“Öhöm öhöm!”
Helin’in sahte öksürme sesiyle gözlerimi açtığımda yavaş yavaş netleşen dört kişi gördüm. Helin, Doğukan, Esma ve Burak yatağımın etrafında bana bakıyorlardı.
“Günaydın,” dediğimde, bu sefer Esma “Öhöm öhöm!” dedi ve eliyle yanımda uyurken bir yandan da kolunu bana sarmış olan Demir’i gösterdi. İstemeden de olsa gülümsedim.
“Demir geldi,” dedim. Burak “Onu biz de görebiliyoruz Güneş! Bir açıklama fena olmaz sanki,” derken sesini ciddileştirdi. Doğukan hâlâ aynı yüz ifadesiyle, benim için fark etmez bakışıyla bakıyordu ama kızlar ve Burak çok ciddiydi.
Doğrulabilmek için Demir’in kolunu karnımdan çekmem gerekiyordu. Güçlü kolunu karnımdan itmeyi denediğim anda kolunu daha çok sıktı, kasları kasıldı. Beni tekrar eski halime getirdi ve daha çok kendine çekti. Uyanık olmadığından yüzde yüz emindim, bunu refleks olarak yapmış olmalıydı.
Refleks veya değil… Hoşuma gitmişti. Yalan söyleyemezdim.
“Demir…” diye fısıldadığımda Esma, “Güneş, onun burada ne işi var? Onunla nasıl barışabilirsin?” diye bana kızmaya başlamıştı. Helin araya girip “Sabah sen neden hâlâ uyanmadın diye sana bakmaya geliyoruz ve Demir’le beraber uyuyorsunuz! Güneş! Hemen şimdi uyandır onu! Burada işi yok!” diye bağırdığında, Demir biraz kıpırdandı ama yine uyanmadı.
“Helin, hiçbir şey bildiğimiz gibi değilmiş, Demir ailemi…” diyerek açıklama yapmaya çalıştığımda Burak sözümü kesip “Bu kadarı yeter artık,” dedi ve Demir’in yattığı tarafa yaklaşıp onu omuzlarından tuttuğu gibi kaldırdı.
Onun kolundan kurtulduğum anda, Demir uyandı. Refleks olarak onu uyandıran kişiyi daha görmeden yakasından tutup yumruğunu havaya kaldırdı. Esma hemen Burak’ın adını söylerek bir adım ileri attı. Demir’in yumruğu Burak’ın yüzünün hemen önünde duruyordu. Demir, çevresine bakıp önce Esma’yı, sonra Helin’i ve Doğukan’ı görünce yumruğunu indirdi.
“Ben daha önce uyandırılmadım,” dedi ve gözlerini benimle buluşturdu.
Helin “Ve bir daha da seni uyandırmayı düşünmüyoruz zaten Demir. Emin olabilirsin,’ dediğinde Doğukan “Ne zaman geldin?” diye sordu. Demir, yeni uyandığını hiç belli etmeyen, normal, kalın ve beni her seferinde ona çeken sesiyle “Dün gece,” diyerek cevapladı.
Doğukan “Kavga kiminleydi?” diye sorduğunda gece nelerin yaşandığını nereden anladığını merak ettim. Demir yumruğundaki kemiklerin hemen üstünde kurumuş lekelere baktı.
“Önemi yok,” dediğinde, Doğukan onaylar şekilde başını salladı. Esma “Güneş!” diye bağırıp, eliyle Demir’i gösterirken “Burada ne işi var?” diye dudaklarını oynatıyordu. Demir kendini savunmak için hiçbir şey yapmadı. “Ben aşağı iniyorum,” dedi ve merdivenlerden indi. Gözden kaybolana kadar, çatı katından ayrılmasını izledik.
“Hepsini açıklayacağım Esma. Demir ailemi öldürmedi.”
Doğukan Helin’e dönerek “Ben de iniyorum. Bahçede seni bekliyor olacağım,” dedi. Helin’i yanağından öptükten sonra merdivene yöneldi. Helin “Ne yani, ne olduğunu merak etmiyor musun?” diye sorduğunda, Doğukan “Güneş az önce söylediği üç kelimeyle bilmem gereken her şeyi söyledi. Demir böyle bir şeyi yapmadığını söylüyorsa yapmamıştır ve mantıklı bir açıklaması da vardır. Ama itiraf ediyorum ki… Rahatladım,” dedi ve hafifçe gülümsedi.
Doğukan indiğinde Esma ve Helin yatağa oturdular. Burak da bizi dinliyordu. Helin ilk cevaplamam gereken soruyu sordu:
“Ne demek öldürmedi? Kazayı o yapmamış mı?”
“Arabada o da varmış ama babası sürüyormuş,” dedim.
Esma, “Demir’in babası senin aileni öldürdüyse o zaman neden suç ona kalmış ki? Ne yani, bu okulda okumasının nedeni bu muymuş?” diye sordu.
Helin “İmkânsız. Demir ondan önceki yıl da Atagül Lisesi’ndeydi. Gelir gelmez o çeteyi oluşturmadı tabii,” dedi.
“Babası eğer oğlunun üstüne böyle bir suçu atabilmişse kim bilir daha ne suçları, kural ihlallerini onun üstüne yıkmıştır. Bence bu kaza onun üstüne kalan ilk suç değildi,” derken, Esma’nın sorusunu yanıtlamış oldum.
Demir’in dün gece anlattıklarını kendi ağzımdan duydukça daha da rahatlıyordum.
Helin “İşte şimdi yerine oturdu her şey,” dedi.
Burak “İşlediği tüm suçları oğlunun üstüne atan bir baba… Demir’in böyle olmasına şaşırmamak gerekir. Ona bakış açım şu an tamamen değişti,” dediğinde, Helin “Babası kesin kendi adına zarar gelmesin diye suçlarını ona atıyordur,” diye ekledi.
“Evet, annesi biraz daha düşünceli olsa da, eşine söz geçirememiş hiçbir zaman. Sonuçta Erkan ailesi… Dünyaca tanınan çok Türk müzisyen yok. Ama yaptıkları yanlış. Demir’in karşı çıkması gerekirdi. Hâlâ da karşı çıkması gerekiyor, susarak ve babasının ona inşa ettiği felaket hayatı yaşamaya devam edemez,” dedim.
Esma “Sanırım bu bizim yorum yapabileceğimiz bir şey değil. Her ne kadar ona yardım etmek istesek de, sonuçta Demir’in aile olaylarına, hatta hiçbir olayına karışamayız,” dedi.
Derin bir nefes alıp verdiğimde üçü de bana bakıyorlardı.
“Ona karşı çok sert olmayın tamam mı? Biliyorum, o hiç kimseye karşı çok iyi biri olmadı ama unutmayın ki çevresine ne kadar zarar vermişse kendi onun iki katı kadar zarar görmüş ve belki de inanmayacaksınız ama ben onu bu haliyle seviyorum. Olduğu haliyle bile sevebiliyorsam eğer, olabileceği kişiyi tahmin bile edemiyorum. Sanırım onu kurtarabilirim ve bunu istiyorum da. Her şeyden çok,” derken gülümsüyordum.
Gözlerim dolmuştu ama fark edilmediğinden emindim.
Belki de uzun zamandır hiç olamadığım kadar iyiydim.
Helin ve Esma bana sarıldığında, yatakta onlara yaklaştım ve ben de onlara sarıldım. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve sonra tekrar açtım.
Burak da yatağa oturdu.
“Şimdi bizimle burada tatil bitene kadar kalacak mı?” diye sorduğunda, sorunun yanıtını gerçekten bilmediğimi fark ettim. “Hiçbir fikrim yok. Hadi gidip öğrenelim,” dedim ve ayağa kalktık. Onlar merdivene doğru ilerlerken üstümde önceki gece giydiğim kıyafetlerin olduğunu fark ettim. Dolabıma gittim ve beyaz, dar askılı bluzumu ve kot şortumu elime aldım. Esma merdivenden inerken kafasını uzattı ve “Güneş, biliyorsun değil mi, ona hemen yumuşak ve arkadaşça davranmamızı bekleyemezsin. Sonuçta, o Demir Erkan. Bizim aklımızda şu ana kadar hep “Demir Erkan” olarak vardı. Hiç “Güneş’in sevgilisi Demir” olmadı. Biraz zaman alacak ama elimizden geleni yapacağız,” dediğinde gülümseyerek başımı salladım.
“Teşekkür ederim.”
Esma ve iyi niyeti, beni yine gülümsetmeye yetmişti.
Giyinip saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra aşağı indim. Sağıma baktığımda salonun büyük camlarından Esma, Helin ve Burak’ın bahçede kahvaltı ettiklerini gördüm. Oraya doğru dönecekken sol tarafımdan evin kapısı açıldı ve Doğukan içeri girdi.
“Orada mı?” diye sorduğumda Doğukan konuşmadan başını salladı. Önümden geçip bahçeye çıkmak için salona gidecekken bıraktığı sigara kokusundan sonra “Yanına gitmeli miyim?” diye sordum. Bana döndü ve ellerini havaya kaldırarak “Sevgilisi sensin, karışmıyorum,” dedi.
“Ne yani, benden bahsederken “sevgilim” mi diyor?” derken dişlerim görünecek şekilde gülümsüyordum. Doğukan gülüp “Öyle bir şey demedim…” derken sözünü kesip “Yakalandın! İnkâr etme,” dedim. “Tamam, tamam. Ne evet diyorum ne de hayır. Hadi şimdi git yanına. Sonra da onu kulağından tutup kahvaltı masasına getir. Tabii son kısım biraz zorlayabilir. Her neyse, sana güvenimiz tam,” dedi ve bizimkilerin yanına, bahçeye çıktı. Kapının önünde durdum, derin bir nefes alıp bıraktıktan sonra, saçımın düzgün olup olmadığını elimle kontrol ettim. Ardından kapıyı açtım.
Demir, Doğukan’ın arabasının kaputunun üstüne yaslanmış, sigara içiyordu. Yanına gidip ben de arabaya yaslandım.
“Sabah sabah nasıl sigara içebiliyorsun?” diye sorduğumda bana dönmeden karşıya, sahilin az da olsa göründüğü tarafa doğru bakmaya devam ediyordu.
“On ikiye çeyrek var,” diye cevapladığında “O kadar uyuduk mu ya?” dedim şaşırarak.
“Dün gece biraz geç gelmişiz eve,” dedi ve biten sigarasını yere atıp bana baktı.
Merakıma yenilip “Neden kızlara anlatmam gerekenleri anlatırken çatıdan indin?” diye sordum.
“Kazanın olduğu gece; ne tekrar yaşamak ne de tekrar dinlemek istediğim bir gece.”
Demir’e olabildiğim kadar yakın olmak, onu kendimden daha çok tanımak istiyordum fakat o, sadece gizemli olmaya devam ediyordu. Onun hakkında ne öğrendiğinizi düşünürseniz size aksini göstererek şaşırtabiliyordu. Onu asla tanıyamayacağınızı, denemelerinizin hep başarısız olacağını hareketlerinden, görünüşünden ve davranışından çıkarabiliyordunuz ama yine de denemek istiyordunuz.
Ben deniyordum. Cansu da zamanında çok denemişti. Belki de benden daha çok denemişti o ama başaramamıştı. Bu beni korkutuyordu. Onun gibi bir kız bile onu bir geceden fazla yanında tutamamışsa, ya ben hayatımın geri kalanında onu yanımda tutmak istersem? İşte o zaman ne yapacaktım? Dün gece pek çok şey değişmişti. Aklıma bile gelmeyecek şeyler yaşanmıştı, aynı zamanda konuşulmuştu da. Belki de bu yanlıştı ama Demir’i hiç bu kadar kendime yakın hissetmemiştim. Ya şimdi ona nasıl davranmam gerekiyordu? Onu yakınımda tutmak, bana veya en azından birilerine güvenebilmesini sağlamak için neler yapmam, neler söylemem gerekiyordu benim?
“Saçlarında hâlâ kum var,” dedi ve elini saçlarıma götürüp birkaç saniyede gördüğü kum tanelerini aldı.
Ona dünden sonra, tüm yaşadıklarımızdan sonra, yaşayacaklarımızdan önce, yani şu anda ne demeliydim? Sanırım öğrenmenin tek bir yolu vardı.
“Demir, biz, yani ben, artık nasıl…” diyerek uygun kelimeleri bulmaya çalışırken sözümü kesti.
“Ben cevabı biliyorum sanırım. Bir önerim olabilir.”
Sorumu daha ilk kelimelerinden anlamasına şaşırmamıştım, Demir böyleydi. Belki anlaşılamaz biri olabilirdi ama onun herkesi anladığından emindim. Özellikle de beni.
“Hayır Demir, dün gece söylediğin gibi uzaklaşmayacağız. Bunu istemiyorum,” diyerek sözüme başladığımda karşıma geçti, beni belimden kavrayıp kendine çekti.
“Peki bu nasıl?”
Beni öpmeye başladığında o günü hatırladım. Sahildeydik ve ben ağlıyordum. Cenk’ten uzaklaşabilmek için onu aramıştım. Yapmamalıydım ama yapmıştım. Onu aramıştım ve beni almıştı. Aynen şu anda öpüştüğümüz gibi öpmüştü. Öylesine yumuşak bir öpücük Demir’den beklenemezdi ama olmuştu. Tıpkı bugünkü gibi…
Kollarımı onun boynuna sarıp beni arabaya doğru biraz daha eğmesine izin verdim. Belimdeki koluyla bana destek oluyordu. Bir an durduğu zaman gözlerimi açtım ve bana baktığını gördüm. Ona gülümsedim. O da bana gülümsedi. O da benim gibi üç ayın stresinden kurtulmuştu.
O kadar hafif gülümsemişti ki, benden başka kimse dudağının kenarının bir santimetre de olsa yukarı kıvrıldığını anlayamazdı. Ama ben görmüştüm. Gülümserken dudağımı ısırdım ve beni hemen tekrar öpmeye başladığında dişimi dudağımdan ayırdım.
İyi ki o gün seni aramışım Demir.
Demir’in Ağzından
“O gece ne tekrar yaşamak, ne de tekrar dinlemek isteyeceğim bir gece,” diyerek Güneş’in sorusunu cevapladığımda bana anlayışla baktı.
Gözlerimi uzun zamandır göremediğim yüzünde dolaştırırken eşsiz, her gün kendimde aynada gördüğümden daha açık bir mavinin gri ile birleşmesini gözlerinde izledim. O utandığı ve ne diyeceğini düşündüğü için gözlerini benden kaçırmışken ben onu izlemeye devam ediyordum. Saçlarına baktım. Dün gece o uyurken elimi saçlarının arasında gezdirmiştim. Böyle bir şeyi hayatımda ilk defa yapmıştım. Nedenini bilmiyordum. Sadece içimden gelmişti.
Onun saçları dışında başka saçlarda bir daha elini gezdirmek istemeyeceğinden korkuyorsun!
Duymak istemiyor olsam da doğruları yansıtan iç sesimi bu sefer arka plana attım ve yumuşak saçlarına tekrar dokunabilmek için dünden kalan ufak kum tanelerini bahane ettim. “Saçında hâlâ kum var.”
Güneş “Demir, biz, yani ben, artık nasıl…” diyerek bir şeyler gevelemeye başladığında, onun sözünü kesmem gerektiğini anladım. Soracağı soruyu bildiğim gibi vereceğim cevabı da biliyordum.
“Ben cevabı biliyorum sanırım. Bir önerim olabilir.”
Güneş yüzünü biraz bozdu ve bir şeylere anlam veremediğinde, bir şeyleri doğru bulmadığında yaptığı tanıdık mimikleriyle “Hayır Demir, dün gece söylediğin gibi uzaklaşmayacağız. Bunu istemiyorum,” dedi. Gözlerini benim gözlerimden düşürdü ve önüne dönüp yere bakmaya başladı. İşte şimdi asıl önerimi sunma zamanıydı.
“Peki bu nasıl?”