Karanlık Lise 2 – Bölüm 8


Gözlerimi Demir’in bana bakan mavi gözlerinden ayıramazken, Emre’nin söylediklerini duydum.

“Kızların hepsinin dibi düştü şu an abicim. Kıskansak da neyse, bir şey diyemeyiz artık. Geç otur. Bir bardak da al.”

Demir, gözlerini benden ayırdı ve masadaki bardaklara yöneldi. Çemberde oturan herkesin sesi birden kesilmişti. Kızlar birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldıyordu, Damla bile gözlerini kırpmadan onu izliyordu. Demir bardak yerine yarısı dolu olan şişeyi aldı ve bu tarafa döndü. Bir yere geçecekti.

“Benim yanıma oturabilir bence.”

“Burası da boş.”

“Aramıza gelebilirsin. Merak etme, ısırmayız,” diyerek kızlar onun ilgisini çekmek istediler ama Demir her zamanki ciddi ve sert ifadesini bozmadan benimle Kayhan’ın tam karşısına oturdu. Oturduğu zaman bir elindeki şişeyi kuma sabitledi.

Elif ‘in sevgilisi Taner, Demir’e “Hoop hop. O şişeyi hemen içmeyi düşünmüyorsun herhalde,” dediğinde Demir ona bakıp cevap verme zahmetine bile girmedi. Gözlerimiz buluştuğunda içimdeki duygular sel olmuştu. Dalgalar iç organlarımın içinde dolaşıyor ve beni boğmadan sürekli bir yerlere çarpıyor gibi hissediyordum. Beni boğsa da kurtulsam diye yalvaracağım duyguların güçlenmemesi için dua ediyor ve kendimi kontrol etmeye çalışıyordum. Demir, Taner ve adını bilmediğim sarışın bir kızın arasına oturmuştu. Kız ona yaklaştı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Demir, başta hiç oralı olmadı fakat daha sonra başını kıza doğru çevirip dumanı onun yüzüne üfledi.

Kayhan “Zeynep, eğer yeni gelen arkadaşla flörtleşmen bittiyse oyuna devam edebilir miyiz?” diye sorduğunda, hâlâ gözlerimi Demir’den ayıramıyordum.

Zeynep isimli kızı uzun sarı saçlarından tutup denizde boğmak istiyordum ama yine de bu planım sonraya kalabilirdi çünkü sigara üfleme işlemi tamamlandıktan sonra Demir tekrar önüne döndü ve mavi gözlerini bana sabitledi.

Emre “Evet, nerede kalmıştık! Ha! Unutmak mümkün mü? Güneş’le Kayhan öpüşüyordu! Nasıl atlayabildik?” dedi ve gülmeye başladı. Kayhan yanımdan “Vazgeçmedin değil mi? Hadi Güneş!” derken bir yandan da çemberde oturanlar tekrar tezahürata başlamışlardı.

Gözlerimi Demir’in gözlerinden ayırmayı denedim ve Zeynep’in yanında oturan diğer kızın, Demir’in ilgisini çekebilmek için hırkasının fermuarını indirerek göğüs dekoltesini ortaya çıkardığını gördüm. Zeynep bir yandan kaçamak bakışlar atarken bir yandan da yanındaki kıza bir şeyler fısıldıyordu.

Gözlerimi Demir’in ilgisini çekmek için yırtınan kızlardan ayırdığımda, dayanamayıp tekrar karşıma baktım. Demir içki şişesini eline aldı ve birkaç büyük yudum içtikten sonra şişeyi tekrar kuma sabitledi. Bunu yaparken gözlerini bir saniye bile üstümden ayırmamıştı.

Neden bu kadar ilgi çekiciydi?

Burada oturan, bu tatil boyunca, hatta belki de hayatım boyunca karşılaştığım en seksi erkekti. Bu bir gerçekti. Koyu renk kıyafetler insanları gizler gerçekte, ama burada durum farklıydı. Onu daha da ön plana çıkarıyorlardı çünkü bembeyaz olan teni ve yoğun, hiç görmediğim tondaki mavi gözleri onu daha fark edilebilir kılıyordu. Yine de onun ilgi çekmek için tüm bu dış görünüşe veya kıyafetlere ihtiyacı yoktu. O Demir Erkan’dı. Davranışları ile korkulurdu, görünüşü ile arzulanırdı.

“Güneş!”

Kayhan’ın adımı söylediğini duyduğumda yanıma baktım.

“Pardon, dalmışım.”

“Onu tanıyor musun?” diye sorarken bir Kayhan’a, bir de Demir’e baktım.

Demir bitmek üzere olan sigarasını son kez dudaklarına götürdü. Ne ara o kadar zaman geçmişti?

O dudaklara en son ne zaman dokunmuştum? Ne zaman onları kendi vücudumda hissetmiştim? En son ne zaman bu kadar yakından görmüştüm sevdiğim adamı?

Demir, izmariti denize doğru attı ve eline şişeyi aldı. Bir yudum daha içtikten sonra geri koydu. Hâlâ bana bakıyordu. Bu bakışları tanıyor muydum? Benim tanıdığım Demir, duyguları olan fakat bu yüzden savunmasız olduğunu düşünen, kendini zayıf düşürecek hislerini, düşüncelerini ve sözlerini kimseye belli etmek istemeyen Demir’di. İnsanlardan saygı görmeye alışmıştı ve aksi olduğu takdirde durumu hemen çözerdi. Tek kelimesi yeterliydi. Sorunlarını çözebilmek için o iki dudağının arasından çıkan her bir kelime değerliydi konuştuğu kişi açısından. İster kötü bir şey, ister iyi bir şey söylüyor olsun… İnsan onun tarafından kendisine hitap edildiğini duyunca bile kendini üstün hissediyordu. Ayrıcalıklı ve özel; tıpkı benim de bir zamanlar hissettiğim gibi.

Ama hissettiklerim sadece bunlarla da sınırlı değildi. Onun yanında farklı olmamın beni değerli yapacağını bilememiştim. Ya da başka bir şey… Onun benim hakkımda neler düşündüğünü, neler hissettiğini bile tam olarak hiç bilememiştim. Bir ara bildiğimi sanmıştım ama anlaşılan o ki yanılmıştım. Onun hakkında artık en ufak bir şeyi bile bilmiyordum ben. O ya başka biriydi, ya da tam da herkesin adını duyduğu “Demir Erkan” dı artık benim için.

Onu tanımak için ölecek, kendini boş hırslara adayabilecek insanlar vardı. O öyle biriydi. Herkesi kendine çekiyordu ama kendisi kimseye çekilmemeyi başarabiliyordu. Silahı buydu. O silah bir tek benim yanımdayken etkisiz haldeydi ama yaklaşık üç ay önce her şey değişmişti.

Artık her şey için çok geçti.

Ben kim olduğumu biliyordum, ama onun kim olduğunu bilmiyordum. En azından artık…

“Hayır. Onu tanımıyorum,” diye cevapladığımda, Demir yüzündeki ifadeyi yine değiştirmedi.

Kayhan, Demir’e bakıp “Peki sen Güneş’i tanıyor musun?” diye sorduğunda Demir düz ve sakin bir sesle “O beni tanımıyorsa, ben onu hiç tanımıyorum,” dedi.

Gururunun beni katletmesi, içten içe çürütmesi mi gerekiyordu? O an o kadar çok duyguyu bir anda hissedebiliyordum ki, sanki kalbim kulaklarımın dibinde atıyordu. Kayhan, benim Demir’le olan bakışmamızdan hoşlanmamış olacaktı ki beni yanağımdan tutup kendine çevirdi. “Oyuna gereğinden fazla ara verdik, sence de öyle değil mi Güneş?”

Beni öpecekken onu geri ittim ve “Hayır Kayhan. Seninle öpüşmeyeceğim. Sana o gözle bakmadığımı biliyorsun, daha kaç kere söylemem gerekiyor?” diye çıkıştım ve Kayhan’ın ayağa kalkmasını izledim.

Sarhoştu. Tek açıklaması buydu. Onun kaç shot attığını saymamıştım ama sporculardı ve pek içki içmiyorlardı, dolayısıyla Demir veya Doğukan gibi alışkın değillerdi. Alkol onlarda daha farklı ve hızlı etki gösterebilirdi. Bana bağırmaya başlamıştı. Kendinde değildi.

“Neden Güneş? Söylesene, neden? Alt tarafı aptal bir öpücük ve tüm yaz bunu beklediğimi biliyorsun! Senden hoşlandığımı ve sana değer verdiğimi de biliyorsun. Beraber o kadar zaman geçirdik ama sen hep geri adım attın. Sana ne zaman yaklaşmaya çalışsam beni geri ittin Güneş. Neden? Alt tarafı aptal, masum bir öpücük istedim!” derken arkasını dönüp bu sefer Demir’e bağırmaya başladı. “Sen! Adını ve nereden geldiğini bilmiyorum ama sen gelene kadar her şey iyiydi! Oyunu, her şeyi bozdun…” diye sesini yükseltiyordu. Bana “Bu herif yüzünden mi az önce benimle öpüşmekten vazgeçtin Güneş? Ben bütün bir yaz boyunca senin yanındaydım, bana bir kere bile yüz vermedin ama bu gizemli orospu çocuğu on saniyede senin fikrini değiştirmeni sağladı, öyle mi?” diye çıkışırken, Demir ayağa kalktı ve Kayhan’a yaklaştı.

“Yerinde olsam seçtiğim kelimelere dikkat ederdim.”

Demir’in sesi şaşırtıcı derecede sakindi ama ben içten içe onun şu anda aklından nelerin geçtiğini tahmin edebiliyordum. Bir dakika, onu tanıyor muydum? Kayhan da Demir’e yaklaştı ve Demir’i omzundan ittirdi. “Ya! Demek artık senin dediklerini yapacakmışız, öyle mi?” dediği anda, Demir, Kayhan’ı kolundan yakaladı ve arkasına doğru çevirip döndürdü. Kayhan acıyla bağırdığında çemberdekiler ayaklandı. Demir’in Kayhan’ı tuttuğu yere elimi koyup “Demir! Elini çek, kolunu kıracaksın!” diye bağırdığımda, Demir birkaç saniye daha durdu, gözlerime baktı ve ardından Kayhan’ı bıraktı.

Kayhan iki adım gerileyip kolunu tutunca, Demir ona “Ne güzel sörfçü arkadaşların varmış, sadece durup izlediler,” diye laf attı. Oradaki çoğu kişinin kafası güzeldi ve Demir bunu bile bile onlara sataşıyordu. Kayhan yanıma geldi ve beni kolumdan kendine çekti. “Şimdi de izleme sırası sende,” dedi ve beni dudaklarımdan öpmeye başladı. Beni geri çekilmemem için o kadar sert tutuyor ve o kadar sert öpüyordu ki canım yanıyordu. Bir anda dudaklarımdaki ve kollarımdaki baskı ortadan kalkınca Kayhan’ı yerde gördüm. Demir bir elini az önce görmediğim darbenin ardından salladı ve ardından tekrar yumruk yaptı. Kayhan’ı tek eliyle ayağa kaldırdı ve ardından diğer yumruğuyla onun yüzüne vurdu. Emre, Demir’i kolundan tutup geri çekmeyi denedi, Demir, Emre’yi arkasında fark ettiği anda dirseğini onun gözüne geçirdi. Taner ve Elif, Emre’nin yanına gittiler. Kayhan yerinden doğrulmaya çalışırken, Demir, yumruğunu bu sefer onun karnına geçirdi.

“Demir! Dur!” diye ona bağırırken bu sefer Taner ve bir diğer erkek arkadaşı Demir’i omuzlarından tutup geri çektiler. Hemraz ve Şevvalle beraber Kayhan’ın yanına eğildiğimizde Kayhan’ın gözünü açamadığını gördük.

Demir’i birkaç adım uzaklaştırdıktan sonra bıraktılar ve onu bıraktıkları anda Demir arkasını dönüp birini yakasından yakaladı. Tam ona vuracakken “Demir dur artık!” diye bağırdım ve koşarak yanına gittim.

Vurmamıştı ama durmuştu. “Ne yapmam gerekiyor? Öylece gitmelerine izin vereceğimi mi sanıyorsun!?” diye bana bağırdığında “Senin sorunun ne? Kayhan’ı ne hale getirdiğinden haberin var mı?” diyerek ben de ona çıkıştım. Demir, sonunda gözlerini dövüştüğü çocuktan ayırıp bana baktığında, ellerini gevşetti ve aşağı indirdi. İki çocuk, Kayhan ve Emre’nin yanlarına koştular. Demir bana yaklaştı. “Seni öptü Güneş! Seni kendine çekti ve öptü! Canını yaktı! Gördüm!” derken yanan alevin mavi gözlerindeki yansımasını görebiliyordum.

“Demir, seni tanıdığımı sanmıyorum, bu sen değilsin,” dediğim zaman sesimi sakinleştirdim ve aynı şekilde onun da sakinleşmesini istedim.

“Bu burada bitmedi,” deyip yumruklarını yine sıktığında, kalabalığa doğru gitmeye başlayacağını anladım. Tam o tarafa yönelirken onu kolundan tuttum ve durdurdum.

“Daha yapılacak ne var ki Demir? Söylesene! Daha yapabileceğin ne kaldı? Çevrendekilere, bana?” derken sesim çatlamıştı. Ağladığımı görmemesi için arkamı döndüm ve sahilde yürümeye başladım. Onu böylesine acı içinde geçirdiğim haftaların ardından karşımda görmenin etkisini hâlâ yaşıyordum.

Kamp ateşinden ve kalabalıktan uzaklaştım. Ay ışığıyla aydınlanan sahilde gözlerimi sile sile ilerledim.

Ağlama Güneş, ağlama. Zayıf olduğunu görecek. Sen de onun gibi duygularını saklamalısın. Zayıf olduğunu görmemeli. Bir zamanlar seni güçlü yapanın kendisi olduğunu anlamamalı…

“Güneş…”

Durdum ve arkamdan gelen ve her duyduğumda içimde farklı bir his yaratan sese doğru döndüm.

“Demir, eğer o kalabalığın içine girip Kayhan’ı daha da incitmek istiyorsan zaten seni artık tanıdığımı sanmıyorum ama eğer… Eğer oraya dönüp birilerine yok yere zarar verirsen… İşte o zaman seni bir daha tanıyabileceğimi sanmıyorum.”

Kelimelerimin arasında durmasaydım onun karşısında ağlayacağımı biliyordum. Elimden geleni yapıyordum.

Bana biraz daha yaklaştı. Aramızda yaklaşık bir metre gibi bir mesafe vardı. “Gidiyorlar,” dediğinde, Demir’in arkasından ateşin olduğu yere doğru baktım. Kayhan’ın koluna, kim olduğunu seçemediğim biri girmişti ve plajın çıkışına doğru ilerliyorlardı.

Geride en son bir kişi kalmıştı ve o kişi de ateşi söndürdükten sonra plajdan çıktı. Artık yalnız Demir ve ben vardık. Gece yarısı, karanlıkta sadece Demir’in yavaş yavaş düzene giren nefesini ve dalgaların sesini duyabiliyordum. Başka hiçbir şey yoktu sanki.

Bir zamanlar, böyle bir an için nelerimi vermezdim.

Denize bakıp aklıma gazete haberini iskeleden attığım günü getirdim. Cesaretimi topladıktan sonra ona döndüm ve gözlerine bakarak “Neden buradasın?” diye sordum.

“Seninle konuşmam gerekiyor.”

“Anlatacağın şeyler daha neyi değiştirebilir ki?” aynen böyle hissediyordum. Onu birkaç aydır görmemiştim ve bu birkaç ayı, onu görmek isteyip istemediğimi anlamaya çalışarak geçirmiştim. Sonuç kocaman bir sıfırdı. Beynim ve kalbim apayrı şeyler söylüyorlardı ama beynim bağırırken, kalbimse adeta çığlık atıyordu.

“Her şeyi, belki de hiçbir şeyi. Bilemem,” dediğinde rüzgâr esmeye başladı. Üstümdeki hırkaya daha sıkı sarındım.

“Seni dinlemek istediğimden emin değilim,” dediğimde adımı söyledi ve ardından derin bir nefes alıp bıraktı. “… Sana anlatmam gereken önemli şeyler var,” diyerek cümlesini tamamladı.

“Bana garantisini verebilir misin?” diye sorduğumda şaşırdı.

“Neyin?”

“Konuşmamızın sonunda kesin bir sonuç alacağımın…” “Bu sadece bana bağlı olan bir şey değil,” diye cevapladı. 

“Ben uzun zamandır hiçbir şeyden emin olamıyorum. Bir sabah kalkıyorum, yaşamak istemediğimi düşünüyorum. Hayatta kaybettiklerin, kazandıklarından fazlaysa yaşamanın ne anlamı var ki? En son ne zaman bir şeyi kazandığımı, en son ne zaman mutlu olduğumu hatırlamaya çalıştığım anda da… ” derken gözlerim yine dolmuştu.

“… Cevap hep sen oluyorsun,” dedim ve gülümsemeye çalıştım. Yanaklarımın üstünden süzülen gözyaşlarımı hissedince silmek için elimi kaldırdım. Tam yanağıma götürecekken, Demir benden önce davrandı ve başparmağını yanağımda ve gözümün altında gezdirerek gözyaşlarımı sildi. Avucunu açtı ve başımı onun avucuna yaslamama izin verdi.

Şu an üç ay öncesindeki herhangi bir saatte, günde olamaz mıydı? Ne olurdu olsaydı?2

Başımı onun elinden uzaklaştırınca o da kolunu indirdi.

“Güneş, anlatmama izin verecek misin?” diye sorduğunda yapabileceğim bir şey kalmamıştı.

“Lütfen daha fazla acı çekmeme sebep olma.”

“O gün bizim bardan çıktığımda sarhoştum. Normalde çok çabuk sarhoş olmazdım ama o gün olmuştum. Kendimce sebeplerim vardı. Bardan çıktığım gibi arabama atladım ve otoyola çıktım. Nereye gittiğimi bilmiyordum, belki eve, belki başka bir yere. Umrumda değildi. Hız yaptım ve iki yüze çıktığımda durmadım, basmaya devam ettim…”

“Demir, bana bunu neden…”

“Güneş sadece dinle, olur mu?” dedikten sonra başımı salladım ve devam etmesine izin verdim.

Bana bu detayları neden anlatıyordu? Daha fazla acı çekeyim diye mi? Beni daha ne kadar üzmek zorundaydı?

“… Polis devriyesine yakalanacağımı bilmiyordum. Yakalandım ve alkol oranım da bayağı yüksekti. Beni karakola götürdüler. Reşit olmama rağmen ailemi aradılar çünkü dosyam her zamanki gibi kabarıktı ve babam da her defasında onlara bilgi vermeleri için memurları tembihlemişti.”

Demir devriyeye yakalanıp karakola gittiyse o zaman kazayı kim yaptı? “Demir, ben anlamıyorum,” diye sözünü kesmeye çalışırken izin vermedi ve durmadan anlatmaya devam etti.

“… Annem ve babam beni almaya geldiler. Arabaya binip eve doğru gitmeye başladık. Ben arkada oturuyordum ve arabayı babam sürüyordu. Babam da annem de sürekli onların ünlerine zarar vereceğimi, isimlerini kirleteceğimi söylüyorlardı. Babam sürekli arkaya dönüp bana laf yetiştiriyordu. Babamla annemin o sırada herhangi bir turnede değil de İstanbul’da olma nedenleri, son Almanya konserinden paralarını hâlâ alamamış olmalarıydı. Buradaki bankalardan biriyle uğraşıyorlardı ve babam oldukça kızmıştı. Sinirini benden çıkarmaya başladı. Bana o ana kadar hiç söylemediği sözler söyledi. Kazandığı paranın yarısının kumara gideceğini sanki bilmiyormuşum gibi bana nutuk çekiyordu. En sonunda yola bakmayı kesti, bir yandan arkaya dönmüş bana küfür ederken bir yandan da arabayı sürmeye devam ediyordu. İşte o zaman oldu. Kazayı yaptık; arabadan çıktığımda annemle babam bizim arabanın plakasını söküyorlardı…”

Duyduklarım karşısında şoke olmuştum.

Demek kazayı Demir yapmamıştı. Arabayı babası, Gökhan Erkan kullanıyordu. Bunun beni rahatlatması mı gerekiyordu bilmiyordum ama o anda hiç de rahatlamış gibi hissetmiyordum kendimi.

“… Başım kanıyordu ve kolumda morluklar vardı. Babam bir yandan topallayarak yürüyordu bir yandan da annemle bana bağırıyordu. Bize ne söyledi biliyor musun? Kanıt kalmasın diye arabayı yakmamızı ve ardından kaçmamızı… Diğer arabayı ve içindekileri bırakıp kaçmamızı söyledi. Ben ne yapacağımı bilmiyordum. Sizin arabanıza doğru yürüdüm. Arabanız yan yatmıştı ve içeride dört kişi vardı. Hepiniz kanlar içindeydiniz…”

Demir anlatırken sanki olayı tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordum. Annemi, kardeşimi ve babamı bıraktığım o günü hissediyordum ve ömrüm boyunca bu yükü taşımak zorunda kalacaktım. Belki de, asıl onlar beni bıraktılar diye düşünmem daha doğruydu fakat onlar hayatlarını kaybetmişken benim hâlâ burada nefes alıp gülmem bana yanlış geliyordu. Bu his gün geçtikçe hafiflemişti ama tamamen kurtulmak hep imkânsız kalacaktı.

Çarpmanın etkisiyle yana kayıp bariyerlere çarpmıştık ve araba yan dönmüştü. Aklıma ön camdan gördüğüm gözlerimi yakan ışık geldi. Demek ki o fardan çıkan ışık Demir ve ailesine aitti.


“Sizin arabanıza yaklaşıp anneme bağırdım ve ambulansı araması gerektiğini söyledim. Bizim arabayı ateşe verdikten sonra babamla beraber çoktan yolda ilerlemeye başlamışlardı bile. Yürüyorlardı Güneş… Oradan uzaklaşıyorlardı. Kaçıyorlardı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Babam onların arkasından gitmediğimi fark ettiğinde bana bağırdı ve onlarla beraber gitmemi emretti. Tam arabalardan uzaklaşacaktım ki bir ses duydum. Öksürük veya sayıklama gibiydi, tam anlayamamıştım. Sesin geldiği yer arabanın içiydi ve başımı uzattım. Arabadaki dört kişiden arkada oturan sarışın kız dudaklarını oynattı…”

O bendim.

Demir beni görmüştü. Oradaydı. Ağlamaya başladım. Kendimi durduramıyordum. Bu sefer engellemeye çalışmayacaktım. Ağlarken bir yandan da Demir’i dinliyordum.

“Anneme ‘Biri yaşıyor! Burada biri yaşıyor! Ambulansı arayın!’ diye bağırdım ama onlar çoktan uzaklaşmışlardı bile. Nasılsa onları takip edeceğimi biliyorlardı. Öyle de yapacaktım. Ama henüz yapamazdım. Yan yatmış arabanın kapısını dikkatlice açtım ve seni tuttum. En azından bunu yapabilirdim. Bacağın koltuğun altına sıkışmıştı. Arabadaki yaylardan biri bacağına saplanmıştı. Çıkarmak için elimden geleni yaptım ama başaramadım. Ya mutlaka bir yerlerin kırılacaktı ve öyle çıkarabilecektim, ya da orada kalıp ölecektin. Diğer üç kişiye baktım fakat üçü de çoktan…” derken artık hıçkırarak ağlıyordum. Demir anlatmayı durdurdu. Bana sarıldı. Kollarımı ve başımı onun göğsüne koydum ve beni sarmasına izin verdim.

Başımı öptü.

“Özür dilerim Güneş. Daha fazla anlatmayabilirim. Eğer dinlemek istemediğini söylersen gerçekten susacağım ve eğer gitmemi istersen de, bu sefer tamamen gideceğim,” dediğinde başımı göğsünden kaldırdım.

Belki de hayatımda o zamana kadar aldığım en zor ve en güçlü kararı aldım ve iki kelime söyledim:

“Devam et.”

“… Seni arabadan çıkardım ve üstündeki tişörtün yarısını kesip bacağına bağladım. Anne babam belki de ambulansı aramayacaklardı ama en yakın zamanda ben bir şekilde herhangi bir yetkilinin oraya ulaşmasını sağlayacaktım. O zamana kadar belki… Belki yaşarsın diye düşünmüştüm. Belki hayatımda bir kez olsun iyi bir şey yaparım, bir hayatı mahvetmek yerine kurtarırım diye düşünmüştüm. Çok ümitli değildim ama yine de denedim. Arabanın biraz uzağına seni yatırdıktan sonra saçlarını yüzünden çektim. Hem hava karanlıktı, hem de yüzün kan içindeydi. Ölmek üzereydin ve hepsi benim yüzümdendi. Kazadan sonra ailem ne kadar çabalarsa çabalasın yine de kazayı bizim yaptığımız anlaşıldı ve babam hayatında ödemediği kadar büyük paralar ödedi. Polis, avukat, hakim… O kadar çok tanıdıkları vardı ki olayları gizlemek onun için bir alışkanlık haline gelmişti artık. Olayları gizledi ama suç benim üstüme kaldı. Gökhan Erkan’ın adına bir şey olmasındansa, hiçbir şey olamayan oğlunun adının kirlenmesi daha uygun görüldü. Babam polislerle ve diğer tanıdıklarıyla iş birliği yaptı. Zor oldu ama yine de başardı. Kazayı ben yapmıştım artık. Bunun üstümde yaratabileceği etkileri bir kez olsun bile düşünmediler. Sicilim de önceden pek temiz olmayınca işler kendiliğinden devam etti işte.

“O lanet okula başladığımda kazadakilerin ölüm haberleri çoktan gazetelerde, televizyonlarda gösterilmişti. Bir kişinin kurtulduğu yazıyordu. O kızı kurtarmıştım ama adını bilmiyordum. Babam kıza ve kalan ailesine büyük paralar ödediğini, sessiz kalmalarını sağladığını söyledi. Babamın dediğine göre enişten ve halanın çok paraya ihtiyacı varmış. Kazadan önce evlerine haciz gelmiş ve halanı işten çıkarmışlar. Hiçbir medyada sizin isminiz ve soyadınız geçmeyecekti. Ne bir fotoğraf, ne bir detay. Sadece ad ve soyad baş harfleri olabilirdi. Anlaşma böyleydi. Ben kazadan sonra o gün arabadan çıkardığım kızı bulmayı düşünmüş müydüm? Evet. Ama tüm Türkiye o kazayı benim yaptığımı sanıyordu. Yalnızca sanmıyorlardı… Kayıtlar da öyleydi artık. O kızla yüzleşirsem ne olurdu? İşlemediğim bir suç için masum bir kızın ağlamasını izlemeyi kabul edemezdim. Bu yüzden hiç o kızın peşine düşmedim. Ne onu ne de kazayı araştırdım. Tam da babamın istediği gibi olmuştu, dosya kapanmıştı.

“Okula yeni başladığında, bana o tam olarak kandan dolayı yüzünü göremediğim ama yanan arabamızın alevlerinin saçlarını görebilmem için ışık sağladığı kızı hatırlattığın için, yanımda oturmana, evime gelmene izin verdim ben. Adını okulda birkaç kez duymuştum, ailenin öldüğü dedikoduları falan da Cansu ve Masal’dan duyulmuştu. Kazayla bağlantın olduğuna ihtimal vermedim. O gün kanlar içinde yerde yatan kızın karşımda gördüğüm kız olabileceği aklımın ucundan geçmedi benim Güneş. Onun sen olabileceğin aklıma gelmedi benim, beni anla…”

Bir şeyler söylemek için ağzımı araladığımda tek bir kelime bile çıkmadı. Sesim yok olmuştu. Hafızam beni yarı yolda bırakıyordu. Cümle kuramıyordum ama fark ettiğim bir şey vardı:

Ağlamıyordum.

“… Ailesinin ölümüne sebep olduğum kızın melek gibi sesiyle beni kendine âşık edeceğini bilemezdim ben Güneş,” derken bir adım geri gitti.

“Mezarlığa gittiğimiz gün her şey yerine oturdu. İşte o zaman anladım. Senin yanındayken seni mutlu edebiliyordum, kendini güvende hissetmeni sağlayabiliyordum ama benim yanında olmadığım zamanlarda, o gece kazada onlarla birlikte ölmüş olman gerektiğini, hayatta olduğun her saniye onları hayal kırıklığına uğratıyormuşsun gibi düşündüğünü de biliyordum. Ben seni kendimden iyi tanıyorum Güneş. Sen bana artık beni tanıyamadığını söylüyorsun ama ben seni çok iyi tanıyorum,” dediğinde ona sarılmak için yaklaştım. Beni kollarımdan tutup nazikçe geri itti.

“… Seni o kadar iyi tanıyorum ki artık bana ihtiyacın olmadığını da biliyorum,” dediğinde “Hayır,” diyerek cevap verebildim.

“Ama Arda?”

“Hayır. O beni korumak için söyledi. Belki haklıydı, belki de değildi. Ama beni korumak için söylüyordu. O kelimeler bana ait değildi. Bak Demir, ben bunu çok düşündüm ve ben…”

“Benim çok düşünmediğimi mi sanıyorsun?!” diyerek sözümü kesti. “… Güneş benim sana karanlığımdan başka verebileceğim, sunabileceğim hiçbir şeyim yok. Başın beladan kurtulmayacaktır. Doğukan’ın Helin’i bir süre saklamasının bir sebebi vardı. Benim de sebeplerim var. Yaptığım her şeyin bir sebebi vardır Güneş. Şimdi bu anlattıklarımdan sonra da artık gerçekleri öğrendin. Benden uzak durmak isteyeceksin,” deyip bir adım gerilediğinde bu sefer ben ona yaklaştım.

“Hayır, istediğim bu değil.”

“Ama ihtiyacın olan bu. Gelmem bile hataydı,” dedikten sonra arkasını döndü ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Ona yetiştim ve önüne geçtim.

“Demir…” dediğimde durdu ve “Güneş anlamıyor musun? O gün eğer alkollüyken o kadar hız yapıp karakola gitmeseydim bunların hiçbiri olmayacaktı! Babamlar beni almaya gelmeyeceklerdi! Ailen ölmeyecekti! Benim yüzümden Güneş!” dediğinde, parmak ucuna kalkıp onu öptüm.

Bu masum ve saniyelik öpücükten sonra aramızdaki mesafeyi açmadım ve yakınlığımızı korudum. Beni belimden tuttu ve kendine daha da yaklaştırdı. Gözlerime baktı ve eliyle rüzgârdan dolayı dağılan, yüzüme gelen saçlarımı çekip kulağımın arkasına koydu. Yüzüme iyice yaklaştığında burnu burnuma değdi ve ardından büyük bir sıcak hava dalgası beni sardı. Artık sahilde esen rüzgar soğuk gelmiyordu. O az önceki bir saniyelik öpücükle kendini hatırlatan özlem, artık bitmeyi bekliyordu. Elini yanağıma koydu ve beni öpmeye başladı. Onu o kadar özlemiştim ki! Demir’i, öpüşünü, bana dokunuşunu… Her şeyini.

Aradaki boy farkından dolayı parmak ucunda durmakta zorlandığımı anladığında, beni kalçamdan ve belimden tutup havaya kaldırdı. Bacaklarımı beline doladıktan sonra bir kolumla ona tutunuyordum, diğer yandan da elimi saçlarında gezdiriyordum.

Beni hâlâ o şekilde taşırken yere oturdu ve beni kumların üstüne yatırdı. Ardından üstüme çıktı ve beni öpmeye devam etti. Boynumu öperken bir eli sağ bacağımı, diğer eliyse belimi okşuyordu. Boynumun diğer tarafını da öptüğünde o kadar hoşuma gidiyordu ki başımı biraz daha geriye yatırdım. Dudakları tekrar dudaklarımı bulduğunda, kolunu belimin arkasından geçirdi ve dik oturmamı sağladı. Ardından o da yanıma oturdu. Nefes nefeseydik ve denize karşı oturuyorduk. Bu kadar zamandır onu düşünmediğim tek bir saniye bile olmamıştı. Hep onun hakkında nasıl kararlar almam gerektiğini düşünüyordum. Beni çok yoruyordu. O kadar yoruyordu ki, aramızdaki bu çekimi hissetmeyi ne kadar özlediğimi fark etmemiştim. “Neden durdun?” diye sorduğumda bana baktı.

“Seninleyken durmak kolay bir şey değil, istediğim bir şey de değil. Ama olması gereken bir şey,” dedi.

O gün seks hakkında konuştuklarımızı hatırlıyordu. O gece barda herkesin ortasında “Güneş benim,” deyip beni öpmüştü ve ardından onlarda kalmıştım. O gece de böyle olmuştuk. Daha fazlasını istiyorduk ama ben ona hazır olmadığımı söylemiştim. Bana saygı duyuyor olması gerçekten çok güzeldi.

Eve doğru yürürken başım kaşınınca “Saçlarımın arasında kum var,” dedim.

“Benimle öpüşürken Kayhan’ın hırkasını giyiyor olmanın cezası,” diyerek cevap verdi. Elini tuttum.


error: Bu içerik koruma altındadır.