Yılın en sevdiğim günü gelip çatmıştı.
Melodi ve Arda evin içinde koşuşturuyor, süslerle bezediğimiz salona bir girip bir çıkıyorlardı. Kırmızı ve yeşil dekorasyon ürünleri sayesinde onlara dağıtabilecekleri yeni pek çok malzeme vermiştim. Yine de pişman değildim.
Kapı çaldı.
Prize takmak üzere kablosunu elime aldığım ışıkları bir kenara bıraktım. Her adımımda parıldadığını hissettiğim siyah yılbaşı elbisemin içinde hızlı adımlarla kapıya ulaştım.
“Çok daha iyisini yapabilirdim. Sen de biliyorsun.”
“Arya…”
“Hayır! Bak hadi anneme de soralım, o da aynısını söyleyecek.”
Konunun ne olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Arya çizmelerini çıkarırken bana bakıyordu. “Anne, babama sen de söyler misin, resitaldeki halimden eser var mı artık?”
Gülümseyerek Demir’e baktım. Bana bakarak gözlerini devirdi. Alışveriş poşetlerini evin içine doğru bıraktı. Misafirlerimiz geliyordu ve Arya ile tartışmanın hiçbir zaman sonuç vermeyeceğini o da çok iyi biliyordu.
“Salı günkünden mi yoksa geçen senekinden mi?” diye sordum.
Demir Siyah kabanını ve aynı renkteki atkısını çıkartıp astı. Yanımdan geçerken “Hanımefendi bu sefer bu haftakine takılmış vaziyette,” dedi. Beni belimden çekip dudaklarımdan öptü. Beş dakikalığına bile evden çıksa, döndüğünde bunu her zaman yapardı.
Öptükten sonra hızlıca Arya’ya geri döndü. “Hatasız çaldığın parçadan ne istiyorsun? İnanılmaz bir resitaldi. Daha lisedesin, konservatuvar mezunlarıyla aynı sahnede çalıyorsun. İyi çaldığın kadar dinlenmeyi de öğrenmelisin. Hep kendinde bir hata arıyorsun.” Yol boyunca anlattığı şeylerin hepsini tekrar ediyor olduğunu anlamak zor olmamıştı.
Her orkestra provasından sonra eve telaş içinde dönen kızım, bu sefer de aynı suratla kapıyı arkasından kapattı. “Arayınca da mutlaka buluyorum baba. Bulmasam, bu kadar irdeleyecek de bir şeyim olmazdı zaten.”
Melodi ve Arda ablalarının geldiğini görünce çılgına döndüler. Sabahtan beri evi hazırlamakla meşgul olduğum için oyunlarına katmak istedikleri üçüncü kişiyi sonunda bulmuşlardı.
“Hey, bu suratı istemiyorum bugün,” dedim ona sarılırken. Üstünden montunu ve taşıdığı keman çantasını aldım.
O anda durdu. İçeri girdiği andan beri sadece kendine kızıyor olduğunu fark etti. Fısıldayarak “Esma Teyzemler geldi mi?”
Şakalaşmak için montuyla ona vuruyormuş gibi yaptım. “Saçmaladığın için değil de teyzene rezil olacaksın diye mi sustun sen?”
Güldü.
“Gel hadi, salona gel. Ağaç nasıl olmuş yorumlarına ihtiyacım var.”
Demir çoktan salona geçmiş, yüksek tavanlı evimizde bile tavana değmek üzere yarışan yılbaşı ağacını izliyordu.
Arya “Çok güzel,” dedi.
Demir bana döndü. “Bunu gerçekten de son iki saatte mi yaptın?” diye sordu. Yeşil yapay dalları doğal gösteren yeşil tonu, kırmızı, altın sarısı ve gri simli top süsler, yıldızlar, minik geyikler, noel babalar… Gerçekten de işin son halinden memnundum. Işıklarını taktığımızda ortaya çıkacak manzara için heyecanlıydım.
Alaycı bir ses tonuyla “Yani birileri ben yardım edeceğim diye atlayıp son güne bırakmasaydı yapmazdım tabii…” dedim. Ağacı kurduğum yerin tam yanında piyanomuz vardı. Ne zaman süslerle ve ağacın kutusuyla salona gelse piyano dikkatini dağıtmış ve tüm vaktini çalmaya ayırmıştı.
Arya’nın biraz daha kendini iyi hissetmeye başladığını yüzünden anladığımda onu salondaki koltuğa yönelttim.
Önce ben oturdum.
Babası “Ben şarapları Arda kırmadan mutfağa kaldırıyorum,” dedi. Salondan çıktı. Kızımla baş başa kalmıştık. Çocuklar ortalıkta yokken onunla konuşabilmeyi diliyordum.
Yanımın boş olduğu koltuğa vurarak yanıma oturmasını istedim. Geldi.
Onu düşünceli görmekten nefret ediyordum. Canını sıkan ne varsa hepsini tek kılıçla bertaraf etmek istiyordum. Bazen ne kadar özel olduğunu unutuyordu. Hatırlatmak için babası ve ben hep yanındaydık ama duymak istemediği zamanlarda hiçbir kelime içeri giremiyordu. Çok başarılıydı, çok hırslıydı ama bazen bu hırsı kendine de zarar veriyordu.
Saçlarını okşadım.
“Anne,” dedi konuşmaya başlamak için.
Ne diyeceğini biliyordum. Yine metronomdan, sahnedeki diğer yaylılardan veya orkestra şefini takip etmekte zorlandığından bahsedecekti.
Onu durdurdum.
“Neleri aynı anda başardığından haberdar mısın sen?” diye sordum ona, yumuşak bir tonla. Arya’yla inatlaşarak hiçbir yere varamazdınız. Babasından bile daha inatçı olabileceği aklıma hiç gelmezdi ama öyle olup çıkmıştı. Büyüyüp genç bir kadın olma yolunda ilerlerken de hep kendi bildiğini okuyan ama bize sevgisini göstermekten çekinmeyen bir genç kız oluvermişti. Kalbindeki derinliği sanatına yansıtırken uykusuz kalıyor, yoruluyor ve kendini hep kendisiyle kıyaslıyordu. Aynaya baktığında kendini göremiyordu. Bizim annesi babası olarak görevimizse ona bu göremediklerini göstermekti.
“Yine aynısı oluyor farkında mısın?” diye sordum g ülümseyerek.
Anlamamıştı. “Neyin aynısı?”
“Bale.” Beni duyduğunda gözleri kocaman açıldı. “Tabii, balenin aynısı güzel kızım. Orada da her provadan sonra eve ayrı suratla geldin. Yok yapamayacağımlar, yok benden dansçı olmazlar… Sonunda çıkıp Paris’teki gösteriye çağırılmadın mı? Ben mi çıktım dans ettim orada?”
Gözlerini benden kaçırdı. Hiç düşünmediği bir açıdan duruma bakmasını sağlamıştım. İlgisini yakalamışken, onu aynasına yaklaştırmışken durmadım.
“… Kemanda da aynısını yapıyorsun. Kendinden şüphe ediyorsun. Bak, bale konusunda sana destek olurken bize siz danstan ne anlarsınız demiştin ama yine de sonunda Paris’te haftalarca sahne aldın, eğitime çağırıldın. Ya şimdi, baban ve benden daha iyi sana kim tekniğin ve yeteneğin hakkında yorum yapabilir?”
Başını olumlu anlamda salladı. “Yine de iyi bulmuyorum duyduğum şeyi. Çok ama çok daha iyisini yapabilirim anne! Deliriyorum, sahnede kendimi tam anlamıyla yansıtamadığımı hissediyorum. Sanki nota sehpasındaki o aptal kağıtlara karışıp giden herhangi, sıradan bir müzisyenmişim gibi.”
Vücudumu bu sefer tamamen ona doğru çevirdim. Gözlerini yakalayıncaya kadar bekledim. “Ne kadar özel bir insan olduğunu bilmiyorsun,” dedim. “Annen olduğum için bunu söylüyor olduğumu düşünebilirsin. Baban da yol boyunca eminim sana sahnedeki duruşun ve müzik bilginle ilgili neler söylemiştir… Ama şu açıdan da bak, baban Demir Erkan. O sana müzik konusunda yalan söyler mi?”
Başını hayır anlamında iki yana salladı. “Sen de söylemezsin,” dedi. Gülümsedi.
“Ne oldu?” dedim ben de gülümseyerek.
“Annemin Güneş Sedef Erkan olduğunu söylediğim herkes işimin ne kadar zor olduğunu söylüyor,” dedi.
“Özel Hayal Sanat Akademisi’ndekiler diye tahmin ediyorum?” diye sordum.
“Evet. Tabii ki orası. Sonuçta kurucularısınız ve hocasınız. Herkesin ödü patlıyor,” dedi gülerek.
“Onun için babana teşekkür etmek lazım. Nasıl bir disiplin hakim kıldı, onun başarısı. Ben sadece ayak uydurdum ve gerektiği ölçüde dengeledim,” dedim.
“Bana yalan söylemeyeceğinizi biliyorum. Hele de müzik konusunda.”
“Hiçbir konuda,” diyerek sözünü kestim Arya’nın.
Ağacı izliyor, süslere bakıyor, misafirlerin geleceği bugünde tatsızlık çıkarttığı için kendini kötü hissediyordu. İçindeki Demir gitmiş, Güneş gelmişti. İkimize de çok benziyordu.
“Çok iyisin,” dedi Demir salonun girişinde durduğu yerden bize doğru.
“Ne kadar zamandır orada dikiliyorsun?” diye sordum.
“Kızımın gereksiz yere kendini yıprattığını bir kez daha söyleyebilecek kadar,” dedi. Yaslandığı ahşap kapıdan ayrılarak yanımıza geldi. Yere eğilerek Arya’nın önünde yere oturdu. Ellerini ellerinin arasına aldı.
Lacivertliğin okyanusa uzanan güzelliğine bakarken gördüm kendimi. Kızının yüzüne bakıyor, onu iyi hissettirmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını gösteriyordu. Bir kez daha aşıktım. Bir kez daha… Neleri aşıp bugüne gelebildiğimizi bir tek biz biliyorduk. Bugün çocuklarımız etrafımızı çevrelerken birlikte oluşumuzu kutlamak her geçmişe ilaç gibi geliyordu. İyi ki buradaydık. İyi ki başardık, yaşadık, sevdik, çok sevdik…
“Sen, hayatımda tanıdığım en iyi müzisyen olacaksın,” dedi.
Arya’nın cevap vermek için dudakları aralandı ama hiçbir şey söyleyemedi.
Demir devam etti.
“… O aptal kağıtlarda kaybolduğunu mu hissediyorsun?”
Başını olumlu anlamda salladı kızımız.
“At. Hepsini.”
Şaşkınlıkla Demir’e bakıyordum. Sözü nereye bağlayacağını merak ediyordum.
“… Hepsini at, demek ki senin yeteneğin için yetersiz kalıyorlar.”
İşte o anda anlamıştım.
Elimi Arya’nın omzuna koydum. Sözü ben aldım. “Kendi konçertonu yaz,” dedim. Demir onaylar şekilde başını salladı.
Arya anlam veremeyen bir şekilde “Ne? Ben mi… Ben konçerto nasıl yazarım ki?” diye sordu. “Ne oldu, yazamayacağını mı sanıyorsun? Sen neleri hangi yaşında aşmış kızsın, konçerto mu yazamayacaksın?” dedim baleyi ve kemanı en profesyonel düzeylerde yıllarca devam ettirmiş olduğunu vurgulayarak. İki disiplin de birbirinden çok başka ve bir insanın tüm vaktini alması gereken işlerdi. Arya uyumadı, uyutmadı ama altından kalktı. Beste yapmak onun için hiç de zor olmayacaktı.
Demir “Sen denemiyor muydun her ünlü müzisyenin parçasını çaldıktan sonra nasıl farklı yorumlanabileceğini, nelerin eklenebileceğini? Bana kaç kere piyano çaldırttın, nasıl çalmamı istediğine dair direktiflerin ne kadar net ve yenilikçiydi haberin var mı?”
Boğazımı temizlermiş gibi yaptım, “Takıldığın hiçbir nokta olacağını sanmıyorum ama hadi oldu diyelim…” Arya bana baktı. Babasıyla kendimi gösterdim. “… sana yanıbaşında duran bu iki kişiden daha iyi yardım edebilecek kimse olduğunu sanmıyorum bu ülkede,” dedim.
Arya gülümsedi. “Aslında…” dedi. Düşüncelere dalmıştı bile.
İlk kendi bestesini dinlettiği günü şimdiden görebiliyordum, biliyordum, ona inanıyordum.
Ayağa kalktım. “Hayır! Aslında maslında yok, bugün bana yardım ediyorsunuz. Az sonra bin kişi gelecek bu eve ve sizin getirdiğiniz mezelerin tabaklara boşaltılması lazım.”
Sanki askerlerime emir vermişim gibi ikisi de aynı anda ayağa kalktı. “Emredin Güneş kaptanım,” dedi Demir. Anneliğim tuttuğu her noktada bu espriyi komik olduğunu düşünür gibi yapıyordu. “Eh, madem emrediyoruz, önce eller yıkanıyor ardından mutfağa geliniyor. Yürüyün bakalım,” dedim.
Helin geldiğinde Burak’lar çoktan bizdeydi. Esma, Melodi ve Arda’nın Arya pas vermediğinde bulamadığı üçüncü oyuncu olmaya dünden razıydı. Kendi oğlu ile bizimkiler zaten tanışıyorlardı. Bir bakıma kuzen sayılırlardı. Demir’in ailesi yoktu. Silmişti. Aradan çok uzun zaman geçmişti. Ablası ise zaten çok geç keşfettiğimiz bir parçasıydı onun. Çok geç fark edilen bir yaraydı Derin. Benimse kimsem kalmamıştı. Kuzenim Mert büyümüş, üniversiteye başlamıştı, Belçika’da okuyordu. Polis olan eniştem vefat etmiş, halamsa alzheimer hastalığından dolayı iyi tedavi görebileceği bir huzurevinde yaşıyordu. Sıklıkla ziyaret ediyordum fakat beni bir seferinde hatırlasa, diğerinde hatırlamıyordu. Semih Amca kafeyi devretmek istedi, Demir’le durumumuz iyiydi, biz devraldık. İşletiyorduk. Özel Hayal Sanat Akademisi’ne şehirdışından gelen burslu öğrencilere orada iş imkanı sağlıyorduk. Sadece üniversite yaşındaki öğrencilerin çalıştığı bir kafe düşünün; genç, dinamik, espritüel ve canlı. Aynen Arda gibi…
Onun anısını yaşatmak için elimizden geleni yapıyorduk. Hiçkimsem yokken bir tek o vardı. Sonra o da alındı ellerimden. Kendini benim için, Demir için, ailem için feda etti. Masumiyetinin cezasını fedakarlığı ödedi.
Bazı geceler hala uyumak zor oluyordu. Gözlerimin önünde vurulduğunu, Demir’in önüne atladığını, son sözlerini hatırlamak ağır geliyordu.
“Bana şarkı söyle,” demişti.
O günden beri söylediğim her şarkı onun içindi.
“Şarapları açalım mı?”
Yoğun düşüncelerimden dolayı Burak’ın sesini çok kısa bir anlığına da olsa Arda’nınkiyle karıştırmıştım. Şaşkınlıkla dönüp ona baktım. Sarı saçlar, yeşil gözler ve siyah kemik çerçeveli bir gözlük bekledim. Hala on altı, on yedi yaşlarındaymış gibi. Saf, sıcak ve bir aile olmayı bana öğreten yüzü görecekmişim gibi baktım, Burak vardı. Yanıldığımı anlamam bir saniye sürdü. İçine düştüğüm boşluğu Demir gördü. Ona daha söylemeden, kocam benim neyi Arda’ya benzettiğimi ve neden öyle baktığımı anlamıştı. Burak’ın yanından sıyrıldı, yanıma geldi.
“Ben hallederim,” dedi.
Biraz bekledikten sonra başımı olumlu anlamda salladım. Demir beni bırakıp Burak’la birlikte mutfağa yöneldi.
Helin “Ben neden hala bekarım?” diye sordu.
Esma “Ama boşan da semerini ye Helin, bu kadar da olmaz,” dedi kahkaha atarak.
Esma’nın kahkahası beni bugüne geri döndürdü. “Biseksüel bir kadın olarak tanışmadığın sosyete kalmadı, magazin haberlerinde bir sen varsın bir de Cansu zaten,” dedim.
O esnada kapı çaldı.
Helin “İti an çomağı hazırla bu olsa gerek,” dedi kapıyı açmak için masadan kalkarken.
Gözlerimi devirdim. “Hala mı, gerçekten mi?”
Helin güldü. “Yok ya şaka yapıyorum, kendisiyle az gece kulübü macerası yaşamadık.” Kapıyı açtı. Cansu elinde büyük bir viski şişesiyle “Selam!” dedi. Helin “Ben alayım onu, sen kırmadan,” dedi ve Cansu’ya yardım etti.
Atıştıklarına bakmamak lazımdı, gerçekten iyi arkadaş olmuşlardı.
Biraz bekledim. Cansu içeri girmedi. Salonun girişinden ona doğru baktım. “Kızım, girsene içeri.”
Cansu hala bir bana bir Esma’ya bir de Helin’e bakıyordu.
“Aaa…”
Eyvah.
“Aaa… Ben bir şey yaptım,” dedi.
Cansu’nun sesini duyan Burak mutfaktan çıktı. “Lütfen kötü bir şey deme. Lütfen.”
Cansu’nun surat ifadelerinden en ufak bir şey çıkaramadığımız için hepimiz tedirgin olmuştuk. Ev sahibi olarak kapıya yaklaştım. “Ne oldu?” diye çekinerek sordum. Cansu Helin’e kitlendi.
“Kızıp kızmayacağını bilmiyorum ama, onun da gelmesi gerektiğini düşündüm,” dedi. Cansu’nun yanında Doğukan belirdi. Bir eli başının arkasında, saçlarını kaşır vaziyetteydi. Hepimiz şok içinde ona bakıyorduk. Doğukan elini başından çekti ve bize sallayarak “Merhaba,” dedi.
Gülümseyerek kapıya koştum. “Hoşgeldin! Nerelerdeydin sen? Yüzünü gören cennetlik! Kaç yıl oldu haberin var mı senin?” diye haklı sövmelerimi gerçekleştirmeye başlamıştım bile. Benden sonra Burak davrandı. Doğukan’a sarıldı ve elini onun omzuna atarak onu evin içine davet etti.
Demir, kapıdan gelen sesleri duymuş olmalıydı ki mutfaktan çıktı.
“Doğukan?” dedi. Şaşkındı.
“Masada eski sağ koluna da bir yer var mıdır Demir Erkan?” diye sordu.
Demir bana baktı. İşaret parmağıyla Doğukan’ı göstererek “Eski mi? Eski sağ kol mu?” diye espri yaptı. Yanına gitti. Kısa bir selamlaşmayla burada olduğu için bizi ne kadar mutlu ettiğini gösterdi.
Esma içerideydi. Doğukan’ın sesini duyunca o da karşılamak için kapıya gelmişti ama Burak’ın kaş göz hareketleriyle susup geldiği gibi salona geri dönmüştü. Hepimiz usulca salona saklanmaya geçiyorduk, çünkü sıra Helin’deydi.
Biz salona geçtik, Helin’se hala bir eli kapıda, hala kapatamamış bir şekilde Doğukan’a bakıyordu.
“Selam,” dedi Doğukan. Elini uzattı ona. Sanki hiç tanışmıyorlarmış gibi.
Helin, onun bu flörtöz yaklaşıma hemen adapte oldu. Kapıyı kapattı. Elini uzattı. “Duyduğuma göre buralarda çok özlenen birisiniz,” dedi.
Doğukan Helin’in elini tuttu ve dudaklarına götürüp bir öpücük kondurdu. “Uzun zamandır yurtdışındaydım, ondan olsa gerek.”
Helin saçlarını geriye attı. “Evet, bir NBA takımının antrenörlüğünü yaptığınızı görmüştüm magazinde ama bilemedim tabii, karıştırıyor da olabilirim sizi,” dedi.
Onları böyle izlemek çok eğlenceliydi!
İşin aslı, Helin biseksüel olduğunu Doğukan’a açıkladığında Doğukan’ın verdiği tepkilerin onları ayıran esas faktör olmasıydı. Çok gençlerdi, hepimiz çok gençtik. Doğukan o esnada kendisine gelen yurtdışı tekliflerini değerlendirirken Helin’le ilgili durumu çözemeyecek kadar kafasının karışık olduğunu düşünüyordu. Pek çok şey cevapsız kalmıştı, araları açılmıştı. Hepimizin arası Doğukan’la açılmıştı. Ondan tek tük de olsa haber alıyorduk, hatta Esma’nın oğlu olduğunda da hastaneye gelmişti. Ancak yurtdışında yaşıyor olması, diğerleriyle olan samimiyetimize dahil olmasını doğal olarak engelleyen bir faktör olmuştu.
Doğukan öksürür gibi yapı. “Buğra isimli arkadaşınız buralarda mı?” diye sordu.
Salonun kapısından onları dinliyorduk, Esma bu cümlenin ardından ağzını kapatarak şaşkınlıkla bana döndü. Gerçekten skandal bir durumdu ve biz çok keyif alıyorduk. Helin’in yanıtını beklerken ben de Esma’ya dönüp dudaklarımla “İnanamıyorum!” kelimesini fısıldamıştım. Burak, hepimizden şaşkın bir şekilde Helin’in Doğukan’ın flörtöz yaklaşımlarına cevap verip vermeyeceğini bekliyordu. Cansu ise her şeyin nasıl gideceğini çoktan bilirmiş gibi bir vaziyette salona geçmiş, çocuklara selam vermiş ve ardından sofraya oturmuştu. Kraliçemiz ona baktığımda ağzına attığı pizza dilimini çiğniyor, bana “Ellerine sağlık” mesajını veren hareketleri yapıyordu.
Helin “Kendisiyle yollarımızı ayıralı çok uzun zaman oldu,” dedi Doğukan’a.
Doğukan, akabinde, HEPİMİZİN aklındaki o soruyu sordu:
“Peki yine birleşir mi yollar bir gün dersin?”
Helin biraz duraksadı. Doğukan’dan etkilenmiş gibiydi. Sonuçta, lise aşkıydı ve yıllar sonra bugün yılbaşı soframıza oturacaktı. “Bu aralar NBA antrenörleri ilgimi çekiyor gibi,” dedi.
Esma benden önce davranarak elini yumruk yapıp sanki bir şampiyonluk kazanmış gibi kendine doğru çekti. “Yes, yes, yes…” diye fısıldıyordu. Onun heyecanına kapıldım.
Bu esnada Demir ne yapıyor diye baktığımda, salondan gizlice Helin’le Doğukan’ı dikizleyen ekipte olmadığını fark ettim. Melodi kucağında, piyanonun başındaydı. Her zamanki gibi.
Gülümsedim.
Küçük parmaklarını tuşlara dokunduruyor, onu güldürüyor, onunla ilgileniyordu. En sevdiğim insan, en sevdiğim insanı kollarında, güvenle tutuyordu.
Ve tekrar, belki de tek bir gün içinde, ona yine aşık oldum.