༯ 21 ༯
HELİN
Boşlukta hissetmenin ne olduğunu bildiğimi sanırdım. Yerinde olmayanların, bir türlü dolmayan boşlukların verdiği rahatsızlıklarla büyümüş biri olarak bunun nasıl hissettirdiğini çoktan öğrenmiş olduğumu varsaymıştım. Belki de buna güvenerek evden kaçmıştım. Apartmandan çıktığım anda başbaşa kaldığım sokakta tek arkadaşım sırt çantamdı. Başta annemle yaptığımız konuşmanın hararetiyle attığım kararlı ve hızlı adımlar, ben evden uzaklaştıkça tereddüt etmeye başladılar. Yavaşlamış olmaları içimde yıllarca birikmiş, bastırılmaktan bıkmış öfkemin dozunun azaldığı anlamına gelmiyordu. Her saniye yenisi beliren sorular o kadar yoğunlardı ki beni ilerlemekten alıkoyuyorlardı.
Şimdi nerede kalacaktım? Daha da önemlisi nereye gidiyordum?
Yavaş yürümek sıkıntı yaratmamaya başladığında ağırdan aldım. Kalbimin bana hatırlattığı karşılaşma korkusuna aldırmadan, heykeli izleyen banka oturdum. Yine parka gelmiştim. Kendimi burada bulmaktan henüz sıkılmamıştım.
Havanın kararmasıyla saat geç olduğunu fark ettiğim. Kaç dakikamı sessizce, sadece orada öylece oturarak geçirdiğimi hesaplayamadım. Üşümüştüm ve nerede kalacağımı çözmek için daha fazla oyalanamazdım.
Cemre artık yoktu. Ona gidemeyeceğim kesindi. Akrabalarımdan zaten neredeyse hiç görüşmediğim babam da dahil olmak üzere kimden yardım istesem, anında kendimi annemin kollarında bulurdum. Çıkmazdaydım.
Çantamı bankın ucuna doğru ittim ve bacaklarımı yukarı çektim. Başımı çantamın olduğu tarafa indirmeden önce hırkamın önünü kapattım. Her ne kadar kapanmaması için dirensem de ağlamaktan yorgun düşmüş olan gözlerim ağırlaştılar. Parktaki bankta uzanıyor olmanın tehlikesi yorgunluğumu yenemediğinde uyuyakaldım.
“Küçük kız kaybolmuş galiba!”
Alaycı bir ses tonu beni uyandırdığında hızlıca yerimden doğruldum. Çantamı kendime çektim ve ona sarıldım.
Benden yaşça büyük bir erkek, yüzümü tuttuğu el feneriyle bana laf atıyordu. “Annene kızıp evden mi kaçtın yoksa?”
Bu kadar spesifik olmaları, tüm piercing ve dövmelerinden daha çok korkutmuştu. Gözüme giren beyaz ışığın izin verdiği kadarıyla kalabalık olduklarını seçebiliyordum. Onlardan uzaklaşmak için ayağa kalktım. Parkın çıkışına doğru yöneldiğimde üç tanesi önüme geçti. Siyah hırkamın kapüşonuyla başımı kapatıp çantamı sırtıma taktım. Sanki yoklarmış gibi onları görmezden gelmeye çalıştım.
“Acelen ne? Daha yeni tanışıyorduk. Buraya sık gelir misin?”
“Bence gelmez. Baksana, gayet temiz gözüküyor.”
“Biz de temiz gözüküyoruz Kaan, sadece sen pis gözüküyorsun.”
“Sadece gözükmüyor, öyle de kokuyor.”
“Hey! Seni kız arkadaşına şikâyet edeceğim.”
“Onu bulursan bana da haber ver, dün yine başka bir herifin tekiyleymiş.”
“Hangisiyle? Yine o otuz yaşındaki adamla mı?”
“Hayır kardeşim, motorcularla işinin bittiğini söylemişti. Yarışçılara merak salmış olabilir. Bilmiyorum.”
Ekibin kaç kişiden oluştuğunu bilmiyordum ama aramızda sandığım kadar yaş farkı yoktu. Bu beni az da olsa rahatlatmıştı. Çocuğun elindeki feneri tutarak aşağı indirdim. Gözlerim her kırptığımda aynı beyaz ışığı görmeye devam ediyordum. Umarım beni kör etmemişti.
“İzin verirseniz gitmem gereken bir yer var,” dedim ve feneri tutanla kaşında piercing olanın arasından geçerek yürümeye başladım.
“Of be! Bu kız fena bir şey!”
“O kadar da değil, abartmayın.”
“Ağzının payını verdi ama, naber?”
“Hem de nasıl!”
Parkın çıkışına dizilmiş iki külüstür arabadan biri doluydu. Beni ve arkamdaki tipleri görünce arabadakiler aşağıya indiler.
“Taze birini bulmuşuz bakıyorum!”
“Az önce Anıl’a haddini bildiren bir kız arkadaşımız, tanıştıralım.”
“İsmi ne?”
Hava artık iyice kararmıştı. Dışarıda bu kalabalık ve deli ekip dışında kimse yoktu. Sokak lambaları sayesinde yüzlerini görebildiğim için şanslıydım. Kızlı erkekli bu gruptaki herkes gotik ve metalci gibi giyinmişti. Bana laf atanların dışında herkes bir yandan birbiriyle de konuşuyordu.
“Hadi bize ismini söylesin.”
“Evet! Adını öğrenmek istiyoruz!”
Çevremde adeta bir halka oluşturmuşlardı. Aralarından geçemiyordum. Yaklaşık yirmi kişi olduklarını düşünüyordum. Sakin kalmaya çalıştım. Korktuğumu anlamazlarsa belki de bana zarar vermezler diye umut ettim.
“Ben de yoluma gitmek istiyorum.”
Bana adımı soranlara verdiğim cevaptan sonra hepsi bir anda “Ooo!” diye bağırarak gülmeye başladıklarında gerildim. Halka kalabalık olduğu için herkes birbirini itiyor, ister istemez alanım gittikçe daralıyordu.
Parktaki çocuk “Hepimiz istediğimizi alamıyoruz bebeğim,” dediğinde hiç düşünmeden “Evet, baksana sevgilin birgün motorcularla diğer günse yarışçılarla takılıyor. Kısacası sen hariç herkesle,” diyerek karşılık verdim. Ciddiyet ve endişeyle söylediğim cümle herkesin o kadar çok hoşuna gitmişti ki iki-üç tezahürat bile aldım.
Elindeki feneri kapatarak yanıma gelen çocuk kolunu omzuma attı. “Seninle çok yanlış bir başlangıç yapmışız. Buraların en iyi laf sokan ablası olduğunu bilmiyordum. Fener için özür dilerim. Ben Yiğit. “
Omzumu silkip kolundan kurtulduktan sonra ona gülümsedim. “Bir daha olmasın Yiğit.”
Söylediğim her kelime ekipte bir öncekinden daha güzel bir tepki yaratırken nedense kendimi rahat hissetmeye başlamıştım. Parktaki korkum yerini sadece adrenalin ve meraka bırakmıştı.
“Yiğit iyi oyundu kardeşim!”
“Yiğit’i alır mısınız şuradan?”
“Yeni kız bizle gelsin!”
Tüm laf kalabalığının arasında bir kız sesi hepsini bastırdı.
“Hey!”
Arkamdaki arabanın içinden gelen sesin sahibine bakmak için arkamı döndüm. Sürücü koltuğunda oturan sarışın kız, üstündeki büstiyer ve açık tenine zıt olarak sürdüğü koyu renk rujla çok seksi gözüküyordu. Saçları bazı yerlerde ince şekilde örülmüş, bir iki yerdeyse rasta yapılmıştı. Geri kalanı dümdüz ve uzun olan saçlarını alnından geçen siyah ve dantelli bir taçla tamamlamıştı.
Sol elini kaldırıp camdan dışarıya çıkarttı. İşaret parmağını beni yanına çağırdığını belli edecek şekilde bir iki kez hareket ettirdikten sonra cama doğru eğildim. Kız çok güzeldi.
“Adın ne?”
Sigaradan dolayı değişmiş olan sesi, aklımı oynatmama yeterli olacak kadar havalıydı. Cevap vermeden önce bir kez yutkundum.
“Helin.”
Belki de söyleyeceğim şey çok saçmaydı ama o anda adımı beğenmesi için her şeyimi verirdim.
“Helin, bu akşam için kalacak bir yerin var mı?”
Kızın sesinin büyüsünden birkaç saniyeliğine kendime gelip arkama baktım. Birbiriyle sohbet eden kızlar, şakalaşan oğlanlar, öpüşen çiftler… Başıma en kötü ne gelebilirdi ki?
“Hayır yok.”
“Bizimle gelmek ister misin?”
Gözlerimi kızın dudaklarından ayırabildiğim ilk anda gözlerine bakıp başımı olumlu anlamda salladım.
“Atla o zaman.”
Ben arabanın arka koltuğuna geçerken diğer herkes arka arkaya park etmiş olan bu iki arabaya doluşmaya başladı. Az önceki paniğimde saydığım kişi sayısının yarısı kadarlık bir çete olduğunu anladım. Güzel olan kız gaza bastığında başımı geriye doğru yatırdım. Bir yere tutunma ihtiyacı hissetsem de hiçbir şey yapmadım. Gondola bindiğinde heyecanı doruğunda yaşamak için gidip en arkaya oturuyorsan, hareket ettiğinde de ellerini havaya kaldırmayı bilecektin.
Solumda biri diğerinin kucağında oturan iki kız bana bakıyordu. Sağ cam kenarındakiyse öndeki koltukta oturan ikiliye koltuğu biraz öne almalarını söylüyordu.
Arabanın dikiz aynasında beni aralarına davet eden kızla göz göze geldiğimde hemen başka bir yere baktım. Birkaç saniye bekledikten sonra başımı kaldırıp yeniden aynaya baktığımda hâlâ beni izlediğini gördüm. Yola bakmalıydı, yoksa kaza yapacaktık.
İçinde taşıdığı kişi sayısına aldırmadan birbiriyle yarışmaya başlayan iki araba, sonuna kadar açılan müziğin sesiyle artık bir uyuşturucudan farklı değildi.
Şarkıyı söyleyen adam, evinin artık yuva olmadığıyla ilgili öfkesini güçlü sesiyle müziğine yansıtıyordu. Bağırarak söylerken nasıl bu kadar güzel duyulabildiğini anlamamıştım.
“Şarkının adı ne?”
Yanımdaki iki kızın sesimi ilk defada duyabileceğine inandığım için kendimi aptal gibi hissettim. Üsttekini dürtüp bana bakmasını sağladım. Gülümseyerek bana baktı. Şarkıyı söylerken güzel vakit geçiriyordu.
“Çalan şarkının adını biliyor musun?”
Başını evet anlamında salladı. “Three Days Grace – Home. Evden kaçtığın o kadar belli oluyor ki!”
Bunun dalga geçilecek bir şey olup olmadığıyla ilgili tereddütlerim vardı ama utanmayı sonraya erteleyecektim. Yandaki arabanın camlarından dışarıya sarkanları görünce güldüm. Yanımdaki camı alttaki kolu çevirerek açtım. Rüzgâr bizim hızımıza ayak uydurmuştu. Kapüşonumu arkaya düşürüp saçlarımı çoktan serbest bırakmıştı.
Üç camdan da sarkanlar vücutlarının yarısını dışarıya çıkartıp bacaklarını içeride bırakacak çekilde cama oturmuşlardı. Arabanın üstünde bulunan, normalde kayak takımları için kullanıldığını gördüğüm tavan barlarına tutunarak bağırıp çağırıyor, küfür ediyor, bildikleri yerlerde bizim arabadan çıkan ve tüm şehri inleten şarkıya katılıyor, sonra tekrar küfür ediyorlardı.
Onlarda farklı olan bir şey vardı. Cemre’de gördüğümü sandığım özgürlüğün ta kendisini yaşıyorlardı. Ona bambaşka bir tanım getirip eskisini unutmama neden olmuşlardı. Gözlerini kapatıp kendilerini yaşamın değil, kendi hızlarına bırakırken gülümsüyorlardı. Mutlulardı. İşte farklı olan şey buydu.
“Sen de çıkmak istiyor musun?”
Az önce şarkının adını söyleyen, saçlarını iki yanda toplamış kız kulağıma eğilip bunu sorduğunda ne diyeceğimi bilemedim. “Ne? Nasıl?”
“Sen de öyle oturmak ister misin? Gerçekten çok eğlenceli!”
Başımı yana çevirip her türlü tehlikeyi göze alan delilere baktım. “Büyük ihtimalle düşerim!”
“Hayır düşmezsin! Biz seni tutarız! Hadi, dene!”
“Bu arabanın da üstünde tutulacak yer var mı bilmiyorum!”
“Var, var! Hadi! Şarkı bitmeden bağırmaya başlasan iyi olur!”
Dikiz aynasından arabayı kullanan güzel kıza baktım. Ben yukarı çıkarken hiç de yavaşlayacakmış gibi durmuyordu. Düşersem benim için duracaklarını da sanmıyordum. Sadece yeni bir cesetle uğraşmaları gerekirdi çünkü.
“Hadi! Ne bekliyorsun, çantanı yere koysana!”
Çantam bacaklarımın arasından gönüllü olarak yere kaymıştı. Oturduğum yerden kalkmak gittiğimiz hızda zor olmuştu ama koltuklardan destek almak işimi kolaylaştırıyordu. Vücudumu onlara doğru döndürdükten sonra kalçamı camın alt kısmına yaklaştırdım. Başımı eğerek dışarıya çıkartmaya çalıştığımda kız beni hırkamdan çekerek kendine yaklaştırdı.
“Öyle çıkamazsın! Önce başın ve omuzların!”
Adrenalin tüm damarlarımda pompalanırken bir yaz gecesiymişçesine her şey daha sıcak geldi. Hırkamın fermuarını indirdim ve arabanın aldığı anlık virajlara savaş açarcasına yüzüm hâlâ arabanın içine dönükken başımı dışarıya çıkarttım.
Müziğin nakaratı yeniden dinleyenleri ve içinde yaşayanlarıyla buluştuğunda sözleri bağıranlar da artmıştı. Arka koltukta kucak kucağa oturan kızlardan üstteki benim yerime geçmişti. Ben tam olarak cama oturana kadar belimi koruyordu. Diğeri ise bacaklarımı şimdiden tutmaya başlamıştı.
Göğsüm ve karnım da artık özgürlüğün tadını almaya benimle çıktığında kalçamı iyice sabitledim. Dengemi koruyabilmek için arabanın üstündeki şerite sıkıca tutundum. Sonunda nefes almayı hatırlayabilmiştim. Belimin yanından başını çıkartan kız “İyi misin?” diye sorduğunda ona verecek daha güzel bir yanıt bulamamıştım:
“Hiç bu kadar iyi olmamıştım!”
Şarkıdaki adam tüm gitarların, baterinin ve basın durduğu anda İngilizce olarak “Ben yalnızken daha iyiyim!” diye haykırmaya başladı. Dengeme güvenerek bir elimi tutunduğum şeritin üstünde gevşettim. Yavaşça geriye doğru çektikten sonra aşağı indirmek yerine yukarı kaldırdım.
Gözlerimi kapattım. Parmaklarımdan akıp giden hız, beni istediğim yere götürecekmişcesine taşıyordu. Avcumda bıraktığı etki tüm vücuduma yayılıyor, bana her saniye daha da heyecan veriyordu. Tatmin edememekten, mutlu olamamaktan bıktığım hayatımı geride bırakıp onlardan kaçıyordum. Kaçıyor olmak beni parktayken sadece bir korkak yapmıştı ama artık öyle değildim. Burada onlarla olmak, birkaç dakika geçirmek bile beni bir kuş kadar özgür kılmıştı. Bu hız yanımda olduğu sürece canımı sıkan ne varsa uçup gidebilirdi. Sadece kanatlarımı açmam yeterli olacaktı. Çırpmama, çırpınmama, uğraşmama, yorulmama, dans etmeme, keman çalmama, istenilenleri yapmama gerek kalmayacaktı. Rüzgâr her şeyi kendiliğinden hallediyordu.
Tüm enstrümanlar aynı anda vokale geri dönüp o muhteşem nakaratı bir kez daha çalmaya başladığında sarı ışıkların aydınlattığı uzun, gri bir tünele girmiştik. Hayatları boyunca benim gibi uyumsuz olarak sıfatlandırılmış insanların bir o kadar uyum sağlayan korosu ve artık maksimum seviyeye çıkartılmış müzik sistemi, tünelin silindirik duvarlarından yankılanarak bize hoparlör görevi gördüğünde diğer kanadımı da serbest bıraktım.
Omuzlarımdan düşen hırkama aldırmadan rüzgârın çıplak omuzlarımla tanışmasına izin verdim. Hayatı boyunca kimseye güvenememiş, güvendiğinde ise aldatılmış biri olarak hiç tanımadığım iki çatlak kıza hayatımı emanet ederken ilk riski ilk kez tadıyordum. Kendimi bildim bileli göğsümde olmadığını varsaydığım bir şeyin sonunda atmaya başlamasını sağlayan, dar ve askılı bluzumden geçerek beni ürperten tehlikeydi. İlk kez duyduğum bir şarkıya beni âşık edense hissettiklerimi notalara ve sözcüklere dökebilmiş iyi bir gruptu. Sanırım hayatımda bir daha bunlardan fazlasına ihtiyaç duymayacaktım.