༯ 14 ༯
ARDA
Kâğıttaki yazıları okuyunca hemen yerdeki tüm kâğıtları biraraya getirdim. Rastgele bir tanesini seçtim ve yazının olduğu kısma çevirdim.
26. Hafta
Hastanın geçen hafta geçirdiği kazanın ardından toparlandığını görüyoruz ancak bu toparlanmanın sadece fiziksel açıdan olduğunu söylemek gerekmektedir. Tesisimize geldiğinden beri yalnızca tek bir hafta iyileşme gösterdiğini fakat sonrasında hemen hastalığın nüksettiğini gözlemlemekteyiz.
Not: Her ayın aynı gününde kendisini ziyarete gelen eşi Semih Akal, hastamıza getirebileceği eşyaların arasında kamera ekipmanının da olup olmadığını sordu.
27. Hafta
Her ay yeni ilaç düzeni denediğimiz hastamızın bu ayki ilaçlara da yeterli yanıt vermediğini görüyoruz. Gelecek hafta farklı bir ilaç kombinasyonuyla program yapacağımızın notunu düşer, kendisinin bizi ısrarla iyi olduğuna inandırmaya çalıştığını da belirtiriz.
Not: Eşinin kendisine kargoyla gönderdiği video kamera ve boş kasetlerle ne yapacağı belirtilmemiştir. Bir şekilde onlarla kendisine zarar verebileceğinden endişe edilmektedir.
Kaset… İşte onların nerede olduğunu çok iyi biliyordum. Babamın gençliğinden kalma filmler olduğunu sanıyordum ama bugünden sonra söylediği her şeye şüpheyle bakacaktım.
Elimdeki kâğıtları bırakmadan ayağa kalktım. Çalışma masasıyla koltuğun arasındaki televizyona ilerledim, hemen önüne yere oturdum. Kâğıtları halının üstüne bıraktıktan sonra küçük, kare televizyonun sehpasına doğru eğildim. Açmaya çalıştığım kapakları kilitliydi. Çalışma masasına geri dönüp anahtarı aramaya başlamıştım ki yere düşen çekmeceyi hatırladım. Çömelip çekmeceyi yerinden kaldırdıktan sonra karşıma çıkan anahtar, benim için ne ifade ettiğinin farkında olmadan orada öylece duruyordu.
Yeniden televizyonun altındaki sehpaya geldiğimde biraz bekledim. Sakince yere oturdum ve derin bir nefes alıp verdim. Dolabın sağ kapağındaki kilidin rengi ve üstündeki çiçek desenleri anahtarın arkasıyla uyumluydu. Neyin tereddütünü yaşadığıma dair kendimi sorgularken, hissettiğim şeyin geçmişimi gerçekten öğrenmek isteyip istemediğimle alakalı olduğunu fark ettim.
Anahtarı deliğine yerleştirip bir tur çevirdiğimde dolabın kapakları aralandı. Tozlanmış kaset koleksiyonuyla karşılaştığımda kalbim hızla atmaya başladı. Kapağı olmayan kaset kutusunu sehpanın içinden dışarıya çektiğimde iki kez hapşırdım. Gördüğüm iki üç küçük örümcek umrumda olmadı.
Elimi sırayla kutuya yerleştirilmiş kasetlerin üstünden bir kez geçirdikten sonra artık yanlarına yazılmış yazıları okuyabiliyordum. Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim ve bir tane de yazısız kaset vardı.
Yedi kasetten oluşan koleksiyondan önce kabında Mayıs yazanı elime aldım. Dizlerimin üstünde durup küçük televizyonu açtıktan sonra hemen altındaki kaset oynatıcıyı çalıştırdım. Biraz arkaya eğilip koltuktan kumandasını aldım, ilk kasedi oynatıcının içine yerleştirdim.
Kumandadan oynat komutunu vermemle birlikte ekrandaki siyahlık gri, açık mavi ve beyaz bir odayı göstermeye başladı.
“Başladı mı?”
“Evet.”
“Güzel, başlamadıysa neden konuşayım, öyle değil mi? Hahahahaha!”
Çok da uzun olmayan, açık mavi bir elbise giyiyordu. Saçlarını at kuyruğu şeklinde yapmıştı. Yüzüne düşen tek bir tel bile yoktu. Beyaz teni canlıydı. Sadece gözlerinin altı biraz mordu, o kadar.
Bu kadın benim annem miydi?
“Merhaba Arda. Baban büyük ihtimalle bütün fotoğraflarımı yakmış ya da o lanet arkadaşlarından birine göndermiştir…”
Boynumu azıcık yukarı kaldırarak baktığım televizyon, gösterdiği ve dinlettiği şeyle doğrudan beynime işliyordu. Kalbimin atışının artış hızına artık yetişemiyor, bu nedenle annemin söyleyeceği herhangi bir şeyi kaçırmaktan korkuyordum.
“Lanet arkadaşları diyorum çünkü hiçbir zaman bizi sevmediler. Seni kıskandılar, beni kıskandılar, babanı kıskandılar, babamı kıskandılar… Evimizi bile kıskandılar. Sevgimizi kıskandılar, aşkımızı kıskandılar… Vesaire vesaire… Onlara güvenme, tamam mı? Sonuçta beni buraya onlar tıktılar.”
“Sizi eşiniz ve öz aileniz buraya dinlenmeye gönderdiler.”
“Haklısın, onlardı değil mi? O zaman babana da güvenme. Benim babama da… Ya da benimkine güvenebilirsin çünkü sonuçta bize çok sevdiğimiz bir şey verdi, değil mi? Hâlâ gitar çalıyorsun, değil mi oğlum?”
Görünüşünde hiçbir sıkıntı yoktu, sadece yorgun bir kadına benziyordu ama konuştukları, sesi, söylediği şeyleri nasıl söylediği beni korkutuyordu. Sanki o değil de başkası konuşuyormuş gibiydi. Konuşurken gözlerini bazen kocaman açıyor, bazense tamamen kısıyordu.
“Neyse, çalmıyorsan da sorun değil. Aslında sorun. Vazgeçtim! Gördün mü? Vazgeçtim! Tabii sorun çünkü eğer gitar çalmayı bırakırsan benim yokluğumu dolduracak hiçbir şey aramıyorsun demektir. Beni unutmuşsun demektir. Beni özlemiyorsun demektir. Beni artık istemiyorsun demektir…”
Video devam ederken yanımdaki kâğıtlardan yeni bir tanesini seçtim.
30. Hafta
Çektiği videoların hastaya iyi gelip gelmediğini saptayamıyoruz. Küçük oğluna hatıra bırakmak istediğini söylüyor, ısrarla kamerayı önüne koymamız konusunda diretiyor, fakat videoya başladıktan yaklaşık beş dakika sonra ne yaptığını unutuyor.
Not: Haftaya kamera istediğinde vermemeyi deneyeceğiz, tepkisinin ne olacağını merak ediyoruz.
“Nasıl yani? Oğlum şimdi bir anda bugüne mi geçecek?”
“Evet.”
“Geçen günkünün üstüne mi?”
“Evet aynen öyle.”
“Zaman yolculuğu! En sevdiğim şeydir. Bazen seninle eski şarkıları çalardık, bazense yenileri. Şimdiyse sen bunu izlediğinde bir salı günkü ben olacağım, bir de şimdiki ben…”
“Cuma.”
“Sen çeneni kapatacak mısın?”
“Yine kamerayı kapatmamızı mı istiyorsun?”
“Hayır! Hayır! Ya da evet! Bana ne kameradan, benim ne işim var burada?”
Ayağa kalkıp kameraya yaklaştı. Çekimi yapan kişinin üstüne yürüdüğünde video çoktan başka bir güne, görüntüye geçmişti.
31. Hafta
Hemşire ve doktorlarıyla girdiği münakaşa ve yarattığı kavga ortamı diğer hastalarımızı ve çalışanlarımızı rahatsız etmeye başladı. Sürekli şikâyet ediyor, söyleniyor ve huzuru bozuyor. Ortak alana çıkma yasağının bitmesinin üzerine yeni bir yasak daha aldı. Tüm gün ısrarla kameranın karşısında konuşmak istiyor, kayda başlandığında ise hemşirelerle yine kavgaya giriyor.
İzlediğim görüntüler ve okuduğum yazılar tüylerimi diken diken ederken kumandaya basarak kaydı dondurdum.
Gördüğüm kişi annem olamazdı. Annemin nasıl biri olduğunu hiç bilmiyordum ama böyle biri olamayacağından emindim.
47. Hafta
Hasta ne söylediğini bilmiyor. Kiminle konuştuğunu algılayamıyor. Aklı hep başka yerlerde ve nerede olduğunu paylaşmıyor. İlaçları almaya devam ediyor, kendisi de artık düzelmek istiyor. Bu isteği bizi olumlu yöne çekerken hastamızın zaman zaman söylenenlere tepki vermiyor oluşu tedavi değişikliğine gidilmesi konusunda ipucu veriyor.
Not: Eşi hâlâ her ay aynı gün ziyaretini sürdürüyor ama hastamız artık onunla bile konuşmuyor.
Kâğıtları yaydım ve yeni bir tanesini çektim.
50. Hafta
Son iki haftadır tek kelime bile konuşmayan hastamıza ilaç vermeyi bıraktık. Normal beslenmeyi reddettiği gibi artık serumla beslenmeyi de kabul etmiyor. Odasından çıkmıyor, eskisi gibi video çekmek istemiyor. Tesisimize giriş yaptığından beri her gün bahsettiği oğlunu da unutmuş olabileceğinden şüpheleniyoruz.
51. Hafta
İlgili doktorumuzun ilettiği rapora göre hastamız yürüyemiyor, konuşamıyor, beslenemiyor, ihtiyaçlarını kendisi gideremiyor. Yaşıyor olabileceği potansiyel hafıza kaybının derecesini tam olarak kestirememekle birlikte kelimelerin konuşmayı unutacak kadar silindiğinden şüpheleniyoruz.
EK: Bu haftanın raporunun sisteme geçirilmesinden dört gün sonra, yaklaşık bir aydır hiçbir yolla iletişim kurmayan hastamız ilk kez konuştu. Söylediği tek kelime “Kamera” oldu.
Kaset koleksiyonunda en sağda, sonda duran yazısız kabı aldım ve açarak içindeki kasedi oynatıcıya yerleştirdim. Beklediğim gri ve beyaz ortam yerine altında basit bir yazı tipiyle doğum tarihimin olduğu video başladığında şaşırdım. Bir erkek sesi duyuluyordu. Görüntü ise hastane olduğunu düşündüğüm koridorlarda ilerliyordu.
“Evet, oğlum. Bugün sen doğdun ve şimdi seni görmeye gidiyorum… Bak işte oradasın!”
Hemşirenin bebeği yıkadığını gösteren video, babamın kamerayı kendisine çevirmesiyle değişti.
“Bugün bizim için çok özel bir gün. Biliyorsun, ailelerimiz evlenmemize pek sıcak bakmıyorlardı ama inanır mısın, şu anda yarısı hastanede, yarısı ise yolda! Herkes seni bekliyor, herkes çok heyecanlı ve en önemlisi ise biz bir aradayız…”
Babam kamerayı tekrar camlı odaya çevirdi. Hemşire beni giydiriyordu. Ben bileğime taktığı bilezik sanki canımı acıtmışçasına ağlarken ben, babam çok mutluydu.
“Sen Arda, sen bu aileyi biraraya getiren kişisin. Artık kavgalar yok, sadece sevgi var. Hepsi senin sayende. Teşekkür ederim oğlum.”
Hazırlama işini tamamlayan hemşire odadan çıkıp beni annemin yanına, onun göğsüne bıraktığında kamera bir başkasına geçmişti. Babam da annem de benim yanımdaydılar. Annem beni emzirirken ağlıyor, babamsa anneme kameranın duyamayacağı şeyler fısıldıyordu.
Birkaç dakika sonra odanın kapısının açılmasıyla içeri giren insanlar, babamı, annemi ve beni kucaklıyorlardı.
Onlar hiç sahip olmadığım ailemdi.
“Hoş geldin Arda!” diyen elinde peçetesiyle son derece şık giyinimli bir kadındı. Annem bu yaşlı kadına “Babam nerede?” diye sorduğunda kadraja yeni biri daha girdi.
“İşte burada!”
Kovboy şapkası, uzun çizmeler, havalı kıyafetleri ve omzunda gitarıyla içeri giren yaşlı adam anneme yaklaştı.
Annem “Yetişemeyeceksin sandım,” diye ona uzandığı yerden sataşırken kovboy şapkalı adam gitar kılıfını yere indirdi.
“Artık öğretme sırası sende,” diyerek gitarını anneme hediye ettiğini söyleyen yaşlı adam, odadaki diğer herkesin ısrarlarıyla gitarını kılıfından çıkarttı. Gitar, bizim evimizdeki gitardı. Askıyı boynundan geçirdikten sonra benim çok önceden bildiğim, hatta büyük ihtimalle ülke nüfusunun çoğunun bildiği bir şarkıyı çalmaya başladı.
Bir dakika… Şarkıyı söylemeye başlayan ses, şarkının orjinalindeki sesti. Bu adam gerçekten de o şarkının sahibiydi. Kamera onun yüzünü yakalayana kadar duyduğum ses yeterli gelmişti. Ülkenin gitar ustası olan bu adam, plakları yok satan, konserden konsere koşturan bu adam benim dedem miydi?
“Gitarın dedene ait olduğunu söyledim ama hangi dedene ait olduğunu söylemedim.”
Videodan koptum. Babamın sesiyle irkilip arkama baktığımda merdivenlerin son basamağında durduğunu gördüm. Yanında şu an ekranda çalınan, gerçekteyse bizim evde duran gitarı da getirmişti.
“Artık bir önemi yok,” dedim ve yeniden televizyona döndüm.
Evde geçirdiğim ilk gece ben uyurken çekilmiş görüntüler, ilk adımlarım, ilk kelimelerim…
“Bunların hiçbirinden neden haberim yok?”
Annemin diğer kasetlerdeki halinden bambaşka bir yüzünü görüyordum. İşte benim annem buydu. O anda ekrandaki kadındı.
“Ar-da. Bu kadar kolay. Söyle bakalım.”
“A…”
“Ar-da diyeceksin.”
“A…”
“Hadi birtanem, yapabilirsin. Arda. Ar-da.”
Bilmek iyi hissettiriyordu.
“Arda, bana istediğin kadar kızmakta haklısın ama sana rica ediyorum, lütfen videoyu sonuna kadar izleme.”
Gözlerimi ekrandan ayırmadan omuzlarımı silktim. Ona sıcak davranmam için en ufak bir nedenim yoktu. “En azından annem bana cevap veriyor. Sen buradasın ama hâlâ vermiyorsun.”
Bana gördükçe yeni şeyler anımsatan bir evde, bordo halının üstünde oturuyorduk. Annemde o gitar vardı. Karşıma geçmiş, bana hangi notanın nerede olduğunu söylüyordu. Önce dinletiyor, sonra söylüyor, ardındansa tekrar etmemi istiyordu.
“Denemek ister misin bakalım?”
“Evet!”
“Süper, hadi o zaman,birlikte tutalım olur mu?”
Annem beni kucağına alıyor. Aynı anda kucağında hem beni hem de gitarı tutabiliyor. Parmaklarımı az önce ben karşısındayken koyduğu gibi tek tek yerleştiriyor. Tüm dikkatimi ona vererek yaptığı şeyi izliyorum.
“Anladın mı? Bu sol akoru. Yani G. Şimdi elini serbest bırak, tekrar koyacağız.”
“Puzzle gibi.”
“Aynen öyle birtanem, puzzle gibi.”
Parmaklarımı tekrar aynı şekilde yerleştirdikten sonra gülümsüyorum. “Ama daha eğlenceli.”
Ellerimizi tekrar bırakıyoruz. Annem bana hazır olup olmadığımı soruyor.
Bir anda anılarıma dönüyorum, televizyona bakmak zorunda kalmıyorum artık. Önce ışıklar, sonra renkler belirginleşiyor. Annem yüzü hâlâ bulanık ama onu görmek istediğimde başımı yukarı kaldırmam yeterli oluyor.
Evet, bu sefer parmaklarımı kendim yerleştiriyorum. Hangisinin nereye geleceğini az önce üç kez gördüm. Doğru yapacağımdan şüphem yok ama yanlış yapsam da annemin kızacağını sanmıyorum.
Babam videoda “Çocuk daha işaret parmağıyla baş parmağını bilmezken hangisinin hangi akor için nereye geleceğini öğreniyor, valla pes sana,” diyerek güldüğünde başımı arkaya çevirdim. Babamın yanında getirdiği, şu anda videoda annemle beni biraraya getiren gitarı yere bıraktı. “Ben aşağıda olacağım,“ dedi. İzlemeyi bırakmayacağımı anlayıp pes etmişti.
Ona cevap vermeden televizyona döndüm. Sıradaki anıma heyecanla kendimi hazırladım.
Çikolatalı olduğunu tahmin ettiğim pastanın üstünde yanan muma yaklaşıyorum. Görüntü kalitesi düşük olan kayıt, annemin kadraja girmesiyle güzelleşiyor. Güzel, yeşil bir elbise giymiş olan annem bıçakla pastayı kesiyor, tanımadığım bir adam ona tabakları uzatıyor. Pasta dağıtım işi bittiğinde babam kamerayı az önce tabakları uzatan adama veriyor.
Babam, aralarında benim duracağım şekilde yanımıza geliyor. Birlikte poz veriyoruz.
Videoyu çeken adam “Söyle bakayım Yağız Abine, kaç yaşındasın sen?”
Elimle beş yapıyorum. Gülüyorum ve annemden bana pasta vermesini istiyorum.
Babamın bu görüntüleri neden görmemi istemediğine, yıllarca bu videoları benden neden sakladığına hâlâ anlam veremiyordum. Kasetteki hiçbir yüzü, sesi ailem olmalarına rağmen tanımamak çok şey kaçırmış olduğumu gösteriyordu. Minik kovboy şapkası kafamdan düşüp yüzümü kapatırken babam beni kucağına alıyor. Gençken demek bıyıkları varmış… Konserin gürültüsü beni rahatsız ettiğinde annem kamerayı babama veriyor, beni sakinleştirmeye çalışıyor.
“Ama bak gidersek dede çok üzülür, görüyor musun dedeni? Bak orada,” dedikten sonra eliyle sahneyi gösteriyor. Ağlamaya devam ediyorum, gitmek istiyorum.
“Tamam anneciğim, tamam. Hadi çıkıyoruz o zaman.”
Sıradaki görüntü annem ve babamla başlıyor.
Bulundukları yeri biliyorum. Benim yuvaya gittiğim yerdeler. Bahçede bekliyorlar. Annem “Bugün Arda’m okula başladı ve onsuz geçirdiğim altı koca saatten sonra…”
“Hayatım senin koluna ne oldu?”
Annem, babamın sorusunu duymazdan gelerek kamerayı kolundan tekrar yüzüne doğru götürüyor. “Altı saatin ardından Arda’ma kavuşacağım için çok heyecanlıyım. Semih, lütfen videoyu bozma.”
“Peki, peki bir şey demedim.”
Yuvanın kapısı açılıyor. Çocuklar teker teker çıkmaya başlıyorlar. Babam bir annemi bir okulun kapısını çekiyor.
Annem kamera her ona döndüğünde farklı bir yüz ifade yapıyor ama hepsinin sonunda gülüyor.
Gerçekten çok güzel bir kadınmış.
Okulun kapısından çıkan bir sürü öğrencinin arasından annem beni görüyor ve “İşte orada!” diye bağırıyor. Yanlarına geliyorum. Annem iki elini omuzlarıma koyarak yere çöküyor. Aynı boydayız. “İlk günün nasıl geçti birtanem?”
Kameranın bize yaklaşmasıyla birlikte annemin sol kolundaki çizikler de gözükmeye başlıyorlar. Kameranın kendisine ve bana yaklaştığını gören annem eliyle kamerayı kendinden uzağa itiyor, babama sert bir şekilde kapatmasını söylüyor.
Sonraki görüntü yine gitarla. Büyük gitarda alıştırma yapıyoruz. Bana ısrarla boyuma uyacak bir gitar almıyor, bununla öğrenmek zorunda olduğumu söylüyor. Dakikalarca çalışıyoruz.
Kumandayı elime alıp kasedi ileri sardım. Gitar çalışmalarımızın olduğu peş peşe birkaç yeni görüntüyü geçtikten sonra gözüme farklı gelen ilk görüntüde durdum. Kasedi devam ettirdim. Diğerlerinin aksine siyah beyaz bir kayıttı. En başını görebilmek için birkaç saniye geri aldım.
Bu bir dadı kamerasıydı. Evin içinde, biraz da yüksek bir yerde gizlenmiş olan bir kameranın görüntüleriydi. Az önce izlediğim yuva videosundan biraz daha önce çekilmiş olmalıydı çünkü küçük bir odada yerde oturup oyuncaklarla oynuyordum. Bebek sayılırdım.
Odada başka biri daha vardı. Siyah beyaz görüntüden dolayı siyah saçlı gözüken bir kadın karşımda oturuyordu.
Arkası kameraya dönük olduğu için kim olduğunu göremiyordum. Sadece görüntüden oluşan kayıtta benimle oynamaya başladı. Oyuncaklarımı diziyor, hareket ettiriyordu. Daha sonra farklı bir şey yaptı. Oyuncaklarımdan elinde tuttuğu bir tanesini bana attı. Yüzüme değil ama karnıma atmıştı.
Görüntü çok net olmadığından yüzümdeki ifadenin nasıl değiştiğini anlayamıyordum ama kadının üstüme attığı dördüncü oyuncaktan sonra dengemi kaybedip arkaya düşüyordum.
Ben arkaya düştükten sonra anında ayağa fırlayan kadın, yanımda gelip beni kaldırıyor ve kucağına alıyordu. Beni kucağında taşıyıp sırtıma vurarak ağlamamı kesmeye çalışan kadının yüzü kameraya döndüğünde, beni ağlatan kadının annem olduğunu gördüm.
Şaşkınlıkla onun olup olmadığından emin olmak için görüntüyü geri almak üzereyken yeni bir dadı kamerası videosu başlayınca kumandayı elimden bıraktım. Yine aynı odaydı ama ekranın altında farklı bir tarih yazıyordu.
Annemin kucağında uyuyorum. Beni taşıyıp odaya kadar getiriyor, ardından beni yatağıma atıyor.
Resmen beni yatağın üstünde tutarken ellerini bırakarak yatağa sertçe düşmeme, hatta küçük bedenimin yatağın üstünde sekmesine sebep oluyor. Uyanıp ağlamaya başladığımda ise sanki hiç duymuyormuş gibi odayı toplamaya başlıyor. Birkaç eşyayı yerine yerleştirdikten sonra hâlâ ağlamam kesilmediğinde yine hiçbir şey yapmıyor ve odadan öylece çıkıyor.
Yeni bir görüntü, ardından bir tane daha, sonra bir tane daha… Kasetteki bebeğe acırken o bebeğin ben olduğumu bilmek tüylerimi ürpertiyordu. İlkokula başladığımdaysa daha da sert ve acı dolu şeylerle karşılaştığımı gördüğümde artık katlanamayacak duruma gelmiştim.
Gözlerim yanıyordu. Vücudum sanki izlediğim tüm görüntülerde hissettiğim tüm acıyı bir anda bana yüklüyormuşçasına canım yanıyordu.
Küçücük bir çocuğa bu nasıl yapılırdı?
Kasedi oynatıcıdan çıkarttıktan sonra televizyonu da kapattım. Kasetlerin geri kalanını izleyebilecek yüreğe sahip değildim. Bir daha hiçbirini görmek istemiyordum.
Gözümden akan yaşları elimle sildim, burnumu çektim. Toparlandıktan sonra yerdeki kâğıt yığınından en sonuncusunu bulmaya çalıştım.
52. Hafta
Hastamız binanın camından atlayarak intihar ettiğinde kendisinin en son çekmiş olduğu videoyu inceleme altına almak istedik. Eşi Semih Akal’dan aldığımız izinle birlikte incelemesini yaptığımız videoda belirtmeliyiz ki hastamız haftalardır ilk kez konuşmuştu. Son derece bitkin ve hasta gözükürken söylediği sözler dikkat çekti:
“… Bazı şeyleri unutabilirsin. Sesimi, yüzümü, yaptıklarımızı… Bu suni şeyleri unutabilirsin ama sana gösterdiğim sevgiyi asla unutamazsın. Ben öyle bildim, öyle yaptım. Özür dilerim Arda. Ben, çok özür dilerim.”
Kâğıdı elimden bıraktım. Ayağa kalkıp koltuğa geçtim. Dirseklerimi dizlerime dayadıktan sonra başımı iki elimin arasına aldım.