Karanlık Lise 2 – Bölüm 7


Sabahtan Kayhanların yanına, Emre’nin evine gittiğimde, partiye hazırlanmalarına yardım ettim. Ekiplerinin içinden evde partiye hazırlık yapan altı kişi vardı. Emre’yi Damla ve Hemraz sahilde oyalarken, Kayhan, Şevval, ben ve diğer üç kişiyle beraber evi akşama hazır hale getiriyorduk. Emre tabii ki olayı biliyordu ama yine de kendi partisini ona hazırlatamazdık. Kayhan içecekleri poşetlerden buzdolabına koyarken ben de geniş mutfak masasının üstüne kırmızı plastik parti bardakları diziyordum.

Kayhan’a “Bu kadar kola ve meyve suyunun yeteceğini sanmıyorum, tabii parti bahsettiğiniz kadar büyük olacaksa,” dediğimde bana “Emin ol bu ev tıklım tıklım olacak. Her sene olur. Yürüyecek yer bulamayacaksın. İçecek konusuna gelince de, gelenlerin yüzde doksanı alkollü bir şeyler içecek. Onları akşam tamamlayacağız. Bunlar alkolsüz içmek isteyenler için,” diye cevapladı.

“İstanbul’da kafede çalışıyorum. Sadece tecrübe olarak yorumumu getirdim. Şimdi ne yapıyoruz?” diye sordum.

“Güneş, biliyorsun değil mi, yardım etmene gerek yok. Biz halledebiliriz,” dediğinde “Bir şeylerle meşgul olmam gerek, yoksa kafayı yiyeceğim,” diyerek cevapladım ve yardım etmeye devam ettim.

“Yine alerji durumları ha?” diye sorup gülümsediğinde “Sorma,” dedim ve ben de gülmeye başladım.

“Sence de bana anlatmanın zamanı gelmedi mi? Yani ne bileyim. İlk tanıştığımız günlerden beri çok yakınlaştık.”

“Evet Kayhan, arkadaş olarak, arkadaşlık anlamında yaklaştık,” dedim ve bir adım geri gittim.

“Kaçmana gerek yok, biliyorsun. Bir adım geriye gitmiş olup bana “arkadaş” olduğumuzu kanıtlamaya çalışabilirsin ama bu senden her geçen saniye daha da çok hoşlanmamı engellemiyor Güneş.”

Elimi tuttuğunda geri çekmedim. Ondan o şekilde hoşlanmıyordum, aşırı tatlı ve yakışıklıydı, boyu uzundu ve fiziği de iyiydi. Eğer aklım ve kalbim Demir’de olmasaydı, şu an belki bir şans veriyor olurdum tanımaya. Bunu itiraf ediyordum ama başımda bir ton problem zaten vardı ve bir taneye daha gerçekten ihtiyacım yoktu. Elimi birkaç saniye daha tutmasına izin verdim. Ona o gözle bakmadığımı biliyordu ama benden hoşlanmaya devam ediyordu. Elimi geri çekseydim kırılabilirdi ve ben hayatımda beni defalarca üzen insanlara karşın kimseyi üzmek istemiyordum. Ilımlı davranacaktım.

Kayhan gülümsememe gülümsemesiyle karşılık verdikten sonra bana “Hadi gel. Bizim çocuklar müzik sistemini getirmişler. Onu kurmalıyız,” dedi. Elimi bırakmadan beni kapıya götürdü. Kapıyı açtığımızda karşımızda Emre vardı. Şaşırdım.

“Hey! Senin burada ne işin var? Burada olmaman lazım doğum günü çocuğu!”

Emre, Kayhan’ın elimi tuttuğunu görünce “Evet, kesinlikle burada benim olmamam, hatta yalnız ikinizin olması lazımmış,” deyip sırıttığında, ben daha elimi çekmeden Kayhan elimi serbest bıraktı.

Kayhan, Emre’ye “Saçmalama. Hadi söyle, ne işin var burda?” diye sordu.

“Müzik sistemini kurdunuz mu diye bakmak için gelmiştim ama hâlâ salonun ortasında duruyor,” dedi.

“Biz onu hallederiz,” dediğimde “Hey! Benim partim, benim müziklerim,” dedi ve içeri girdi.

Kayhan “Ipod’un odanda, masanın altındaki çekmecede değil mi?” diye sorunca Emre “Evet,” dedi.

Kayhan “Tamam işte, oradan aldıktan sonra şarkı listelerini sisteme aktaracağız,” dedi.

Konuşmaya dahil olmak için “Ben de bir şeyler eklerim işte, oldu bitti! Hadi çık artık!” dedim ve onu ittim. Şevval de hemen yanımıza gelip kapıyı kapattı. Diğerleri parti için mobilyaları kenarlara iterken, Kayhan ve Şevval ile birlikte müzik sistemini kumaya başladık.Tam Ipod’u takacaktık ki ara kablonun olmadığını fark ettik. “Kablo nerede?”

Kayhan “Odasında aradım ama bulamadım. Çekmecelerde falan yoktu,” dedi.

“Benimkinin kablosu da var ama bizim evde. Aynı model Ipod var bende de. Gidip getireyim mi?” diye sorduğumda Şevval “Evet bende de var. Ben de alabilirim,” diye önerdi.

Kayhan “Benim de biraz hava almaya ihtiyacım var. Cidden bu ev çok sıcak. Hadi Güneş, alıp gelelim biz,” dedi ve bizim eve yürüdük.

Anahtarla kapıyı açtım ve girdikten sonra arkamızdan kapattım. Merdivenlerin ilk basamağına bastığımda Kayhan beni kolumdan tutup durdurdu ve gülmeye başladı.

“Komik olan ne var?” diye sorduğumda eliyle beni susturdu ve “Şşş. Duymuyor musun?” diye sordu ve bu sefer kendi, kahkahasını bastırmak için kendi ağzını kapattı.

Dinlemeye çalıştığımda yukarıdan gelen sesleri duydum. Esma ve Burak, Emre’nin hediyesini almak için alışveriş merkezine gitmişlerdi. Ben de sabahtan beri Emre’lerin evindeydim. Burada sadece Doğukan ve Helin olabilirdi.

“Hmmm…” diye fısıldadım ve merdivende olan ayağımı geri çektim.

Kayhan “Sanırım Şevval kabloyu getirebilir. Bilirsin, bir şeyleri bölmek istemeyiz,” dedi ve bu sefer ben de gülmeye başladım. Sessizce evden çıkıp kapıyı kapattık.

Vay, vay Helin Hanım, dedikodu zamanımız gelmiş demek. Arayı çok açmışız…

Akşam partiye gelmeden önce hazırlanmak için eve gittim. Yemeğimizi yedikten sonra giyinme faslı başlamıştı. Helin siyah ve dar olan, dizinin bir karış üstünde biten elbiseyi ve siyah topuklularını giydi. İlk hazırlanan oydu. Doğukan’la beraber salona indiklerinde, Burak “Doğukan, valla sen de sevgiline dikkat et, çok tarz olmuş, buranın hanımları çok şekil,” dedi ve göz kırptı. Helin teşekkür ettikten sonra Doğukan “Ben onun yanından bir saniye bile ayrılmayacağım için sorun olmayacak tabii ki. Hele bir yanına gelsinler,” diyerek cevap verdi ve Helin’i belinden tuttu.

Esma, beyaz üstüne mavi çiçekli elbisesi ve beyaz babetleriyle merdivenlerden indiğinde giyinme sırasının bana geldiğini anladım. Son bir kez şansımı deneyip “Gitmesem olur mu?” diye sorduğumda, Esma da Helin de aynı anda “Hayır!” diye bağırdılar. Oflayarak merdivenleri çıkarken, Esma “Dolabında bir tane bile güzel elbise yoktu, ben de benimkilerden yatağına bıraktım. Ayakkabılarımdan da istediğini alabilirsin,” diye seslendi.

Elbisemi önceden hazırladığı için, ufak bir şeye çok fazla önem verdiğini düşünüyordum ve sıkılarak “Teşekkürler, sen olmasan ne yapardım!” diye cevapladım, yatağımdaki elbiseye baktım. Gece mavisi, mini, askılı bir elbiseydi. Dizimin biraz üstünde bitiyordu. Giydikten sonra Esma’nın odasına indim ve elbiseye uygun bir ayakkabı aradım. Bulmak zor değildi çünkü Esma’nın zevki sağlamdı. Ayakkabıyı bulduktan sonra Esma’nın makyaj çantasından eyeliner alıp mavi gözlerimi ortaya çıkardım. Saçlarımı bir kez tarayıp havalandırdıktan sonra gümüş rengindeki nokta küpeleri taktım.

Esma ” Yakışacağını biliyordum,” dedi.

Helin “Biraz ruj verebilirim,” diye teklif etmeye çalıştı. “Hayır, hayır. Gerek yok. Hadi bir an önce gidelim de hemen bitsin şu iş,” diye konuyu kapatmaya odaklıydım. Burak hediyeyi yanımıza aldığımızdan emin olunca kapıyı kilitleyip karşı sokağa geçtik.

“Ses sistemi gayet iyi anlaşılan. Ne kadar yüksek!”

Doğukan’ın söylediğine karşılık olarak Esma “Şikâyetçi falan olmazlar mı çevredekiler?” diye sordu.

“Bu plajda pek böyle şeyler olmuyormuş. Bir kere olunca da bir şey demiyorlardır heralde,” dedim ve açık olan kapıdan içeri girdik. Çalma listesine sabah eklediğim Really Don’t Care şarkısı yüksek bir şekilde kulaklarımı doldururken kalabalığı inceliyordum. Kayhan haklıydı, saat daha erkendi ama ev şimdiden dolmuştu. Burak hediye paketini bana verdikten sonra Esma’yla mutfağa, beraber içecek almaya girdiler. Doğukan’la Helin çoktan gözden kaybolmuşlardı. Aklıma sabah Kayhan’la bizim eve girdiğimizde duyduklarımız geldi ve gülümsedim. Kesinlikle yargılamıyordum, sadece bize, yani Esma ve bana rahatça anlatabileceğini bilmesini isterdim. O bize anlatmadığı sürece bugün aslında duymamam gerekenleri zaten duymamış gibi yapacaktım. Bize söylemek istediği zaman söylerdi tabii ki.

Evin içindeki merdivenlerin ikincisine oturdum ve elimdeki hediyeyi bir alt basamağa bıraktın. Yüksek sesli müzikte dans edenleri, içenleri ve öpüşenleri izlemeye başladım.

“Beğendin mi?”

Kayhan’ı yanımda otururken görünce irkildim.

“Ne zamandır buradasın?” diye sorunca kulağıma eğildi. “Yaklaşık beş kere sana buradan seslendim ama duymadın,” dedi. Müzik o kadar yüksekti ki duymak zor oluyordu ve zaten partiyi izlemeye dalmıştım, onu fark etmemin imkanı yoktu.

Bir şekilde parti gürültülü ama olaysızca bitti. Ertesi gün sörf turnuvasında Emre birinci, Kayhan ikinci, Hemraz da üçüncü olmuştu. Üçüncü gece, şişe çevirmecenin olduğu geceydi ve sadece on kişi davet ediliyordu. Bu sayı önemli miymiş neymiş… Kayhan mutlaka benim de gelmem gerektiğini söyledi ve Emre de ısrar edince, gece saat on bir buçuk civarında sahile inerken bulmuştum kendimi.

Yakılan ateşin etrafında birkaç kişi oturuyordu, birkaç kişi de ayaktaydı. Rüzgâr estiğinde, sabahki Bodrum sıcağına kanıp askılı bluz ve şortla çıkmak yerine, yanıma hırka almış olmam gerekirdi diye düşündüm. Neyse, çoktan ateşin yanına yaklaşmıştım ve nasılsa orada ısınırım diyerek oturacağım yere doğru ilerledim. Damla “Evet, geleneksel oyunumuza hazır mıyız?” diye sorduğunda, benim de orada olduğumu gördü ve “Kayhan mı davet etti?” diye sordu.

“Ve Şevval, ve Emre,” diye cevapladığımda bana gülümsedi ve “Hadi otur. Gelmek üzerelerdir,” dedi.

Damla’nın Kayhan’ı sevdiğini biliyordum ve bu yüzden bana kötü davranması gerekir diye düşünüyordum, fakat kız tam aksini yapıyordu. Aynı Cansu’ydu. (!)

“Güneş! Gelmene sevindim.” Kayhan da çemberde yerini alınca tam dokuz kişi olduğumuzu gördüm. Herkes oturduğunda ben de onlara uydum. Emre elinde bir şişe ve tahtayla geldiğinde, o da çemberin boş kalan kısmına oturdu ve tahtayı yanan ateşle oturduğu yerin arasına, şişeyi de üstüne yan şekilde koydu.

“Kayhan, shot’lar hazır mı?” diye sorduğunda anlamadığımı gösteren bakışlarımı fark etti. Bana arkamda duran masayı gösterdi. Artık sadece konsepti çözmek için konuşulanları dinliyordum. “… Evet. Tam on tane bardak var ve şişelerde de yaklaşık kişi başı sekiz – on shot’lık içkimiz var. Başlayabiliriz,” dediğinde “Bir dakika bir dakika. Bugünkü sahil partisinde içtiklerimiz yetmedi mi?” diye sordum. Emre “Sen hiç içmedin mesela Güneş. Ne zaman baksam ya Kayhan’la muhabbet içindeydin ya da buzdolabından kola alıyordun. Kandırma,” dedi.

“Kendim için demiyorum, sizin için diyorum,” diye devam ettiğimde, Şevval “Hadi ama Güneş, oyunbozanlık yapma. Böyle şeyleri çok sık yapmıyoruz, sadece yılda üç gün… Sen de ona denk geldin işte, tadını çıkar,” dedi.

“Tamam, tamam,” neye bulaştığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. “… Kurallar ne? Yani ne olunca içiyoruz?” diye sorduğumda Kayhan “İhtiyacın olunca,” dedi. Ateş beni yeterince ısıtmıyordu, bu yüzden kollarımı, ısınmak için ovuşturmaya başladım. Kayhan bana isteyip istemediğimi bile sormadan gri hırkasını çıkardı ve bana uzattı. Gülümsedim, giydikten sonra teşekkür ettim.

Emre “Başlıyorum,” dedi ve şişeyi çevirdi. Şişenin bir ucu yine Emre’de, diğer ucu da kahverengi, dalgalı saçlı bir kızın önünde durunca “Elif, doğruluk mu cesaret mi?” diye sordu.

Bu kız bana o gün sahilde de tanıdık gelmişti ama kim olduğunu çıkaramamıştım. Şimdi adının Elif olduğunu duyduğumda “Bir dakika bir dakika… Elif? Elif beni tanıdın mı? Ben Güneş. İlkokuldan,” dedim. Elif gülümsemeye başladı. “Ya ben de diyorum bu kız bana nereden tanıdık geliyor… Tabii ki tanıdım şimdi sen söyleyince!” dedi ve ayağa kalktı. Ben de kalktım, sonra sarıldık. “Saçların hâlâ sapsarı ama yüzün değişmiş. Arda’yla hâlâ yakın mısınız?” diye sorduğunda “O da buradaydı. Daha yeni gitti,” dedim.

“O gözlüklü olan Arda mıydı? Vay be! Ne kadar tatlı, yakışıklı bir şey olmuş. Onu hele hiç tanımadım, evrim geçirmiş,” dedi.

Hemraz “Öhöm öhöm. Oyuna devam edebilir miyiz?” diye sorduğunda, onunla Arda’nın arasında bir şeylerin olduğunu hatırladım ve Elif ‘e, sonra arayı kapatma sözü verdim. Oyuna devam ettik.

Elif “Doğrulukla başlayalım bu yıl,” dedi. Ardından eski yerine oturdu. Ben de öyle yaptım.

Emre “Şu an Taner’le çıkmıyor olsaydın,” dedi ve Elif ‘in sağında oturan, adının Taner olduğunu ilk günkü partide öğrendiğim kumral çocuğa baktı. “… Lütfen yanlış anlama dostum,” ardından Elif ‘e tekrar dönüp “… benimle yatar mıydın?” diye sordu.

Elif ve diğer kızlar kahkaha atarken ben ne olduğunu anlamamıştım, arada sanırım kaçırdığım bir espri vardı ama yine de Kayhan’ı gülerken izlemek hoşuma gitmişti.

Elif biraz düşündü ve ardından “Sanırım evet,” dedi.

Taner hemen “Sanırım shot’a burada benim ihtiyacım var,” dedi ve masadan bir bardak alıp kafasına dikti.

Tanımadığım diğer birkaç insan birbirlerine sorularını sorarken, aralarında anlayamadığım espriler yapıyorlardı, geçmişten konuşuyorlardı ve ardından içiyorlardı. Çok uzun zamandır arkadaş oldukları için ben neredeyse hiçbir detayı anlamamıştım ama şu ana kadar iki shot atmıştım -ki bu bana göre aşırı fazlaydı- ama yine de aklım yerindeydi. Bunu bardakların ufak boyutuna ve çok sorunun bana denk gelmiyor oluşuna borçluydum. Diğer herkes en az altı kez içmişti. Arada çok zaman bırakmadan içtikleri için etkileri yavaş yavaş görülmeye başlamıştı. Kahkahalar gittikçe yükseliyordu.

En son Şevval ona gelen soruyu cevapladıktan sonra şişeyi çevirdi ve şişe bir bende bir de Emre’de durdu.

Emre bana soracaktı.

“Doğruluk mu cesaret mi?”

Tek isteğim sorunsuz bir şekilde bu geceyi de atlatıp eve gitmekti ama sanırım biraz eğlence benim de işime gelebilirdi.

“Doğruluk,” dediğimde herkes bir anda beni yuhalamaya başladı ve Emre de “Hadi ama Güneş!” deyince “Tamam! Tamam. Cesaret,” diye cevabımı değiştirdim. Ortamın gazına çok çabuk gelmiştim.

Emre “Peki, işte şimdi geliyor,” deyip gülümsediğinde bana ne yaptıracağını tahmin etmeye başladım fakat söylediği şey, hiçbir tahminime uymamıştı.

“Kayhan’la tam yirmi saniye öpüşmenizi istiyorum.” Oturanlardan büyük bir alkış koptuğunda “Hayır. Bence gerek yok,” diye karşılık vermek için çok beklemedim.Emre, “Hadi ama Güneş alt tarafı öpeceksin işte,” dediğinde, Kayhan da “Tabii daha sonrasında devamını da istersen sana karşı çıkmayacağım Güneş,” deyip sırıttı. Damla’ya baktığımda o da herkes gibi gülümsüyordu ama başı öne eğikti. “Yok… Yani ben… Başka bir soru sor… Başka bir şey iste.”

“Değiştiremezsin!”

Şevval ve diğerleri de gaz vermeye başlayınca Kayhan’a baktım.

“Hadi, alt tarafı bir öpücük,” dedi.

Masadan şişeyi alıp elimde tuttuğum küçük bardağı doldurdum ve başıma diktikten sonra “Peki,” dedim.

Hayatım boyunca her şeyi kontrolüm altına almak istemiştim. Bir kez olsun istediğimi yapamaz mıydım? Demir, unutulabilecek biri miydi ki? Hiç sanmıyordum ama eğer unutulamayacak biriyse bir öpücükle hemen silinmezdi. Bunu anlamak içinse şimdi Kayhan’ı öpmeyi deneyebilirdim.

Şu an belki de Kayhan’la öpüşmek en çok istediğim şeylerden biri değildi, hatta ben ona onun bana baktığı gözle bakmıyordum ve bu olayla beraber bambaşka umutlara kapılabilirdi. Ya yeni umutlara, hayallere kapılması gereken asıl kişi bensem? Kayhan’a doğru dönüp yaklaştığımda beni kendine çekti. O beni tam öpecekken “Bunun hala iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum,” dedim.

Emre ve diğerleri hep beraber “Kayhan! Güneş! Kayhan! Güneş!” diye tezahürat yapmaya başladıklarında Kayhan “Seyirciler bekliyor,” dedi. Beni geriyordu. Derin bir nefes aldım ve ona biraz daha yaklaştım. Aramızda sadece birkaç santimetre kalmıştı. Gerçekten çok yakışıklıydı, ne kadar kötü olabilirdi ki? Dünyanın sonu değildi. İçtiğim shot’ların etkisi miydi yoksa kendi düşüncelerimin etkisinde miydim bilmiyordum ama bu işte ters giden bir şeyler vardı.

Tam onu öpecekken duyduğum sesle irkildim.

Ortaya bırakılan cümle dışındaki tüm sesler etkisini yitirdi.

“Boş yer var mı?”

Kendimi Kayhan’dan uzaklaştırıp arkamı döndüğümde gecenin karanlığında sadece yanan ateşin ışığıyla görülen, elinde tuttuğu çakmağıyla dudaklarının arasındaki sigarasını yakan Demir’i gördüm.

Her zamanki tanıdık siyah tişörtüyle karşımdaydı. Sigarasını yakmak için bir elini rüzgârı önleyecek şekilde tuttu, diğer eliyle de çakmağı yaktı.

Sigaranın ucu, saniyelik de olsa ateşin sıcak rengini aldığında, çakmağı cebine geri koydu ve ardından sigarayı dudaklarından aldı. İçine çektiği dumanı dışarı verirken gözlerini benden ayırmıyordu.

Sormak istediğim onca soru, hissettiğim tüm o duygular, karışıklıklar… Hepsi bir anda uçmuştu. Doğru cümleleri kuracak yeterli kelime yoktu dünyada. O anda aklımda, kalbimde olan tek bir kelime, tek bir isim vardı ve o isim tüm karanlığıyla karşımda duruyordu:

Demir.


Demir geldi!!! Ne düşünüyorsunuz?

error: Bu içerik koruma altındadır.