet,” diye yanıtladığımda, Arda bir anlığına duraklasa da ardından “Peki. Emre, gizli gizli evlere gidip iki ay boyunca yalnız başına kitap okuyup kafayı yemesin olur mu?” dediğinde, Emre “Baş üstüne komutanım,” diyerek cevapladı ve arkamızı Arda’ya dönüp diğer sokağa doğru yürümeye başladık.
Sokağın başına geldiğimizde “Kayhan da hâlâ inmemiş. Hayret. Normalde bizden bir saat önce kalkar ve sörfe başlar. Ardından da sahilde bizim gelmemizi beklerdi,” dedi.
“Henüz gitmediğini nereden biliyorsun?” diye sorduğumda, Emre “Terlikleri burada,” dedi ve Kayhan’ın evinin kapısını gösterdi.
“Sen şu yandaki evin kapısını çal, ben de Kayhan’la Hemraz’ı alayım.”
Dediğini yaptım ve yandaki evin kapısını çaldım. İçeriden siyah saçları ve çenesindeki piercing’ler ile Şevval çıktığında “Hey! Yeni piercing!” dedim.
“Evet, beğendin mi?” diye sorduğunda, çenesinin iki yanından çıkan çivi şeklindeki piercing’lere baktım.
“Pek benim tarzım değil ama sende hoş duruyor. Özel bir adı var mı?” diye sorduğumda Kayhan’ın “Günaydın. Güneş de buradaymış. Kayıp kız…” dediğini duyduk.
Kayhan’ın arkasından Hemraz da evden çıktı. Şevval’le beraber Hemraz’a selam verdiğimizde, o da bize gülümsedi.
Beş kişi Şevval’in evinin önünde dururken, Hemraz ve Şevval 30 Seconds To Mars grubu ile ilgili bir konuşmaya daldılar. Kayhan, Emre’ye bakıyordu. Konuşmuyorlardı ama Kayhan, Emre’ye kaş göz işaretleri yapıyordu.
Emre “Tamam, hanımlar… Yani Şevval ve Hemraz…. Güneş, sana hanım dememek için şey yapmadım tabii, yanlış anlaşılmasın da, şey, bizim gidip yer kapmamız gerekiyor. Hadi gidelim,” dediğinde, Hemraz, Kayhan’la bana döndü ve “Siz gelmiyor musunuz?” diye sordu.
Kayhan “Güneş, evinde güneş kremini unutmuş da onu alıp geleceğiz,” dedi.
Hemraz “Toplamda konuştuğunuz cümle sayısı yüzü geçmemiştir ama şimdiden telepatik yolla anlaşabiliyorsunuz, neyse… Tebrikler,” dedi ve bana gülümseyip Şevval ile Emre’ye katıldı. Onlar giderken Kayhan’a döndüm ve “Adımı bir cümlede iki kere duymanın bana bu kadar garip geleceğini hiç tahmin etmemiştim,” dedim.
“Hadi ama, ilk defa duyuyor olamazsın. Mutlaka önceden yaşamışsındır. Güneş gözlüğü, güneş kremi, güneşlik, güneş yanığı…” diye devam ederken ona olan bakışımı fark etti ve “… Başına güneş geçmesi. Ve sanırım burası kesmem gereken an, özür dilerim,” diyerek tatlı gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Elini saçının arkasına götürdü.
“Ee, evde kremimi falan da unutmadığıma göre sahile gidiyor muyuz?” diye sorduğumda, elini başının arkasından indirdi ve tekrar gülümsedi. “Evet, evet hadi gidelim,” dedi.
Sahile vardığımızda Esma, Burak ve Arda yan yana şezlonglarda oturuyorlardı; Arda’nın yanında da sırasıyla bir tane boş şezlong, Hemraz, Şevval, Damla, Emre ve adını bilmediğim ama çok tanıdık gelen bir kız oturuyordu. Herhalde iki ay önce Kayhan’la sahilde yürüyüş yaparken Damla’yla tanıştığımda duran ekipten biri olmalıydı. Emre ayağa kalktı ve birkaç şezlong daha çekmeye başladı. İkiden fazla çektiğini görünce ekiplerinin tam olmadığını hatırladım.
Kayhan “Sanırım şimdi arkadaşlarının yanına dönmek istersin..?” dediğinde, Arda’ya baktım. Benim havlumu kendisiyle Hemraz’ın arasında boş duran şezlonga yaymıştı ve bana el sallıyordu.
Kayhan’a “Aslında iki aydır yaptığım, daha doğrusu yapmadığım şeyi yapıp sizinle, yani seninle oturabilirim. Kendimi affettirmek istiyorum. Sonuçta bir bakıma sizi bahane edip arkadaşlarıma yalan söyledim,” dedim.
Kayhan “Olur, tamam. Sen bizimkilerin orda bir yer seç, ben havlunu alıp yanına gelirim o zaman,” dedi ve Arda’nın oturduğu yere doğru gitti.
Helin, benim Emrelerin oraya oturmaya gittiğimi görünce, Esma ve Burak’a da bakmalarını söyledi. Arda’yla beraber dördü de beni izlerlerken, Esma kendi telefonunu işaret ederek benim telefonuma bakmamı söylüyordu.
Çantamdan mesaj sesi gelince telefonumu aldım ve Esma’dan gelen mesaja baktım.
Gönderen: Esma
İki ay geç oldu ama olsun… İşte böyle devam kızım! Götür çocuğu 😀 😀 :*
Gülümsedim ve onlara baktım. Helin bana öpücük gönderdi.
Kayhan çoktan havlumu alıp Emre’nin bir arkasındaki şezlongda oturduğumu görmüştü. Yanıma geldi ve havluyu bana uzattı. Plaj için giydiğim şortumu ve askılı bluzumu çıkardıktan sonra, üstünde mavi ve yeşilin tonları olan bikinimle uyumlu açık mavi havlumu şezlonga serdim. Uzandığımda Kayhan, onun şezlonguyla benim şezlongumun arasındaki şemsiyeyi açtı ve ardından kendi şezlonguna uzandı.
Bana baktığını görmüyordum ama hissedebiliyordum.
“Gözlerin havlunla aynı renk,” dediğinde mavi havluma baktım. Evet, başıma en çok iş açan rengin farklı bir tonuydu mavi, Demir’in gözleri gibi, ama Kayhan’la işler karışık olmak zorunda değildi sanırım.
“Evet, sanırım öyle. Fark etmemiştim.”
“Çok güzel,” dediğinde ona gülümsedim ve tekrar denize bakmak için başımı çevirdim. Arda’nın bana baktığını gördüm. Tanıdığım Arda, şu anda onu sattığımı düşünürdü. Kayhan’la oturuyor olmam hakkında hiçbir şey demezdi, yüzüme vurmazdı ama içten içe kırılmış olurdu. Bunu biliyordum, çünkü onu iyi tanıyordum.
Arda, Hemraz ile arasında boş duran şezlongu aradan çekti ve kendi şezlongunu Hemraz’ınkine yaklaştırdı. Hemraz’a gülümsediğini görebiliyordum. Arkasına yaslandı ve onunla sohbet etmeye başladı.
Amacım belki de Arda’yı kıskandırmak, dünkü davranışı için ondan intikam almak istemem gibi görünüyor olabilirdi ama aslında şu anda Kayhan’la takılıyor olmamın bu olayla o kadar da ilgisi yoktu.
Belki de daha başından ona haksızlık etmiştim. Onunla arkadaş olmak istiyordum. Kızlar ve Burak haklıydı. Aklımı sadece Demir’e takıp, diğer herkesi kendimden uzaklaştıramazdım. Tabii ki onu unutmayacaktım ve bir yandan da onu ve getirdiği sorunları düşünmeye devam edecektim.
Ama bu Kayhan’la arkadaş olmamı engelleyecek değildi.
Kayhan’ın benden hoşlandığını anlamıştım. Anlamamak elde değildi zaten. Niyeti iyiydi ama onunla böyle takılıp, onu boş yere umutlandırmak istemiyordum. Sonuçta başımda ve kalbimde mavi gözlü büyük bir problem vardı.
“Kayhan…” dediğimde bana döndü.
“… Bak. Sana karşı dürüst olmak istiyorum. Ben şu anda bir sevgili aramıyorum. Yani yanlış anlamanı istemiyorum. Seninle arkadaş olmak güzel. Gerçekten öyle, diğerleriyle de… Sadece eğer öyle bir şey varsa karşılık alamayacağını söylemek istedim. Seni üzmek istemiyorum. Sonradan üzülmeni de…”
“Hiç sorun değil. Önce arkadaş oluruz. Sonrasında bir bakmışız el eleyiz ve bu anı hatırlayıp gülüyoruz… Hiç problem olmaz. Ben buradayım. Beklerim,” dedi ve gülümsedi.
Ben de ona gülümsedim ve ardından gözlerimi kapattım. Sahildeki dalga ve ufak kahkaha seslerine odaklandım. Sahilin sakinliği beni de sakinleştirirken, dün geceyi düşünmeye başladım. Arda, Demir’e böyle bir konu hakkında nasıl yalan söyleyebiliyordu? Demir’in geleceğini önceden biliyor muydu?
“… Ama… ama ya benim ona ihtiyacım varsa?” diyen Demir’in sesi kulaklarımdaydı. Unutulmaz sesi dün gece tekrar kalbimi hızlandırmıştı.
Elimi göğsümün üstüne koydum ve kalbimi hissetmeye çalıştım. Şu anda, dün onun sesini duyduğum ve onu kapıda gördüğüm anki gibi atıyordu.
Bana bunu nasıl yapabiliyordu?
O, ailemi öldüren adamdı. Onu sevemezdim. Ailemi öldürmüştü ve onu sevmeme izin vermişti. Bana umut vermişti. Beni kendine âşık etmişti.
“Güneş, iyi misin?”
Kayhan’ın sorusunu duyduğumda gözlerimi açtım ve yanaklarımdaki ıslaklığı fark ettim. Yerimde doğruldum ve ellerimle gözlerimi sildim.
“Yine alerji mi?” diye sorduğunda güldüm. O günü hatırlıyordu demek.
“İşte hep böyle gül. Gülmek sana çok yakışıyor,” dedi.
Kayhan’ın gözlerine baktım. “Teşekkürler.”
Keşke Demir de bana o kadar yakışabilseydi.
Teorileriniz neler? Sizce Demir’e ne oluyor? – Bana TikTok’tan yorum olarak yazabilir misiniz, teorilerinizi çok merak ediyorumm!