༯ 12 ༯
ARDA
Arkama yaslandım. Güneş “Durumun ciddi olduğunu hissetmesem aynı anda söylemiş olmamıza gülerdim,” dedi ve dirseklerini masaya koyup başını avuçlarının içine yasladı.
“Ben alıştım artık, bu nedenle normal karşılardım.” Babam mutfaktan çıktı ve bana siparişi verdiğini belli edecek şekilde selam verdikten sonra kasaya geçti.
“Arda…”
“Efendim?”
“Eski haline dönmeyeceksin, değil mi?”
Kafenin cam kapısına bakıyordum. Gelen geçeni izlerken her birinin bana dert ettiğim şey için muhtemelen güleceğini düşünüyordum.
“Hangi eski halim? Ben pek çok hallere sahip değişik bir insanım,”
Başını avuçlarının arasından yukarı kaldırdı. “Seninle tanıştığım zamanlar işte… Kendine çok kızıyordun. Sanki bir şeyleri unutmuş olman senin bilerek yaptığın gibi bir şeymiş gibi saldırgandın.”
“Saldırgan mı? Sana kötü bir şey yaptım mı?”
“Hayır, hayır, hayır. Öyle değil. Bana ya da herhangi birine karşı değil, kendine karşı saldırgandın. Kendini hep aşağılıyordun. Sanki diğerlerinden az olduğunu kabul ediyordun. Aksine fazlan vardı.”
“Evet, şimdi de sen komiklik yap Civciv…”
“Dalga geçmiyorum. Ben daha dün akşam ne yediğimi hatırlayamıyorum. Kimse seni altı, yedi hatta belki de on yıl önce ilk nerede gitar çaldığın gibi çok da önemli olmayan bir detayı hatırlamadığın için suçlayamaz.”
Ben kendimi suçluyordum ama.
“Babamın üç dakika önce şurada oynadığı Düşünen Adam rolüne ne demeli?”
Sandalyesini biraz daha masaya yaklaştırdı. “Ailenizin fazla olaylı, kavgalı olduğunu biliyorum. Neredeyse hiçbirini tanımıyorsun. Teyzen, amcan, halan, dayın, varsa kuzenin… Babanın hangisiyle ne zaman görüşmeyi bıraktığını bilmene imkân yok…”
Söylemeye çalıştığı şeyi anlamıştım. “Diyorsun ki ben küçükken görüştüğümüz akrabalarımız olabilir ama daha sonra onlarla da kavga etmişizdir ve görüşmeyi bırakmışızdır?..”
“Aynen ve onlardan biri de gitar çalmayı biliyordur.”
“İyi de o zaman basitçe eski akrabalarımızdan bir Ayşe Teyzen, Ahmet Amcan vardı, o öğretmişti diyemez miydi? Neden elini çenesinin altına koyup uzaklara bakıyor?”
“Belki Oscar’a aday olmak istiyordur.”
Bu sefer Güneş’e ben dil çıkarttığımda bana “Hep sen mi espri yapacaksın?” diye sordu. Eh, haklıydı.
Mustafa Abi babamın söylediği ana yemekten önce masaya salata ve çorba getirdiğinde sustuk. Ben gülümseyerek teşekkür ettikten sonra masadan uzaklaştı. Mustafa Abi başka bir masaya yöneldiğinde babamla göz göze geldik.
“Burada rahat konuşamayız,” dedim.
“Sen yemeğini ye, sonra bize gidebiliriz. Atakan dün ciddi ciddi seni sordu. Hani gelecekti diye başımın etini yedi. Çıldıracağımı sandım.”
“Hahahaha, yerim ben onu. Tamam söz veriyorum haftasonu geleceğim ama önce bizim eve uğramamız gerekiyor.”
Üstünden buharların yükseldiği mercimek çorbasından bir kaşık aldım. Sıcaklığı boğazımı yakarken Güneş “Burnuma araştırma kokuları geliyor,” dedi.
“Kendini hazırlasan iyi olur çünkü bugün Semih Akal’ın odasını keşfedeceğiz.”
Gülümsedi ve tek kaşını kaldırdı. “Daha heyecanlı olamazdım Arda Bey. Bizim kızları ekmek için sabırsızlanıyorum.”
Sürekli ertelediği, benimse yakalamaktan sıkıldığım konuya dönmüştüm. “Gerçekten Güneş, eğer sevmiyorsan neden onlarla takılıyorsun?”
Sandalyede arkaya yaslanıp ellerini iki yana açtı. “Seninle aynı liseyi kazanamamış olmamız kimsenin suçu değil!”
“Civciv, sen o okuldan burs aldın. Tabii oraya gidecektin. Hem benim okulumda ne müzik kulübü var ne tiyatro ne bir şey… Ne güzel işte tam senlik bir okula gidiyorsun.”
Çatalımı batırdığım salatama bakıyordu. İç çekti. “İnsanlar… çok farklı.”
Çatalıma gelen marul ve domatesi yuttuktan sonra “Elbette farklı olacaklar. Orası özel okul. Özel okula zenginler gider.”
“Ben zengin miyim?”
“Burslusun. Durumun farklı. Burslu olanlar azınlıkta, zenginlerse çoğunlukta. İnsanların yaşam standartlarının aynı olmadığını kabullenmek zorundasın. Farklı doğup farklı büyümüşler.”
Kaşlarını çattı. Mavi gözleri artık kızgın bakıyordu. “Sanki hepsi birbirinden kötü insanlarmış gibi konuştun,” dedi.
Ecem Abla yemeğimi getirip bana “Naber Arda?” diye sorduğunda çorbamı çoktan bitirmiştim.
“Ecem Abla söylesene, özel okulla devlet okulu arasındaki en büyük fark ne?”
Ecem Abla “Hımmm…” diyerek düşünmeye başladığında hemen yanımızdaki masadan bir kadın ona seslendi. Ecem Abla “Kesinlikle yabancı dil eğitimi… Özel okullarda daha çok önemseniyor. Başka da farkları olduğunu düşünmüyorum. Okul okuldur yani, neyse. Kaçmam lazım benim. Afiyet olsun,” dedikten sonra gülümseyerek onu çağıran müşterinin yanına geçti.
“Herkesin kendi görüşü var tabii.” Şinitzelimi kesmeye başladım.
“Okulun ilk günleri herkes birbirine iyi davranıyordu ama zaman geçtikçe sanki… Ne bileyim işte kim kimden ne istiyorsa ona göre davranmaya başladı. Bir de öğrencilerin öğretmenlerle olan ilişkileri farklı. İstedikleri zaman derse girmeyebiliyorlar, sonra yok yazılmıyorlar. Anlayamıyorum.”
Her masada peçeteliğin yanında duran yuvarlak sos tepsisinden ketçap aldım. Tabağımdaki patates kızartmalarının üstüne döktüm.
“Bizim okulda da öyle tipler var ama tek tük. Belki de sıkıntı özel okul-devlet okulu farkında değil de lisededir. Liseye geçen herkes rahat davranmaya başlıyordur.”
“Rahat mı saygısız mı? Geçen seneki bizim Türkçeci’ye şu an sınıfımdaki kızın verdiği cevapları verseydim, beni camdan aşağı sallandırırdı.”
Kahkaha attım. Gerçekten bunu yapardı. “Azmi Hoca’ya harbi bulaşılmazdı ama… Ne diyordu derste telefonla oynayan birini görünce?”
Hocanın aksanını ve bakışlarını taklit ederek “Sen bilmiyor musun benim telefona alerjim olduğunu?” dediğinde kahkaha atmaya başladım. Tavuk parçası neredeyse boğazıma kaçıyordu.
“Telefona alerjim olduğunu? Hahahaha! Evet!”
“Oh be! Sonunda güldürebildim seni Arda. Kendine gel ya, seni endişeli görmeye alışkın değilim.”
Ben de hayatımda senin gibi bir dosta sahip olmaya alışkın değilim.
“Kabul etmiyorum Güneş. Rolleri değişemeyiz. Güldüren hep ben olarak kalmalıyım.”
“Ama itiraf ediyorum zor bir şeymiş. Nasıl yapabiliyorsun?”
“İnsanları ağlatmaktan daha zordur,” dedim hiç düşünmeden. “Ama umarım seni hiçbir zaman güldürmek zorunda kalmam.”
Söylediğim şeyi beklememişti. “Neden böyle dedin ki şimdi?”
Çatalımı bıraktım. Ona döndüm.
“Çünkü eğer bir gün seni güldürmek zorunda kalırsam, o gün senin tüm neşeni kaçıracak kadar kötü geçmiş olur. Hiçbir gününün kahkahanı yok edecek kadar kötü geçmesini istemem. Seni güldürmeyi seviyorum ama hiçbir zaman seni güldürmek zorunda kalacak kadar üzüldüğünü görmek istemiyorum.”
Mavi gözleri dolduğunda kocaman gülümsedi ve sandalyesinden kalkıp bana sarıldı. Beni sımsıkı sararken güldüm. “Tamam Civciv, sen hamburgeri yiyeli yarım saat geçmiştir ama ben daha şimdi yemek yedim!”
Sonunda kollarını gevşetip yeniden kare masada sol yanıma oturdu. “Teşekkür ederim,” dedi.
“Her zaman bekleriz,” dedikten sonra şinitzelin son parçasını da ağzıma attım. Ecem Abla’nın getirmiş olduğu suyu içtikten sonra ayağa kalktım.
“Hazır mıyız?”
Yüzündeki ifadeyi duygusal tebessümden anında FBI ajanı moduna çevirdi. Ellerini silah yapacak şekilde yüzünün hemen önünde birleştirdikten sonra “Gidip şu işi bitirelim,” dedi.
Bu gece yeni single’ım yayınlanıyor, eğer merak edip dinlerseniz umarım çok beğenirsiniz.