Karanlık Lise 3 – Bölüm 18


༯ 18 ༯

HELİN

Diğer insanlara göre hayatta değişen hiçbir şey yoktu. Benim içinse artık uyanışımdan uykuya dalışıma kadar her şey bambaşkaydı. İçimde yaşadığım bu farklılığı anlayacak bir arkadaşımın olması, dünyanın geri kalanının hakkımda fikir sahibi olmasını engellese de henüz bununla ilgili bir sıkıntım yoktu.

Kendimi iyi hissediyordum. Kendi sözlüğümü baştan yaratırken dilediğim kelimeleri seçebiliyor, istediğim zamansa onlardan vazgeçebiliyordum.

Odamda yatağımın üstünde otururken cevabını duymak için heyecanlandığım sorumu sordum:

“Bugün ne yapıyoruz?”

Yataktan kalktı. Gözlerini kısarak ciddi gözükmeye çalıştı. “Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.

Bu, bizim üç gündür yani İngilizce kursunu ekip parka gittiğimiz günden beri oynadığımız bir oyundu. Kendi zevklerimi, isteklerimi, hoşlandığım ve hoşlanmadığım şeyleri bulma yolumda her gün bir adım atıyorduk ve adımın ne olacağına ben karar veriyordum. Her adım, Cemre’nin bana o gün ne yapmak istediğimi sormasıyla, yani benim fikrimi almasıyla başlıyordu. İlk gün müziklerden başlamıştık. Annem telefonuma şarkı yükleyeceğim zaman önce yüklemek istediğim şarkıyı dinliyor, içeriğine ve türüne göre bana uygun olup olmadığına karar veriyor, ona göre telefonuma şarkı yükleniyor ya da yüklenmiyordu.

Biz de telefonumdaki tüm müzik dosyalarını imha edip yerine Cemre’nin önerdiği birkaç grubun şarkılarını ve benim onları indirdiğimiz sırada keşfettiğim bir iki şarkıyı yükledik. Cemre kendi telefonunda bir yıldır kullandığını söylediği şifre programını benim telefonuma da indirdi, böylece annemin dinlediğim şarkılara ulaşma olasılığını da ortadan kaldırmış oldu.

Tabii neden şifre koyduğumu sorduğunda nasıl bir cevap vereceğimi şimdiden düşünmeye başlasam iyi olurdu.

İkinci günümüzdeyse günlerden pazartesiydi, okul çıkışında DVD’ciye gittik. Saatlerce orada kalıp kelime anlamıyla dükkândaki tüm filmlere baktık ve izlemek istediklerimi kiraladık. Eve döndüğümdeyse çalışma masamın altında kalan dolabı açarak içinden eski filmlerimi çıkarttım. Hepsi annemin izlemem için seçtiği, her birini defalarca görmüş olduğum filmlerdi. Hepsini DVD’ciye vermek üzere bir torbaya koyduktan sonra yeni kiraladıklarımı dolaba yerleştirdim.

Bugünse çok daha büyük bir şey yapmak istiyordum.

Ben de ayağa kalktım. “Kıyafetlerimi gözden geçirmek istiyorum lütfen.”

Cemre kıyafet dolabımın kapağını açacakken onu durdurdum.

“Çanta ve ayakkabı da kıyafete dahil mi?” diye sordum.

“Yani, aslında sayılabilir tabii.”

Cemre’nin onayını alır almaz yatağımın yanında, yerden duran eskimiş pembe çantayı aldım ve içindeki her şeyi yatağımın üstüne boşalttıktan sonra kapıya doğru fırlattım.

“Helin pembeyi pek sevmiyor anlaşılan.”

Ona göz kırptım. “Uzun zamandır aklımdaydı.”

Kıyafet dolabımı açtığında ikimiz de önce birkaç saniye bekledik. Biz nereden başlayacağımızı düşünürken, annemin daima renklere göre organize etmemi istediği dolabım adeta bir gökkuşağı gibi bize bakıyordu.

“Dolabını ilk kez görmediğim için artık şu olayı garipsemiyorum ama sanırım bugün ilk defa işimize yarayacak.”

Cemre, cümlesini bitirir bitirmez üst askıdaki pembeleri tamamen alarak yatağımın üstüne attı.

“Seçmeli miyim?”

Omuzlarını silkti. “Senin kıyafetlerin. İstediğini yapmakta özgürsün,” dedi. Askılarıyla birlikte yatağımda duran beş bluzden sadece bir tanesini, açık pembe olanı dolabıma geri koydum. Kalanını ise bir yere bağışlamak üzere askısından ayırıp büyük ve sağlam bir poşete koydum.

Cemre gülerek açık yeşile çalan beyaz pantolonumu çıkarttığında hiç düşünmeden torbanın içine koydum. Sadece siyah pantolonlarım ve bir tane de kot pantolonum kalacak şekilde alttaki askıyı halletmiş oldum. Bluzlerin çoğunu, özellikle parlak olanları torbaya gönderdim. Eteklerdense abartılacak derecede çocukça olanları ayırdım ve onlara farklı bir torba yaptım. Diğer torba atacağım kıyafetlere yetmemişti.

Dolaptaki tüm fazlalıklardan kurtulduktan sonra kalanların içinde bir araştırma daha yaptım. Siyah pantolonlarımdan bende kötü durduğunu düşündüğüm bir tanesini ayırdım. Cemre “Onu bana ver,” dediğinde pantolonu ona uzattım. Bir elimi alnıma götürdüm ve utanç duygusundan yerin dibine girdim. “Ben gerçekten dünyanın en düşüncesiz en yakın arkadaşıyım. Tabii istemediğim kıyafetlerden senin istediğin bir tanesi olursa alabilirsin. Söylemene bile gerek yok Cemre.”

Çalışma masamdaki kalemlikten makas aldı.

“Onun için söylemedim zaten senin kıyafetlerin bana küçük gelir. Sen çok zayıf, uzun bacaklı ve güzel fizikli bir kızsın,” dedi ve elindeki makasla atmaya karar verdiğim siyah pantolonun üstünde kesikler açtı. Sol bacak kısmında dizin üstünü ve altını, sağ bacakta ise diz kapağımın geleceği yeri kestikten sonra pantolonu bana uzattı.

“Giy şunu.”

Pantolonu alıp yatağıma oturdum. Eşofman altını çıkarttım ve Cemre’nin az önce yeteneğini konuşturduğu pantolonu giydim.

Ayağa kalkıp fermuarla düğmeyi de hallettikten sonra başımı kaldırdım. “Nasıl oldum?”

Cemre ben kıyafetimi değiştirirken arkasını dönmüş olmalıydı ki çalışma masamın koltuğunda olduğum yere dönmekle meşguldü. Başını yana yatırdıktan sonra ayağa kalktı ve atmak üzere ayırdığımız torbaların içinden beyaz, bisiklet yakalı düz ve kısa kollu bir tişört çıkarttı.

“Sakın aynaya bakma!” diye tembihlerken masama bırakmış olduğu makası yeniden eline alarak tişörtü kesmeye başladı. Bu sefer kucağında değil de masamın üstünde yaptığı için nasıl kestiğini göremiyordum. Ayrıca kıyafet dolabımın kapağı açık olduğundan aynayı göremiyordum, bu nedenle pantolonu görmek için kaçamak da yapamazdım.

Yaklaşık bir dakika sonra bana uzattığı tişörtü giyebilmek için önce üstümdeki tişörtü çıkarttım.

“Yanında giyinmemden rahatsız oluyor musun? Ben baleden, soyunma odalarından alışığım ama eğer sen rahatsız oluyorsan içeride de giyinebilirim.”

Cemre yine arkaya çevirmiş olduğu dönen koltukla bana döndü. “Hayır, ben de, şey… sen rahatsız olursun diye arkamı dönüyordum. Benim de bir sıkıntım yok yani.”

Üstümde nasıl duracağını görmek için sabırsızlandığım yırtık tişörtü giydikten sonra Cemre yanıma gelip saatlerdir toplu olan saçımdaki tokayı çıkartırken canımın acımaması için yavaşça açtı. Tokadan kurtulan saçlarım aşağıya döküldüklerinde ellerini saçlarımın arasına soktu ve yine yavaş hareketlerle dağıtmaya başladı. Önüme geçip bana baktıktan sonra tişörtü aklındaki tasarıma uygun şekilde bir omzumdan kaydırdı, saçlarımı ise biraraya getirip diğer omzumdan öne attı.

“Kafayı yiyeceksin,” dedikten sonra dolabımın kapağını kapattı ve beni yıllardır odamda bulunmasına rağmen o zamana kadar hiç böyle bir görüntüyle karşılaşmamış olan boy aynamla başbaşa bıraktı.

Karnımın biraz daha üstünde kesilen beyaz tişört, bisiklet yakanın yok olmasıyla birlikte tek omzumdan düşerken, arkasıysa birbirine simetrik şeritler halinde yer yer açıkta kalan sırtımı gösteriyordu. Göbek deliğimin altından başlayan yüksek belli pantolonumun önündeki yırtıklar ise tişörttekinden de güzel durmuştu, sanki pantolon böyle satılıyormuş havasına sahipti.

Çok farklı görünüyordum.

“Helin beğendi mi?”

“Cemre beğendi mi?”

“Cemre zaten hep beğeniyordu. Önemli olan Helin’in beğenmesi.”

Aynada kendime bakmayı kesip onunla göz göze geldim. “Yalan söyleme. Yazel ya da Merve kadar güzel değilim.”

Gözlerini onu sinir ettiğim zamanlarda devirirdi. Sanırım ciddiydi.

“Onlardan daha güzelsin.”

Yatağıma oturdum, karşımdaki aynaya bakarak nasıl biri olmak istediğime karar vermeye çalıştım. Kendi müzik ve film zevkimi oluşturmaya başlarken tarzımsa onlardan daha büyük bir sorun haline gelmişti. Bir kere dünyanın nüfusunu düşündüğümüzde her kıyafet mutlaka en az bir kez benim kombinleyeceğim şekilde giyilmiş olmalıydı. Bu da benim asla kendi tarzımı yaratamayacağım anlamına geliyordu. Cemre gibi makasla iki dakikada yeni şeyler ortaya koyamayacağım için de dünyadaki bu diğer çoktan var olan tarzlardan birini benimsemeliydim. Yani konu tarzımın ne olacağı değil, kim olacağıydı.

“Ben Yazel olmak istiyorum,” dedim.

Saçlarıma baktım. “Onun gibi sarışın olmak istiyorum çünkü zaten herkesin saçı koyu renk. Renkli saçlı ve renkli gözlü olmak istiyorum. Ela gözlü olmak güzel olurdu mesela. Ama kahverenginin ya da yeşilin ağır bastığı elalar gibi değil, tam da Yazel’inki gibi olsun. Her giydiğim kıyafet yakışsın bana…”

Cemre koltuktan kalktı, yanıma oturdu. “Zaten yakışmadı mı bu üstündeki? Sen de beğendin, beğendiğini biliyorum.”

Aynada kendime bakmaya devam ediyordum. “Sorun da bu işte. Sadece bu yakıştı. Her gün aynı şeyi giyemem. Giysem de eminim, bugün yakışırken yarın yakışmayacaklar.”

Cemre sağ yanımda oturuyordu. Aynada artık sadece kendimi değil ikimizi de izliyordum. Sağ kolunu benim kucağımdaki kolumun üstüne koydu.

“Yazel’in sarı saçları varsa ne olmuş yani?” derken sol elinin tişörtümdeki yırtık kısımlardan geçtiğini hissettim. Tüylerim diken diken olmuştu. Sırtımdan geçip boynuma ulaşan eli sıcacıktı. Parmaklarını başımın arkasını kavrayacak şekilde saçlarımın arasından geçirdi. “Senin saçların onunkinden daha güzel.”

Elini yavaşça geriye doğru çekerken saçlarım parmaklarının arasından kayıyordu. Saçlarım neredeyse belime kadar uzandığı için tamamen taraması zaman aldı ama hiç acele etmedi.

Saçlarımın sonuna, belime ulaştığında tişörtün kısalığından dolayı eli çıplak olan belime değdi. Birkaç saniye sonra elinin belimde uyandırdığı his kaybolduğunda tuttuğum nefesimi bıraktım.

“Herkes kendinde olmayan şeyi ister. Sen gözlerinin onunkiler gibi olmasını istiyorsun, o ise gözlerinin muhtemelen seninkiler gibi olmasını istiyordur,” derken az önce belimden kaldırdığı elini ona yakın olan kaşımdan yanağıma doğru indirmeye başladı. “Onun istediği gözler sende var. Düşünsene. Asıl Yazel senin gözlerini istiyor. Merve senin gözlerini istiyor. Ben de senin gözlerini istiyorum.”

İşaret parmağını aynı şekilde tutmaya devam ederken eli çeneme ulaştığında biraz yana kaydı ve dudaklarımla buluştu. Artık fısıldayarak konuşuyordu.

“Senin dudakların benimkilerden daha güzel. Ben onları istiyorum. Sen benimkileri istiyor musun?”

Bacaklarımın titrediğini hissederken başımı yavaşça ona doğru çevirdim. Ben çevirdikçe dudaklarımda olan parmağı yanağıma doğru kaydı, yüzümü tamamen ona doğru çevirdiğimdeyse avcunu yanağımda açtı. Yumuşacık olan eli az öncekinden de sıcaktı.

Helin bunu istiyor muydu?

Ne olduğuna anlam veremediğim birkaç saniyenin sonunda birbirimizden uzaklaştığımızda gözlerimizi aynı anda açtık.

Önce ben gülmeye başladım, sonra bir daha duramadık zaten. Kahkahalar içinde yatakta kıvranırken az önce ne hissettiğimi kabullenmek yerine olan şeyi düşünüyordum.

Birbirimize baktıkça daha çok gülüyor, susamıyorduk.

Annem “Kızlar tüm apartman inliyor, neye gülüyorsunuz öyle?” diyerek kapıyı açtığı anda yataktan kalktım. Cemre’den uzaklaştım.

“Bu odanın hali ne? Bu torbalarda ne var?” diyerek ikisinin de içine bakmaya başladı. Kıyafetlerin dolabımdan çıktığını anladığında torbadakilerle ne yapacağımı sormak üzere bana döndü. Tam konuşmaya başlayacaktı ki üstümdekileri görmesiyle beni baştan aşağı süzmesi bir oldu.

“Helin! Bu kıyafetleri nereden buldun?”

Eğer annem iki dakika önce gelmiş olsaydı yaşanabilecek şeyleri tahmin bile edemiyordum. Nasıl atlatmış olabileceğimizi düşünürken kalbim ölümüne hızlı atarak beni yoruyordu. Hem deli gibi güldüğümüzden, hem de öncesinde yaşanan olayın o düşünmeyi ertelediğim hissettirdiklerinden dolayı böyleydi. Annemin kızmış ya da kızacak olması belki de ilk defa umrumda değildi.

“Vardı anne.”

Annem torbalardan bir tanesinin üstüne basıp geçti ve yanıma geldi.

“Nasıl vardı? Pantolonu bir yerden aldığın belli ama tişörtünü sen mi kestin?”

“Seda Teyze ben kestim.”

Annem şaşırarak Cemre’ye döndüğünde daha önceden hayatım boyunca bir kez bile annemi kızdırmadığım için ne olacağını, ne söyleyeceğini bilemiyordum.

“Cemre bu çok fazla. Kafanıza estiğiniz zaman istediğiniz şeyleri atıp yerine yenisini alamazsınız. Onları parçalayamazsınız.”

“Aaa, aslında pantolon da yeni değil. Onu da ben kestim.”

Cemre yatağa oturmuş, rahat bir şekilde anneme cevap veriyordu. En kötü ne olabilir ki düşüncesiyle hareket ettiğinden emindim ama annemin sağı solu belli olmazdı. Söyleyeceklerine dikkat etmesi faydasına olurdu.

“Anneni aramam gerekiyor. Bence gitme vaktin geldi,” diyerek arkasını döndüğünde onu durdurdum.

“Şaka yapıyor. Ben kestim. Cemre niye gelip benim kıyafetlerimi kessin, onları ayıklayıp atsın? Ben yaptım. Bak sırtıma, eşit kesmeye çalıştım olmuş mu?”

Hızlıca etrafımda bir tur döndükten sonra annem ellerini ağzının önünde birleştirdi.

“Bunları sokakta giymeyeceksin herhalde!” derken o kadar şaşkındı ki Cemre’nin bana arkadan gönderdiği “Ne yapıyorsun?” bakışlarını fark etmemişti.

Annemin o zamana kadar benim adıma karar vermiş olduğu her şeyi düşündüm. O gün giyeceğim iç çamaşırından alacağım nefese kadar her şeyimi üstlenen ve beni bir robotmuşum gibi kendi istekleri doğrultusunda oradan oraya sürükleyen anneme, hayatımda ilk defa hayır diyecektim.

“Bu sefer senin istediğin gibi olmayacak.”

Kurduğum cümleyi duyduğu anda gözleri büyüdü. Hafifçe gerileyip eski yerine döndü.

“İster sokakta giyerim, ister evde giyerim.”

Annemin yüzü kızarmaya başladığında Cemre “Aaa, sanırım ben şimdi gitsem iyi olacak,” dedi ve ayağ kalkmak istedi. Annem onu durdurunca yerine oturan Cemre’nin bunlara şahit olması beni hem utandırırken hem de yanımda olduğu için, yalnız olmadığım için şanslı hissettirdi.

Annem ona dönüp “Hiçbir yere gitmiyorsun küçük hanım. Helin böyle biri değildi. Sen onu kötü biri yaptın. Ben hayatı boyunca Helin’i kötü arkadaşlıklardan, zararlı alışkanlıklardan, sapkınlıktan, hırsızlıktan, cehaletten korumaya çalıştım ama sen evimize kadar geldin ve artık çıkmak bilmiyorsun. Kızımı ne hale getirdiğine bak! Sen onu değiştirdin.”

Cemre, annemin söyledikleri karşısında susmak dışında bir şey yapamadı. Ben Cemre’yi ağlarken hiç görmemiştim ama o anda gözleri doluydu. Onu böyle üzmemeliydi.

“Ben yaptım diyorum sana! Anlasana! Ben kestim bunları…”

Annemi itip çalışma masama geçtim. “Bu makasla kestim. Sonra bunu da ben kırdım hatta!” dedikten sonra masamdaki küçük masa lambasını alıp yere attım.

“Sadece lambayı değil, bunu da ben kırdım.”

Odada elime geçen ne varsa yere atarken Cemre bana sarılarak hareket etmemi engellemeye çalıştı. Sonunda başarılı olduğunda odanın ne hale geldiği umrumda olmamıştı. O anda tek önemli olan annemin yüzündeki kırgınlıktı.

“Kendine gel Helin! Sen benim kızım olamazsın. Alkol mü aldınız siz?”

Hayatım boyunca ilk kez, hem de iki kumaş parçası gibi basit bir konuda ona karşı çıkmıştım. Onun dediğini yapmadığım daha ilk seferden beni kızı olarak görmediğini söylemesi çok şaşırtmıştı. Tek bir tartışmada önceki evetlerimin unutulacağı kadar basit bir insan mıydım?

“Evet. Sarhoşum ben.”

Cemre “Sen ne saçmalıyorsun? Hayır Seda Teyze, hiçbir şey içmedik. Seni kızdırmak için söylüyor,” diyerek aramıza girdiğinde seslerin alçalması için barış sağlamaya çalışıyordu. Annemle sahip olacağım boş barıştansa kendim için konuşmaya devam etmeyi yeğlerdim.

“İçtim anne. Onu da yaptım, kıyafetlerimi de kestim ama kursa gitmedim. Ödevimi yapmadım, ilacımı içmedim, dansa gitmedim, hiç konuşmadım. Bunların hepsini sen yaptın, ben değil.”

Annem derin bir nefes alıp verdi. Ellerini beline koydu. Gözlerini benden ayırmadan Cemre’ye son kez gitmesi gerektiğini söyledi.

Odada yalnız kaldığımızda bana nasıl bir ceza vereceğini düşünüyordum. Büyük ihtimalle bir daha sokağa çıkamayacaktım ya da telefonuma el koyacakı. Hangi cezayı verirse versin umrumda olmayacağı için endişelenmeyi bıraktım.

“Cemre’yle görüşmeni istemiyorum.”

Ne?

“Anne…”

“Öncesinde seni bu hale getiren bir arkadaşın yoktu.”

“Öncesinde hiçbir arkadaşım yoktu!”

Benim bağırışımın da üstünde bir ses tonuyla “Daha iyiydi!” dediğinde bir adım geri gittim.

Annem umutsuz bir vakaydı.

Konuşmak için ağzımı açtığımda direnmekten vazgeçtim. Ne söylesem anlamayacak, hatta dinlemeyecekti bile. Kendi bildiği doğrulardan devam ederken benim de o doğrulara inanmama, hayatımı onun gibi yaşamama alışmıştı, bu nedenle ufak, tek bir pürüzün kolaylıkla atlatılabilir olması gerekirken ona her şey bir iğne gibi batıyordu.

Yatağıma oturdum. Asla benim açımdan düşünemeyecek birinden empati kurmasını bekleyemezdim. Farklılıkları daha baştan reddeden annemden bana anlayış göstermesini isteyemezdim. Yalnız olan bir insana dost sahibi olmanın önemini kabul ettiremezdim. Yine de denemekten başka şansım yoktu.

“Ne yaparsan yap ama Cemre’yle arkadaş olmamı engelleme.”

Annem iki elini havaya kaldırdı. Çıldırmış gibiydi. “Ben söyleyeceğimi söyledim. Önce o kıyafetler değişecek, sonra odan normal haline dönecek. Bir daha da bana asla ama asla karşı gelmeyeceksin, anladın mı?”

Cevap vermeyerek odadan çıkmasını bekledim.

Ertesi gün okula gittiğimde Cemre’nin erken gelmiş olduğunu gördüm. Beni bekliyordu. O gittikten sonra neler olduğunu sordu ama anlatmak istemedim. Üçüncü derste fen sınavı olacaktık ve benim moralim o kadar bozuktu ki, olanları anlatıp onun da moralini bozmak istemedim. Okul sonrasına bıraktım.

Okul çıkışında annemin yasaklarına aldırmadan dönüş yoluna her zamanki gibi Cemre’yle başladım. Israrla ona annemin verdiği cezayı söylemediğim için diretiyordu. Aklını dağıtmak ve bunu sormayı bırakmasını sağlamak için en iyi bildiğim yöntemi kullandım.

“Bugün ne yapıyoruz?”

Endişeli yüzü anında yumuşayıp keyifli bir hale geldi. “Ne yapmak istiyorsun?”

Cevabım hazırdı. “Annemin yapmamı istemediği her şeyi yapmak istiyorum.”

Karşı kaldırımdaki tekeli göstererek “Yani oraya mı gidiyoruz?” diye sordu. Aklıma gelmemişti ama hayır demedim. Karşıya geçip tekele girdiğimizde orada çalışan adam on sekiz yaşının altındakilere alkol satışının olmadığını söyledi. Üzülerek çıkmak zorunda kaldım.

“Gerçekten tahmin ettiğin gibi bir şey olmayacak zaten, yine de denemek istiyor musun?”

Başımı olumlu anlamda salladım.

“Tamam o zaman.”

Biraz etrafına baktıktan sonra yoldan geçen, bizden birkaç yaş daha büyük olan bir çocuğu durdurdu. Açıkçası kimsenin bizim için içki alacağına inanmazken Cemre’nin ilk sorduğu kişinin kabul etmesi garip gelmişti.

Yarısına kadar zorla içip daha sonra çöpe attığımız biraların ardından yine o parkta bulmuştuk kendimizi. Neden bilmiyorduk ama o park ikimize de iyi geliyordu. Sohbet ederken, kahkaha atarken sadece tek bir problem vardı.

“Dün gece iyi uyuyamadım,” dedim.

Yine aynı ağacın altında oturuyorduk.

“Annenin sana söylediği şeyler hoş değildi.”

“Evet, bir de sen gittikten sonra söylediğini duysaydın…”

Bahçeyi izlemekten vazgeçip bana baktı. “Ne dedi?”

Derin bir nefes alıp verdim. Nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Eğer onun annesi öyle bir şey söylemiş olsaydı ben çok üzülürdüm.

“Seninle görüşmemi istemediğini söyledi.”

Gülerek beni şaşırttı. “Onu dinlemeyeceksin herhalde,” dedi şüphe bile etmeyerek.

Cevap vermedim.

“Helin, dinlemeyeceksin, değil mi?”

Bunu sesli bir şekilde ifade etmek zordu. Dün gece uykusuz kalmamın nedeni aslında annem değildi.

“Dün ne yaptığımızı hatırlıyorsundur…”

“Evet Helin tabii ki hatırlıyorum, bunu söylediğine bile inanamıyorum şu anda.”

“Ne bileyim, benim için kabullenmek biraz zor. Ne söylediğimi bilmiyorum, sadece şeyi çok düşündüm işte.”

“Şey?”

Neden zorlaştırıyordu?

“Biliyorsun işte, dün benim odamdayken yaptığımız.”

Gözlerini devirdi. Bu seferki gerçekten farklıydı, hayal kırıklığına uğramıştı. “Tek kelime konuşmadan dakikalarca birbirimize baktık. Orada hissettiklerimizden ‘şey’ diye bahsedemezsin.”

Onu kırdığım için kendimi kötü hissettim. Gözlerimi kaçırdım.

“Özür dilerim.”

“Dileme.”

Az öncesine kadar kahkaha ve sesle çınlayan sohbetimiz kesildiğinde, parkın sessizliği daha çok kulağıma batmaya ve beni rahatsız etmeye başlamıştı. Onun konuşmadığını görünce ilk adımı atmak istedim.

“Çok düşündüm. Neden bilmiyorum, belki de çok aptalcaydı ama yine de dün gece kendimi bizi düşünmekten alamadım.”

Aynı şeyi onun da yaşadığını sanmıyordum. O her konuda rahattı. Muhtemelen aklınca yine bir oyun oynamıştı, benimle dalga geçmişti. Zaten hemen sonrasında gülmeye başlamıştık odamdayken. Şakadan başka bir şey olmayan bir olayı kafama bu kadar takmamalıydım belki de.

“Ben de,” diye cevap verdiğinde dudaklarım aralandı. Yüz ifadesi donuktu.

Konunun bir an önce kapanmasını istiyordum ama konuşmak zorundaydık. Ortamı yumuşatmak için gülerek “Sonuçta benden hoşlanmış falan olamazsın,” dedim ihtimal bile vermeyerek.

“Hoşlandım, hoşlanıyorum, hoşlanacağım da.”

Yüz ifadesindeki donukluğu koruyan Cemre’nin bana yalan söyleyip söylemediğini ölçmeye çalışıyordum ama konu artık en baştaki komikliğini çoktan yitirmişti. Kahverengi saçları yüzünün bir yanını kapatırken, saçlarının arasından beni seyretmeye devam ediyordu. Gözlerini gözlerimden ayırmıyor, bana dünkü gibi bakıyordu.

“Sen ciddisin…”

Bendeki gülümseme de yok olduğunda, hislerimizle baş başa kaldık. Aklımda dünkü sahne vardı, onunkinde de olduğundan emindim. Önceki gün titrediği gibi titremeye başlayan bacaklarımı fark etmemesini umarak beni nasıl seyrettiğini aklıma kazıdım. Gözleri normalden biraz daha kısıktı, arada kırpıyordu. Kirpikleri her aşağı indiğinde bir an önce yeniden yukarıya çıkmak için acele ediyordu sanki. İşte o anda Cemre’nin gözleri, Yazel’inkilerden bile daha güzel gelmişti.

“Cemre.”

“Efendim?”

“Benden mi hoşlanıyorsun?”

Tereddüt etmeden dudaklarını birbirine bastırdı. Başını hafifçe önce aşağı, sonra yukarıya doğru oynattı. Hareketi aynı yavaşlıkta bir kez daha tekrar etti.

Gözlerini gözlerimden ayırmadan “Hem de çok uzun zamandır,” dedi.

Bu anı, ya da daha doğrusu dün akşamı ne zamandan beri bekliyordu? Artık bundan sonra ne yapmam ya da ne söylemem gerektiğiyle ilgili bir karar vermeden önce aklıma gelen ilk şeyin bu olması normal miydi? Tabii normaldi. O benim en yakın arkadaşımdı. Onu üzecek hiçbir şey yapmak istemiyordum ama ne demem gerektiğini bilmiyordum. Kendi şaşkınlığımı bir kenara bırakıp mantıklı bir cümle kurmaya çalışmalıydım ve bunu bir an önce yapmalıydım.

“Ne zamandan beri kızlardan hoşlanıyorsun?”

Sesimi normal ve sakin şekilde kullanarak soru sormaya çalışmıştım. Umarım yanlış anlamaz, ters bir cevap vermezdi.

“Sen ne zamandan beri kızlardan hoşlanıyorsan ben de o kadar zamandır hoşlanıyorum,” dedi.

“Ben mi? Ben ve kızlardan hoşlanmak? Cemre ben gerçekten beni yanlış anlamanı istemiyorum ama şu ana kadar öyle bir şey yaşamadığımdan eminim.”

Güldü. “Okulda sabahtan akşama kadar Yazel ve Merve hakkında konuşan ben değilim.”

“Hayır o farklı.”

“Neresi farklı?”

“Onlar çok güzeller, yani, hayranlık gibi… Bilmiyorum.”

Yaklaşık bir dakikadır karnımla beynim arasında bir çatışma yaşanıyormuş gibi hissediyordum. Beynim sürekli karnıma rastgele hisler gönderiyordu ve zaman zaman acı çekmeme, bazense kusmamak için zor durmama neden oluyordu.

“İnsanlar hayran oldukları kişileri elbette izler ve takip ederler. Bunun tek bir nedeni vardır, o da onlar gibi olmak istedikleri içindir. Sen ne Yazel ne de Merve olmak istiyorsun. Onların sevdiği şeylerin çoğundan nefret ediyorsun.”

Cemre’nin söylediklerinde haklı olması korkmama neden oldu. Beni en iyi tanıyan insandan hiçbir şeyi saklayamazdım. Yalan söylemeye çalışsam da anlardı.

Devasa bir çıkmazın içindeydim. Cevap veremedim.

“Gözlerini kaçırma Helin, bana bak. Çekinmeni gerektirecek hiçbir şey yok. Sadece konuşuyoruz.”

Sadece konuşuyor olduğumuzun farkındaydım ama o an ortasında olduğum şey bir sohbetten çok sorgu gibi geliyordu. Dışarıdan somut herhangi bir soru yöneltilmemesine rağmen o sırada kendi içimdekileri cevaplamaya yetişemiyordum.

“Sadece konuşuyorsak neden çok büyük ve çok kötü bir şeyle suçlanıyormuşum gibi hissediyorum?”

Sesimin titreyerek çıkmış olması o zamana kadar aynada gördüğüm kişinin yalan olduğuna dair şüphelerimi arttırmıştı. Gözlerimin önüne dans okulundaki soyunma odasında herkes gidene kadar saklandığım kabin geldi. Kendimi ait hissetmediğim daha pek çok yer birbiri ardına sıralanırken ayağa kalktım.

“Cevap verme. Sakın cevap verme. Bilmek istemiyorum. Hiçbir soruyu yanıtlamak istemiyorum, çünkü cevaplarını bilmiyorum…”

Yere eğilerek yenisini alana kadar kullanmak zorunda kaldığım pembe çantamı kaldırdım. Sırtıma taktıktan sonra arkamı dönüp yürümeye başladım.

“Helin! Dur!”

En yakın arkadaşımdan kaçmıyordum. Bana hayatımda ihtimal bile vermediğim bir şeyi söylediği için gitmiyordum, gerçeği fark ettirdiği için kaçıyordum. Ben daha çok küçüktüm. Önümüzdeki dönem liseye başlayacaktım. Bunların hiçbiri bana göre değildi, hiçbiri olmamalıydı.

“Lütfen!”

Yürümeyi bıraktım. Arkama döndüğümde Cemre bana yetişmişti. Çantası hâlâ ağaçların oradaydı.

“Gitmeme izin ver, kendimi iyi hissetmiyorum,” dedim.

Otururkenki donuk ifadesi gitmiş, eski haline dönmüştü.

“Eve gidersen konuşamayız. Annen benimle görüşmeni istemiyor. Telefonunu da alabilir.”

“Sadece gitsem? Lütfen. Lütfen beni zorlama. İyi değilim.”

Gülümsedi ve elimi tuttu. “Hayır Helin, sen çok iyisin. Eskisinden bile daha iyisin. Artık kim olduğunu biliyorsun, bundan daha güzel ne olabilir?”

Tutuşan ellerimize bakıyordum. Kendimi geri çektim. “Kusura bakma Cemre ama bu çok…”

“Ne? Yanlış mı? Kim olduğunu kabullenmek mi yanlış?”

Cevap veremedim.

“Dışarıda insanlar sadece daha fazla para kazanabilmek için milyonları sömürüyorlar. Birbirlerini katlediyorlar. Küçük çocuklara tecavüz edip sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Kadınları kadın oldukları için, erkekleri erkek oldukları için, yaşlıları yaşlı; gençleri genç oldukları için yargılıyorlar. İstedikleri statüye ulaşmak adına masum insanlara iftira atıyorlar, haksız şekilde hak edenlerin yerlerine geçiyorlar. Hakkını arayanları, sesini duyurmak isteyenleri ise korkuyla susturuyorlar. Söylesene, tüm bu cehaletin, kirliliğin, kötülüğün içinde benim senin elini tutuyor olmam mı yanlış?”

Yatağımda otururken elini saçlarımın arasında gezdirdiği anı düşündüm. Daha sonra boynumdan sırtıma, sırtımdan belime doğru yavaşça indirdiğini. Yanağımı okşadığını, avcuna yaslandığımı düşündüm. Bu basit şeylerden dolayı suçlu hissetmem için hiçbir neden var mıydı?

“Helin ben seninleyken çok güzel vakit geçiriyorum. Her şey hakkında konuşuyoruz, eğleniyoruz, sinemaya gidiyor, İngilizce kursunu ekiyor ve anneni çileden çıkartıyoruz. Senden bunlardan başka beklediğim bir şey yok ki. Yine en yakının olacağım. Tek istediğim kim olduğunu keşfetmen.”

“Ben daha on dört yaşındayım! Kendimi keşfedemem.”

“Keşfedersin. Bebekken de acıyı, hüznü, sevgiyi hissedebiliyordun; şimdi de hissediyorsun. İstediğini sev.”

Cemre kadar rahat ve açık fikirli bir insan olmak için o an nelerimi vermezdim. Kendine o kadar güzel bir balkon bulmuştu ki olan biteni rahatça görmüş, en kolaya indirgemiş, basitleştirmişti. Her ne kadar haklı olduğunu bilsem de benim için kabul etmek o kadar da kolay değildi. Normal olmayan her şey anormal olarak tanımlanıyordu. Herkes sadece akla kara varmış gibi davranıyordu; önceden görmediği bir şeyle karşılaştığında önyargıyla bakıyor, yeni şeylere asla fırsat vermiyordu. Direkt dışladıkları bu insanlar ve kavramlar; bir yerde toplanıp birarada geçinmeye çalışıyorlardı.

Ne söylenmiş olursa olsun o benim en yakın arkadaşımdı. Ondan çekinmemeliydim.

“Emin olmanın herhangi bir yolu var mı?” diye sordum. Yüzüme haykırılan sorular başımı ağrıtmaya başlamışlardı.

“Gel,” dedikten sonra çantasının olduğu yere döndü. Arkasından takip ettim ve oturduğunda ben de oturdum.

“Seninle buraya geldiğimiz ilk gün geçen cumartesiydi. Annenin seni bugüne kadar zorladığı her şeyin, olmanı istediği insanı yaratmak için olduğunu fark ettin. O zamana kadar sevdiğini düşündüğün şeyleri aslında sevmeyebileceğini, hoşlanmadığını düşündüklerindense gerçekte hoşlanabileceğini anladın ve bu gerçekten bir insanın kolay kaldıramayacağı bir şey. On dört yıldır kullandığın her kelimenin senin için seçilmiş olduğunu gördükten sonraysa bana yeni bir sözlüğe, tamamen sana ait bir sözlüğe ihtiyacın olduğunu söyledin.”

Elini kaldırıp işaret parmağıyla yavaşça kaşımla kulağımın arasında bir yere dokundu.

“Bunu yaparken elinle bu şekilde başını gösteriyordun,” dedi.

Ona yakın olan kolumu kaldırıp başımdaki elini tuttum. Yavaşça aşağı indirdim ve göğsümün önünde durdurdum.

“Ve sen de bana sözlüğümün artık orada değil burada olduğunu söyledin,” dedim. O bana büyülenmiş gibi baktıkça kendimi ona çekiliyormuş gibi hissediyordum.

“Kalbinin atışını hissedebiliyorum. O günkü gibi, aynı.”

Alnımı alnına yasladım. Gözlerimi kapatıp her gece kiminle birlikte olduğunu hiç görmeden Eros’un yanında uyuyan Psyche’i düşündüm. Hikâyeleri mutlu sonla bitmiş olabilirdi ama gerçek dünyada ölenleri yeniden canlandıracak bir iksir yoktu. Bir kere kaybettin mi yeniden geri dönmesini sağlamak çok zordu.

Birbirimize daha da yaklaştık. Dün akşam odamda hissettiğim o yabancı duygular daha yoğun şekilde geri döndüğünde gözlerimi açmadım. Ne benim ne de diğer insanların gözlerini açmaları için ortada neden vardı. Sevdiğim kişiyi ismi ya da cinsiyeti için sevmemiştim. Dış görünüşüne göre onu kendime yakın bulmamıştım. Kim olduğununun yaratabileceği problemleri düşünmek gereksizdi. Psyche’in hatasına bir kez daha kızarak Cemre’ye sarıldım.


error: Bu içerik koruma altındadır.