༯ 15 ༯
ARDA
Hayır, hayır, hayır…
Kötü bir şey geri geliyordu. Bir anının, büyük bir araba kazasıymış gibi bana çarpıp kaçtığını hissediyordum.
“Bunu neden yaptığımı biliyorsun, değil mi?”
Cevap vermediğimde sinirlendirdi ama ne yapacağımı bilemiyordum.
“Seni sevdiğim için.”
Korkuyla kanayan kolumu tuttuğumda bana yaklaştı. Ondan bir adım uzaklaşmaya çalıştığımdaysa beni durdurup kendine çekti. Sarıldık.
“Ne içinmiş?”
Hıçkırıklarıma karışan cevabımı beğenmiş olmasını diliyordum.
“Beni sevdiğin için.”
“Evet! Aynen öyle Arda, hadi şimdi gel kurabiye yapalım,” diyerek sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi beni dünya tatlısı bir gülümsemeyle mutfağa götürdüğünde kolumda kanayan sevgi öpücüğü canımı yakıyordu.
Keşke annemin kim olduğunu hiç öğrenmeseydim. Keşke unuttuğum şeyleri hatırlamaya çalışmak yerine neden unutmayı tercih ettiğimi bilip vazgeçseydim. Acıyı çocuğuna sevgi diye öğreten madde bağımlısı şizofren bir anne, buna da doğduğu günden itibaren inanıp katlanmak zorunda kalan bir çocuk…
Ben sadece bir anne istemiştim; oysa onun yerine tüm yere düşüşlerim, hıçkırıklarım, gizli haykırışlarım bana dönmüştü. Müziği böyle bir kadından öğrendiğime pişmandım.
Koltuktan kalktığım gibi yerdeki gitarı aldım. Hızla merdivenlerden indim. Babam masalardan birinde beni bekliyordu. Aşağıya indiğimi gördüğünde ayağa kalktı.
“Oğlum…”
Ona hiçbir şey söylemeden boş ve karanlık kafenin ortasındaki masaya geçtim. Merdivenlerden inerkenki hızım yoktu. Ağır hareketlerle masasının üstüne oturduktan sonra bir ayağımı sandalyeye koydum.
Eski ve paslı tellerin ben onları akort ederken kopmasını beklemiştim. Unutulan onca anıya saygı duyup birlikte sahip olduğumuzu yeni öğrendiğim geçmişin hatrına dayandılar. Ailemizin, annemin gerçeklerini ve intiharından önceki son dakika bana söylediği cümlelerin yarattığı etkiyi henüz sindirememiş kalp atışım; ezbere bildiğim parçanın notalarında hata yapmama sebep olmadı.
Kalbim de, parmaklarım da, babam da gözlerimi kapatıp çalmaya başladığım şarkıya izin verdi. Son şarkısını çalan eski gitarla yeniden doğan Pearl Jam’ den Garden; o ana kadar kendisini çalmış olduğum tüm günlerde hissetirmiş olması gereken duyguları tek sefere yüklemişti. Sadece melodisini sevdiğim için çaldığım şarkı, sözlerinin ne kadar anlamlı olduğunu bana o anda sunmuştu. Her bir kelimesini de bir sonraki nota kadar ezbere bildiğim Garden‘ı bundan sonra sadece annem için çalacaktım.
Solodan sonraki kısımda daha çok bağırmaya başladım.
“I will walk with my hands bound. I will walk into your garden, garden of stone!”
Bitirene kadar gözlerimi açmadım. Tellerin ellerimi kesse de devam ettim. Çaldığım son akorun kafenin boş akustiğinde bıraktığı hafif bozuk tınının gerekli ölçü kadar devam etmesine izin verdikten sonra gitarı klavyesinden tek elle kavradım. Masadan indim.
Beni beş dakika boyunca hiçbir şey söylemeden dinlemiş olan babamın yanından geçip kafeden dışarı çıktım. Sağa dönüp hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Her yerim acıyordu. Şarkının ne anlama geldiğini yeni hissetmenin müzikal sarhoşluğuyla yürüyordum. Sadece kasetteki küçük çocuğun acılarını değil, babamın bu olanları fark etmesinin ona verdiği acıyı da artık ben taşıyordum. Ailelerin kızlarını akıl hastanesine yatırmış olmalarının verdiği hüznü, intihar etmiş olmasının getirdiği kaybı hissediyordum.
Bu gitarsa annemin bana yaptıklarını anladığı zamanki pişmanlığının ağır, katlanılmaz yükünü taşıyordu.
Klavyeyi iki elimle tuttum. Başımın üstüne kaldırdıktan sonra tüm gücümle kaldırıma vurdum. Çıkan ses gecenin içinde dalgalanırken dağılan ahşap parçalar yola savruldu. Doğruldum ve zaten kırılmış olan gitarın elimde kalan parçalarını tekrar tekrar yere savurdum.
Gitarla olan işim bittiğinde sokağın devamındaki aralıkta ateş yakan birkaç adamın çıkan ses yüzünden olduğum tarafa baktıklarını gördüm.
Gitarın parçalarından sadece büyük olanları toplayıp çöpe attım. İşim bitmişti.
Hissettiğim acı, gitarla birlikte yok olmuştu. Geriye acıma duygusu kalmıştı sadece. Küçük, yeşil gözlü bir bebeğe acıyordum. Aynı zamanda tüm yaşadıklarını arkasında bırakmayı başarabilmiş ve unutarak geçmişine kapıyı kapatmış olan çocukla da gurur duyuyordum.
Peki şu anda olduğum genç adamla ilgili ne düşünüyordum?
Artık her şey yerine oturduğuna göre bundan sonrası nasıl olmalıydı ya da nasıl olacaktı?
Kafeye döndüğüm sırada babam merdivenlerden iniyordu. Elinde iki büyük torba vardı. Ona yetişip taşımasına yardım ettim. İçlerinde üst katta yerde duran tüm kâğıtlar, dosyalar ve koleksiyondaki kasetler vardı.
“Bir gün sana göstermek için saklıyordum. Artık öğrendiğine göre saklamamızın hiçbir anlamı yok.”
Elinden aldığım iki torbadan bir tanesini geri aldı. Kapıya doğru ilerledi.
“Onu hiçbir zaman affetmeyeceğim,” dedi.
Hızlıca üst kata çıkıp orada bıraktığım montumu giydikten sonra odaya şöyle bir baktım. Birkaç saat içinde hayatım tamamen değişmiş gibi hissediyordum.
Alarmı devreye sokup kafeyi kilitledikten sonra torbalarla birlikte az önce gitarı attığım dar sokağa yürüdük. Poşetlerdeki rapor ve kasetleri tek tek çöpe atarken birinin az önce buraya gelip gitarın üstünde bir şeyler yakmış olduğunu fark ettim.
Babam “Baksana, bugün herkes kendinden bir şeyler yakıyor,” dedi cebinden çakmak çıkartırken.
Elimdeki poşeti de çöpe attığımda babam sona kalan kâğıdı havaya kaldırdı.
Rapor Dosyası
İNCİ AKAL
Kâğıdın sağ alt köşesini ateşe verdikten sonra yavaşça çöpe bıraktı. Yanan alevlerin yıllardır eksikliğini çektiğim geçmişimi kül etmesini izlerken babama sordum:
“Onu hiçbir zaman affetmeyeceğini söyledin ama her ay aynı gün ziyaret etmeye devam ettin. Bunu neden yaptın?”
Babam gözlerini veda ettiği eşinden ve aşkından ayırmadan bana cevap verdi:
“Biz kimseyi kimsesiz bırakmayız. Ne yapmış olursa olsun bir insanın yalnız öleceğini bilmesi kadar rezalet bir şey yoktur. Bunu bilerek gitmesine izin veremezdim. Anlamak için henüz gençsin ama ileride sen de kimsenin nedenini anlamayacağı şeyler yapmak zorunda kalacaksın. Kimse seni anlamayacak, yine de sen kendi doğruların için savaşacaksın. Ben seni böyle yetiştirdim.”
Babam haklıydı. Annem bana ne yaşatmış olursa olsun annemdi. Bana müziği veren insandı. Beni gitarla tanıştıran ve sonunda kendisine notalarla ağıt söyletecek kadar müziği sevdirten oydu. Kendimi küçüklüğümden beri ne zaman eksik hissetsem müziğin doldurduğu bir boşluk olurdu. Ruhumu besleyerek iyi hissetmemi sağlar, zaman kavramını yitirmeme yardımcı olurdu. Şimdiyse tamamlanmıştım.
Öğrendiklerimin içimden bir parça eksiltmesi gerektiğini düşünebilirsiniz ama ben tam tersini düşünüyordum. Tüm eksiklikler kendilerini geçmişimin gerçekleriyle kapatmışlardı.
Eskiden boşluklarımı dolduran müziğin, artık tam olan bana katacağı şeyleri görmek için sabırsızlanıyordum.