Karanlık Lise 3 – Bölüm 11


༯ 11 ༯

ARDA

Önceden incelemiş olduğu kâğıda yeniden göz gezdirirken ben de onu incelemeye başladım. Şevket Bey tam da babamın anlattığı gibi bir adamdı. Bıyıkları gür ve siyahtı. Sadece dudağına yakın olan, muhtemelen sigara dumanına maruz kalmış yer beyazlamıştı. Seyrelen saçları taranmıştı. Kahverengi ve uzun kollu yünlü kazağı bana kış mevsiminde olduğumuzu hatırlatırken acaba içinde ne kadar terliyordu diye de düşündürdü.

“Özgeçmişinde çok fazla kursa gittiğin ve kısa sürede tamamladığını görüyorum. On beş yaşında olduğundan emin misin?” dedi gülerek.

Ah, evet. Bir iş görüşmesindeydim ve büyük ihtimalle bu yüzden dışarıda kar yağarken ben burada herhangi bir kazağa ihtiyaç duymadan, kısa tollu tişörtle terliyordum.

“Evet Şevket Bey.”

Elindeki kâğıdı masasına bıraktı. “Bana Şevket Amca diyebilirsin, babanla ta İzmir’den komşuyduk. İstanbul’a geldiğimizde başka kimsemiz yoktu. Az gezmedik onunla.”

Gülümsedim. “Şevket Bey; eğer bir işe alınacaksam bunun baba torpiliyle değil bileğimin, konumuza uyarlayacak olursak, müziğimin hakkıyla olmasını tercih ederim.”

“Ne yalan söyleyeyim beni yine etkiledin. Oğlumun da büyüyünce senin gibi olmasını isterim.”

Oturduğu koltuğun arkasındaki duvarda eski bir gitar asılıydı. Raf gibi ama ince bir çıkıntıya monte edilmiş olan gitarın herhangi bir depremde önünde oturan kişinin kafasına düşüp düşmeyeceğini merak ederken yeni bir soru geldi.

“Ülkenin sayılı müzisyenlerinin isimlerini gördüm kâğıtta. Sanırım gitar eğitimin konusunda Semih hiçbir masraftan kaçınmamış…”

“Tamamladığım özel kursların hepsinde yetenek bursuyla eğitim gördüm. Devletin açtığı kurslarda ise zaten kur sayısı az olduğu için babama fazla bir yük bindirmedi.”

Kollarını göğsünün altında birleştirdikten sonra geriye yaslandı. “Başvuru videonu da izledim. Açık konuşmam gerekirse ben seni birkaç sene içinde rahartlıkla Özel Hayal Sanat Akademisi’nde görüyorum. Hatta yurtdışı bile olabilir, neden olmasın?”

“Aslında fizik ya da mühendislik düşünüyorum.”

Verdiğim cevabı beklememişti. “Nasıl yani? Ayrı bir konservatuvar da mı düşünmüyorsun yoksa?”

“Benim şahsi fikrim sanatın maddiyata uyarlanmamasıdır. Ben müziğimi kendim için yaparım. Yazar kitabını yazar, ressam resmini çizer ama bunları hep kendi duygularını ve düşüncelerini aktarmak, dışa vurmak için yapar. İnsanların satın alması ya da bir eşya gibi kullanması için ben duygularımı ortaya dökmem. Beni yanlış anlamanızı istemem ama şahsen hislerimin satılık olmadığını düşünüyorum efendim.”

“Burası da bir kurs ve eğer iş için uygun olduğunu düşünürsem sadece kendine değil, buradaki çocuklara da müzik yapmak zorunda kalacaksın. Kendinle çelişmiyor musun?”

“Hayır efendim. Ben şu ana kadar zaten durumu olmayan pek çok çocuğa bizim kafede ücretsiz şekilde dersler vererek gitar çalmayı öğrettim. Öğretme yöntemim hiçbir zaman para kazanmaya yönelik olmadı. Yöntemden çok amacıma odaklandım. Amacım onlara aynen benim de yaptığım gibi kendi seslerini, müziklerini bulmalarını yardımcı olmaktı. Kendilerini bulurken kullanacakları ulaşım aracının da gitar olduğunu düşünürsek ben sadece onlara anahtarın nasıl takılacağını ve çevirileceğini gösterdim, o kadar. Bundan sonra da aynı çizgide ilerleyeceğimden eminim.”

Masasına bırakmış olduğu kâğıdı yeniden eline aldı. “Burada çocuklara özel ders verdiğin yazmıyor,” dedi.

“İşe alınmak için özgeçmişimi fazla kabarttığımı ve yalan söylediğimi düşünürsünüz diye yazmadım. Sizin de dediğiniz gibi, henüz on beş yaşındayım,” dedim. Yine insanlara karşı olan önyargılarım ve güvensizliğim yüzünden kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Aslında bu işe ihtiyacım yoktu ama yine de görüşme sırasında geriliyor, yanlış bir şey söylemekten korkuyor ve çekiniyordum. Zaten seneye dersaneye başlamayı düşünüyordum ve babama yük olmamak temel hedefimdi. Evde iki kişi yaşıyor, kafeyi genel olarak iki kişi idare ediyorduk. Babamın işi başından aşkındı. Onu daha da yormak istemiyordum.

“Arda ne alakası var evladım? Sana söylememin nedeni bir dahakine özgeçmişine mutlaka yazmanı söylemek içindi. Böyle referanslar iş görüşmelerinde çok değerlidir. İleriki yaşamında, meslek hayatında da mutlaka kullanabilirsin. Tabii mühendislikte pek bir işine yaramaz ama yine de ben senin müziği bırakacağını hiç sanmıyorum,” dediğinde rahatlamıştım. Benimle klasik ve ciddi bir iş görüşmesi yerine rahat biçimde sohbet ettiği için artık daha iyi hissediyordum. Baştaki heyecanım artık geçmişti.

“Haklısınız, ben de müziği bırakmayı düşünmüyorum,” dedim. Oturduğum sandalyede arkama yaslandığımda adamın söylediği güzel şeylerle biraz gevşediğimi fark ettim. Gözlüğümü düzelttim, dik oturdum. Hâlâ bir iş görüşmesindeydim.

“Söylesene, bu sevda nasıl başladı?”

Hazırlandığım ve yarısını ezberlediğim konuşmamı aklımdan okumaya başladım. “Önce evime yakın olan kursla başladım. Notaları orada öğrendim ama sınıftaki herkesten daha çabuk kavrıyordum. Diğer öğrenciler defalarca tekrardan ve alıştırmadan sonra öğrenirlerken adeta unuttuğum şeyleri hatırlıyormuşçasına öğreniyordum. Kusura bakmayın, normalde bu kadar çok övünen ya da kendinden bahseden bir insan değilim ama müzik ve gitar benim kendime en çok güvendiğim konu.” Hatta tek güvendiğim konu.

Başını iki yana salladı. “Hayır, hayır… Devam et lütfen, sonuçta kendini tanıtmaya çalışıyorsun. Sonra ne yaptın? Kuru tamamladın mı?”

“Biraz farklı oldu. Öğretmenim beni ilk kuru tamamlamadan ikinciye çıkarttı. Orada başka bir öğretmen vardı. Ritimle örnek parçalar çalmaya başladık.”

“Anladım, yani akorları orada öğrendin.”

Güldüm. “Aslında bu da biraz değişik, normalde yeni bir akor öğrenildiğinde parmakların o yeni yerlere alışması zaman alır. Pratik ve nasır gerektirir. Öğretmenimiz bize hangi akoru gösterse iki kez denedikten sonra bakmadan çalabiliyor, düzgün basabiliyordum. Geçişler hiç aksamıyordu, üstelik temiz de ses çıkıyordu. Bareler bile sağlamdı.”

“Arkadaşlarına hava atmak için ayrıca özel ders mi alıyordun?”

“Hayır. O kuru tamamladıktan sonra ilk kez özel öğretmenden ders aldım. Kuru bitirene kadar kimseyle birebir çalışmamıştım. Tabii ilk haftalar çok sıkılıyordum, herkes temel ve en kolay akorları ezberlemeye çalışırken ben, öğretmenimizin bareli olanlara veya beşlilere, yedililere geçmesini bekliyordum.”

Anlattıklarım bir müzisyen olarak kendisine inandırıcı gelmiyordu, farkındaydım. Zaten müzik özgeçmişimi de bu yüzden sade tutmuştum.

“Tamam, kurs ve ders geçmişini öğrendim ama ben gitarla ilk nasıl buluştuğunu merak ediyorum. Ne zamandı?”

Hayatımı değiştiren anlardan biri olduğu için hafızama kazılıydı. Bahsetmekte zorlanmadım.

“Arkadaşımla ilkokulumuzdaki müzik sınıfını kurcalarken gitarla tanıştım. Elime aldım ve çalmaya başladım. Ben çalarken sınıfa giren müzik öğretmenim o sırada sol akorunu basıyor olduğumu söylediğinde şaşırmıştım. Bilmiyorum… Sanırım müzik hep içimde vardı,” diye anlattım. Bizzat yaşadığım bir an olduğu için sanki hep bir parçam olarak bendeydi ama bir kez sesli anlattığımdan belki bana bile gerçeküstü geldiğini fark ettim. Saçmaladığımı düşünecekti.

“Doğuştan müzik bilgisine sahip olamazsın, bu imkânsız.”

Tahmin ettiğim gibi saçmaladığımı ve ona yalan söylediğimi düşünüyordu. Ama ben ona neden yalan söyleyecektim ki? Özellikle de kendime en çok güvendiğim konuda dürüst kalabiliyor olmam beni gururlandırıyorken yalan söylemem için hiçbir neden yoktu. Hem bana bunu kendisi sormuştu. Ben Güneş’le geçirdiğim o gün, duyduğum seslerin, gitarın tınısının etkisinde kalıp kendimde hiç bilmediğim bir dünya keşfetmiştim. O günü çok iyi hatırlıyordum ve o zaman hiçbir kursa henüz yazılmamıştım, bunu biliyordum.

Cevap vermediğimi gördüğünde devam etti. “Elbette doğuştan gelen bazı şeyler var. Mesela yatkınlığın, müzik kulağın ve ellerinin koordinasyonu gibi önce yetenek sonra çalışma gerektiren faktörler var. Ya da absolüt duyuş gibi…”

“Absolüt duyuşta sesi sadece duyarak tanımlayabilme, hangi nota olduğunu söyleyebilme yeteneği söz konusu. Bendekinin o olmadığından eminim. Gitarın akordunu sadece bir yıldır kendim yapabiliyorum.”

“Evet, doğuştan gelen onun gibi pek çok özellik var ama kimse akor kombinasyonlarını bilerek dünyaya gelemez. Absolüt duyuşta bile önce o notanın ismini öğrenmek gerekir ki o kişi o notanın hangisi olduğunu söyleyebilsin.” Cümlesini bitirdikten sonra gülmeye başladı. “Sırada ne var? Trigonometri formüllerini de mi önceden biliyordun yani?”

Adamın gülüşü sinirimi bozmaya başladığında bu işi gerçekten isteyip istemediğimi ciddi anlamda sorgulamaya başlamıştım bile.

“Kusura bakmayın efendim, ben burada gülünecek bir şey görmüyorum.”

Birkaç saniye daha gülmeye devam etti, yüzümdeki ifadeden şaka yapmadığımı anladığında yavaşça durdu.

“Bak Arda, ben seni zaten gitara ilk nerede başladığına göre işe almıyorum. Gerçekten yetenekli olduğunu düşündüğüm için alıyorum. Ayrıca çocuklarla aran çok iyi, öğrencilerinle iyi anlaşacağından eminim. Semih’le kafeyi işletiyorsunuz ki bu da sorumluluk sahibi olduğunu gösterir. Senin yaşındaki genç bir delikanlıda bu özellikleri görmek çok zor artık… Beni dinliyor musun?”

Duvardaki gitara bakıyordum. Gitar çalmayı babamdan öğrenmiş olamazdım. Müzikle hayatı boyunca hiç ilgilenmemiş olduğunu biliyordum. Kendisi de ailesinin geri kalanı gibi dövüş sanatlarıyla uğraşmıştı. Zaten az olan, hatta hiç olmayan akrabalarımla da çocukluğumdan beri sık görüştüğüm söylenemezdi. Ben doğmadan önce ve doğduktan sonra yaşanan aile kavgaları, hiç tanışmadığım kuzenlerimin varlığını sadece uzaktan bilmemle sonuçlanmıştı.

Gitar çalan arkadaşlarım tabii vardı ama onlarıyla hepsiyle gittiğim kurslarda tanışmıştım. Zaten daha da geriye gidemiyordum, hatırlayamıyordum.

Şevket Bey masasının bu tarafına doğru eğilerek elini gözlerimin önünde salladığında dikkatimi duvardaki eski gitardan ona verdim. “Özür dilerim, dalmışım.”

Tebessüm etti. “Bu kadar düşünme be delikanlı, ileride dert edecek çok şeyin olacak zaten.”

Onun yaptığı gibi ben de gülümsemeye çalıştım. Aklımı içimde sadece birkaç dakika önce hissetmeye başladığım boşluktan alamıyordum. Uzun zamandır yokluğuyla bana huzuru bırakmış bu tanıdık his, Şevket Bey’in tek sorusuyla acımasızca geri dönmüştü. Bu adil değildi.

“Gitar çalmayı ne zaman öğrendiğimi nasıl hatırlamam ya?”

İçimden sorduğumu sandığım soru, müzik okulundaki sessiz müdür ofisinde yankılandığında Şevket Bey’e baktım. Yüzünde şefkatli bir ifade vardı.

“Hop hop, dur bakalım ya, çözeriz şimdi. Zaten hem ne olmuş ki hatırlayamıyorsan? Önemli bir şey değil.”

Sinirimin ona olmadığını umarım anlardı. “Nasıl önemli olmaz? Şevket Bey, bu benim hayatım. Gitarım benim hayatım. Benim için ne kadar çok şey ifade ettiğini ne şu an masanızda duran başvuru kâğıdımda yazabildim ne de bugün size anlatabilirim. Siz de müzisyensiniz, lütfen beni anlamaya çalışın.”

Asıl kavga aklımda dönüyordu. Bana daha başlamamışken bitirilen hayatımı geri veren iki şeyden biriydi müzik. İçten içe sakin kalamıyor, hatırlayamadığım için kendime kızıyordum. Böylesine önemli bir şeyi nasıl unutabilirdim?

“Yardımcı olmama izin ver. Bir düşünelim… Ailende gitar çalan var mı?”

Zihnimde cevaplanmayacağından emin olduğum arayışa son verdim. Pes ederek “Yok, olmadığından eminim,” dedim.

“Belki de babanla konuşmalısın. Geçmişinle ilgili her konuda, her gününü seninle geçirmiş olan birine danışmak iyi olabilir.”

Önerisi mantıklı geldiğinde sakinleşmiştim. Bir şeyleri hatırlayamamak konusunda ne kadar hassas olduğumu en iyi babam bilirdi. Sadece buradan çıkınca kafeye gidip onunla konuşmam gerekiyordu, sonra da uzun zamandır hissetmediğim için kurtulduğumu sandığım bu boşluk yeniden kapanacaktı. Her şey yeniden iyi olacaktı.

Derin bir nefes alıp verdim.

“Eğer istiyorsan görüşmeyi burada sonlandırabiliriz.”

Elime yüzüme bulaştırmıştım, değil mi?

“Hayır, hayır. Lütfen sorularınıza devam edin,” dedim ama aslında bir an önce oradan çıkıp kafeye gitmek istiyordum.

“Sorularım bu kadardı. Normalde başvurular çok fazla olurdu ama iş çocuklara bir şeyler öğretmeye geldiğinde başvuru sayısı neredeyse üçte birine iniyor. En geçleri de sensin ki seninle görüşmek istememin sebebi de buydu.”

Ayağa kalktım ve tokalaştım. “Teşekkür ederim.”

“Merak etme, değerlendirmende babanla arkadaş olmamızın hiçbir etkisi olmayacak.”

Gülümsedim ve girişe bıraktığım gitarımla okul çantamı alıp müzik okulundan çıktım.

Telefonuma baktığımda Güneş’in beni iki kez aramış olduğunu gördüm. Saate baktım ve matematik etüdünden çıkmış olması gerektiğini hesaplayınca onu geri aradım. Midem bulanmaya başlamıştı. Endişelenecek bir şey olmadığını biliyordum ama bir an önce babamın yanına gitmek istiyordum.

“Arda! Sonunda aradın. Görüşme nasıl geçti? Semih Amca’yla meraktan öldük.”

“Kafede misin?”

“Evet. Buraya geliyorsun, değil mi?”

“Yoldayım, ben gelene kadar mutlaka bekle.”

Birkaç saniyelik sessizlikte sadece kafenin uğultusu duyuldu.

Az öncekinden daha kısık bir sesle “Sesinin neden kötü geldiğine dair tahminde bulunayım mı yoksa sen mi açıklamak istersin?” diye sordu.

Oraya gelene kadar aslında olandan bahsetmek istemiyordum. Önce midemin bulantısının geçmesini beklemeliydim.

“Görüşme yüzünden. Biraz… Garipti.”

“Peki öyleyse, üst kattaki ininde mi bekleyeyim yoksa aşağıda mı?”

“Civciv, üst kat küçücük bir yer! Alt tarafı bir koltuk ve karman çorman evraklar var. Orası inim falan değil.”

Otobüs durağına yaklaştığımda bineceğim otobüsün gelmesinin uzun sürmemesi için dua etmeye başlamıştım.

“Özür dilerim Bay Bugün Ters Tarafından Kalkmış, o zaman aşağıda bekliyorum.”

“Teşekkür ederim, görüşürüz.”

“Bu arada görüşmenin kötü geçmiş olmasıyla ilgili yaptığın bu komik beni kandırma çabanı yemedim, bilgin olsun.”

Telefonu kapatıp pantolonumun cebine koyduktan sonra gülümsedim. Güneş’e yalan söylemeyi becerebileceğim günün geleceği konusunda gerçekten şüphelerim vardı.

Otobüse binip kartımı okuttuktan sonra boş olan koltuklardan gitarımı en iyi şekilde muhafaza edebileceğim bir tanesine geçtim. Bir sonraki durakta çok fazla yolcu alınacağını bildiğim için oturabildiğim kadar oturmak istedim.

Midemin bulantısı ancak hafiflediğinde yeni durağa varmıştık. Ayağa kalkıp elinde iki market torbası olan yaşlı bir amcaya yerimi verdim. Gitarımı düşmeyecek şekilde bacaklarımla sabitlemeyi başardıktan sonra camdan dışarıyı izlemeye başladım.

Panik olmam için hiçbir neden yoktu.Hiçbir belaya bulaşmamıştım, başım dertte falan değildi. Babam bana kızmayacaktı, kimseye hesap sormam gerekmiyordu. Hiçbir arkadaşımla kötü değildim. Güneş’le de iyiydik, beni kafede bekliyordu.Yapamadığım sadece bir ödevim kalmıştı ki onun da teslim tarihine daha dört gün vardı. Kafedeki işler idare ederdi, para sıkıntısı çekmiyorduk. Sevdiğim herkesin sağlığı da yerindeydi, endişelenecek hiçbir şeyim yoktu.

O zaman neden bu kadar kötü hissediyordum? Sanki bir suç işlemişçesine ya da suça tanık olmuşçasına vicdan azabı çekiyordum. Affedilemeyecek bir hataya bulaşmış ve üstüne pişmanlık bile duymadan bunu tereddütsüzce göz ardı etmiş gibiydim.

Yaşadığım şeyi hatırlamadığım için sıfır cezayla affedilmiş bir mahkum gibiydim.

Zihnim hapishanemdi. Herkes kendininkinden kaçmaya çalışırken ben arkada bıraktıklarımı bulmak için yeniden girmeye çalışıyordum, parmaklıklar tarafından reddediliyordum.

Kendi hapishaneme dönebilmek için yeniden bir suç mu işlemem gerekiyordu? Eğer önceki suçumun ne olduğunu hatırlayabilseydim, onu yeniden işleyerek mahkum edilmiş anılarımla içimdeki boşluğu doldurabilir miydim?

Otobüsten indiğimde gülümsedim. Herkesin bilmesini istediğim ve öyle bilmelerini de sağladığım Arda’ya dönüştüm. İnsanlar siz konuşmadığınız müddetçe size soru sorarlardı. Eğer konuşup onları söylediklerinizle memnun ederseniz, size soru sormaktan çok söyleyeceğiniz şeyleri duymak isterlerdi çünkü duydukları şeyin hoşlarına gideceğini bilirlerdi.

Güneş’in saçlarını karıştırıp “Naber Civciv? Bugün yine Dalin’le mi yıkandın?” dediğimde elimi yakalayıp başından indirdi. Bana dil çıkarttı.

Babam kasanın arkasından çıktı. Bize doğru yürümeye başladığında gitarımı omzumdan indirip kapının yanına bıraktım.

“Görüşme nasıl geçti oğlum?”

“İyi geçti, büyük ihtimalle Şevket Bey beni işe alacak.”

Elini omzuma koydu. “Gurur duyuyorum seninle. Sevdiğin işi yaparken aynı zamanda para da kazanacaksın. Derslerinle çakışmadığı sürece sonuna kadar destekliyorum seni.”

“Sevdiğim iş derken… ” Gerçekten de konuya girmeden önce beklemek gibi bir niyetim yoktu. “Baba ben gitara nasıl başladım?”

Elini omzumdan çekti. “Kursa gittin ya oğlum. Hatta ikinci kura mı üçüncü kura mı ne geçirmişlerdi seni.”

“Evet ama geçirmelerinin bir sebebi vardı. Önceden gitar çalabiliyordum.”

Güneş araya girdi. “Evet, bunu ben de biliyorum.”

Babam elini çenesinin altına koydu. “Önceden öğrendiğini hatırlamıyorum. Emin misin kurstan önce başka bir ders ya da bir şey almadığından?” diye sordu. Onun bazı cevapları verecek olmasına güvenerek gelmiştim. Şimdi ise o bana cevaplaması gereken soruları soruyordu.

“En az altı yıl önceydi, bilmiyorum.”

“Ben de bilemedim şimdi.”

Güneş’e baktım. Omuzlarını kaldırıp indirdi. Neden sorduğumu merak ediyordu.

Babam “Aç mısın? Hazırlatayım mı sana bir şeyler?” diye sorduğunda ona aç olmadığımı söyledim. Midemin bulantısı hâlâ tam olarak geçmemişti.

Boş masalardan birine geçip oturduğumda Güneş de beni takip ederek yanıma geçti. “İyi misin?”

Ona cevap vermeden ayakta duran babama döndüm. Kasasının başına geçmesi gerekiyordu ama yine de onu burada tutmaya devam ediyordum.

“Evdeki gitarın dedemin gitarı olduğunu söylemiştin…”

“Evet, onun gitarı.”

“Peki bana çalmayı o öğretmiş olamaz mı? Küçükken, hatırlayamayacağım kadar küçükken?”

Babam önce biraz düşündü. “Biliyorsun, babam vefat edeli uzun zaman oldu. Sen daha bebektin, bu nedenle çalmayı gittiğin kurslarla öğrendiğinden eminim.”

Zorla gülümsedim ve önüme döndüm. “Sanırım acıkmaya başladım, bir şeyler yesem iyi olacak.”

Babam “Tamamdır, söylüyorum bizim çocuklara. Güneş, sen ne istersin?” dediğinde pek çok şeyi aynı anda düşünüyordum. Bir an önce Güneş’le yalnız konuşmaya ihtiyacım vardı.

“Daha az önce önüme kocaman bir hamburger menüsü koydun Semih Amca. Lütfen diyorum, patlayacağım diyorum, teşekkür ederim diyorum…”

Babam gittiğinde aynı anda birbirimize döndük.

“Baban yalan söylüyor.”

“Babam yalan söylüyor.”


error: Bu içerik koruma altındadır.